İçeriğe geç

Cress Kitap Alıntıları – Marissa Meyer

Marissa Meyer kitaplarından Cress kitap alıntıları sizlerle…

Cress Kitap Alıntıları

“Doğarken şimşekler çaktıran ve sonsuza dek alev alev yanan o destansı aşklardan birini yaşayacaklardı. Zamanın, mesafelerin ve hatta ölümün bile engelleyemeyeceği bir aşk.”
Hayallerle gerçekler arasında sıkışıp kalmıştı..
Belki de kader diye bir şey yoktur. Belki kader dedikleri, bize sunulan imkanlar ve onlarla ne yaptığımızdır.
İnsan, içinden gelmedikçe kimseye seni seviyorum dememeli.
”Herkes birbirini etkilemeye çalışıyor. Daha zeki ya da kendilerinden emin görünmek için birbirleriyle yarışıyorlar. ”
Bazen etrafımdaki herkes rol yapıyormuş gibi geliyor.
Kendine kanıtlamaya çalışıyordu. Kimseye muhtaç olmadığını ve her koşulda gülümseyebileceğini.
Hayallerle gerçekler arasında sıkışıp kalmıştı..
Uyu Crescent, gökyüzü senin, yıldızlar sevdiğin ve Ay evin
Peony, balo, Levana, şu düğün olayı. Şimdi de Doktor Erland öldü. Scarlet kaçırıldı. Thorne kör oldu ve Wolf Ona ne olduğundan emin değilim. Hala ağzını bıçak açmıyor. Ne yapacağımı bilmiyorum. Ama her şey kontrol altında.
Hani filmlerdeki gibi tutkulu bir aşk yaşayacaktık? Bir de şu hâlime bak! Yapayalnız ölüyorum!
Ağlamak istiyordu ama
gözlerinde yaş kalmamıştı.
Ağlamak istiyordu ama gözlerinde yaş kalmamıştı.
Şu anda içimden mutlu olmak gelmiyor.
Bari kendine karşı dürüst ol, diye düşündü. Aslında kimsen yok.
Hiçbir yer güvenli değildi ki..
Bana deli demeseydin keşke. Bundan hoşlanmıyorlar.
Scarlet’ ın gözleri kızın yanağındaki yara izlerine kaydı.
Ama öylesin.
Biliyorum. Sepetten küçük bir kutu çıkardı. Nereden biliyorum söyleyeyim mi?
Scarlet cevap vermedi.
Çünkü bu sarayın duvarları yıllardır kanıyor ve bunu benden başka kimse görmüyor.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
İnsanlar korku içinde yaşayamaz.
Ben sadece neyin gerçek, neyin sahte olduğuna karar vermeye çalışıyorum. Kimsin sen, Cinder? Bir gün pazarda ekran tamir ediyorsun, ertesi gün yüksek güvenlikli bir hapishaneden kaçıyorsun. Ve şimdi de, sarayımın güvenlik sistemini çökerttin ve bana bıçak çekip danışmanımı bayıltmakla tehdit ediyorsun.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Cress eteğini düzeltti. Scarlet’ a aşıksın değil mi?
Wolf birden taş kesildi. Uçan araba saraya doğru yükselirken O benim alfam, diye mırıldandı kederle.
Alfa.
Cress öne eğilip dirseklerini dizlerine dayadı Yıldızlar gibi mi?
Ne yıldızı?
Cress birdenbire utandı ama madem konuyu açmıştı, devam edecekti. Bir takımyıldızdaki en parlak yıldıza alfa denir. Şey demek istediğini sandım. Yani Scarlet’ ın senin en parlak yıldızın olduğunu.
Cress ellerini kucağında kavuşturdu. Seni sandığından daha iyi tanıyorum, Kaptan Thorne. Bir kere zekisin. İkincisi cesursun. Düşüncelisin, iyi kalplisin ve..
Çekiciyim.
Ve
Karizmatik.
Evet, karizmatik ve..
Yakışıklı.
Olacak iş değil, dedi Iko. Biz burada Kai’ yi ve bütün gezegeni kurtarmak için canımızı hiçe sayalım, , Adri’ yle Pearl kraliyet düğününde boy göstersin. Resmen midem bulandı. Biri üzerlerine soya sosu döksün diye dua edeceğim.
Bütün kapılar aşka çıkıyordu. Özgürlükten ya da kabullenişten daha güçlüydü aşk. İkinci çağ şarkılarının özündeki gerçek aşklar öyleydi en azından. İnsanın tüm benliğini dolduran, ruhunu ele geçiren türden aşklardı onlar. Fedakârlığa teşvik eden, dramatikçe davranmaya iten türden aşklardı. Tüm dünyanı kuşatan, karşı konulmaz aşklar.
“Belki de kader diye bir şey yoktur. Belki kader dedikleri, bize sunulan imkanlar ve onlarla ne yaptığımızdır.”
“Scalet’a âşıksın değil mi?”

“O benim alfam”

“Yıldızlar gibi mi?”

“Ne yıldızı?”

“Bir takımyıldızındaki en parlak yıldıza da alfa denir. Şey demek istediğini sandım. Yani Scarlet’ın senin en parlak yıldızın olduğunu.”

“Evet,” dedi şehrin üzerinde doğan dolunaya bakarak. “Aynen öyle.”

Cress paniğin tüm benliğini ele geçirmesine aldırmamaya çalıştı. Bacaklarına savrulan şu minicik kum taneleri kadar değersiz olduğunu fark etmişti. Dünya kocaman bir gezegendi ve o herkesten ve her şeyden uzak bu ıssız çölün tam ortasındaydı. Etrafta ne bir duvar vardı, ne sınırlar, ne de arkasına saklanabileceği bir şey.
Thorne, Cress’in elini bulup kafasının arkasına götürdü. “Baksana, şurası davul gibi olmuş. Başım çatlıyor.”

Evet, Thorne’un başında bir şişlik vardı ama Cress’in aklı saçlarının yumuşaklığındaydı. Birden onun üzerinde yattığını fark ederek kızardı.

“Doğru, şişmiş. Bence şey yap ”

Ne?

Sen en iyisi beni öp, diye düşündü. Ölümden kıl payı kurtulan insanlar hep öyle yapmaz mıydı?

Cress bıkkınlıkla ona yaslandı. Başı dönüyordu. “Ben ölüyorum,” diye mırıldandı. “Kimseyle öpüşemeden göçüp gideceğim.”

“Cress, saçmalama. Ne ölmesi?”

“Hani filmlerdeki gibi tutkulu bir aşk yaşayacaktık? Bir de şu hâlime bak! Yapayalnız ölüyorum!”

Jacin küçümseyici bir ifade takındı. “Bilmem farkında mısın ama senin gemi, önceliklerini şaşırdı.”

“Iko. Benim adım, Iko. Bana gemi demeye devam edersen bir daha sıcak suyla duş alamazsın!”

“İstersen bunu bir kere daha düşün. Hoparlörleri bozarsam sen de bir daha böyle atıp tutamazsın.”

“Ne? Cinder, ne diyor bu adam?”

“Sen aşk masallarına kanıp kendini harcayabilecek bir kız değilsin. Başka bir sebep olmalı.”

Cinder başını çevirdi.

“Yapma! Gerçekten ona âşık olduğunu düşünmüyorsun değil mi?”

“Ben âşığım,” dedi Iko. “Hem de deli gibi!”

Cress eteğini düzeltti. “Scarlet’a âşıksın değil mi?”

Wolf birden taş kesildi. Uçan araba saraya doğru yükselirken, “O benim alfam,” diye mırıldandı kederle.

Alfa.

Cress öne eğilip dirseklerini dizlerine dayadı. “Yıldızlar gibi mi?”

“Ne yıldızı?”

Cress birden utandı ama madem konuyu açmıştı, devam edecekti. “Bir takımyıldızdaki en parlak yıldıza da alfa denir. Şey demek istediğini sandım. Yani Scarlet’ın senin en parlak yıldızın olduğunu.”

Wolf omzunu silkti. Yara izlerine aldırmıyorum. Gözlerinde muzip bir ışıltı belirmişti. En azından şimdikilerin iyi anıları var.
“Belki de kader diye bir şey yoktur. Belki kader dedikleri, bize sunulan imkanlar ve onlarla ne yaptığımızdır.”
“İnsan içinden gelmedikçe kimseye seni seviyorum dememeli.”
”Artık büyük, destansı aşkların da kendiliklerinden olmadıklarını düşünüyorum. Onları kendimiz yaratmalıyız. ”
”Belki de kader diye bir şey yoktur. Belki kader dedikleri, bize sunulan imkanlar ve onlarla ne yaptığımızdır. ”
”Herkes birbirini etkilemeye çalışıyor. Daha zeki ya da kendilerinden emin görünmek için birbirleriyle yarışıyorlar. ”
”Hani filmlerdeki gibi tutkulu bir aşk yaşayacaktık? Bir de şu hâlime bak! Yapayalnız ölüyorum! ”
Belki de kader diye birşey yoktur. Belki kader dedikleri, bize sunulan imkânlar ve onlarla ne yaptığımızdır. Artık büyük, destansı aşıkların da kendilerinden olmadıklarını düşünüyorum. Onları kendimiz yaratmalıyız.
Scarlet’a aşıksın değil mi?
O benim alfam,
Yıldızlar gibi mi?
Ne yıldızı?
Bir takımyıldızındaki en parlak yıldız da alfa denir. Şey demek istediğini sandım. Yani Scarlet’ın senin en parlak yıldızın olduğunu.
Evet, aynen öyle.
Uyu Crescent, gökyüzü senin, yıldızlar sevdiğin ve Ay evin
Savaş çoktan başlamıştı.Hani Ay halkının bir devrimciye ihtiyacı var dedin ya?
Cinder çenesini hayaya dikip ona meydan okurcasına baktı.
işte tam da bunun için Ay ülkesi’ne gidiyoruz.Ay halkı istedikleri devrimciye kavuşacak.
“Kedi kuşu tuttu, senin de gözlerini oyacak. Rapunzel’ini bir daha hiç göremeyeceksin.”
“Poz vermekten hoşlanmıyormuş,” diye mırıldandı Jacin dükkândan çıkarlarken, “Püf. Çok Aylısın.”
Cinder yakıcı güneşte ona sert bir bakış fırlattı. “Ve çok azılı bir kanun kaçağı!”
Levana aynalardan işte bu yüzden kaçıyordu. Ama Cinder yansımasını rahatlatıcı buldu. Dükkân sahibi ona cesur ve güzel demişti. Jacin onu müthiş yetenekli buluyordu. İkisinin de yanıldığını görmek hoşuna gitmişti.
O hâlâ yalnızca Cinder’dı.
“Senin bir suçun yok,” diye kestirip attı Thorne. “Tıpkı Cinder gibisin. En aptalca şeylerde bile kendini suçlar. Savaş onun suçu. Scarlet’ın büyükannesi onun suçu. Elinden gelse salgını da ben başlattım diyecek!”
“Cadı altın saçlarını kesip onu kocaman bir çöle attı.”
“Sen Kraliçe’ye hizmet etmiyor musun? Nasıl güveneceğim?”
Muhafız, Cinder komik bir şey söylemiş gibi hafifçe gülümsedi. Ama gözlerindeki ciddi ifade bozulmadı. “Ben bir tek prensesime hizmet ediyorum,” dedi.
“İnsanlar korku içinde yaşayamaz.”
Onları ilk o bulmalıydı.
Herkesten önce.
Çünkü onları korumalıydı.
“Tutsaklığının ilk günlerinde bütün yastıklarını duvarın içine oyulan çalışma masasına yığar ve bu küçük bölmenin açık tarafına bir çarşaf gerip kendine bir sığınak yapardı. Bir uyduda değil de, mavi gezegene doğru yol alan bir uzay gemisinde olduğunu hayal ederdi. Pek yakında oraya ineceğini, ayaklarının gerçek topraklara değeceğini, gerçek güneşi hissedeceğini ve gerçek havayı içine çekeceğini ”
“Daha ufacık bir kız çocuğuyken, cadı onu ne kapısı ne de merdiveni olan bir kuleye hapsetti.”
Bari kendine karşı dürüst ol,diye düşündü.Aslında kimsen yok.
Cress onun bileğini yakaladı. Sence sen de beni sevebilir misin?
Belki de kader diye bir şey yoktur. Belki kader dedikleri, bize sunulan imkânlar ve onlarla ne yaptığımızdır.
“Uyu Crescent, gökyüzü senin, yıldızlar sevdiğin ve Ay evin „
Doktor şarkının devamını getiremedi. Birden titremesi durdu ve mavi gözleri iki donuk mermer parçasına dönüştü.
Doktor Erland hıçkırılara boğuldu. Bir daha onlara bakmadı. Titreyen elini kaldırdı o kadar. Parmak uçları buruş buruş ve masmaviydi.
“Aslına ben seni kaybettiğim gün öldüm. Seni düşünmeden bir günüm bile geçmedi.„
Macera dolu bir hayatım olacak.
Onun kolların da kendini narin bir varlık gibi hissediyordu.
Kırılgan.
Güvende.
Neredeyse bir prenses gibi.
Kai onun gözlerinin içine baktı. Şuanda zihin gücünü kullanmıyorsun değil mi?
Cinder gözlerini kırpıştırdı. Tabiki, hayır.
Sadece emin olmak istedim.
Ve kollarını beline dolayıp onu öptü.
Cress eteğini düzeltti. Scarlet a aşıksın değil mi?
Wolf birden taş kesildi. Uçan araba saraya doğru yükselirken, O benim alfam, diye mırıldandı kederle.
Alfa.
Cress öne eğilip dirseklerini dizlerine dayadı. Yıldızlar gibi mi?
Ne yıldızı?
Cress birden utandı ama madem konuyu açmıştı, devam edicekti. Bir takımyıldızındaki en parlak yıldıza da alfa denir. Şey demek istediğini sandım. Yani Scarlet ın senin en parlak yıldızın olduğunu. Ellerini kucağında kavuşturup başını çevirdi. Yüzü alev alev yanıyordu. Bu yaratık adam onun ne kadar uslanmaz bir romantik olduğunu anlayabilir miydi?
Wolf, Cress in korktuğu gibi alayla sırıtmak yerine iç çekti. Evet, dedi şehrin üzerin de doğan dolunaya bakarak. Aynen öyle.
Sözleri acı olduğu kadar mantıklıydı da.
Cress eteğinin şifon kumaşını çekiştirdi. Sence bizi bir araya getiren kader miydi?
Thorne bir an düşündükten sonra kafasını salladı. Hayır, bence Cinder’dı. Neden?
Benimde bir itirafım var. Elini bacaklarına bastırdı. Ben seni tanımadan önce de beğeniyordum. Fotoğraflarını görmüştüm ve sana aşık olduğumu sanıyordum. Bir gün kaderin bizi buluşturacağını ve romanlardaki gibi bir aşk yaşayacağımızı hayal edip duruyordum.
Thorne’un tek kaşı kalktı. Vay canına! Çok iddialı.
Cress huzursuzca kıpırdandı. Biliyorum. Bence haklısın.Belki kader dedikleri , bize sunulan imkanlar ve onlarla ne yaptığımızdır. Artık büyük, destansı aşkların da kendiliklerinden olmadıklarını düşünüyorum. Onları kendimiz yaratmalıyız.
