İçeriğe geç

Empedokles’in Dostları Kitap Alıntıları – Amin Maalouf

Amin Maalouf kitaplarından Empedokles’in Dostları kitap alıntıları sizlerle…

Empedokles’in Dostları Kitap Alıntıları

Ben serpilip gelişirken, insanlık çöktü, derisi pörsüdü
Biz olmaktan artık gurur duymadığımız zaman yaşamaya nasıl devam edebilecektik?
Hayatın yollarında hiç durmadan tarihimizin can sıkıcı cesetlerine takılıp sendeliyoruz. Ama geçmişiyle boğuşmaktan usanan insanlık eğer bir gün geleceğiyle karşılaşsa, onu tanıyabilecek mi? Kendini onda bulup onun güçlü ve sıcak bedenine avuçlarını dayayabilecek mi?
Hayatın yollarında hiç durmadan tarihimizin can sıkıcı cesetlerine takılıp sendeliyoruz. Ama geçmişiyle boğuşmaktan usanan insanlık eğer bir gün geleceğiyle karşılaşsa, onu tanıyabilecek mi? Kendini onda bulup, onun güçlü ve sıcak bedenine avuçlarını dayayabilecek mi?
Aramızda zaman ve mesafenin etkilemediği bir bağ kuruldu. Başka hiç kimseye anlatmayacağımız şeyleri birbirimize anlatma alışkanlığımızı koruduk.
Ölümlü olma duygusu, özgürlük arzusunun temeli, hem felsefenin hem de sanatın varoluş nedenidir.
Bilge birisi kendisini eylemlerinden ve sonuçlarından sorumlu görür. Bilgelikten hiç nasiplenmemiş insan ise kendini sadece niyetlerinden sorumlu sayar.
Dünya bizim olmaktan çıkmışsa yüz elli yıl daha fazla yaşamak ne işe yarar?
En beter dinsizlik, Tanrı’nın çektiğimiz fiziksel ve manevi acılardan memnun olduğunu, sevdiğimiz varlıklar ölümden kurtulduğunda ise O’nunla alay edildiği hissiyatına kapıldığını kabul etmektir.
Bazı insanlar, zihinleri yasaklar ve önyargılar tarafından kıskıvrak bağlanmadan ve cehaleti geriletmekten başka bir kaygı taşımadan kendi yollarında yürümeyi başarırlarsa, başkalarından çok daha hızlı ilerleyebilir ve çok öne geçebilirler.
En berbat facialar boşa çıkan beklentilerden doğar.
Bilge birisi kendisini eylemlerinden ve sonuçlarından sorumlu görür; bilgelikten hiç nasiplenmemiş insan ise kendini sadece niyetlerinden sorumlu sayar.
Devletler, güçlerini sağlayan araçların ellerinden alınmasını istemezler.
İnsanların körleşme arzusu hep hafife alınır. Var olduğunu bilmek istemiyorlarsa, ömürleri boyunca yanından geçip seni asla görmeyebilirler.
Bir aşk gecesi, yarını olsun veya olmasın, adi bir hırsızlık gibi gece vakti bitmez.
Zaten hem gelecek hem de geçmiş ölümü taşıyor, yaşamı taşıyan ise sadece şimdiki zaman.
Onları bu yanlıştan döndürmeye hiç uğraşmadım, gerçeği de hak etmek gerekir öyle değil mi?
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
‘Kalıcı bir bağlılığı’ ya da ‘aşka benzer herhangi bir şeyi’ yürütebilir miyim? Bir buluşmayı, dolu dolu kendimi kaptırarak yaşayabilir miyim?
İçtenlikle söylemem gerekirse, cevap Hayır . Hayır, artık sevemem ve en üzücüsü, buna üzülmüyorum bile. Kalp yerine diken diken olmuş bir kirpi taşıyorum.
Birbirine paralel iki insanlık vardır. Biri ışık içinde yaşar, ama gölge yapar. Diğeri ise gölgede yaşar, ama ışık taşır. Her biri kendi yolunda ve kendi ritminde ilerlemiştir.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Bundan dolayı bazı insanlar, zihinleri yasaklar veya önyargılar tarafından kıskıvrak bağlanmadan ve cehaleti geriletmekten başka bir kaygı taşımadan kendi yollarında yürümeyi başarırlarsa, başkalarından çok daha hızlı ilerleyebilir ve çok öne geçebilirler.
“Cehenmem başkalarıdır deme noktasına kadar vardırmayacağım ama başkalarının cennet olmadıkları da kesin.”
Ama bu gece nezaketin veya kibarlığın anlamı ne? Tüm dünyada her şeyi kurtlu cesetlere dönüştürecek ölüm eşikte dururken ruh inceliğinin ne değeri var?
Bilge birisi kendisini eylemlerinden ve sonuçlarından sorumlu görür; bilgelikten hiç nasiplenmemiş insan ise kendisini sadece niyetlerinden sorumlu tutar.
Ben çocukken babamın ağzından duyduğum en ağır sıfat ‘kaba’idi. Çünkü onun gözünde bir insanda, bir harekette, bir tavırda, bir sözde görülebilecek en affedilmez kusur buydu. Kibarlığa nezakete, ruh inceliğine tapan bir adamdı.
İnsanların körleşme arzusu hep hafife alınır. Var olduğunu bilmek istemiyorlarsa ömürleri boyunca yanından geçip seni asla görmeyebilirler.
ama lanet olsun, bir insan haysiyet kaybını neyle telafi edebilir ki?
Ölümlü olma duygusu, özgürlük arzusunun temeli, hem felsefenin hem de sanatın varoluş nedenidir.
Çünkü ışık değerlidir, ama bedelini oyulan iki gözümle ödeyeceksem hiçbir değeri kalmaz.
Kim ne derse desin, katlanılmaz kuşku acımasız kesinlikten yeğdir.
Ben serpilip gelişirken, insanlık çöktü, derisi pörsüdü.
“Ben çocukken, babamın ağzından duyduğum en ağır sıfat kaba idi. Çünkü onun gözünde bir insanda, bir harekette, bir tavırda, bir sözde görülebilecek en affedilmez kusuru buydu.”
“Sonuçta insan gerçekte neye ihtiyaç duyar? Sağlığı ve internet bağlantısı iyiyse, gerisi o kadar önemli değil. İşi, varoluşçu filozof gibi cehennem başkalarıdır deme noktasına vardırmayacağım. Ama başkalarının cennet olmadıkları da kesin. ”
Adına deniz denen bu uçsuz bucaksız seher
Hiç ayrılmasın kapımızdan.
İnsan ona inanma arzusuna nasıl direnebilir? Onu sevme arzusuna nasıl direnebilir?
Dün akşam öylesine şen şakrak iken, bugün göğsüme böylesine çöken ruh halimi bu kadar bozan şey karanlık mı? Belki. Ama dünyanın yeni hali de aydınlık bir gelecek vaad etmiyor.
Zaten hem gelecek hem de geçmiş ölümü taşıyor, yaşamı taşıyan ise sadece şimdiki zaman, tıpkı güneşi ve sarhoşluğu taşıyan bir üzüm tanesi gibi…
Zaten hem gelecek hem de geçmiş ölümü taşıyor, yaşamı taşıyan ise sadece şimdiki zaman, tıpkı güneşi ve sarhoşluğu taşıyan bir üzüm tanesi gibi
Cenazesinin kaldırıldığı gün etraf bembeyazdı ve mezarlıkta toprak donmuştu. Çevremdeki manzaraya, sonra da teker teker insanların yüzlerine göz gezdirdim. Birdenbire içimde dost bir denizde güneşin parıltısını görme isteği uyandı. O zaman beni dünyaya getirmiş, yitirdiğim iki kişiye şöyle mırıldandım;”Eğitimimi tamamlayarak bana yakıştırdığınız isteklerinizi yerine getirdim. Şimdi de sıra çılgın düşünüzü gerçekleştirmeye geldi.”
Mum ışığında deniz yemeği!
Bugün öğrendiklerim beni bayram havasına girmeye değil düşünmeye sevk ediyordu.
Hayatın yollarında hiç durmadan tarihimizin can sıkıcı cesetlerine takılıp sendeliyoruz. Ama geçmişiyle boğuşmaktan usanan insanlık eğer bir gün geleceğiyle karşılaşırsa, onu tanıyabilecek mi? Kendini onda bulup, onun güçlü ve sıcak bedenine avuçlarını dayayabilecek mi?
Hayatın yollarında hiç durmadan tarihimizin can sıkıcı cesetlerine takılıp sendeliyoruz. Ama geçmişiyle boğuşmaktan usanan insanlık eğer bir gün geleceğiyle karşılaşsa, onu tanıyabilecek mi? Kendini onda bulup, onun güçlü ve sıcak bedenine avuçlarını dayayabilecek mi?
“Belki bu yaptığıma yarın pişman olacağım ama bugün pişman değilim.”
Hayır artık sevemem. Ve en üzücüsü buna üzülmüyorum bile. Kalp yerine diken diken olmuş bir kirpi taşıyorum.
Bir buluşmayı, günlüğümün sondan bir önceki bahsi haline getirmeden, dolu dolu, kendimi kaptırarak yaşayabilir miyim?
Bir ulusun ve bir uygarlığın çöküşünü umut makyajıyla gizleyebilmek için cesaret ve ustalık gerekir.
İşi, varoluşçu filozof gibi cehennem başkalarıdır deme noktasına kadar vardırmayacağım* Ama başkalarının cennet olmadıkları da kesin.
Sonuçta insan gerçekten neye ihtiyaç duyar?
On iki yıl önce vaktinden evvel yaşlanan annem Montreal’de öldü. Zaten iki kez ölmüştü; ilkini West Mount’taki evini terk ettiğinde ikincisini de babamla vedalaşmak zorunda kaldığında tatmıştı. Son yıllarına biraz neşe kattığımı düşünmek istiyorum ama ona olan olmuştu çoktan,” hayatın öteki yakasıyla” bağları çok daha güçlüydü.
Çünkü ışık değerlidir, ama bedelini oyulan iki gözümle ödeyeceksem hiçbir değeri kalmaz.
Ansızın içimde hemen biriyle konuşmak isteği uyandı. İstek de değil, dediğim dedik bir zorunluluk hissi. Yalnızlık sanki fiziksel olarak göğsümün üzerine çökmeye başlamıştı. Ve on iki yıldır ilk kez, diğer ölümlüler gibi bir kentte veya bir köyde yaşamadığıma hayıflandım.
Gün sona ererken ihtiyacım olan tam da buydu. Mecburi karanlıkta bana eşlik edecek dost bir müzik.
İşi, varoluşçu filozof gibi, cehennem başkalarıdır deme noktasına kadar vardırmayacağım. Ama başkalarının cennet olmadıkları da kesin.
Çünkü ışık değerlidir, ama bedelini oyulan iki gözümle ödeyeceksem hiçbir değeri kalmaz.
Kalp yerine diken diken olmuş bir kirpi taşıyorum.
Bir ulusun ve bir uygarlığın çöküşünü umut makyajıyla gizleyebilmek için cesaret ve ustalık gerekir.
İnsanların körleşme arzusu hep hafife alınır. Var olduğunu bilmek istemiyorlarsa, ömürleri boyunca yanından geçip seni asla görmeyebilirler.
Bu uzun dingin yılların beni ne hale getirdiğinden utanıyorum. Hala kalıcı bağlılığı ya da aşka benzer herhangi bir şeyi yürüyebilir miyim? Bir buluşmayı, günlüğümün sondan bir önceki bahsi haline getirmeden dolu dolu, kendimi kaptirarak yasayabilir miyim?
Geçmişin kederlerinin gözüme uyku girmeyecek şekilde beni istila etmesine izin vermeye meyledecektim.
Demek ki iki insanlık var .Dünya eşzamanlı iki parçanın sahnesi biri görünür, diğeri yeraltında; birinin ayırt edici özelliği şuursuzluk ve bu bizim tarihimiz ;diğeri bilgelik ve esenlik taşıyor ama bunun yanı sıra hemcinslerimizin gözden düşmesine neden oluyor.
Biz olmaktan artık gurur duymadığımız zaman ne olacaktı peki?
Eğer insanlık uzun bir Ortaçağ içinde batacağına Yunan mucizesi zamanındaki gibi ilerlemeye devam etseydi kim bilir neler olurdu? Sanat, bilim, düşünce alanlarında nerelere gelinirdi? İnsan zihni aynı ritimle ve tüm alanlarda serpilmeye devam etse kim bilir hangi noktaya yükselmiş olurdu.
Hayatın yollarında hiç durmadan tarihimizin can sıkıcı cesetlerine takılıp sendeliyoruz. Ama geçmişiyle boguşmaktan usanan insanlık eğer er bir gün geleceğiyle karşılaşsa, onu tanıyabilecek mi? Kendini onda bulup, onun güçlü ve sıcak bedenine avuçlarını dayayabilecek mi?
Yaşıyordum. Hala yaşıyordum. Bir gün daha mı? Bir hafta daha mı? Eğer kötülük gelip beni bulursa kendimi okyanusa emanet edeceğim, diye söyledim.
Ama güneş vardı, güneşin aydınlığı, güneşin sıcaklığı.. Ben de bıraktım ısınayım ve gözlerim kamaşsın.
Ama bu gece nezaketi ve kibarligin anlamı ne? Tüm dünyada her şeyi kurtlu cesetlere dönüştürecek ölüm eşikte dururken ruh inceliginin ne değeri var?
Kimi zaman öğle vakti tam bir işe dalmışsınızdır ve telefon tahammül edilmez bir davetsiz misafire dönüşüverir; bazen de tam tersine gece yarısı arayan birisiyle konuşmak insanı mutlu eder.
Hayatını sevimli bir nota ile noktalamak daha iyi. İsterse yalan olsun.
-Ne uğursuz bir gün değil mi?
-İnsanlar hak ettiklerini buldular, hepsi bu.
Gün sona ererken ihtiyacım olan tam da buydu. Mecburi karanlıkta bana eşlik edecek dost bir müzik.
Bir fırtına çıkmadan açılmaz böyle berbat bir hava.
Shakespeare
Çünkü ışık değerlidir,ama bedelini oyulan iki gözümle ödeyeceksem hiç bir değeri kalmaz
Varlığından haberdar bile olmadığım bir kıtaya kendi isteğim dışında sürülmüş gibiydim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir