İnci Aral kitaplarından Safran Sarı kitap alıntıları sizlerle…
Safran Sarı Kitap Alıntıları
Elinin tersiyle yüzünü sildi. Ağlıyor muydu yoksa denizin nemi miydi bu ıslaklık?
Yaşamak tek ve tam sayfa bir bilmece değil, içinde sayısız acı ve hikâye barındıran yanardöner bir zardı. İnsanın bakış açısına, seçimlerine ve bilek gücüne göre rengi, şans sayısı durmadan değişen kocaman bir zar.
Bir yerlerden yürek yakan bir keman sesi geliyordu. Hayat sürüyordu.
Suç karşısında özrü olmayan yoktur. Ama insan kendi hayatının suçunu taşımak zorundadır ve buna karşı yapılacak bir şey de yoktur…
Üstelik kanatsızdır bulutlar
Taşıyamazlar kimseyi omuzlarında
Taşıyamazlar kimseyi omuzlarında
Yasemin, sosyal çalkantıdan korkuyordu. Karın tokluğuna çalışan, açlık sınırında yaşayan insanların huzursuzluğu artmaktaydı. Gelecek perspektifini kaybetmiş toplum kaygılı ama tepkisiz, kaderine razı olmuş bekliyordu.
“Kendilerini yönetecekleri seçmeyi beceremeyenlerin her şeyi hak ettiklerini düşünmeden edemiyorum bazen,”
Yeniydi daha. Biliyordu, geçecekti, izi kalsa da. Tıpkı ötekiler gibi.
Gelecek insanın asla aklına getiremediği durumlarla dolu olabiliyordu.
Görkemli alışveriş merkezleri, pahalı giysilerin sergilendiği vitrinler, mis gibi kokan parfümlerin mağazaları geldi gözünün önüne. Markaların çekici ağırlığı, rüya gibi ayakkabılar, şallar, tüller. Göz farları, rujlar Hepsi insanın unutması gerekenlerin yerini alsın diye vardılar sonuçta.
Boğazıma takıldın, tam anlamıyla
Ben oldum olası kendi içimde bir merkez oluşturmaya çalışıyorum, dedi Hayali. Sevilecek çok az yanım var çünkü.
Adamın bakışlarında tutuşan şeyin anlamını bilemiyordu. Öfke, istek, umutsuzluk, acı Neydi?
İnsan sevgiyi de nefreti de öğrendiği, bildiği biçimde yaşıyor ister istemez.
İnsan ömür boyu minnet duyamazdı bir iyiliğe.
İçki acısını bastırıyor, serseriliğe, gönül boşluğuna ya da tasasız bir havailiğe sürüklüyordu onu, ama ancak belli bir süre.
Teşekkür ederim. Yakınlığın ve şefkatin için.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Bu bir yanılsama, dedi epey sonra. Şafak sökecek ve her şey bitecek. O zaman tenimdeki külü göreceksin
Bilemiyorum. Ben kendi hesabıma var olabilecek bütün fırsatları sonsuza kadar kaçırmışım inancı içindeyim.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Benim için çok şey ifade ediyorsun. İzin ver de onarmaya çalışayım seni
Bu çabaya değecek biri değilim. Bir biçimde ayakta kalmaya çabalayan sıradan bir kadınım. Kolaylıkla hırsız, katil ya da fahişe olabilecek biri.
Önce büyük bir çekimle bir araya geliyorsun, sonra yaralanarak uzaklaşıyorsun. Aşkın doğası, tasarımı hoşuma gitmiyor.
Rastlantıya teslim olmak insanı bir yere götürmez ki. Küçük sürprizlerin değerini inkâr etmiyorum ama iradesiz bir özgürlük tehlikelidir.
O tavrı gerçekçi ve anlamlı bulmuyorum artık. Bir gün bir kavşağa geliyorsun ve önünde bambaşka bir şey çıkıveriyor.
Boş hayallere kapılmanın yararı yok. Kimse sınıfına giren biri rastlantılara inanmak, bel bağlamak zorundadır. İyi ya da kötü yolumuzu belirleme iradesine sahip değiliz.
Yazgıya inandığını mı söylüyorsun yani?
Yazgı değil, sistemden söz ediyorum. Sanal bir özgürlük sunup insanı uç noktada seçimlere zorlayan bir düzenden.
Bu yüzden yazmak istiyorum. Yazarken her şeyi daha iyi anlıyorum ve anlamak acımı azaltıyor.
Burası çok hızlı. Bazen saatlerin ilerleyiş turuna yetişemediğimi ve hep geride kalmakta olduğumu hissediyorum. Bunu anlayabiliyor musun?
Oysa sevgi, aklı yenmeden gerçek olamıyor.
Cehennemin ilk durağında
Yanık kokan çalı diplerinde
Yatıyorum boylu boyunca
Alıcı kuşlar etimi parçalasın diye
Yanık kokan çalı diplerinde
Yatıyorum boylu boyunca
Alıcı kuşlar etimi parçalasın diye
Bozuk parayım dolaşımda
Kayıp da birinin elinden
Korkuyorum düşmekten
Karanlık bir mazgal deliğine
Kayıp da birinin elinden
Korkuyorum düşmekten
Karanlık bir mazgal deliğine
Kayıp ruhlar ormanında
Doğuşu kendi renginden
Kanadı mühürlü bir kelebeğim
Pul pul dökülüyor incecik tenim
Doğuşu kendi renginden
Kanadı mühürlü bir kelebeğim
Pul pul dökülüyor incecik tenim
Hayatının sertliğini yumuşatan tek şeyse okumaktı hâlâ.
Savunmasızlığını unutmak için ruhunu ormana taşımış olduğunu anlıyordu o zaman.
Sezgin’le birlikte Çengelköy’deki eve giderlerken arabanın arka koltuğunda mantosuna sarılmış, yüzü cama dönük sessizce oturdu. Gece yarısıydı. Adam elini tutmuştu, parmağında alyans vardı, yokladı. Rahatsız mı oldun canım? Üçüncü karım. Sekiz aylık gebe, artık yatamıyoruz. Bu seni üzer mi? / Hayır, ilgilendirmiyor. İlgilendiriyordu oysa. Hüzünlü bir çocuk gibi hissetti kendini. Sevilmemek ne kadar kötüydü. Yalnızca istenmek ve buna katlanmak. Neden kendisine bir çocuk doğuracak kadının değil de Eylem’in elini tutuyordu şu adam?
Hiçlikle daha iyi kucaklaşmak için herkesi, her şeyi unutmayı istiyordu. Yeniden, bir kez daha, sayısız defa unutmayı ve tam olarak unutmanın kendisine, o kesintisiz, temiz, dupduru sığlığına kavuşmak istiyordu.
Kimi zaman ağızlarından çıkan sözcüklerin uygarlıktan önceki bir dile ait olduğu yanılsamasını yaşıyordu
en önemlisi sonu kesinlikle hüsranla bitecek bir ilişkiye zaman ayırmaya uygun durumda değildi.
Ne kadar çekici olursa olsun, kendini, kendi ben’iyle kavgaya düşürerek yabancılaştıracak duygusal bir bağın gereği yoktu.
ama benlik bilinci tarafından kovalanmakta olduğu duygusundan kurtaramıyordu aldatmacası onu.
Eskiden tabu saydığı ya da günah bellediği durumlar başlangıçta yoğun bir utanç vermişti ona. Sonra utanç ve utançsızlık arasındaki çizgiyi geçmiş, kendini bir kurban bile değil, yalnızca yapmak zorunda kaldığı işi yapan bir işçi olarak görmeye başlamıştı. Cinselliği kullanarak para kazanmaktan çok daha çirkin, ağır ve onaylanamaz suçlar vardı dünyada. Kitlesel öldürmeler, savaşlar, adaletsizlik, sömürü, işkence, daha büyük kötülükler. Bunlardan zarar görenlerin, karşı çıkanların ya da en azından beğenmeyenlerin kaçabileceği bir yer yoktu üstelik. İnandıklarından ve değer bildiklerinden vazgeçmenin, devrana ayak uydurmanın adı -birilerine göre- kaybetmekse, kaybetmek tek çareydi.
Adam, sanal ortam için fazla sahici, gerçek dünya için de inanılması zor saflıkta görünüyordu.
ve sonra son bir güçlü çırpınmayla gelen küçük çığlıklar O muhteşem ve bulanık ölüm duygusu.
Düşman, sürekli üstüne yürüyor, çocukluğunda uysallık ve boyun eğmeyle açılmış yarayı kanatarak öfke ve başkaldırıya dönüştürüyordu.
Uygunluk o kadar da önemli değildi teoride. Hatta karşıtlıklara yaslanmak daha iyiydi. Uygulamaya ve cinselliğe gelince iş değişiyordu oysa.
Hüzünlü gözleri ve gülüşündeki içe dokunan ulaşılmaz yalnızlıksa olduğundan derin gösteriyordu onu. Yoksa, sıradandı. Uzun süreçte can sıkacak kadar iyi.
Birlikte olduğu erkekleri sevmekten çok, onlara sunabileceği ve karşılığında verdiğinin birkaç katını alabileceği değerli olmasa da pahalı bir meta gibi görüyordu kendini.
Sorun ne biliyor musun? Kendimi beğenmiyorum. Farklı biri olmak mümkün değil belki ama en azından gayret göstermeliyim.
ama senin -zararsız sayarak- hoşlandığın ve sürdürmek için bana hiç mi hiç ihtiyaç duymadığın bir eylemin tek başına aracısı olmak beni yormaya başladı.
Aşkı sahici kılan insanın saflığı ve içtenliği, diye düşündü. Hayal kurabiliyor oluşu ve geleceğe inanmayı sürdürme iyimserliği. Bense o saflığı çoktan, yıllar önce yitirdim.
Çalınan müziğin hem bu kadar hızlı hem de hüzünlü olması ise anlaşılır gibi değildi.
Mutlu sonlara safça inanılan gençlik yılları. İnsanın evrensel amaçlar ve değerler için yaşamayı, sınırların kalktığı bir dünyayı güzelleştirmeyi kolayca hayal edebildiği zamanlar.
Anlamsız bir gurur ve korkuyla iç dünyasına ve doğasına özgü güzellikleri gizlemişti.
İnsanı bütünleştiren güçlü bir eylem olur ve kendi yolumuzu bulmaya yardım eder. Bunun dışında her şey çıplak bir yabancılıktır.
Şimdiye kadar onun yaşındaki pek çok kız durmadan ceplerine bir şeyler indirirken o hep kaybetmişti. Caddenin kalabalığında kendisine çarpmadan, ezmeden geçen insanlara ve arabalara teşekkür etti içinden.
kendini bile bile katılaştırmıştı belki de.
Mutlu muydular? Mutluluk kavramları neydi? Kendi doğrularını sözcüklerle ifade etme gereği duymuyorlar mıydı?
Gerçeğe aşırı güveniyorsun anladığım kadarıyla. Bunu bir düşünmelisin.
Her şeyi yeni baştan öğrenmem gerekiyor ama bana el verecek, yönlendirecek bir şeylere, birilerine ihtiyacım var.
Rilke, herkesin içinde bir mektupla doğduğunu, ama o mektubu okumayı ancak kendine karşı dürüst olanların becerebileceğini söylüyordu,
Her şeyi tattığını sanan biri ne tür bir umudu besleyip büyütebilirdi ki?
Hayatı kendisine ait olmayanın gelecekle ilgili herhangi bir düşü olamazdı.
Uğruna çaba sarf edeceği bir düşü var mıydı?
Gelecek bir masal ve benim gibi yolunu şaşırmış yorgunlara asla avuntu olamaz!
‘Büyük insanlık’ yalnızca dillerde, uygulanmayan yasalardaydı. Rezillik!
İrili ufaklı parasal el-ayak oyunlarıyla özellikle üçüncü dünyanın güç durumdaki zavallı insanlarının, işsiz kalmış nitelikli gençlerinin aleyhinde sonuç verecek işler yapmakta olan insanlarla aynı mekânda, kuşsütü eksik sofralarda bir arada bulunmayı onur saymak akıllıca bir iş miydi sanki?
Umutsuz olmaya gerek yoktu. Dünya o kadar da karanlık bir yer değildi. Yıldızları, gün doğumları, sabahları, başlangıçları, kadınları vardı. Şarkılar, şiirler, kokular, kelebekler, çiçekler ve denizler vardı. Evet düzensizlikler, karmaşa, ikiyüzlülükler, hırslar ve kötülükler unutulmamalıydı ama sevişmeler, gözyaşları ve masumiyet de vardı.
Evet, vardı. Sen, umutsuz çocuk, Sarıbenek, kaldır gözlerini bir bak yaa
Nedir ki gelecek? Şimdiyi karartan bir şey değil mi? Günü yaşa! Bırak kendini ânın akışına Dünya o kadar küçük, hayat o kadar yavan ki!
Zorluklar olacaktır elbette, acı çekebilirim. Olsun. Beni havaya sıçratacak -süründürecek- bir aşk yaşamalıyım, yaşamamak ölüm olur.
Böyle koşa koşa hangi cehenneme gidiyorum?
İçindeki o canlı, parlak alevi yakala, tut, avucuna al, gözlerini ayırma ondan, diz çök önünde Haydi bir daha, son bir deneme için ileri!
Çünkü gün doğumu yinelenen bir yenilenmeydi.
Bakışları, jestleri, konuşması, aralarındaki o tatlı gerilim
Ne ki kurallara uyulmadan cüretkâr hamleler yapılırsa her oyunun hızlı bir bozguna dönüşme tehlikesi vardı.
Eğer yazabilseydi kurtulurdu belki utancından.
Gündelik yaşama kaygıları duygu dünyasını sığlaştırıyordu.