Kız sepeti kucağına çekti. Bana deli demeseydin keşke. Bundan hoşlanmıyorlar.
Scarlet’ın gözleri kızın yanağındaki yara izlerine kaydı. Ama öylesin.
Biliyorum. Sepetten küçük bir kutu çıkardı. Nereden biliyorum söyleyeyim mi?
Scarlet cevap vermedi.
Çünkü bu sarayın duvarları yıllardır kanıyor ve bunu benden başka kimse görmüyor.
Hayır. Cress dudaklarını ısırdı. Yalan değildi. Ağlamak istiyordu ama gözlerinde yaş kalmamıştı ki.
Thorne saçlarındaki kumları sirkeledi. Tamam, dedi. Bence biz kesinlikle ruh ikiziyiz. Hadi, kalk artık.
Kim bilir kaç kıza seni seviyorum dedin?
bunu yüzüme vuracağını bilseydim dilimi tutardım.
Cress bıkkınlıkla ona yaslandı. Başı dönüyordu. Ben ölüyorum, diye mırıldandı. Kimseyle öpüşemeden göçüp gideceğim.
Cress , saçmalama. Ne ölmesi?
Hani filmlerdeki gibi tutkulu bir aşk yaşayacaktık? Bir de şu halime bak! Yapayalnız ölüyorum!
Thorne öfkeyle homurdandı. Dinle hayatım bunları dile getirmek istemezdim ama kendin kaşındın. Ter içindeyim. Pislikten kaşınıyorumve iki gündür dişlerimi fırçalamıyorum. İyisi mi romantizmi başka bir zamana saklayalım. Ha ne dersin?
Cress başını dizlerinin arasına almak ister gibi kamburunu çıkardı. Hala dünyası dönüyordu. Durumlarının umutsuzluğu yeni yeni kafasına dank ediyordu. Bu çölden hiç kurtulamıyacaklardı. Thorne onu asla sevmeyecekti.
Cress, yüzüme bak. Bakıyor musun?
Hııı, diye mırıldandı.
Thorne bir an duraksadı. İnanmıyorum.
Cress kafasını kaldırıp yüzüne dökülen saçlarının arasından ona baktı. Ne var? Bakıyorum işte.
Thorne çömelip onun yüzünü yokladı. Söz veriyorum öpüşmeden ölmeyeceksin.
“İnsan içinden gelmedikçe kimseye seni seviyorum dememeli.”
“Olacak iş değil! Dünyalılar bu aptallıklarıyla bugüne kadar iyi dayanmış. Çoktan nesilleri tükenmeliydi.”
İnsan içinden gelmedikçe kimseye seni seviyorum dememeli.
Gösterdiğimiz iyi niyetin suistimal edilmesine tahammülümüz yok artık.
Cinder?
Evet.
Kai onun gözlerinin içine baktı. Şu anda zihin gücünü kullanmıyorsun değil mi? Cinder gözlerini kırpıştırdı. Tabi ki, hayır.
Sadece emin olmak istedim.
Ve kollarını beline dolayıp onu öptü.
Seni sandığından daha iyi tanıyorum, Kaptan Thorne. Bir kere zekisin. İkincisi cesursun.
Düşüncelisin, iyi kalplisin ve
Çekiciyim.
Ve
Karizmatik.
Evet, karizmatik ve
Yakışıklı.
Cress dudaklarını birbirine bastırıp ona öfkeyle baktı. Thorne muzipçe gülümsedi.
Özür dilerim. Devam et, lütfen.
Ve biraz da kendini beğenmiş.
Kendini bir buket kırmızı gülü koklarken hayal etti. Oysa güllerin nasıl koktuğunu bile bilmiyordu.
Cress’in kalbi sızladı. Kaptan? Throne kafasını kaldırdı. Efendim? Cress eteğinin şifon kumaşını çekiştirdi. Sence bizi bir araya getiren kader miydi? Throne bir an düşündükten sonra kafasını salladı. Hayır, bence Cinder’dı. Neden?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir