Charles Dickens kitaplarından David Copperfield – Stage 4 kitap alıntıları sizlerle…
David Copperfield – Stage 4 Kitap Alıntıları
Artık karşıma çıkan herhangi bir şeye şaşmayacak kadar dünyayı tanıyorum.
Moda da insanlara benzer; kimse ne zaman, neden, nasıl olduğunu bilemeden giderler.
ama parayla adam olunmuyor.
Bazen daha uzaklara gidiyordum-ne aradığımı bilmeden ve ne olduğunu bilmediğim bir şeyi geride bırakmaya çalışarak şehir şehir geziyordum.
Dört elle sarılabileceğim hiçbir şeye asla tek elle tutunmamak ve yaptığım iş ne olursa olsun asla bunu küçük görmemek temel prensiplerim oldu.
“Dünyadaki tek bir varlığı yürekten sevip geri kalanını sevmemenin mümkün olduğunu sandım; bu dünyadan göçmüş bir varlık için yürekten yas tutup diğer yas tutanların mateminden uzak durabilirim sandım. Gelgelelim hayattan çıkardığım tüm dersler altüst oldu!”
His face was full of pain, agony, and hopelessness.
//Yüzü acı, ıstırap ve umutsuzlukla doluydu.
//Yüzü acı, ıstırap ve umutsuzlukla doluydu.
I wanted somebody to talk or listen to
//Konuşacak ya da dinleyecek birileri olsun istedim.
//Konuşacak ya da dinleyecek birileri olsun istedim.
“Umarım hakiki sevgi ve gerçeklik, dünyadaki her türlü kötülüğe ve talihsizliğe üstün gelir.“
Everything that was connected to her was very precious to me.
// Onunla ilgili her şey, benim için değerliydi.
// Onunla ilgili her şey, benim için değerliydi.
There was a huge difference between us, which made it impossible for us to find a common language.
//Aramızda, ortak bir dil bulmamızı imkansız hale getiren büyük bir fark vardı.
//Aramızda, ortak bir dil bulmamızı imkansız hale getiren büyük bir fark vardı.
“Ama güneş her gün batıyor ve her an biri ölüyor; herkesin başına gelen bir şeyden korkmamamız gerekiyor. Herkesin kapısını çalan ayak sesi bir yerlerde duyuldu diye kendimize hâkim olamayacaksak eğer, şu dünyada sahip olduğumuz her şey elimizden kayıp gider.”
There was a huge distance between us, which seemed to increase more and more day by day.
//Aramızda her geçen gün daha da artan bir mesafe vardı.
//Aramızda her geçen gün daha da artan bir mesafe vardı.
Sokaklar bana çok küçük gelmişti tabii ki. Çocukken gördüğünüz sokaklar daha sonra oralara döndüğünüzde hep öyle görünür zaten.
“Bir avuç kalın kafalı şaşırıp beni pohpohlayacak diye kendimi neden sıkıntıya sokayım? Bırakalım başkasına yapsınlar bunu. Bu kişi de istediği gibi nam salsın.”
Bu acımasız dünyada aşk acı çekmeliydi ; bu hep böyleydi ve böyle olacaktı.
Eski kitaplar da olmasa, eminim acınacak bir halde olurdum. Beni rahatlatan tek şey bunlardı ve en az onların bana olduğu kadar sadıktım bu kitaplara; kimbilir kaç defa aynı kitapları okuyup durdum.
Ah, artık orası evim olmadığı halde eve dönmek ve baktığım her şeyin, bana bir daha asla göremeyeceğim bir rüya olan eski evimi hatırlatması ne tuhaf bir duyguydu!
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
“Hayatı talihsizliklerle dolu ve size en ufak bir kötülüğü dokunmamış bir insana hor davranmamak için pek çok sebebiniz olduğunu bilecek kadar büyük ve akıllısınız efendim.”
Sakinleştiğimde, bütün eve hiç de doğal olmayan bir sessizliğin çökmüş olduğunu dün gibi hatırlıyorum! Acım ve hırsım yatıştığında içimi nasıl bir kötülüğün kaplamaya başladığını da çok iyi hatırlıyorum!
“ne çok sıkıntı var şu dünyada, hem de insan dünyanın en güzel olmasını beklerken!”
“Ben kim olduğumu biliyorum. Ne kadar yalnız ve bedbahtım ben; her işimin ters gittiği yetmezmiş gibi bir de herkesle ters düşüyorum. Evet evet, diğer insanlardan daha hassasım ben ve bunu da belli ediyorum. Bu da benim talihsizliğim.”
