İçeriğe geç

Evrenin Kıyısında Duruyorum Kitap Alıntıları – Shaun David Hutchinson

Shaun David Hutchinson kitaplarından Evrenin Kıyısında Duruyorum kitap alıntıları sizlerle…

Evrenin Kıyısında Duruyorum Kitap Alıntıları

Kapımı kapatmak yerine açık bıraktım. Ufak bir aralık.
“İyi geceler Tommy, tatlı rüyalar. Her neredeysen..”
Depresyon, kazanacağınız bir savaş değildir. Her gün savaşmanız gereken bir mücadeledir. Ama hayatın en güzel tarafı tek başınıza savaşmanız gereken bir mücadele olmamasıdır.
Çünkü eğer bir şey yapamayacaksanız bir şeylerin yanlış olduğunu bilmenin ne anlamı var?
Belki de bazı kapıların ardınız sıra çarpılıp kapanması ve bir daha asla açılmaması dünyanın en korkunç şeyi değildi. Belki bazı kapıların kapalı kalması daha iyiydi. Böylece önümüzde açık duranlara odaklanabilirdik.
Bazen insanın kafasındakini ve kalbindekini ifade etmek için kelimeler kifayetsizdir.
Belki de bazı kapıların ardınız sıra çarpılıp kapanması ve bir daha asla açılmaması dünyanın en korkunç şeyi değildi.Belki bazı kapıların kapalı kalması daha iyiydi.Böylece önümüzde açık duranlara odaklanabilirdik.
Hiç aslında olmamız gereken kişi olup olmadığımızı merak ettin mi?
Çok tuhafsın.
Beni bu yüzden seviyorsun.
Hepimizin kendimize dair nefret ettiği şeyler ve içimizde başkalarına göstermeye korktuğumuz taraflar var. Sürekli birinin bu karanlık yerlere gömdüğümüz çürüyen cesetleri keşfedeceğinden ve bizi hor göreceğinden korkarak yaşıyoruz.
”Sadece Nereye gittiğine çok fazla odaklanırsan kiminle yolculuk ettiğini unutursun. ”
“Hayatın verdikleriyle Mutlu olmayı seçebilirsin,” dedi “ya da hayatın sefalet içinde geçer. Mutluluğu seç. Bu kadar basit.“
“Sevdiğimiz insanları bırakmamız imkansızdır. Onların parçaları, şarapnel parçası gibi içimizde gömülü kalır.”
“Bazen okyanusta tek başıma yüzüyormuşum gibi hissediyorum. Diğer zamanlarda ise okyanus kâğıt bir bardağın içindeymiş gibi hissediyorum.”
Dünya böyle işlemez,Ozzie.Bazı şeyleri kendi kendine öğrenmelisin.
Belki de bazı kapıların ardınız sıra çarpılıp kapanması ve bir daha asla açılmaması dünyanın en korkunç şeyi değildi. Belki bazı kapıların kapalı kalması daha iyiydi. Böylece önümüzde açık duranlara odaklanabilirdik.
“Kader bütün insanlık sana yanlış yolda olduğunu söylediğinde bile bir şeye inanmaktır. Bütün kanıtlar sana aptalın biri olduğunu söylediğinde bile. İnsanların ne dediğinin ya da canını ne kadar yaktıklarının bir önemi yok, kader inanmaya devam etmek demektir.
Tommy bir keresinde bana insanların gerçeği güzel bir biçimde söylemesine gerek olmadığını,gerçeğin kendiliğinden bir güzelliği olduğunu söylemişti.
..dünya size yaşamınız boyunca bir sürü şey sunacak ve önemli olan tek seçim kendi yaptıklarınız.
Hayatımıza giren her insan başka bir yabancıdır, sonra onları tanıyana dek olmalarına ihtiyaç duyduğumuz kişileri onlara yansıtırız. Bir kişiye âşık olmadan önce o kişinin fikrine âşık olmak gerektiğini söylerdi.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Sevginin bir ölçüsü yoktu. Ne metre ne kilogram ne derece. Bir insanın sevgisini bir başkasının sevgisiyle karşılaştırmanın yolu yoktu. Aşk niceliğe meydan okurdu.
Sadece Nereye gittiğine çok fazla odaklanırsan kiminle yolculuk ettiğini unutursun.Varış noktasına tek başına varmanın da bir anlamı yok.
Bazen insanlar etrafa sataştıklarında,başkalarına isimler taktıklarında,aslında kendilerini kastederler.
Olacağı zaman – olacağı varsa – olur.
Sevdiğimiz insanları bırakmamız imkânsızdır. Onların parçaları, şarapnel parçası gibi içimizde gömülü kalır. Her nefes bu parçaların kaslarımızın içinde hareket etmesine, kalbimize yaklaşmasına sebep olur. Ve biz bu acının bizi öldüreceğini düşünürüz ama öldürmez. En nihayetinde bu kıvrımlı kıymıkların etrafında kozaya benzer bir yara dokusu oluşur. Bizim bir parçamız haline gelirler ve zamanla daha az acıtırlar.
Ama bazen iki insan birbirini sevse bile yine de birbirine ait olamayabiliyordu,ikisi de bunu kabul etmek istemese de.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
..onu suçlamak anlamaya çalışmaktan daha kolaydı.
Neil Armstrong ve Buzz Aldrin Ay’a ilk kez ayak basıp da oradan dünyaya baktıklarında bizim savaşlarımızın ve küçük sorunlarımızın ne kadar önemsiz olduğunu fark ettiler.
“Evren ne kadar büyük olursa olsun, seni her zaman bulurum.”
“Biz kim oluyoruz da yargılıyoruz ki? Kitaplardaki normallik tanımına kesinlikle uymuyoruz.”
“Hepimizin kendimize dair nefret ettiği şeyler ve içimizde başkalarına göstermeye korktuğumuz taraflar var. Sürekli birinin bu karanlık yerlere gömdüğümüz çürüyen cesetleri keşfedeceğinden ve bizi hor göreceğinden korkarak yaşıyoruz.”
“Gençsin, beyazsın ve erkeksin. Hayat senin için daha kolay olamaz.”
“Hayatta sonsuz olan tek şey ölümdür.”
“Nereye gittiğine çok fazla odaklanırsan kiminle yolculuk ettiğini unutursun. Varış noktasına tek başına varmanın da bir anlamı yok.”
“Hayatın verdikleriyle mutlu olmayı seçebilirsin ya da hayatın sefaletle geçer. Mutluluğu seç. Bu kadar basit.”
Ama bazen iki insan birbirini sevse bile yine de birbirine ait olamayabiliyordu, ikisi de bunu kabul etmek istemese de.
Sadece ucubeler her an mutludur.
Hayatın en gerçek korkusu, bir daha asla açılamayacak bir kapının yüzünüze kapanmasıydı.
“kader bütün insanlık sana yanlış yolda olduğunu söylediğinde bile bir şeye inanmaktır. bütün kanıtlar sana aptalın biri olduğunu söylediğinde bile. insanların ne dediğinin ya da canını ne kadar yaktıklarının bir önemi yok, kader inanmaya devam etmek demektir.”
Belki bazı kapıların kapalı kalması daha iyiydi. Böylece önümüzde açık duranlara odaklanabilirdik.
Nereye gittiğine çok fazla odaklanırsan, kiminle yolculuk ettiğini unutursun. Varış noktasına tek başına varmanın da bir anlamı yok.
Duygular somut değil. Onları göremezsin, onlara dokunamazsın. Canın yanar ve bunu kimse bilmez. Ama fiziksel acı gerçektir. Akan kanı ya da kırılan kemikleri görebilirsin. Duygulardan çok daha basittir.
Ama seni nasıl bulacağım? Dünya büyük bir yer.
Güven bana, o kadar da büyük değil.
sanki yedi milyar insanın yaşadığı dünyada herkesten tümüyle izole edilmiş gibi hissediyordu.
“bazen okyanusta tek başıma yüzüyormuşum gibi hissediyorum. diğer zamanlarda ise okyanus kağıt bir bardağın içindeymiş gibi hissediyorum.”
“hayatta sonsuz olan tek şey ölümdür. kalan her şey konusunda düşünceni değiştirebilirsin.”
“bazen insanlar etrafa sataştıklarında, başkalarına isimler taktıklarında, aslında kendilerini kastederler.”
“birini sevebilir ve yine de hayatından nefret edebilirsin.”
“bu, kağıt kokusundan da fazlasıydı; açık denizlerin, maceraların ve çok uzaklardaki ülkelerin kokusuydu. her biri yeni yerlere açılan milyarlarca, milyarlarca sözcüğün kokusuydu.”
“telefonlar hayatımıza açılan kapılardır ve hükümet tüm anahtarların birer kopyasını elinde tutar.”
Bazen okyanusta tek başıma yüzüyormuşum gibi
hissediyorum. Diğer zamanlarda ise okyanus kağıt bir
bardağın içindeymiş gibi hissediyorum.
‘Eğer evrenimiz sahte bir boşluksa, gerçek evrende yaşayan insanlar beni uyarmaya çalışıyor olabilirler’
“Life’s truest horror is a door that slams shut that can never be opened again.”
Hayatın en gerçek korkusu, bir daha asla açılmayacak bir kapının yüzüne kapanmasıydı.
Ama bazen iki insan birbirini sevse bile yinede birbirine ait olamayabiliryordu, ikisi de bunu kabul etmek istemese de
“O gece, o kaldırımda bir milyon göz yaşı döktüm ve Tommy her birine değerdi.”
Nasıl bir şey? diye sordu Calvin. Aşık olmak, yani.
Korkuluklara yaslandım. Hepimizin sırları var, anlarsın ya? Hepimizin kendimize dair nefret ettiği şeyler ve içimizde başkalarına göstermeye korktuğumuz taraflar var. Sürekli birinin bu karanlık yerlere gömdüğümüz çürüyen cesetleri keşfedeceğinden ve bizi hor göreceğinden korkarak yaşıyoruz. Calvin’e baktım. Sırtını korkuluklara yaslamış, kollarını göğsünde kavuşturmuştu. Birine aşık olmak ona neleri göstereceğinin, ne yaptığının bir önemi olmadığını bilmektir, o seni asla geri çevirmez.
Bazen keşke sırtımda bir fermuar bulsam da şu derimden soyunup altındaki gerçek beni bulsam diyorum.
“Kader bütün insanlık sana yanlış yolda olduğunu söylediğinde bile bir şeye inanmaktır. Bütün kanıtlar sana aptalın biri olduğunu söylediğinde bile. İnsanların ne dediğinin ya da canını ne kadar yaktıklarının bir önemi yok, kader inanmaya devam etmek demektir”
Sevdiğimiz insanları bırakmamız imkansızdır. Onların parçaları, şarapnel parçası gibi içimizde gömülü kalır. Her nefes bu parçaların kaslarımızın içinde hareket etmesine, kalbimize yaklaşmasına sebep olur. Ve biz bu acının bizi öldüreceğini düşünürüz ama öldürmez. En nihayetinde bu kıvrımlı kıymıkların etrafında kozaya benzer bir yara dokusu oluşur. Bizim bir parçamız haline gelirler ve zamanla daha az acıtırlar.
Ve içerisi bir kitapla haşır neşir olmuş herkesin tanıyacağı, harika bir kitap kokusuyla doluydu. Bu, kağıt kokusundan da fazlasıydı; açık denizlerin, maceraların ve çok uzaklardaki ülkelerin kokusuydu. Her biri yeni yerlere açılan milyarlarca, milyarlarca sözcüğün kokusuydu.
Hayatın en gerçek korkusu, bir daha asla açılamayacak bir kapının yüzünüze kapanmasıydı.
Evren ne kadar büyük olursa olsun, seni her zaman bulurum.
Bazen okyanusta tek başıma yüzüyormuşum gibi hissediyorum. Diger zamanlardaise okyanus kağıtbir bardağın içindeymiş gibi hissediyorum.
Ay’ın bizi öldürmek istediğini düşündün mü, Öz?
Belki de bazı kapıların ardınız sıra çarpılıp kapanması ve bir daha asla açılmaması dünyanın en korkunç şeyi değildi. Belki bazı kapıların kapalı kalması daha iyiydi. Böylece önümüzde açık duranlara odaklanabilirdik.
Hayattaki en ürkütücü şeyler yaradılıştan gelen şeyler değildi; tokmaklı psikopatlar ya da palalı ana kuzuları ve hatta sizi rüyalarınızda öldüren, parmakları hatıradan yanmış adamlar değildi. Hayatın en gerçek korkusu, bir daha asla açılamayacak bir kapının yüzünüze kapanmasıydı.
“O gece, o kaldırımda bir milyon göz yaşı döktüm ve Tommy her birine değerdi.”
“Radyasonu hücrelerimde birikir, onları parçalara ayırır, beni parçalara ayırır ve DNA’mı çift sarmallı düğümlere dönüştürürdü.”
Duygular somut değil,
Onları göremezsin,onlara dokunamazsın.
Canın yanar ve bunu kimse bilmez.
Ama fiziksel acı gerçektir.
Akan kanı ya da kırılan kemikleri görebilirsin.
Duygulardan çok daha basittir.
Belki de bazı kapıların ardınız sıra çarpılıp kapanması ve bir daha asla açılmaması dünyanın en korkunç şeyi değildi.
Belki bazı kapıların kapalı kalması daha iyiydi.
Böylece önümüzde açık duranlara odaklanabilirdik.
Kader,bütün insanlık sana yanlış yolda olduğunu söylediğinde bile bir şeye inanmaktır.
Bütün kanıtlar sana aptalın biri olduğunu söylediğinde bile.
İnsanların ne dediğinin ya da canını ne kadar yaktıklarının bir önemi yok,kader inanmaya devam etmek demektir
Nasıl bir şey? diye sordu Calvin. Aşık olmak, yani.
Korkuluklara yaslandım. Hepimizin sırları var, anlarsın ya? Hepimizin kendimize dair nefret ettiği şeyler ve içimizde başkalarına göstermeye korktuğumuz taraflar var. Sürekli birinin bu karanlık yerlere gömdüğümüz çürüyen cesetleri keşfedeceğinden ve bizi hor göreceğinden korkarak yaşıyoruz. Calvin’e baktım. Sırtını korkuluklara yaslamış, kollarını göğsünde kavuşturmuştu. Birine aşık olamak ona neleri göstereceğinin, ne yaptığının bir önemi olmadığını bilmektir, o seni asla geri çevirmez.
Nereye gittiğine çok fazla odaklanırsan kiminle yolculuk ettiğini unutursun. Varış noktasına tek başına varmanın da bir anlamı yok.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir