Leyla Erbil kitaplarından Cüce kitap alıntıları sizlerle…
Cüce Kitap Alıntıları
Ne kadar da kırılgansın ya da kibirli misin sen!
Bekliyorsun, sürekli bekleyişleri art arda ekliyorsun; seni seyrediyorum ve ses etmiyorum çünkü bekleyişin süslü bir imparatorluğu vardır. Umut silinene kadar güçlü bir direnişle dikilirsin tahtında. Sonra düşüş başlar. Başladığın yere dönüş
Aslında sen, insanda bulunan değerli yanların onların varlığını keşfeden başka insanlar olmadan bir değer olmayacaklarına da inanmaktasın. Korkun bu senin.
Aslında sen insanda bulunan değerli yanların, onların varlığını keşfeden başka insanlar olmadan bir değeri olmayacaklarına da inanmaktasın. Korkun bu senin.
Seni seyrediyorum ve ses etmiyorum çünkü bekleyişin süslü bir imparatorluğu vardır. Umut silinene kadar güçlü bir direnişle dikilirsin tahtında
sen hiçbir yere ait değilsin, aitsiz kimliksin sen
Hatçablacığım dedim, dövüyor bu adam seni, öldürecek bir gün dayaktan, bırak gel açalım bir dava ona, kalırsın benimle, geçinir gideriz ha? Edemem onsuz!, dedi, ben onun sıcağına alışığım, sen bilmezsin!
Ya doğru çıkarsa? Ya büsbütün yok olup karışırsan hiçlik taifesine?
bakalım ben kurtarabilecek miyim seni
sen hep böyle neşeli misindir? lanetin biridir, demişlerdi senin için
yok oluşa ise alıştıramamıştın kendini bir türlü.
arkamda değil gözüm, çünkü benim naçiz vücudumu elbette bir gün işkencecilerimin ellerinden toprak alacaktır ama bu yurt sonsuza kadar kıyamla boğuşacaktır, dedi son nefesinde.
nedenini bir türlü çözemediğin bir aşağılanma korkusuyla kaçmaktasın aslında ünden, hayranlıktan, sevgiden bile ne kadar da kırılgansın ya da kibirli misin sen!
bekliyorsun. ruhun enerjiyi bir yere akıtarak dirilmek istiyor olası mı bu? neye, kime akıtacaksın onu. kimi ortak edeceksin duygularına? sana, senin eziyetine kim katlanabilir? yalnızlığı kabul edemedin mi?dostun kimdi senin?
toprağına yıldızlar, ateşböcekleri, güneşler yağsın.
Ah yasalara karşı gelmeyi öneren devrimci çağrı, geçmişin senin! Zorlu çabalarla kazandığın şu yerden caydıramayacaklar
seni. Katharsis niteliğinde hızlı bir kurtuluş özlemi! Ama dünyayı böyle mutsuz da kabul edemiyorsun! Karıncalar, karıncalar!
Kim çoğaltıyor ölümü!
seni. Katharsis niteliğinde hızlı bir kurtuluş özlemi! Ama dünyayı böyle mutsuz da kabul edemiyorsun! Karıncalar, karıncalar!
Kim çoğaltıyor ölümü!
– Tamam, saat nasıl öyle zamansızcasına yaşıyorsa zamanla yüz yüze sen de öyle duymalısın kendini orada zamansız ve
mekansız olarak; her şeyin üzerine yansıdığı boş levha, su, her şeyi içine alan; öyle bir yüz
mekansız olarak; her şeyin üzerine yansıdığı boş levha, su, her şeyi içine alan; öyle bir yüz
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Belki sen de kendi kendini atlatarak oradan bir başkasıymışın gibi göz kırpmaktaydın kendine! Bambaşka biri olduğunu düşünüyordun yere göğe sığmayan ve üstünde yetmiş çeşit milletin haramı kalmışçana; sağlamalıydın adaletini bu dünyanın gene de tüm
önlemleri alarak, izini sürmeliydin kendi gerçeğinin, caymamalıydın
önlemleri alarak, izini sürmeliydin kendi gerçeğinin, caymamalıydın
Üst kenar suyunda ve alt kemerinde oyma Meryem Ana zambakları nın (lilium candidum) öbeklendiği altın yaldız çerçevesi içinde cansız ve dilsiz kalakalmış olan bu sırlı cama yüzünü dehşetle yaklaştırıp uzaklaştırmaya başladın; hohladın, ay
ışığında ortası yanıp sönen ışıksızlığı hohladın, sildin, ovaladın; geri istiyordun kendi yüzünü ondan; o hiç kımıldamıyordu;
dümdüz, karanlık gölsü boşluğunu yansıtmayı sürdürüyordu
sana. Ancak pes etmedin bekledin sabırla; her sabah ilk iş oraya koşuyor lilium candidumları okşuyordun, onu (kendi yüzünü)
kapkaranlığı içinde kıpırdamadan görmenle etten duvar, sanki
otomata para atmışın da Bosron’da, o dondurucu havada kutuya vura vura cıgara paketini geri alacakmışın gibi varak çerçeveyi bir elinle yumruklarken öteki elini duvarın dibinde dolaştırarak aşağıya avucuna düşecek olan yüzünü bekliyordun
ışığında ortası yanıp sönen ışıksızlığı hohladın, sildin, ovaladın; geri istiyordun kendi yüzünü ondan; o hiç kımıldamıyordu;
dümdüz, karanlık gölsü boşluğunu yansıtmayı sürdürüyordu
sana. Ancak pes etmedin bekledin sabırla; her sabah ilk iş oraya koşuyor lilium candidumları okşuyordun, onu (kendi yüzünü)
kapkaranlığı içinde kıpırdamadan görmenle etten duvar, sanki
otomata para atmışın da Bosron’da, o dondurucu havada kutuya vura vura cıgara paketini geri alacakmışın gibi varak çerçeveyi bir elinle yumruklarken öteki elini duvarın dibinde dolaştırarak aşağıya avucuna düşecek olan yüzünü bekliyordun
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Baktığında aynaya yoktu orada yüzün! Yüzün
yoktu orada! Yutmuştu seni ayna! O sana bakıyordu bomboş sen de ona; aynaydın da sen artık o sadece yansıtıyordu senin aynalığını sana. Saçmanın bulanmanın doruğundaydın!
yoktu orada! Yutmuştu seni ayna! O sana bakıyordu bomboş sen de ona; aynaydın da sen artık o sadece yansıtıyordu senin aynalığını sana. Saçmanın bulanmanın doruğundaydın!
Kendini bu denli suçlu ve hiç bulma çabanı, bu öğretinin; kendini aşağılayarak eşitlik kurmanın, nasıl da en yüce insani değer olduğuna inandırıldığını düşünüyorsun!
Gazi Olaylan Olarak Bilinen Davanın 31. Duruşması Trabzon Ağır Ceza Mahkemesi’nde Görüldü. Mahkeme Başkanı Dursun Kaya Güleç 4 kişiyi öldürmekten sanık polis Adem Albayrak’ı tahliye ye karar verdi. Diğer sanık Mehmet Gündoğan’ a da 2 kişiyi öldürmekten verilen 48 yıllık ceza önce 3 yıl 4 aya indirildi sonra serbest bırakıldı. Mahkemenin kararına isyan eden maktullerden Reis Kopal’ın annesi Binnaz Kopal, Yazıklar olsun diye bağırarak kürsüye yürüdüyse de Mahkeme Başkanı Dursun Kaya Güleç’in ikazı üzerine jandarmaların müdahalesiyle yaşlı kadın yere yıkıldı
sen bir elik gibi bakakaldın bulantına; karanlık bir kalyonun incecik ip uçurumuna; yıllarca en
acı çabalarla edindiğin inceliklerin, düşünüşün cömertliği, itilmekte korunduğun bin yıldır uzak durduğun o zebani kültürün uçurumuna; kendinden hoşnut sırıtkanlığın karşısında duyulan çaresizliğin yarığıdır bu diyordun ancak İslami ülkelerin kendilerini var edebilen bireylerinde rastlanması gereken yarık
acı çabalarla edindiğin inceliklerin, düşünüşün cömertliği, itilmekte korunduğun bin yıldır uzak durduğun o zebani kültürün uçurumuna; kendinden hoşnut sırıtkanlığın karşısında duyulan çaresizliğin yarığıdır bu diyordun ancak İslami ülkelerin kendilerini var edebilen bireylerinde rastlanması gereken yarık
O günlerde aile den duyduğun bulantıyı da ekledin bu yenilerine; yenileri zamanla ve şu eve kaçmadan önceki son yıllarda daha yoğun, yepyeni bir BULANTI’nın sürüklediği bir yürek oynamasıyla; hayatı daracık bir alana, daha çok yok oluşa doğru çekiştiren ikinci yüreğin oynamasıyla, -varoluşsal trajediyle ilgisi olmayan- onunla (varoluşsal trajediyle) geçinip gitmiştir
vibrato ve vivace: ya uymak ya yok olmak! Staccato-staccato:
YA SEV YA TERK ET ,
TüRKÜM DERSEN KAFİRSİN ,
YA ÖL YA ÖLDüR ,
YA SEN GEL YA BENİ YANINA ALDIR ”,
YA KONUŞ YA KONUŞTURURUM ,
YA DEVLET BAŞA YA KUZGUN LEŞE ,
E-DO OR E-DİE, YA BAŞAR YA ÖL ”,
TEKBİİİRRR!
YA SEV YA TERK ET ,
TüRKÜM DERSEN KAFİRSİN ,
YA ÖL YA ÖLDüR ,
YA SEN GEL YA BENİ YANINA ALDIR ”,
YA KONUŞ YA KONUŞTURURUM ,
YA DEVLET BAŞA YA KUZGUN LEŞE ,
E-DO OR E-DİE, YA BAŞAR YA ÖL ”,
TEKBİİİRRR!
Biz de öyle bir kasvet çağının çocuklarıydık: Kederin rengini hala çıkaramadım alnımdan dedikleri
Yıldırım soluk soluğa geldi, aneey! aneey! seslendi, bak televizyona senin arkadaşını yakıyorlar! Ne diyorsun sen?! Hani bir abi vardı ya bir gün buraya gelmişti bana sigara aldırdıydı köyden, onu da gördüm! Kim, kimi yakıyor? Dedeler aneyy, sakallı dedeler, abiler benzin döktüler kibrit çaktılar!.. Çırpı bacakları birbirine karışarak koşup gitti. Sümüklerini
sil diye bağırdım ardından, televizyona koştum!.. Çoğu Alevi, Sünniler de var aralarında yanıyorlar, yanıyorlardı ve biz
seyrediyorduk. Dinciler sevinçten gluglu dansı yapıyorlardı Madımak Oteli’nin önünde. Telefona koştum. ismet Paşa’nın oğlunu aradım. Babası babamı bilirdi, kurtarırsa bir tek o kurtarırdı çocukları. .. Çıkmadı, bulamadım. Yer yarılmış yerin dibine girmişti sanki soytarı; bunlar hayati anlarda hep kaparlar telefonları
nı. .. Sonra ben de televizyonu kapadım,
lanet ettim kendime, Amerikalarda onca yıl, lslam’da hümanizma anlatmıştım!..
Televizyonu kapadım günlerce açmadım.
sil diye bağırdım ardından, televizyona koştum!.. Çoğu Alevi, Sünniler de var aralarında yanıyorlar, yanıyorlardı ve biz
seyrediyorduk. Dinciler sevinçten gluglu dansı yapıyorlardı Madımak Oteli’nin önünde. Telefona koştum. ismet Paşa’nın oğlunu aradım. Babası babamı bilirdi, kurtarırsa bir tek o kurtarırdı çocukları. .. Çıkmadı, bulamadım. Yer yarılmış yerin dibine girmişti sanki soytarı; bunlar hayati anlarda hep kaparlar telefonları
nı. .. Sonra ben de televizyonu kapadım,
lanet ettim kendime, Amerikalarda onca yıl, lslam’da hümanizma anlatmıştım!..
Televizyonu kapadım günlerce açmadım.
görün, göz göze gel, göze iliş, göze gir, bakıl, söyle, ki tenceren kaynariken maymunun oynariken gir parlamentoya çık aredimentoya bul adamını yanaş eyi dolaş hoşamediyle höşmerim.
Yaralı doğar bütün insanlar.
anlaşılmak, sevilmek, sevecenlik, dilenir ömrünce
anlaşılmak, sevilmek, sevecenlik, dilenir ömrünce
Bekliyorsun. Ruhun enerjiyi bir yere akıtarak dirilmek istiyor olası mı bu? Neye, kime akıtacaksın onu, kimi ortak edeceksin duygularına? Sana, senin eziyetine kim katlanabilir? Yalnızlığı kabul edemedim mi?
sen ki biliyordun artık seni: İngilizcede I am, Zimmer’de ama-mayaya diye geçen, Hinduca’ da ah-anı, Asya’da es-em, Mısırca’ da t-ama
(kitap), Vedalar’da aum, Kuran’da en’am olan, insanı doğuran, tüm harflerin hecelerin sözcüklerin içinde barındığı ilk canlı nesneyi kitaba çeviren Ben’i; T’ama, Arnen, amentü . .. M ile titreşen saf sesini ilk doğanın
(kitap), Vedalar’da aum, Kuran’da en’am olan, insanı doğuran, tüm harflerin hecelerin sözcüklerin içinde barındığı ilk canlı nesneyi kitaba çeviren Ben’i; T’ama, Arnen, amentü . .. M ile titreşen saf sesini ilk doğanın
Ah, işte o gür saçların ki (öteki kadınlara örttürdüler üzerini sımsıkı korku kefenleriyle; korkunç birer cinsel organdan başka bir şey olmadığına ikrar getirttikleri bedenleriyle birlikte), sense
bugün bu kara saçlarını, vaktiyle her bir teline bir aşığının kendini astığı göz altı kırışıklıklarını silip atasıya öylesine çektin, gerdin, boğdun ki ensende, -yedi TİP’li genci telle boğan müreffeh katilleri gibi Türkiye’nin- gözlerin bir anda, bir samuray
kılıcı keskinliğinde incelerek edindi yepyeni görme boyutları.
bugün bu kara saçlarını, vaktiyle her bir teline bir aşığının kendini astığı göz altı kırışıklıklarını silip atasıya öylesine çektin, gerdin, boğdun ki ensende, -yedi TİP’li genci telle boğan müreffeh katilleri gibi Türkiye’nin- gözlerin bir anda, bir samuray
kılıcı keskinliğinde incelerek edindi yepyeni görme boyutları.
Keşke numaralasanız ya da tarih belirtseniz; böyle zor oluyor, dedim. İnsan zihni, insan düşüncesi sıra numarasına göre çalışmıyor ki! dedi.
Kötülükle başa çıkılmaz! Dünyayla baş edilmez! İnsanlara acımayacaksın! dedi sonunda. İnsanların ne günahı var ki bile diyemedim.
Bir geri toplum tortusundan başka bir şey olmayan tüm ailenden bir an önce bakmıştın kurtulmaya
Öyle anneciğim anneciğim deyip durma, bir türlü geçinemez çekişip dururdun rahmetliyle; yanıyor için şimdi ancak o öldükten çok sonra onu ne çok üzdüğünü ve özlediğini düşünüyorsun
Edemem onsuz, dedi. Ben onun sıcağına alışığım, sen bilmezsin!
Bu hayatı paylaşmayalı nasıl da değişmiş her şey; değil hiçbir şeyi yerli yerinde
Geçip gitmek bilmiyor bunaltın; neye baksan onu görüyorsun.
İnsanlara beslediğin eski sevecenliğinin yerini bir süre evde yapma Kalp Şarabı aldı, bulantını bastırmak için.
(kendini güncelden öylesine çekmiştin ki sevmeyenlerin bile özlemişlerdir seni)
Biz de öyle bir kasvet çağının çocuklarıydık: Kederin rengini hala çıkaramadım alnımdan
Çünkü kimse içinden çıktığı çirkeften leke almadan gezinemez bu gezegende
Yaralı doğar bütün insanlar, anlaşılmak, sevilmek, sevecenlik dilenir ömrünce
Bekliyorsun, sürekli bekleyişleri art arda ekliyorsun.
”Bütün insanlar sevgiyle iyileşir ” diyen sen değil miydin? Bütün insanlar hastadır diyen..
Kötülükle başa çıkılmaz! Dünyayla baş edilmez! İnsanlara acımayacaksın!
Öyle “anneciğim anneciğim” deyip durma, bir türlü geçinemezdin rahmetliyle; yanıyor için şimdi ancak o öldükten sonra onu ne çok özlediğini düşünüyorsun
Kurtulmuş muydun saplantılarından yoksa kurtulmuş gibi yapmanın gerekliliğine mi inanmıştın?
Yıllarca en acı çabalarla edindiğin inceliklerinin, düşünüşün cömertliği, itilmekten korunduğun bin yıldır uzak durduğun o zebani kültürün uçurumuna; kendinden hoşnut sırıtkanlığın karşısında duyulan çaresizliğin yarığıdır bu diyordun ancak İslami ülkelerin kendilerini var edebilen bireylerinde rastlanması gereken yarık, Batı’nınki değil!
Aslında sen insanda bulunan değerli yanları onların varlığını keşfeden başka insanlar olmadan bir değer olmayacaklarına da inanmaktasın. Korkun bu senin. Seninle kurulan bazı ölmez dostlukların dibinde yatan da budur biliyorsun. Senin onlarda onların sen de buldukları. Ama nerede onlar şimdi; tümü de yitip gitti. Sendeki değerlere tanıklık edecek olanları yitirdin bir bir; sana en yakın dostlarını! Korkun bu senin. Sen ne çok yaşadın! Bittin sen artık; öl, öl!
Belli olmuyordu cırcırların ölümü; bir süre geçince kanatlarını birbirine sürterek intihara kalkışıyorlardı dirilip duruyorlardı yeniden ölümü gerçekleştirebilmek için, hala hiç anlam veremediğim, hiç olmayı, ölümü!
ben çıkmak istedikçe, tüm tepelere ege men olduğunu sanan ve marifetlerimle alay eden yalancı tepeler vardı ve tek başına sonsuzluğa doğru alabildiğine yükselmenin acıklı ve aşağılayıcı anlamıyla karşılaştım orada, çünkü gökyüzü de yeryüzü de ayaklarımızın altındaydı
fırsat sözcüğü de en açık bayağılığıdır bu dünyanın
Unutma bak bu senin de benim de son şansımız, sarıl tüm ruhunla hünerlerine!
Hiç hoşlanmam ruhumun da okunmasından!
Ne istediğimi senden anlamalısın;
tüm zamanları bir potaya eritip dökmek ve o anlamı yüzünde toplamak!
tüm zamanları bir potaya eritip dökmek ve o anlamı yüzünde toplamak!
Ne saçma! dedi, üzerinde tartışmaya bile değmez! Kimse kimsenin değerini bilemez, başkası neden uğraşacakmış seninle?
Gerçeğinin ve gerçeğin peşindesin her vakit hiçbir şeyin onu bozmamasını seni böylece sona doğru yaklaştırmasını kuruyorsun; tutulmanın sonunu seyretmeyi hak ettim diyorsun; seyretmeyi kendi biricik gerçeğini; hatanın üzerinde neyi ne kadar değiştirebildiğini, belki de hesaplaşmayı(neyle, kiminle)
sağlamalıydın adaletini bu dünyanın gene de tüın önlemleri alarak, izini sürmeliydin kendi gerçeğinin, caymamalıydın
Bir gün bir toplum tortusundan başka bir şey olmayan tüm ailenden bir an önce bakmıştın kurtulmaya
Bilmediğin yepyeni ışıklar içindeydi bu haydutlar ülkesi!
yalnızsa insan umudu kırılmış seni maziye o bağlar
Geriye hiç umut kalmayacaktı; o zaman büsbütün yitecekti geçmiş, şimdi ve gelecek ve yutuluşa bir de intihar ve yok ediş eklenecekti. Yok oluşa ise alıştıramamıştın kendini bir türlü.
aynaya baktın! Baktığında aynaya yoktu orada yüzün! Yüzün yoktu orada! Yutmuştu seni ayna! O sana bakıyordu bomboş sen de ona; aynaydın da sen artık o sadece yansıtıyordu senin aynalığını sana. Saçmanın bulanmanın doruğundaydın!
Oysa! Bu hayatı paylaşmayalı nasıl da değişmiş her şey
en korktuğun şeyden, kendine acıyor olmaktan, anında sıyrılarak geçmiş günlerdeki gibi güçlü olduğunu kanıtlamak istiyorsun
çinko kaplı anılarla dolu çarpık balkona çıkıp bakarak dünya nın derinden gözlerini selamlıyorsun,
O günlerde aile den duyduğun bulantıyı da ekledin bu yenilerine; yenileri zamanla ve şu eve kaçmadan önceki son yıllar da daha yoğun, yepyeni bir BULANTI’nın sürüklediği bir yürek oynamasıyla; hayatı daracık bir alana, daha çok yok oluşa doğru çekiştiren ikinci yüreğin oynamasıyla, -varoluşsal trajediyle ilgisi olmayan- onunla (varoluşsal trajediyle) geçinip gitmiştir.
Şu ahir ömründe rengarenk karıncalar , ezan sesleri ve parasızlıkla daralttığın benliğini aldı morarmış avuçlarına yeis; vaktiyle ay ışığında şıpır şıpır çocukluğunun dalgalarına açılan sandalla yıkanmış benliğinin durduramadın ele geçirilmesini ve mumyalanmasını kara kefenle
Ayrıydı yollarınız; seninkisi belirsizliğin konforuna mı yaslı; kadın olmanın ağırlığıyla mı ürperik biraz, hoş bakıyorum da bugün yaşayan üç beş devrimcinin sona kalmış bir tek kalbine her şeye seyirci iki kalbin senin daha mı az yaralı diyorum ruhunu saran inleyen nağmelerle? ..
Aslında sen, insanda bulunan değerli yanların onların varlığını keşfeden başka insanlar olmadan bir değer olmayacaklarına da inanmaktasın. Korkun bu senin. Seninle kurulan bazı ölmez dostlukların dibinde yatan da budur. Senin onlarda onların sende bulduklarıdır. Ama nerde onlar şimdi: tümü de yitip gitti. Sendeki değerlere tanıklık edecek olanları yitirdin bir bir sana tanıklık edecek en yakın dostlarını! Korkun bu senin. Sen de çok yaşadın! Bittin sen artık; öl, öl.
Oysa sevdiklerin yüzlerini görmeden sevdiklerin, (gerçek hiç ler) zaten kimseye ulaşamadan, tanıyamadan biz onları, okuyamadan kitaplarını, bilemeden yaşantılarını çok tan hiçliğe karışmıştılar
mezralarda, işkencede, dağlarda bayırlarda ya da toprak altlarında beklemektedirler günlerini unutmayan giderek devleşen bir bilinç gibi; küllerimiz düşlerimiz ve karıncalarımız karışmış da olsa birbirine onlardan da değilsin sen, sen hiçbir yere ait değilsin, aitsiz kimliksin sen, Aitsiz Kimlik!