Denizden yükselen rüzgârı işitmek , sisin dışarıdaki ıssız düzlükte sürünerek ilerlediğini ve ateşe bakıp etrafta bunun haricinde hiçbir ev olmadığını-bunun da bir tekne olduğunu-bilmek büyülü bir şeydi.
Cebelleştiğim ve tökezlediğim onca ağır konunun arasında o kitapları okumak için nasıl zaman buluyordum hala bilemiyorum.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Boşlukta yüzer gibiyim.
Ne çok sıkıntı var şu dünyada, hem de insan dünyanın en güzel olmasını beklerken!
Evlilikte olabilecek en büyük uyumsuzluk fikir ve hedef uyuşmazlığıdır.
Umarım hakiki sevgi ve gerçeklik, dünyadaki her türlü kötülüğe ve talihsizliğe üstün gelir.
şu dünyada kimseye muhtaç olmadan kendi minik yolumu çizebildiğim için halime şükrediyorum.
Biz bir gün ayrılırsak beni hep en iyi durumumla hatırlamanı isterim.
Doğrudan doğruya zulümle idare edilen bir okulda pek bir şey öğrenilmez.
Umarım hakiki sevgi ve gerçeklik, dünyadaki her türlü kötülüğe ve talihsizliğe üstün gelir.
Evlilikte olabilecek en büyük uyumsuzluk zihin ve hedef uyuşmazlığıdır.
Bugüne etkisi olmadıkça geçmişi anmanın bir faydası yok.
Kendi hayatımın kahramanı olacak mıyım, yoksa bu mertebeyi bir başkası mı alacak?
‘’(…) İnsan doğasına dair gözlemlerime göre, kendine inanmak için iyi bir sebebi olan biri, sırf diğer insanlar kendisine inansın diye gösteriş yapmazdı. Bu yüzden, kendime saygı konusunda alçakgönüllülüğümü korudum ve övgüleri duydukça bunları hak etmek için daha çok çabaladım.’’
geçmişi anmanın bir faydası yok.”
Ne kadar alçak gönüllü bir nikâh ve kutlama yapmışlardı. Demek mesele törenlerdeki abartıda değil,insanın yüreğindeki sıcaklıktaydı.
Dünyadaki tüm kötülüklerle baş etmenin en iyi yolunun iyi kitaplar okumak olduğunu böyle öğrendim.
“Belki korkmam, belki de korkacağım çok şey vardır.”
Bazen kendime bile ağır geliyorum.
Sonunda suya atlanacaksa kıyıda oyalanmanın anlamı yok.
bugünün işini yarına bırakma. Ertelemek, zamandan çalmaktır.
ne kadar acı çektiğimi anlatmaya gücüm yok.
Umudumu tamamen kaybetmiş olmanın merakımı ve hayranlığımı kamçılayan her şeyin her gün azar azar benden eksileceği ve bir daha geri gelmeyeceğini bilmek o küçük yüreğim için ne büyük kederdi, anlatamam
Çare bulamayacağın şeye fazla kafa yorma.
İnsan ne yaparsa kendine yapar.
Ne çok sıkıntı var şu dünyada
‘’(…) Uygun bir yetenek ve hayırlı bir fırsat, kimilerinin çıktığı bir merdivenin iki yan tahtasını oluşturabilir ama bu merdivenin basamakları aşınmalara ve hırpalanmalara karşı dayanıklı bir malzemeden olmalıdır ve noksansız, coşkulu ve içten bir ciddiyetin yerini hiçbir şey tutamaz.’’
‘’(…) Dünyevi meselelerde hep çok şanslıydım; pek çok adam, benden daha fazla çalışmış olsa da benim gösterdiğim başarının yarısını bile gösterememişti hayatta; öte yandan, dakikliğim, düzenliliğim ve çalışkanlığım olmasa, her ne kadar başarı hemen ardından geliyor olsa da, tek seferde tek bir konuya odaklanma konusunda kararlılığım olmasa tüm bu yaptıklarımı asla başaramazdım.’’
Bir adam, ömrünün son deminde kendini ikinci kere tekerleklerin üzerinde, bir tür bebek arabasında itilirken bulduğunda ne kadar afiyette de olsa bir iyilik yapabildiğinde pek mutlu olur. Daha fazlasını yapmak ister. Ben burada kendimden bahsetmiyorum, dedi Mr. Omer, Çünkü bu olaya şöyle bakıyorum efendim; zaman hiç durmadan akıp gittiğinden, yaşımız kaç olursa olsun hepimiz tepenin en dibindeyiz. Bu yüzden hep iyilik yapıp mutlu olalım. Kesinlikle böyle!
Evlilikte olabilecek en büyük uyumsuzluk zihin ve hedef uyuşmazlığıdır.
‘’(…) Sevgi, olgun sevgi, saygı, bağlılık kendini kolay kolay göstermez. Sesi az çıkar. Alçakgönüllü ve mahcuptur, pusuya yatar, bekler de bekler. Böylesi olgun bir meyvedir. Bazen bir hayat süzülür gider ve o hâlâ gölgede olgunlaşmaya devam eder.’’
‘’(…) Ne zaman bir şeye canı sıkılsa, bunu yürüyerek gidermeye çalışırdı ve sıkıntısının miktarı her zaman yürüyüşünün süresinden anlaşılabilirdi.’’
‘’Hepimiz ara sıra, sanki söylediğimiz ve yaptığımız şeyi daha önce söylemiş ve yapmış gibi bir hisse kapılırız; çok eski zamanlarda – çağlar öncesinde, etrafımız aynı yüzler; nesneler ve olaylarla sarılmış gibi, az sonra söylenecek şeyi, sanki anımsamış gibi biliriz!’’
Bana iki haftalık bebek haliyle Agnes’ı ve bir de ilk geldiğin zamanlarda gördüğün gri saçları bıraktı.
Dünyadaki tüm kötülüklerle baş etmenin en iyi yolunun iyi kitaplar okumak olduğunu öğrenmiştim.
Yılda yirmi sterlin kazanıp bunun on dokuz ya da on dokuz buçuğunu harcıyorsan bunun sonu mutluluktur. Yılda yirmi sterlin kazanıp yirmi buçuk harcıyorsan bunun sonu sefalettir. Tomurcuklar kararır, yaptaklar solar, günlerin tanrısı kasvetli sahnede batar; kısacası, sonsuza dek bitersin.
Mezarda yatan anne, bebekliğimin annesiydi ve koynundaki küçük varlık da bir zamanlar göğsüne bastırıp sakinleştirdiği bendim.
Kısacası, Miss Murdstone sevmiyordu beni. Aslında orada hiç kimse beni sevmiyordu, ben bile kendimi sevmiyordum; çünkü beni sevenler bunu gösteremiyor, sevmeyenlerse bunu o kadar açık bir şekilde ortaya koyuyordu ki artık bende sürekli sıkıntılı, hoyrat ve sıkıcı bir görünüme büründüğümü farkediyordum.
Aksilikleri cesaretle karşılayıp bizi korkutmalarına izin vermemeliyiz evladım. Oyunu sonuna kadar götürmeliyiz. Talihsizliğin hakkından gelmeliyiz Trot!
(Dickens, David Copperfield, s.623)
(Dickens, David Copperfield, s.623)
Şimdi başımı geceden kaldırayım da onun o uzun, kederli, biçare hayalinin ardından gün doğsun artık.
(Dickens, David Copperfield, s.1022)
(Dickens, David Copperfield, s.1022)
Onun zihnimdeki imgesi beni hayal kırıklığından ve ıstıraptan koruyan bir sığınaktı ve bana iyi geliyordu
zaman hepimizin acısını hafifletir.
kendine inanmak için iyi bir sebebi olan biri, sırf diğer insanlar kendisine inansın diye gösteriş yapmazdı.
İnsanlar sular çekilmeden kıyıda ölmezler.
Benim sevgim bir kayanın üzerinde oluştu.
Evlilikte olabilecek en büyük uyumsuzluk zihin ve hedef uyuşmazlığıdır.
hepimiz hayatta olmaması gereken şeylere bir şekilde dâhil oluyoruz.
Umarım hakiki sevgi ve gerçeklik, dünyadaki her türlü kötülüğe ve talihsizliğe üstün gelir.
ufak tefek yanlış anlaşmaların bahar tomurcuklarını soldurmasına izin vermeyin; zira bir kez böyle bir şey olup boyunlarını büktüler mi yeniden açamazlar.
Kenara çekileyim de o günlerin ruhları karanlık bir geçit töreniyle gölgeme eşlik ederek yanımdan geçip gitsin.