İçeriğe geç

A General Introduction to Psychoanalysis Kitap Alıntıları – Sigmund Freud

Sigmund Freud kitaplarından A General Introduction to Psychoanalysis kitap alıntıları sizlerle…

A General Introduction to Psychoanalysis Kitap Alıntıları

Hiç kimse sizin acınıza sizin kadar üzülemez.
“Kendi içine dal! Ruhunun derinliklerine in! İlkin kendini tanı!”
Bir gün dönüp geçmişe baktığınızda, mücadelelerle geçen yılların hayatınızın en güzel yılları olduğunu fark edeceksiniz.
Akıl, elimizden birçok olası hazzı alan düşmanımız olmaktadır.
Mutluluk, pantolona işemek gibidir. Islaklığı herkes görür ama sıcaklığı yalnız sen hissedersin
Mutluluk, pantolona işemek gibidir. Islaklığı herkes görür ama sıcaklığı yalnız sen hissedersin.
Rüya, çağrışımlar arasından sadeleştirilerek yapılmış bir seçim gibi durur, henüz anlamlandıramadığımız kurallara göre yapılan bir seçim olduğu doğrudur.
Hatalı olduğunu anlamak ve özür dilemek sadece beynini kullanabilen insanlara özgüdür.
Olgunlaştıkça kimseyle uğraşasın gelmiyor. Kendini yetiştirememiş insanlardan uzaklaşıyorsun. Seni hasta edecek insanlarla birlikte olmaktan vazgeçiyorsun.
Şimdi diyelim ki bir başkası gelip bize dünyanın çekirdeğinin marmelâttan oluştuğunu ciddi ciddi bildirsin. Davranışımız o zaman bambaşka olacaktır. Ona doğada bulunmadığını, insanların mutfağında yapıldığını söylerken; ayrıca, şekerlemenin varlığı bize meyve ağaçlarının ve meyvelerinin önceden var olması gerektiğini bildirir. Bu nedenle dünyanın çekirdeğinde insanların mutfak sanatının bir ürününün nasıl bulunabileceğini anlayamayız.
Bu akılcı itirazlar bizi bu sorun ile ilgilenmemeye götürür ve dünyanın çekirdeğinin gerçekten marmelâttan oluşup oluşmadığını araştırma fikrini boş veririz. Ciddiye almayız. Tam tersine, hangi insanböyle bir fikre sahip olabilir diye kendi kendimize sormaya kalkışır, belki de, de, zavallı marmelât kuramı kurucusunu bilimin çıkış noktası üzerinde sorguya çekmeye bile girişebiliriz; O ise son derece üzülerek bizi iddialarını nesnel bir biçimde gözden geçirmeden ve kuşkusuz bilimsel önyargılarla reddetmekle suçlayabilir.
Sakarlıklarımız, sık sık gizli niyetlerimizi gözlerden saklayan bir örtü işlevini görür.
Bilincdisinin kapisini bilince acmak, ki bu da hastada direnislerin yenilmesiyle saglanabilir.
Bilincli istem gücünün (irade) etkisi, ancak bilincli ruhsal olaylarin sinirina kadar gelip dayanir ve her her ruhsal baskinin nedenini bilincdisinda aramak gerekir.
“Icteki catismalarin giderilmesi amaciyla hastanin belli bir egitimden gecirilmesi ”
Psikanaliz sagaltiminin bir amaci da hastayi pratik bakimdan sagligina kavusturmak, calisma sevkini ve hayattan zevk alma gücünü kendisine yeniden kazandirmaktir.
Rüyanin zararsiz psikozu, dis dunyanin bilincle istenmis anlik bir vazgecistir.
Duyussal hatirlama, nevrotik tekrarlamaya karsi panzehir olabilir.
Aristo’nun dediğini tekrarlayalım:

Rüya, uykuda ruhsal yaşamın etkinliğini sürdürmesidir. Uyurken gerçek dışı dünyadan kendimizi ayırıyoruz, böylece psikozun gelişmesi için gereken koşullar ortaya çıkmış oluyor. En ağır akıl hastalıklarının inceden inceye gözden geçirilmesi bu hastalık halini karakterize etmek için daha uygun özellikleri betimleyecektir. Fakat psikozlarda, özneyi gerçekten saptıran iki farklı tarz vardır. Ya bilinçsiz içe tıkma pek güçlü olur ve gerçeğe bağlı bilinci ezer ya da pek çetin, dayanılmaz bir gerçek önünde tehdit edilen ben , bilinçsiz dürtünün kollarında isyanla ileri atılır. Rüyanın zararsız psikozu, dış dünyadan bilinçle istenmiş anlık bir vazgeçiştir.

Dünya ile bağlar kurulur kurulmaz kaybolur. Bu yalnız kalış arasında uyanan psişik enerjinin bölünüp dağılmasında bir değişiklik olur. İçe tıkma halinde gerçekleşen tüketimin baskısını önleyebilmiştir. Bu, genel olarak, bilinçsizliği frenle- mekte kullanılmış olandır. Bilinçsizlik, görece yararlanmaya çalışırken, hareket yolunu kapalı bulur ve sanrılı(hallucinatoire) bir doyumla yetinme durumuna zorlanır. Bir rüya işte o zaman kurulabilir; bir rüya sansürünün varlığı, uyku sırasında bile içe tukmalardan kaynaklanan az ya da çok bir direnmenin sürdüğünü gösterir.

Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
“insan ne yaşarsa yaşasın en çok kendi etkilenir. Üzgün olduğunuz zamanlarda birileri gelir ve sizi anladığını, en az sizin kadar üzüldüğünü söyler. Külliyen yalandır bu. Hiç kimse sizin acınıza sizin kadar üzülemez. Aynı şey mutluluk için de geçerlidir. Mutlu olduğunuzda insanlar sizin için sevinir, tabii gerçekten iyiliğinizi istiyorlarsa. Fakat mutluluğun tadını sadece ve sadece siz çıkarırsınız.”
Her istek ; bir gereksinimden, bir yoksunluktan, bir acıdan doğar. Giderildiği zaman insan yatışır.
Psikoterapide danışanın direnişi ne denli büyükse, ruhsal malzemedeki kılık değişikliği de o denli büyüktür.
Mutluluk, pantolona işemek gibidir. Islaklığı herkes görür ama sıcaklığı yalnız sen hissedersin
Güçlü bir sevgi varsa , güçlü bir saldırganlık eğilimi de vardır orada.
Söz konusu istekler, her zaman ayrı baş çeker!
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
sana acı veren şeyleri takip etmeyi bıraktığında, seni mutlu edecek olanların hayatına girmesine izin vermiş olursun.
Insan ne yaşarsa yaşasın en çok kendi etkilenir. Üzgün olduğunuz zamanlarda birileri gelir ve sizi anladığını, en az sizin kadar üzüldüğünü söyler. Külliyen yalandır bu. Hiç kimse sizin acınıza sizin kadar üzülemez ..
Direniş ne denli büyükse, ruhsal malzemedeki kılık değişikliği de o denli büyüktür.
Yere atacağımız bir kristal nesne parçalanır, ama rastgele bir parçalanma değildir bu; söz konusu parçalanma, sınırları gözle görülmese de kristal nesnenin yapısıyla önceden belirlenmiş dogrultularda gerçekleşir. Ruh hastaları da işte böyle kırılıp parçalanmış kristallerin yapısı gibidir.
Dinin değeri ve önemi ne olursa olsun, düşünceyi sınırlama ya da düşüncenin denetimden kurtulduğunu ileri sürme hakkı yoktur.

Vicdanı yaratan tanrı hiç eşit olmayan, pek özensiz bir iş yapmıştır, çünkü insanların çoğu pek zayıf bir vicdana sahiptirler. Hem bu öylesine zayıftır ki bazen sözü bile edilmeye değmez.

Söz konusu istekler, her zaman ayrı baş çeker!
Düşünce o lanet olunası parlak zekâyı içermeseydi şeytana uyulur, yürekten aptal diye nitelenip çıkılırdı.
Psikanalizin gerçekleştirdiği çok daha şaşırtıcı bir bulgulama da, çocukluktaki ruhsal oluşumların ilerideki bütün gelişmelere karşın erişkinlerde asla kaybolmayarak varlığını sürdürmesidir. Çocukluktaki bütün istekler, içgüdüsel kıpırtılar, çeşitli tepki ve davranışlar erişkinlerde de varlığını sürdürüp uygun koşullarda yeniden kendilerini açığa vurabilmekte ve asla yok olmayıp psikanalitik psikolojinin topografik diliyle söylersek, üzerlerine binen yeni katmanların altında saklı kalmaktadır.
Mutluluk, pantolona işemek gibidir.
Islaklığı herkes görür ama sıcaklığı yalnız sen hissedersin.
“İnsan ne yaşarsa yaşasın en çok kendi etkilenir. Üzgün olduğu zamanlarda birileri gelir ve sizi anladığını, en az sizin kadar üzüldüğünü söyler, külliyen yalandır bu. Hiç kimse sizin acınıza sizin kadar üzülemez.”
Direniş ne denli büyükse, ruhsal malzemedeki kılık değişikliği de o denli büyüktür.
Nihayetinde ruh, çalınması hiç de kolay sayılmayacak bir çalgıdır.
Önyargılar, sağlam temellere dayan yargılar örnek alınarak oluşturulmuş çıkarımlardan başka şeyler değildir.
insan ne yaşarsa yaşasın en çok kendi etkilenir. Üzgün olduğunuz zamanlarda birileri gelir ve sizi anladığını, en az sizin kadar üzüldüğünü söyler. Külliyen yalandır bu. Hiç kimse sizin acınıza sizin kadar üzülemez .Aynı şey mutluluk için de geçerlidir. Mutlu olduğunuzda insanlar sizin için sevinir, tabii gerçekten iyiliğinizi istiyorlarsa. Fakat mutluluğun tadını sadece ve sadece siz çıkarırsınız.
Söz konusu bilimsel çalışmalar, insana hayvandan başka bir varlık gözüyle bakılamayacağını , insanın hayvandan üstün bir yanı bulunmayıp onun da hayvanlar arasından çıktığını, kimi hayvan türlerine az ,kimine çok bir akrabalık gösterdiğini ortaya koymuştur. İnsanoğlunun sonradan kazandığı özellikler de onun vücut yapısında ve ruhsal yatkınlık larında kendini açığa vuran hayvansal eşdeğerliği kanıtlarını silip atamamış ,bu da insan Bensevisine biyolojik nitelikteki ikinci darbeyi indirmiştir.
Freud, anımsamadakı boşlukların bilinçdışına itimi diye nitelediği bir olayın sonucu olduğunu saptamış buna neden olarak da elem (üzüntu , dert , acı )duygularını görmüştür.
Dil sürçmeleri de , çokluk , karşımızdakinden saklamaya çalıştığımız düşünceleri açığa vurur.
Kaygi nevrozunun en yaygin sebebi basarisiz uyarimlardir. Libidinal uyarim harekete gecer fakat tatmin edilmez, kullanilmaz, isinden döndürülen bu libidonun yerini endiseli nevroz halini alir!
Mutluluk pantolonuna isemek gibidir, islakligi herkes görür ama sicakligi yalniz sen hissedersin!
Hayır, insan iyi, hiç değilse iyilik ister olmalıdır.
Kadın,eşine karşı ana gibi davranmadıkça, onu çocuğu yerine koymayı başaramadıkça evlilik mutluluğu iyi sağlanamaz.
İnsan ne yaşarsa yaşasın en çok kendi etkilenir. Üzgün olduğunuz zamanlarda birileri gelir ve sizi anladığını, en az sizin kadar üzüldüğünü söyler. Külliyen yalandır bu. Hiç kimse sizin acınıza sizin kadar üzülemez. Aynı şey mutluluk için de geçerlidir. Mutlu olduğunuzda insanlar sizin için sevinir, tabii gerçekten iyiliğinizi istiyorlarsa. Fakat mutluluğun tadını sadece ve sadece siz çıkarırsınız.
Biz büyükler kendi çocukluğumuzu anlayamaz duruma geldiğimiz için çocukları da artık anlayamamaktayız.
Çocukluğumuzu unutmamız, yaşamımızın bu dönemine ne denli yabancı düştüğümüzün bir kanıtıdır.
Bir eşyayı bir yerden aldıktan sonra asıl yerinden değişik bir yere koymak, onun yok olmasını istemekten başka bir şey değildir. Eşyalara verilen zararlar ise, yerlerine daha iyilerinin konulmasını zorunlu kılmak için, besbelli bilinçsiz başvurulan davranışlardır.
Bir isteğin baskılanmasında en sık karşılaşılan neden, elem duygusundan kaçmaktır; baskı altına alınan istek, sonradan bir yanılgı kılığına girerek kendini açığa vurmakta ve bu kadarıyla yetinmektedir.
Yanılgılar gerçek anlamda ruhsal olaylardır, her vakit belli bir nedenle doğup ortaya çıkar ve belli bir amaç güderler
Bir kimsenin ruhsal yaşamını bir başkasının ruhsal yaşamına göre ayarlayıp düzenlemesinin ve tıpkı ipnotik durumdakine benzer bir uysallığın normal yaşamdaki tam anlamıyla eşdeğer biricik örneği, katıksız bir özverinin eşliğinde görülen sevisel ilişkilerdir. İçteki bütün takdir duygusunun sevilen kişiye yönelmesi ve kendisine özveri dolu bir inançla bağlanılması, kısaca bu iki etkenin bir araya gelişi sevginin belirleyici özelliğini oluşturur.
Çünkü uygarlık ve eğitim, başka hiçbir alanda cinsel yaşamdaki kadar insana zarar vermiş değildir
Nihayetinde ruh, çalınması hiç de kolay sayılamayacak bir çalgıdır.
“Kendi içine dal,ruhunun derinliklerine in.İlkin kendini tanı!
insan ne yaşarsa yaşasın en çok kendi etkilenir. Üzgün olduğunuz zamanlarda birileri gelir ve sizi anladığını, en az sizin kadar üzüldüğünü söyler. Külliyen yalandır bu. Hiç kimse sizin acınıza sizin kadar üzülemez. Aynı şey mutluluk için de geçerlidir. Mutlu olduğunuzda insanlar sizin için sevinir, tabii gerçekten iyiliğinizi istiyorlarsa. Fakat mutluluğun tadını sadece ve sadece siz çıkarırsınız.
İnsan ne yaşarsa yaşasın en çok kendi etkilenir. Üzgün olduğunuz zamanlarda birileri gelir ve sizi anladığını, en az sizin kadar üzüldüğünü söyler. Külliyen yalandır bu. Hiç kimse sizin acınıza sizin kadar üzülemez. Aynı şey mutluluk için de geçerlidir. Mutlu olduğunuzda insanlar sizin için sevinir, tabii gerçekten iyiliğinizi istiyorlarsa. Fakat mutluluğun tadını sadece ve sadece siz çıkarırsınız.
“Asıl tuhaf olan algı kapasitesi bu denli yüksek olan birinin çevresindeki insanların hatalarına karşı bu denli kör olabilmesidir.”
İnsan ne yaşarsa yaşasın en çok kendi etkilenir. Üzgün olduğunuz zamanlarda birileri gelir ve sizi anladığını, en az sizin kadar üzüldüğünü söyler, külliyen yalandır bu. Hiç kimse sizin acınıza sizin kadar üzülemez. Aynı şey mutluluk için de geçerlidir. Mutlu olduğunuzda insanlar sizin için sevinir, tabi gerçekten iyiliğinizi istiyorlarsa. Fakat mutluluğun tadını sadece ve sadece siz çıkarırsınız.
Güçlü içgüdülerin (cinsel merak odaklı) dışarıdan zorla bastırılması, çocuklarda bunların silinip gitmesini ya da denetim altına alınmasını asla sağlamaz, tersine ilerdeki bir nevroz (sinirsel bozukluk) eğilimine dönüşecek baskılamaya yol açar.
Eğitim ve örnek, gençlik çağındaki bireylerin omuzlarına uygarlık yükümlülüklerini yükler; bu iki ögenin etkisinden bağımsız olarak genç bireylerde içgüdüsel baskılamaya rastlanabilmesi karşısında ilk akla gelen olasılık, çok eski çağlardaki yükümlülüğün zamanla insanlarda soya çekimsel bir mülkiyete dönüştüğüdür. Buna göre dıştan bir zorlama olmaksızın kendiliğinden içgüdüsel baskılamalara başvuran bir çocuk, bu davranışıyla uygarlık tarihinin bir parçasını yineler. Bugün içsel bir engelleyiş kimliğinde görülen durum, belki ilk çağlarda bir dış zorunluk olarak kendini açığa vurmuştu; aynı şekilde, bugün genç bireylerin karşılaştığı uygarlık yükümlülükleri, belki zamanla içsel baskılama yatkınlığına dönüşecektir.
Mutluluk, pantolona işemek gibidir. Islaklığı herkes görür ama sıcaklığı yalnız sen hissedersin.
Kendi içine dal . Ruhunun derinliklerine in. İlkin kendini tanı !
Bilimsel araştırmalar , insana hayvandan başka bir gözle bakılamayacağını , insanın hayvandan üstün bir yanının bulunmadığını, insanın kimi hayvan türlerine az , kimine çok bir akrabalık gösterdiğini ortaya koymuştur.
Yunan mitolojisinde , sudaki hayaline gönlünü kaptıran Narcissus adındaki delikanlıdan kinaye olarak narsizm diye nitelenmektedir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir