İçeriğe geç

Ailenin Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni Kitap Alıntıları – Friedrich Engels

Friedrich Engels kitaplarından Ailenin Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni kitap alıntıları sizlerle…

Ailenin Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni Kitap Alıntıları

Ezilen sınıf,yani gerçekte proletarya, kendi kendini kurtarmak için yeteri kadar olgunlaşmadıkça, çoğunlukla, varolan toplumsal rejimi, olanaklı tek rejim olarak düşünecek ve siyasal bakımdan söylemek gerekirse , kapitalist sınıfın kuyruğunu, onun aşırı sol kanadını oluşturacaktır.
Yalnızca toplumda başlamış bulunan sınıflar halindeki bölünmeyi değil , ayrıca mülk sahibi sınıfın hiçbir şeye sahip olmayan sınıfı sömürme hakkını ve onun üzerindeki egemenliğini de sürdürüp götüren bir kurum eksikti. İşte bu kurum ortaya çıkar. Yani Devlet icat edilir.
Kadın için bir suç olan ve ağır yasal ve toplumsal sonuçlara yol açan şey, erkekler için bir şan ya da en kötüsü, zevkle taşınan hafif bir ahlâki kusur kabul edilmektedir.
Erkek ailenin içinde burjuvadır, kadın ise proletaryayı temsil eder.
Analık hukukunun yıkılması, kadın cinsinin dünya tarihindeki yenilgisiydi. Erkek evde de kumandayı eline aldı, kadın değersizleştirildi, köleleştirildi, erkeğin zevkinin kölesi ve salt bir çocuk üretim aracı kılındı. Kadının özellikle Yunanların Kahramanlar Çağı’nda ve daha çok klasik dönemde öne çıkan bu alçaltılmış konumu, zamanla sevimlileştirilmiş ve maskelenmiş, yer yer daha yumuşak bir biçime büründürülmüş ama hiçbir şekilde ortadan kalkmamıştır.
O zaman kadının özgürleşmesinin ilk önkoşulunun bütün bir kadın cinsinin kamusal endüstriye yeniden sokulması olduğu görülecektir.
Erkek ailenin içinde burjuvadır. Kadın proletaryayı temsil eder.
Her ilerleme aynı zamanda görece bir gerilemedir, birilerinin refahı ve gelişmesi diğerlerinin acı çekmesi ve ezilmesi üzerinden gerçekleşir.
Analık hukukunun yıkılması kadın cinsinin dünya tarihindeki yenilgisidir.
Sözde hürmetlerle kuşatılan ve her türlü gerçek çalışmaya yabancılaşmış olan uygarlık hanımefendisi, kendi halkında gerçek bir hanımefendi olarak kabul edilen ve karakteri gereği de öyle biri olan kadın, barbarlığın sıkı çalışan kadınından daha düşük bir toplumsal konuma sahiptir.
Uygarlık ne kadar ilerlerse, kendisinin zorunlu olarak yarattığı kötülükleri, sevgi maskesinin altında üretmeye ya da varlıklarını inkâr etmeye de bir o kadar mecbur kalır. Bu ikiyüzlülük son olarak, ezilen sınıfın sömüren sınıf tarafından sömürülmesinin,yalnızca sömürülen sınıfın çıkarına olduğu iddiasıyla doruk noktasına ulaşır.
Sömürülen sınıf bunun kıymetini bilmez, hatta tam tersine,isyankârlaşırsa kendisine iyilik yapanlara,nankörlüğün en adisiyle karşılık vermiş olur.
Özgürleşmesi ancak kadının büyük, toplumsal ölçekte üretime katılabilmesiyle ve ev işini ancak önemsiz ölçülerde üstlenmesiyle mümkün olacaktır.
Aile içinde ki işbölümü erkek ile kadın arasındaki mülkiyet dağılımını düzenlemişti. Bu işbölümleri aynı kalmıştı ama yine de şimdiye kadar ki ev içi ilişkiyi tepetaklak etmişti, bunun tek nedeni aile dışındaki işbölümünün farklılaşmış olmasıydı. Kadının yaptığı ev işi şimdi erkeğin geçim işinin yanında gözden kaybolmuştu. Erkeğin işi herşeydi, kadının işi önemsiz bir katkıydı.
Nüfus seyrek olduğu için her zaman, toprak mülkiyetine dair her türlü kavgayı gereksiz kılacak kadar çok işlenmemiş boş arazi kalmıştır geriye. Ancak yüzlerce yıl sonra, hane kolektifinde yaşayanların sayısı ortak ekonomiyi o zaman ki üretim koşullarında artık olanaksız hale getirecek kadar arttığinda, bu kolektifler dağılmıştı. O zaman dek ortak olan tarlalar ve çayırlar, bundan böyle oluşan tekil hane ekonomileri arasında, bilinen tarzda, başlangıçta belirli bir süreliğine,daha sonra nihai olarak paylaşılmıştı. Ormanlar,otlaklar ve sular ortak kalmıştı.
Bir suç için ya kefaret ya da intikam alınır, ikisi birden olmaz.
Her ilerleme aynı zamanda görece bir gerilemedir, birilerinin refahı ve gelişmesi diğerlerinin acı çekmesi ve ezilmesi üzerinde gerçekleşir.
Kölelik, antik dünyaya özgü ilk sömürü biçimidir; onu Ortaçağ’da serflik, yakın dönemde de ücretli çalışma izlemiştir. Bunlar uygarlığın üç büyük aşaması açısından karakteristik olan, üç büyük kölelik biçimidir; açık kölelik ve yakın dönemdeki örtülü kölelik daima yan yana var olur.
Sözde hürmetlerle kuşatılan ve her türlü gerçek çalışmaya yabancılaşmış olan uygarlık henımefendisi, kendi halkında gerçek bir hanımefendi( lady,frowa,kadın= kadın efendi) olarak kabul edilen ve karakteri gereği de öyle biri olan kadın, barbarlığın sıkı çalışan kadınından daha düşük bir toplumsal konuma sahiptir.
Yeni uygar toplumu, sınıflı toplumu başlatan şeyler, -açgözlülük, zevk düşkünlüğü, cimrilik, ortak mülkiyetin bencil yağması gibi- en aşağılık çıkarlardır.
Modern karı-koca ailesi, açık ya da gizli, kadının evsel köleliliği üzerine kurulmuştur.
Karı-koca evliliği, uygarlaşmış toplumun hücre-biçimidir.
Öyleyse karı-koca evliliği tarihe asla erkekle kadının karşılıklı uzlaşması olarak girmez ve hele en yüksek evlenme biçimi olarak asla kabul edilemez. Tersine: bir cinsin öbürü tarafından uyruk altına alınması olarak bütün tarih-öncesinin o zamana kadar bilmediği, iki cins arasındaki bir çatışmanın açığa vurulması olarak ortaya çıkar.
Başlangıçta, familia sözcüğü, günümüzdeki dar kafalı burjuvaların duygusallık ve karı-koca cilvelerinden yapılma aile anlayışını dile getirmez; Romalılarda, her şeyden önce hatta karı koca ile bunların çocukları için değil, yalnızca köleler için kullanılır. Famulus evcil köle anlamına gelir ve familia, bir tek adama ait bulunan kölelerin bütünü demektir. Daha Gaius zamanında, familia, id est patrimonium (yani miras payı) vasiyetle bırakılıyordu. Deyim, Romalılar tarafından, içinde, başkanın, kadın, çocuklar ve belirli sayıda köleyi babalık otoritesi altında tuttuğu ve hepsi üzerinde yaşatmak ya da öldürmek hakkına sahip bulunduğu yeni bir toplumsal örgütü belirtmek için türetildi.
Almanların Roma dünyasına aşıladıkları yaşama enerjisi veren ve yaşam kazandıran ne varsa, barbarlıktı. Aslında ölmek üzere olan bir uygarlıktan mustarip bir dünyayı yalnızca barbarlar gençleştirebilirler. Ve Almanların Kavimler Göçü’nden önce yükseldikleri ve içinde sivrildikleri barbarlığın en üst aşaması, bu süreç için özellikle en uygun aşamaydı. Bu da her şeyi açıklıyor.
Homeros’un şiirlerinde Yunan kabilelerinin genellikle daha o zamandan küçük halklar halinde birleştiklerini, bu halkların içinde soyların, fratrilerin ve kabilelerin bağımsızlıklarını hala tamamen koruduklarını görüyoruz. Daha o zamanlar duvarlarla tahkim edilmiş şehirlerde yaşıyorlardı, sürülerin ve tarımın büyümesiyle ve yeni başlayan zanaatla
birlikte nüfus da artıyordu; böylelikle servet farklılıkları da arttı ve bu artışla birlikte eski doğal demokrasinin içinde bir
aristokratik unsur ortaya çıktı. Halklar, en iyi arazilere sahip olmak için ve elbette ganimetler uğruna sonu gelmez savaş­lar yaptılar; savaş tutsaklarının köleleştirilmesi zaten bilinen bir uygulamaydı.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Her ilerleme aynı zamanda görece bir gerilemedir, birilerinin refahı ve gelişmesi diğerlerinin acı çekmesi ve ezilmesi üzerinden gerçekleşir
Evlilikte erkeğin egemenliği/üstünlüğü onun ekonomik üstünlüğünün basit bir sonucudur ve bunun ortadan kalkmasıyla o da kendiliğinden ortadan kalkar.
İlk iş bölümü, erkek ile kadın arasında çocuk üretmek için yapılmıştır
Toplumun başlangıcında kadının erkeğin kölesi olduğu, 18. yüzyıl aydınlanmasından günümüze kalmış en saçma dü­şüncelerden biridir. Tüm yabanıllarda, alt ve orta aşamalardaki tüm barbarlarda, kısmen de üst aşamadaki barbarlarda kadının yalnızca özgür değil, son derece saygın bir konumu vardır.
Sürü, hayvanlarda gözlemleyebileceğimiz en yüksek sosyal gruptur.
Bir zıtlık, karşı kutup olmadan var olamaz; tıpkı bir elmanın yarısını yedikten sonra elde artık bütün bir elma kalmaması gibi.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Mülkiyet eşitsizliğinin yükselmesiyle birlikte, yani daha barbarlığın üst aşamasınds, ücretli emek yavaş yavaş köle emeğinin yerini alır ve bununla eşzamanlı olarak ve bununla bağdaşan bir biçimde, özgür kadınların bir meslek olarak fuhuş yapması, köle kadının kendini baskı sonucunda vermesinin yerini alır.
İnsan da bir meta olabilir; eğer insan köle durumuna getirilirse insan gücü,  değişimi ve sömürülmesi olanaklı bir şey olur. İnsanlar daha değişim başlar başlamaz, bizzat kendileri de değiştirilebilir oldular. 
Ayrıca mülk sahibi sınıfın hiçbir şeye sahip olmayan sınıfı sömürme hakkını ve onun üzerindeki egemenliğini de sürdürüp götüren bir kurum. Ve bu kurum çıkageldi. Devlet icat oldu.
Tek-eşlilik, hiç bir şekilde, bireysel cinsel aşkın meyvesi olmadı; evlilikler, geçmişte olduğu gibi, gene büyükler tarafından kararlaştırıldıklarına göre, tek-eşlilikle bireysel cinsel aşkın hiçbir ilişkisi yoktu. Bu doğal koşullar üzerine değil, iktisadi koşullar [yani, özel mülkiyetin, ilkel ve kendiliğinden ortaklaşa mülkiyet üzerindeki yengisi] üzerine kurulmuş ilk aile biçimi oldu.
Bir kaç erkek kardeş bir kadına ortaklaşa sahip olabiliyorlardı, arkadaşının karısından hoşlanan biri, onunla bu kadını paylaşabiliyordu.
Famulus ev kölesi demektir ve familia bir adama ait kölelerin toplamı anlamına gelir.
Analık hukukunun yıkılması, kadın cinsinin dünya tarihindeki yenilgisiydi. Erkek evde kumandayı eline aldı, kadın değersizleştirildi, köleleştirildi, erkeğin zevkinin kölesi ve salt bir çocuk üretimi aracı kılındı.
Aile, yetiştirilen hayvanlar kadar hızlı çoğalmıyorlardı. Sürüye göz kulak olmak için daha çok insan gerekiyordu; savaşta tutsak olarak alınan düşmanlar bu işe yaradı, üstelik hayvanlar gibi çoğaltılabiliyorlardı.
Geleneksel cinsel ilişkiler eski orman-kökenli naif karakterinden ne kadar uzaklaştıysalar, kadınlara karşı bir o kadar aşağılayıcı ve baskıcı davranmaya başladılar; kadınlar da bir tür kurtuluş olarak inatla bekâreti koruma, yalnızca bir erkekle bir süreliğine ya da kalıcı olarak evlenme hakkını istemeye başladılar.
Günümüzde de, bütün Doğuda için durum böyledir; çok-karılılık, zenginlerin ve büyüklerin bir ayrıcalığıdır ve başlıca kaynağı köle satın
alınmasıdır; halk kitlesi tek-eşlilik halinde yaşar. Ailenin ve devletin kökeni,
erkek ailenin içinde burjuvadır, kadın proletaryayı temsil eder.
ilk iş bölümü, erkek ile kadın arasında çocuk üretmek için yapılmıştır
yetişkin erkeklerin birbirlerine tahammül etmesi, kıskançlıktan azade olmak, hayvanın insana dönüşmesinin yegâne ortamını oluşturan daha büyük ve daha kalıcı grupların kurulmasının ilk koşuluydu.
Kandaş olmayan gensler arasındaki evlenmelerden, beden bakımından olduğu kadar, kafa bakımından da daha sağlam bir soy çıkar; gelişmekte olan iki aşiret birleşince, yeni kafatasları ve yeni beyinler, iki aşiretin de yeteneklerine sahip olana kadar, doğal bir biçimde gelişirler.

Böylece, gens biçiminde örgütlenmiş bulunan aşiretler, geri kalmış aşiretlere üstün gelecek, ya da onları kendilerine benzetecekti.

Grup halinde ailenin bütün biçimleri içinde, bir çocuğun babasının kim olduğu kesinlikle bilinemez, ama anasının kim olduğu kuşkuya yer kalmayacak bir biçimde bilinebilir. Bir ana, her ne kadar ailenin bütün çocuklarını kendi çocukları olarak çağırır ve onlara karşı analık görevleriyle yükümlü bulunsa da, gene de kendi öz çocuklarını öbürleri arasından ayırdeder. Öyleyse, grup halinde evlilik varoldukça, soyağacının yalnızca ana tarafından gösterilebileceği açıktır; demek ki bu durumda, yalnızca kadın-soy-zinciri tanınmaktadır. Gerçekten, bütün yabanıl vr barbarlığın aşağı aşamasında bulunan halklardaki durum budur ve bunu ilk bulgulamış olmak da, Bachofen’in ikinci büyük meziyetidir.
Aile hareketli öğedir, diyor Morgan, asla duraklama halinde değildir; toplum aşağı bir dereceden daha yüksek bir dereceye geliştiği ölçüde, aile de aşağı bir biçimden daha yukarı bir biçime geçer. Buna karşılık, akrabalık sistemleri hareketsizdir; ailenin zaman boyunca sağladığı gelişmeleri, akrabalık sistemleri ancak uzun aralıklarla sağlarlar ve ancak aile köklü bir dönüşüm gösterdiği zaman akrabalık sistemleri de köklü bir dönüşüme uğrarlar.

Marx, buna şunu ekler: Ve genel olarak, siyasal, hukuksal, dinsel ve felsefi sistemler için de durum aynıdır.

Bachofen, Aiskhylos’un Oresteia’sını kahramanlık döneminde, batmakta olan analık hukuku ile doğmakta olan utkun babalık hukuku arasındaki savaşın dramatik bir anlatımı olarak gösterir.
Devlet ezelden beri mevcut değildir.

Bu sınıflar, daha önce ortaya çıkışlarındaki kaçınılmazlıkla, ortadan kalkacaklardır. Onlarla birlikte devlet de kaçınılmaz olarak ortadan kalkacaktır. Üretimi üreticilerin özgür ve eşit işbirliği temelinde yeniden örgütleyen toplum, bütün bir devlet mekanizmasını ait olduğu yere, antika müzesine, çıkrığın ve bronz baltanın yanına gönderecektir.

İnsan da bir meta olabilir; eğer insan köle durumuna getirilirse, insan gücü, değişimi ve sömürülmesi olanaklı bir şey olur. İnsanlar daha değişim başlar başlamaz, bizzat kendileri de değiştirilebilir oldular. İnsanlar bunu istesin istemesin, aktif, pasif durumuna geldi. Toplumun, bir sömüren, ve bir de sömürülen sınıf biçimindeki ilk büyük bölünüşü, en yüksek gelişmesine uygarlık çağında erişen kölelikle meydana geldi. Bu bölünüş, bütün uygarlık dönemi boyunca, sürüp gitti. Kölelik, ilk sömürü biçimidir, antik dünyaya özgü bir biçimdir; onun yerine, ortaçağda servaj ( toprak- bentlik), modern zamanlar da ücretlilik ( salariat ) geçer. Bunlar, uygarlığın üç büyük çağını belirleyen, üç büyük kölelik ( servitude) biçimidir; kölelik, önce açık, ve sonra da az gizli, uygarlığın bütün devirlerinde varlığını sürdürür.
Burjuva anlayaşıyına göre, evlilik bir sözleşmeydi. Hukuksal bir işti.
Aile biçimi, toplumsal sistemin ürünüdür. Onun kültür durumunu yansıtacaktır.
Bu sınıflar, vaktiyle ne kadar kaçınılmaz bir biçimde ortaya çıktılarsa, o kadar kaçınılmaz bir biçimde ortadan kalkacaklardır. Onlarla birlikte, devlet kaçınılmaz bir biçimde yok olur.
Tarihin tanıdığı devletlerin çoğunda, yurttaşlara verilen haklar, ayrıca servetlerine göre değişmişlerdir; bu olgu, devletin, mülksüz sınıfa karşı korunmak için, bir mülk sahibi sınıf örgütü olduğunu açıkça gösterir.
Devlet, sınıf karşıtlıklarını frenleme gereksinmesinden doğduğuna, ama aynı zamanda, bu sınıfların çatışması ortasında doğduğuna göre, kural olarak en güçlü sınıfın, iktisadi bakımdan egemen olan, ve bunun sayesinde, siyasal bakımdan da egemen sınıf durumuna gelen ve böylece ezilen sınıfı boyunduruk altında tutmak ve sömürmek için yeni araçlar kazanan sınıfın devletidir.
Hukuksal bahane olan “kişisel çalışmanın meyvesi olan mülkiyet” fikri
Atinayı yıkan demokrasi değil, özgür yurttaşın çalışmasını yadsıyan kölelik düzenidir.
Halk değil, toprak bölündü
Yeni uygar toplumu, sınıflı toplumu başlatan şeyler, –açgözlülük, zevk, düşkünlüğü, cimrilik, ortak mülkiyetin bencil yağması gibi– en aşağılık çıkarlardır; eski sınıfsız toplumu kemiren ve yıkılmasını sağlayan şeyler, –hırsızlık, zor, kalleşlik, ihanet gibi– en utandırıcı araçlardır. Ve bizzat, yeni. toplum, varlığının ikibinbeşyüz yıllık süresince, küçük bir azınlığın, büyük bir sömürülenler ve ezilenler çoğunluğu zararına gelişmesinden başka hiçbir şey olmadı ve bugün, her zamandan da çok, böyledir
Doğa tarafından verilmiş üstün bir güç oluşturuyorlardı.
Askersiz, jandarmasız, polissiz, soylular sınıfı yok, ne kral, ne hükümet, ne vali, ne yargıç, hapissiz, davasız, her şey düzenli bir biçimde gider.
Kutsal kitapları kendi başına yorumlama özgürlüğü, kiliseye ve dine elini kolunu sallaya salaya girdikten sonra, genç kuşağın bedeni, ruhu, serveti, mutluluğu ve mutsuzluğu üzerinde egemen olmak isteyen eski kuşağın çekilmez kendini beğenmişliği karşısında nasıl durulabilirdi?
Sevilen nesnenin cinsiyeti bile onun için çok az önem taşıyordu.
Gerçekten, üretim araçlarının toplumsal mülkiyete dönüşümüyle birlikte, ücretli emek de, proletarya da ortadan kalkacaktır; öyleyse, aynı zamanda, belirli bir sayıda kadın için (bu sayı istatistiklerden hesaplanabilir), para karşılığı kendini satma zorunluluğu da ortadan kalkacak demektir. Fuhuş ortadan kalkınca, tek-eşlilik tehlikeye düşmek bir yana, sonunda bir gerçek haline gelir, – hatta erkekler için bile.
Kadını kurtuluşunun ilk koşulu bütün kadın cinsinin yeniden toplumsal üretime dönmesidir ve bu koşul karı-koca ailesinin, –toplumun iktisadi birimi olarak ortadan kaldırılmasını gerektirir.
Günümüzde, erkek, çoğunlukla, hiç değilse varlıklı sınıflarda, ailenin dayanağı olmak ve onu beslemek zorundadır; bu durum, ona hiçbir hukuksal ayrıcalıkla desteklenmeyi gereksinmeyen, egemen bir otorite kazandırır. Aile içinde, erkek, burjuvadır; kadın, proletarya rolünü oynar. Ama sanayi dünyasında proletaryayı ezen iktisadi baskının özgül niteliği, kendini bütün sertliğiyle, ancak kapitalist sınıfın bütün yasal ayrıcalıkları kaldırıldıktan ve iki sınıf arasında tam bir hukuksal eşitlik kurulduktan sonra gösterir; demokratik cumhuriyet, iki sınıf arasındaki uzlaşmaz karşıtlığı yoketmez; tersine, bunlar arasındaki savaşımın, üzerinde yapılacağı alanı ilk hazırlayan odur.
Ataerkil aile, ve ondan da çok tek-eşli olan bireysel aileyle birlikte, her şey değişti. Ev yönetimi, kamusal niteliğini yitirdi. Bu iş artık toplumu ilgilendirmiyor: bir özel hizmet haline geldi; toplumsal üretime katılmaktan uzaklaştırılan kadın, bir başhizmetçi oldu. Toplumsal üretim yolunu –ama yalnız proleter kadına– yeniden açan, günümüzün büyük sanayidir; ama bu yol, öylesine koşullar içinde açılmıştır ki, kadın, eğer ailenin özel hizmetiyle ilgili görevlerini yerine getirmek isterse, toplumsal üretimin dışında kalır ve bir şey kazanamaz; buna karşılık, eğer toplumsal üretime katılmak ve kendi hesabına kazanmak isterse, ailesel görevlerini yerine getirmekten uzak kalır. Kadın için bütün çalışım kollarında, fabrikadaki gibi, doktorluk ve hukukçulukta da, durum budur. Modern karı-koca ailesi, açık ya da gizli, kadının evsel köleliliği üzerine kurulmuştur.
Bize miras kalmış bulunan eşitsizlik, hiçbir zaman, kadının iktisadi baskı altında oluşunun nedeni değil, sonucudur.
Yasalardaki ilerleme, kadınların bütün yakınma nedenlerini, gitgide artan bir ölçüde, ortadan kaldırıyor. Modern uygarlığın yasama sistemleri, ilk olarak, evliliğin geçerli olabilmesi için, eşlerin özgürce onadıkları bir sözleşme olması gerektiğini, ikinci olarak da, evlilik süresince, eşlerin birbirine karşı aynı hak ve görevlere sahip olmaları gerektiğini kabul etmektedirler. Eğer bu iki koşul, mantıksal bir biçimde gerçekleşmiş olaydı, kadınlar bütün istediklerine sahip olabilirlerdi.
“Nasıl dilbiliminde, iki olumsuz sözcükten bir olumlama çıkarsa, tıpkı onun gibi, evlilik ahlâkında da, iki fuhuştan bir iffet çıkar.”
Tarihte kendini gösteren ilk sınıf çatışması, erkekle kadın arasındaki uzlaşmaz karşıtlığın karı-koca evliliği içindeki gelişmesiyle; ve ilk sınıf baskısı da dişi cinsin erkek cins tarafından baskı altına alınmasıyla düşümdeştir. Karı-koca evliliği, büyük bir tarihsel ilerlemedir; ama aynı zamanda, kölelik ve özel mülkiyetin yanısıra, günümüze kadar uzanan ve bazılarının gönenç ve gelişmesi, bazılarının da acı ve gerilemesiyle elde edildiğine göre, o her ilerlemenin aynı zamanda görece bir gerileme olduğu çağı açar.
Marx’ın yazmış olduğu gibi, mitolojideki tanrıçaların rolü; kadınların daha özgür, daha saygıdeğer bir duruma sahip bulundukları daha eski bir çağı betimler; ama kahramanlık çağında kadını erkeğin üstünlüğü ve kölelerin rekabeti dolayısıyla iyice aşağılanmış olarak görüyoruz. Daha iyisi, Odise’de Telemak’un anasını nasıl azarladığı ve nasıl susturduğu okunsun. Homeros’ta, ele geçirilen kadınlar, yenenlerin cinsel keyfine teslim edilirler; herkesin bir sırası vardır, şefler hiyerarşik sıralarına göre, en güzellerini seçerler; bütün İlyada’nın, bu köle kadınlardan biri konusunda, Akhilleus ile Agamemnon arasındaki bir çekişme etrafında döndüğü bilinir. Homeros’un azbuçuk önemli her kahramanı için, bu kahramanın çadırını ve yatağını paylaştığı bir tutsak kadından sözedilir. Galip erkek, bu genç kızları dönüşte ülkesine ve karısının yaşadığı eve götürür. Aiskhylos’ta Agamemnon Kassandra’yı böyle götürür. bu köle kadınlardan doğan erkek çocuklar, baba mirasından küçük bir pay alırlar ve özgür insanlar olarak kabul edilirler; böylece, Telamon’un töre-dışı oğlu Teukros; babasının adını taşımak hakkına sahiptir. Yasal karı bütün bunlara katlanmak ama iffetini sıkı sıkıya koruyup, kocaya bağlılıkta kusur etmemek zorundadır. Kahramanlık çağındaki Yunan kadınının, uygarlık çağındakinden daha çok saygı gördüğü doğrudur; ama sonunda, erkek için, kendi meşru mirasçılarının anası, evin en büyük kadın yöneticisi ve içlerinden istediklerini istediği gibi kullanabileceği ve kullandığı kadın kölelerin gözeticisi olmaktan başka bir şey değildir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir