İçeriğe geç

Cehennem Çiçeği Kitap Alıntıları – Alper Canıgüz

Alper Canıgüz kitaplarından Cehennem Çiçeği kitap alıntıları sizlerle…

Cehennem Çiçeği Kitap Alıntıları

Bütün aşklar küllenir, bütün babalar ölür, bütün hikâyeler biter. Birinin yıkıntıların nöbetini tutması gerekir; işte o yüzden, biri hariç, bütün çocuklar büyür.
Ceketini çıkartıp yanıma kıvrıldı babam. Sana eğlenceli bir masal anlatayım öyleyse.
Hayır. Hüzünlü bir hikâye anlat bana.
Hüzünlü mü? Niye ki?
Babacığım, dedim. Sen de biliyorsun, vakit mutlu hikâyeler için çok geç.
Bilirsiniz, insanlar doğar, ölür ve sonra büyür.
“Neden böyle üzgünsün baba?” deyiverdim. “Hep üzgünsün ”
“Sevdiğin kişiye asla iyi geceler dilememelisin. Uykunun aranıza gireceğini düşündürürsün.”
Ne ki, uykusuzluğun sarhoşluğa benzer bir etkisi var hakikaten.
Bir gün ona sordum, ‘Neden Adalet?’ diye sordum, ‘Neden sevmiyorsun beni hiç? Sevilemeyecek kadar çirkin miyim ben?’
Bana âşık değildi. Belki de bu yüzden ben aşkımdan delirecek gibiydim.
Bir kez daha görüyordum; alkol ve vicdan azabı son derece tehlikeli bir karışımdı.
“Başından belliydi ya, görmezden gelmeyi seçtim hep.”
Yiyor, içiyor, düzüşüyor ve bu amaçsız devinimi sonsuza kadar sürdürebilmek için ellerinden geleni yapıyorlardı. Eşref-i mahlukatta bundan pek fazlasını göremiyordum maalesef.
“Sevdiğim için giyinmiyorum ki öyle?”
“Hmm Neden giyiniyorsun öyleyse?”
“Mahalle baskısı.”
Devinimin olduğu yerde ışık, ışığın olduğu yerde kaçınılmaz gölge vardır. Hayat ışıkla mümkünse de, hayatın anlamı gölgelerde saklı durur. Zamanın ölü doğmuş çocuklarını görürsünüz karaltıların içinde. Sözcükler, suskunluklar, şarkılar, ağıtlar, yeminler, ihanetler, kahkahalar, gözyaşları, sevinçler, hayal kırıklıkları ve yüzler… En çok da yüzler. Neden söz ettiğimi biliyorsunuz. Bütün aşklar küllenir, bütün babalar ölür, bütün hikayeler biter. Birinin yıkıntıların nöbetini tutması gerekir; işte o yüzden, biri hariç, bütün çocuklar büyür.
Gölgesini kaybeden insan, gölgenin kendisine dönüşür.
ölümden bir nefes çekmek. işte ödülü buydu. galiba ona âşık oluyordum.
“Sen bizim mahallenin çocuğusun,” diye omuz silkti Gazanfer. “Seni ben döverim, başkası değil.”
Sesinde, yağ bazlı boyaları inceltmeye ya da nesneleri birbirine yapıştırmaya yarayan bazı maddelerle kullanım amacı dışında pek çok deneyimi bulunanlara özgü bir tını vardı.
Tecrübelerime göre, kapımızı çalanların sekizde yedisi görmek istemeyeceğim kişilerden oluşuyordu.
Keşke, hiç değilse bir saniyeliğine bilebilseydim nasıl bir şeydir sen olmak.
Ve o sportmen katiller, o romantik polisiyelerde yitip gittiler. Siz siz olun değerli dediktif adayları, birine böyle gözden uzak bir yerdeyken onun katil olduğunu bildiğinizi sakın söylemeyin.
Ben aşkı hayattan çok ölüme benzetirim ve insan bir kere ölür.
Ben cehennemde değilim, cehennem benim içimde.
Açıkçası aşk hakkında atıp tutan erkeklerden daha itici bulduğum pek az şey vardır şu hayatta, yine de görmezden gelmek imkânsızdı: Gerçek ya da kurgu, bütün hayat aşk denen yalan çevresinde dönüyordu sanki.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Çaresiz, hayat denen boktan konu üzerine kafa yoracaktım.
“Seviyorsan serbest bırakacaksın,” dedi. “Geri dönerse senindir, dönmezse hiçbir zaman senin olmamıştır.”
“Açlık böyledir işte, en miskinini bile harekete geçirir.”
Bir anda evrimin o şaşmaz kuralı geliverdi aklıma: Herkes göründüğünden daha tehlikelidir.
Neden söz ettiğini bilen birini hemen tanırsınız.
Betinin benzinin attığını fark edince ekledim: “Korkacak bir şey yok ama.”
Gözlerini gözlerime dikti. “Savaştan herkes korkar.”
Çok seviyordum onu. Zaman zaman keşke bunu ona daha çok gösterebilsem diye düşünüyordum.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Bilirsiniz, insanlar doğar, ölür ve sonra büyür.
“İnanıyorsan var olup olmaması pek önemli değildir. Ayrıca en büyük inkârcının da en inançlının da içinde bir nebze kuşku vardır. Ve elbette ki, aşk da Tanrı da ölümsüzdür.”
Devinimin olduğu yerde ışık, ışığın olduğu yerde kaçınılmaz biçimde gölge
vardır. Hayat ışıkla mümkünse de, hayatın anlamı gölgelerde saklı durur.
Zamanın ölü doğmuş çocuklarını görürsünüz karaltıların içinde. Sözcükler, suskunluklar, şarkılar, ağıtlar, yeminler, ihanetler, kahkahalar, gözyaşları,
sevinçler, hayal kırıklıkları ve yüzler En çok da yüzler. Neden söz ettiğimi
biliyorsunuz. Bütün aşklar küllenir, bütün babalar ölür, bütün hikâyeler biter.
Birinin yıkıntıların nöbetini tutması gerekir; işte o yüzden, biri hariç, bütün
çocuklar büyür.
Gölgesini kaybeden insan, gölgenin kendisine dönüşür..
Hesapla kitapla verilecek bir karar değildi bu..
Gerçeği kabullenmektense, katille gizli bir suç ortaklığına girip ruhumuzla
vedalaşmayı tercih etmekteydik.
Beni affedemezsen bile anlayacağını biliyorum. Ümit ederim ki, hiç değilse
sen saadeti bulabileceğin bir yuva kurar ve kim bilir belki bir müddet sonra
benim hakkımda, bir hayal kırıklığından daha fazlası diye düşünebilirsin.
Bana gelince, bil ki bundan sonraki karanlık yolculuğum süresince tek tesellim birlikte geçirdiğimiz günlerin hatıraları ve belki bir gün bizi
yeniden kavuşturacak ölümün tatlı hayali olacaktır.Elveda ruhum
..dua etmekten başka yapabileceğim
bir şey yok.
Beni
sessizliğiyle dövmeyi tercih etmişti.
..hissettiklerimi kim anlayabilirdi ki?
Ayrıca
ben kim oluyordum ki?
Bütün yanıtların,
tahayyülümü teslim alan bu kadının yüzünde gizlendiğini biliyordum. Aşkıyla
bir erkeği cehenneme sürükleyebilecek bu kadının..
Artık hayata tutunmaya çalışmanın anlamı yoktu; onun
yerine, bir an önce ölürken neyi düşüneceğimi ya da daha doğrusu, neyin hayalini kuracağımı kararlaştırmak daha yerindeydi.
Şu geride bıraktığın enkaza bak..
İkimiz de birbirimizin ilk hareketini bekliyorduk..
Yasak aşklar, kardeş katli, namus cinayeti, komplolar.. olacak iş
miydi yani? Neden böyle şeyler Sherlock Holmes, Hercule Poirot ya da ne
bileyim Don Isidro Parodi’yi bile değil de beni buluyordu?
‘Ölsem de kurtulsam..
Ya? Başka nasıl işaretler vardı peki?
Birbirinize benziyorsunuz, dedim. İkiniz de esmer ve maşallah kapı gibisiniz. Diğerleri ufak tefek, kumral.
Kimse bir şey bilmiyor.
Deprem dediğimiz olay; biliyorum.
Bu çöken binaların altında kalan
insanlar için durum hiç de iyi olmaz. Ölenler ölür, yaralananlar bazen
günlerce yardım gelmesini beklerler, Böyle durumlarda büyükler, çocukları korkudan dehşete düşmesin diye ellerinden gelen her şeyi yaparlar. Göçük
altında kalmış bir baba örneğin, kızından bulundukları karanlık odanın bir
sinema salonu olduğunu hayal etmesini ister. Onlarca metre uzaklıktaki
ufacık bir çatlaktan sızan ışığın aslında bir projeksiyon makinesinden
geldiğini, şimdi dikkatle o ışığa bakıp, anlatacağı hikâyeyi bir film gibi
gözünün önünde canlandırmasını söyler. Küçük kız arada düşleriyle karışan
bu filmi izlerken dışarıdakiler yavaş yavaş da olsa onlara yaklaşmaktadır;
böylece çatlaktan sızan o ışık giderek genişler ve parlaklaşır. Nihayet biri
uzanıp kızı, babasının kaskatı kollarından çekip alır. Hafıza acı anıları siler,
geriye hiç büyümeyen bir çocuğun hikâyesi kalır.
Koca dünyayı ben nasıl taşıyacağım?
Çok üzülmekteymiş çünkü içten içe ona aşıkmış
Şu dünyayı birkaç
dakikalığına tutarsan ben de şu şelalenin suyundan kana kana içebilirim.
Sana eğlenceli bir masal
anlatayım öyleyse.
Hayır. Hüzünlü bir hikâye anlat bana.
Hüzünlü mü? Niye ki?
Babacığım, dedim. Sen de biliyorsun, vakit mutlu hikâyeler için çok geç.
Hepsi hayatının bir döneminde her şeyi geride bırakıp başka bir yerlere gitmiş,
biliyor musun?
Tolstoy hariç. O da içten içe hep çekip
gitmek istiyormuş ama bir türlü cesaretini toplayamıyormuş. Nihayet seksen
küsür yaşında, tamamdır artık, gün bugündür diyerek pılını pırtısını toplamış ve
gitmiş tren istasyonuna. Sonra tren gelmiş ama o hiç yerinden kıpırdamamış
Treni beklerken ölmüş.
..dünyanın
bensiz çok daha iyi bir yer olacağından hiçbir kuşkum kalmamıştı.
Bana karamsar diyenler utansın.
Görüyorsunuz, Polyanna gibi çocuğum.
Anneciğim, istersen mikroplardan bir tanesini sağ bırakalım, dedim. Böylece
gidip arkadaşlarına başına gelenleri anlatır, bir daha da hiçbiri bana bulaşmaya
cesaret edemez.
Nedeni belirsiz sevincim
yüzünden suçluluk mu duymalıydım yoksa sevinç zannettiğim bu duygu sadece
keçileri kaçırmaya bir adım daha yaklaştığımın bir göstergesi miydi? Bir
yerlerde bir şiirin kendi kendini yazmaya başladığına yemin edebilirdim; demek
ki ikinci olasılık akla daha yakındı..
Ben de çok üzgünüm ama hayat böyle.
Hayatı anlıyorum, dedim. Sadece kabullenemiyorum.
Köfte iğrenç olmuş. O yüzden yemiyorum.
Bütün dünya bir duruşma salonudur.
Savcı Bey bir el hareketiyle oturmamızı işaret ettikten sonra gözlerini bana dikti.
Bak yine karşılaştık.
Ne diyeyim, dedim. Kaderimsiniz.
Adalet ancak kıyamet koptuktan sonra, Ahiret Günü’nde yerini bulacaktır.
Adaleti bu dünyada arayan yalnızca belasını bulur!
Allah,
siz bir çocuğa zarar verdiniz diye bir başka çocuğun canını alıyor, bu da adalet oluyor, öyle mi?
Doğru mu anlıyordum? Ne zaman, tamam artık, bundan fazlası olamaz desem beni daha da fazla
dehşete düşürmenin yolunu buluyordu..
Herkesin delirmek için bir
nedeni vardır.
Hakikaten tüm bunlara değer
mi?
Gözü dönmüş bu ahmaklar sürüsünün Leonardo Da Vinci’yle aynı
canlı türüne mensup olduğuna inanmak mümkün değildi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir