İçeriğe geç

The Librarian of Auschwitz Kitap Alıntıları – Antonio González Iturbe

Antonio González Iturbe kitaplarından The Librarian of Auschwitz kitap alıntıları sizlerle…

The Librarian of Auschwitz Kitap Alıntıları

Akıl hastanesine kapatılırsan başına gelebilecek en kötü şey aklının başında olmasıydı.
Eskiden önemli olan her şey gözümde değerini yitirdi.
Bazen şansın yakasına yapışmak gerekiyordu
Aşk ile delilik bazı noktalarda kuşkusuz kesişiyordu
Mutluluğun hiçbir şeyin üstesinden gelemeyeceğini , her daim yenilmeye mahkum, fazlasıyla kırılgan bir şey olduğunu bilemeyecek kadar gençti henüz
Akıl hastanesine kapatılırsan başına gelebilecek en kötü şey aklının başında olmasaydı
Uçurumun kenarından bakınca her şey inanılmaz küçük görünüyordu. Bir zamanlar gözüne kocaman gelen her şey aniden ufalmış, yüce gözüken ne varsa önemini yitirmişti
Okumak büyük keyfti.
Fakat her daim keyif kaçırmaya hazır insanlar bulunurdu
Artık olmayan bir şey madden nasıl bu kadar ağır olabilirdi? Boşluk nasıl ağır gelebilirdi? Oluyordu işte.
Elindeki tek şey şimdiki zaman olduğundan her anın tadını çıkarıyordu
Kendi celladınla arkadaş olmak mümkün müydü?
Babam haklıydı. O kitap beni bir çift ayakkabının götüremeyeceği kadar uzaklara götürdü. 
Edebiyatın yaptığı şey, gece yarısı bir dağ başında yakılan kibritle eşdeğerdir. Bir kibrit çok az ışık verir ancak çevrenin ne kadar karanlık olduğunu görmemizi sağlar. 
Bir kitaba başlamak, seni seyahate götürecek olan trene binmek gibiydi. 
Edebiyatın yaptığı şey, gece yarısı bir dağ başında yıkılan kibritlle eşdeğerdir. Bir kibrit çok az ışık verir ancak çevrenin ne kadar karanlık olduğunu görmemizi sağlar.
William Faulkner
İçimdeki kıvılcımın sönmesine izin verme.
Belki de buydu aşk,soğuğu paylaşmaktı.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Auschwitz’e çok giden oldu fakat kimse geri gelmedi
Beklediği an gelip çalmıştı. Hakikati öğrenecekti ama gerçekten bilmek istediğine emin miydi ? Ne zaman gerçek ortaya çıksa bir şeyler yıkılıyordu
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Peki en iyi dostunuz kim ?
Kendim
Yarınımız yok bizim , her şey şimdi olmak zorunda
Bir kitaba başlamak , seni seyahate götürecek olan trene binmek gibiydi
Gerçeği saklayan birine gerçeği nasıl söyleyeceğim ?
Böyleydi işte annesi, pek açıklama yapmaz , onu üzen şeyleri anlatmayı yersiz bir davranış olarak görürdü. Ona şöyle demeyi ne çok isterdi oysa : Anne , dök içindekileri, anlat bana her şeyi
Kalplerimiz daha güçlü olduğu için biz onlardan daha güçlüyüz. Kalplerimiz daha güçlü olduğu için onlardan daha iyiyiz . Bu yüzden bizi alt edemeyecekler
Bizim gücümüz üniformada değil , inançta , gururda ve kararlılıkta yatıyor
Bir eylül sabahıydı. Her zamanki görüntüleri bekliyordu: tutsak üniformaları içinde büzülmüş , saçları sıfıra vurulmuş , yanık et kokan Auschwitz’in dikenli tellerle çevrili dünyasına geldikleri için hâlâ şaşkın insanlar. Çaresizlik herkesi eşit kaldığında tümünde aynı uyuşmuş yüz ifadesi olurdu
Zafer için mücadele etmiyorsan yenilgiden sonra sakın ağlama
Doğruyu söylemek çok saygın ve cesaret isteyen bir davranıştı. Ama aynı zamanda doğru bazen dokunduğu her şeyi küle çevirirdi
Korkunu çiğner yutarsın. Ve devam edersin . Cesur insanlar kendi korkularından beslenirler
Büyükler asla bulamadıkları bir mutluluğu boş yere aramakla vakit kaybederken çocuklar mutluluğu avuçlarının içinde filizlendirirdi
Kimsenin ondan çalamayacağı tek şey olan zihnindeki anılardır
Çocuk olmak için önce çocukluğunun olması lazım
Kütüphaneciden çok, kitap hemşiresi olacaktı
Her şeyin altüst olduğu bu yerde Gözlerini yumdu ve korkunun olmadığı bir dünyayı hayal etmeye çalıştı
Auschwitz’de kuş bulunmazdı , elektrikli tellerde can verirlerdi
Her şeyin yasak olduğu korkunç bir toplama kampında çocuklara nasıl ders verilebilirdi ki ?
“Peki en yakın dostunuz kim?
Kendim. En yakın dostum kendim.”
İlk öpücük, ne kadar kısa süreli olursa olsun asla unutulmaz .
Çocuk olmak için çocukluğunuz olmalı!
Bir kitaba başlamak,seni seyahate götürecek olan trene binmek gibiydi.
Yolculuklarının ikinci kısmı Avrupa’nın bilmediği ya da bilmezden geldiği Reich gerçeğini, bunun bir cephe savaşı değil, soykırım olduğunu dünyaya duyurmaya çalışmak olacaktı.
Nazileri engelleyecek hiçbir şey yoktu. Yeryüzündeki son Yahudi’yi öldürene dek durmayacaklardı, sistemli ve kararlıydılar. Kaçmak zorundaydılar. Ancak bu da yeterli değildi. Birde bunu dünyaya, savaş cephelerinin Rusya’da, Fransa’da olduğunu sanan Batı’ya duyurmaları gerekiyordu. Oysa gerçek yıkımın Polonya’nın kalbinde, toplama kampı denen tarihin en alçak savaş suçlarının işlendiği yerde olduğunu herkese haykırmaları gerekiyordu.
Oysa çiçeklerin vazoda yetiştiğini zannedenler edebiyattan zerre anlamıyordu.
yarım patatese pek çok şey ve iyilik satın alabilirsiniz.
hala bu cehennemde yozlaşmamış insanlar var.
Babasının yokluğu omuzlarında dayanılmaz bir yüktü. Demir prangalarla zincirlenmiş gibi ayaklarını sürüyerek dolaşıyordu kampta. Artık olmayan bir şey madden nasıl bu kadar ağır olabilirdi? Boşluk nasıl ağır gelebilirdi?
“Kim bir köşede bir şeyler anlatmak için durursa ve çocuklar da dinlemek için etrafını sararsa, orada bir okul kurulmuş demektir.”
Kusura bakmayın ama Fredy, ben on dört yaşındayım.
Her gün binlerce insanın Lager’ın kenarındaki gaz odalarına gittiğini gözlemledikten sonra,
bir romanda okuduklarımın beni şok edeceğine gerçekten inanıyor musunuz?
Ama bu tehlikeli.
Çok tehlikeli.
Kitaplarla burada ilgilenmek bir oyun değil.
Kitabı olan birini yakalarsa infaz ederler.
Her şeye rağmen, yaşam inatla devam etti.
Yaşamak, yalnızca şimdiki zamanda anlam ifade eden bir fiildir.
herhangi bir eski mahkumun öğrettiği ilk ders, hedefiniz olan hayatta kalma konusunda her zaman net olmanız gerektiğidir
O anda en çok anımsadığı şey babasının yokluğuyla oluşan boşluktu. Oldukça derine işleyen bu boşluk asla dolmamıştı.
Akıl hastanesine kapatılırsan başına gelebilecek en kötü şey aklının başında olmasıydı.
Baksana, buradaki insanlar Ne sence? Siyonist mi? Antisiyonist mi? Ateist mi? Komünist mi? Derin bir iç çekti kelimelerin üstününü çizerek. Ne fark eder ki? Dikkatli bakınca sadece insanları görürsün, o kadar. Kırılgan ve bozulmaya meyilli. En iyiye de en kötüye de muktedir.
İnsanlığın kendi gölgesinde yetiştiği bu karanlık yerde kitapların varlığı,kelimelerin makineli tüfeklerin sesini bastırdığı,daha az kederli,daha güzel zamanların işaretiydi. Çoktan yitmiş bir çağın.
Cesur kişiler kendi korkularının üstesinden gelmeyi becerenlerdir.
İnsanların hayvanlar gibi kafeslere tıkıldığı, damgalandığı ve kurban edildiği bu zamanlarda herkes hayvan olduğuna inanmaya başlamıştı. Gülmek ve ağlamak ise hâlâ insan olduklarını hatırlatıyordu.
Topu topu bu kadar mıydık? Çürümekte olan bir avuç madde miydik? Söğüt veya ayakkabı gibi, bir kaç atomun bir araya gelmiş hali miydik biz?
Gözlerini kapatır ve korku yokken dünyanın nasıl bir yer olduğunu hatırlamaya çalışır.
Ölümü bu şekilde görmek, o ana dek yaşamın kutsallığına inanmış olan herkeste derin bir yaralanmaya, üzüntüye yol açıyordu.
Gerçekten seçim yapılabilir mi, yoksa kaderin darbeleri, yemyeşil bir ağacı kuru oduna çeviren balta darbeleri gibi, istemesen de seni değiştirir mi…
Auschwitz’de kuş bulunmazdı,elektrikli tellerde can verirlerdi.
“Yavaş yavaş çiçeklenen meydanlarda dolaştıkları birkaç güzel ay geçti; Teplice o albenili kaplıca kenti havasını geri kazanıyordu. O gezilerde Dita ile Ota ipten bir yumak oluyorlardı. Ofisin önündeki belge sırasında karşılaşmalarının üzerinden bir yıl geçmişti ki Ota her şeyi değiştirecek bir şey söyledi:
-Neden Prag’a gelmiyorsun? Seni uzaktan sevemem!
O akşamüstü saatlerinde birbirlerine bütün hayatlarını anlatmışlardı. Sıfırdan başlama, yeni bir hayata atılma vakti gelip çatmıştı.”
O kadar genç ki savaş olmadığında dünyanın nasıl bir yer olduğunu artık zar zor hatırlıyor.
Her zaman kendi başımıza koşarız.
Kitaplar son derece tehlikelidir(!)
insanları düşündürürler.
acımasız muhafızlarının çok korktuğu bu eşyalar kitaplardan başka bir şey değil.
Auschwitz’de insan yaşamının değeri o kadar az ki artık kimse vurulmuyor; mermi bir insandan daha değerlidir.
Edebiyat, gecenin ortasında bir tarlanın ortasında yakılan bir kibrit ile aynı etkiye sahiptir.
Kibrit az aydınlatır, ancak etrafının ne kadar karanlık olduğunu görmemizi sağlar.
Margit Barnai
Evlendi ve ömür boyu Prag’da yaşadı. Dita İsrail’e taşındıktan sonra bile irtibatlannı koparmadılar. Mektuplaştılar ve birbirlerine çocuklannın fotoğraflannı gönderdiler. Margit’in üç kızı oldu. Üçüncü kızı, kırk yaşındayken sürpriz bir hamilelik sonucu doğunca ismini Dita koydu. Elli beş yaşında, henüz fazlasıyla gençken hayata gözlerini yumdu. Onlar için teyzeden farksız olan Dita Kraus bili Margit’in kızlanyla görüşüyor ve Prag’a her gelişinde onlan ziyaret ediyor.
3 1 . blok ve Fredy Hirsch hakkında hala anlatılacak önemli şeyler kaldı.
Bu anlatı, gerçek olayların kurgu harcıyla birleştirilerek sayfa sayfa inşa edilmesiyle oluşmuştur. Bu sayfalara ilham veren 31. blok kütüphanecisinin gerçek ismi -bekarken- Dita Polachova’ydı, romandaki öğretmen Ota Keller karakterine ilham veren ve eşi olacak kişinin ismi ise Ota Kraus’tu.
Alberto Manguel’in “ Geceleyin kütüphane “ kitabında sözünü ettiği toplama kampındaki ufacık kütüphane, bu kitabın kıvılcımını yakan araştırmaların başlangıcı olmuştur.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir