İçeriğe geç

Yabancı – Veyl Kitap Alıntıları – Öznur Yıldırım

Öznur Yıldırım kitaplarından Yabancı – Veyl kitap alıntıları sizlerle…

Yabancı – Veyl Kitap Alıntıları

“Çevrendeki insanları gördükçe fark ettiğim bir gerçek var,” dedi sessizliğim üzerine.

Durgun bir sesle, “Nedir?” diye sordum.

“Kaybolmuşsun ve herkes kaybolduğun yeri evin sanmış.” Bakışlarını yoldan ayırmadı. “Bu yüzden bu kadar yalnızdın.”

Benim dünyamda erkekler kadınları paramparça ederek sever.
Bir hayali hiç yaşanmamış sayabilirsin, yeni bir hayal kurabilirsin ama hayatı yaşanmamış sayarak başa saramazsın. Hiçbir anı yok sayıp başa alamazsın.
Uyku, ruhumdaki derin yaralara yapılan pansuman gibiydi.
Son aralık. Kapı kapandı, duvar yıkıldı. Gözyaşı döküldü ve bitti.
Ne geri dönmek istiyordum ne de kalmak. Kaçmak istiyordum ben, ama nereye?
Tanrı, şeytanın inini cennete sakladı.
Sonra sana bir masal anlattım.
Ve seni ölüm uykusuna yatırdım.
Sonra cennet ile cehennem birbirine karıştı; cennetteki ağaçlar cehennem ateşi ile yandı, cehennem çukurlarına cennetin soğuk suları aktı.
Ne şekilde olursa olsun, seni kurtaracağım ama artık bana güvenmeni istemiyorum.
İçimdeki fırtına kana susamış bir halde her yerimde kapanması imkânsız yaralar açıyor ve kanımdan besleniyordu.
Çünkü benim ruhum kapanmayacak yaralarla dolu.
İşte oradaydı, tam boğazımda. Bir öksürükte bütün harfler ağzıma dolacaktı.
İnsan değer verdiği birine nasıl vurabilir ki? Üstelik kadınlar erkeklerin yanında bu kadar masum kalırken
Bilmek ve anlamak arasında çok fark vardı. Hele ki ortada sivri oklar misali duran gerçekleri size güvendiğiniz biri saplıyorsa fark kesinlikle çok büyüktü. Bunca zaman neden kimseye güvenmediğimi bir kez daha hatırlatmıştı bana.
Yıllar birer öğretmen, hayatsa acımasız bir okuldu.
Söylesene, atmosferi yakarak gökyüzünü ateşe vermek mümkün mü?
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Benim dünyamda erkekler kadınları paramparça ederek sever.
olduğun kadar değersiz hissediyor musun kendini?
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Evet, sessizlik. Verilebilecek en gürültülü cevap.
Sebebi ne olursa olsun asırların sırtlanıp günümüze kadar getirdiği bütün hikâyelerin özünde fedakârlık yok muydu?
Ne olursa olsun kendini çaresiz hissetme.
Sana değer verecek insanlar karşına çıkacaktır.
Âşık olduğun adam öyle biri olduğu için üzüldüm.
İnsan değer verdiği birine nasıl vurabilir ki? Üstelik kadınlar erkeklerin yanında bu kadar masum kalırken
Bilmek ve anlamak arasında çok fark vardı. Hele ki ortada sivri oklar misali duran gerçekleri size güvendiğiniz biri saplıyorsa fark kesinlikle çok büyüktü. Bunca zaman neden kimseye güvenmediğimi bir kez daha hatırlatmıştı bana.
Kötülük var olmak için iyiliğe muhtaçtı. Her şey içinde karşıtını barındırırdı.
Hani insan kendisiyle baş başa kalınca geçmişte yaptığı hatalar su yüzüne çıkardı ya, yaşadığım şey tam olarak buydu.
Anılar yıllandıkça tazeliğini yitirir, bu bir umut.’
Mesafeler bir şeylerin yerini dolduracak olan gerçekleri doğuruyordu, hissettiğim şey saf sevgiydi.
Kalbinde birini taşımak sadık olmayı mı gerektirir?
Kontrolünü kaybeden bir insan, mum ateşinde yanarak yavaş yavaş kopan bir ipin parçaları gibi savrulur iki yana.
İnsan kendini evine döneceği için buruk hisseder miydi?
Belki de bir ömür harcayarak biriktirebileceğin bütün duygular o saniyelerde şekillenebilir, ömrüne ince damarlar gibi yayılan bir mürekkeple yazılabilir.
Kendimi bir yazarın durum hikâyesi yazan kaleminin mürekkebine düşmüş gibi hissettim; başı ve sonu olmayan bir hikâyeye can veren kalemin içine gömülmüştüm.
Bu uzak diyarlarda geçmiş hep geleceğin üzerinde intihar edermiş.
Beni ne zaman sadece bir maşa gibi ateşe uzatmaktan vazgeçeceksin?
‘Göz kapaklarının içine görmek istediklerini çizip gözlerini kapatıyorsun ve kendini gözlerinin açık olduğuna, görebildiğine inandırıyorsun.’
Söylesene, atmosferi yakarak gökyüzünü ateşe vermek mümkün mü?
Zekâ evcilleştirilmediği takdirde sahibi parçalar.
Kalbinde birini taşımak sadık olmayı mı gerektirir?
Bir kadının kollarında güvende olduğuu hissetmek sanırım mucize gibi bir şey olurdu.
Ruhumda zamanın bile silemeyeceği izler bırakmıştı.
Ruhum bir denizin yüzeyi gibiydi.
Kendini tek bir erkeğe saklamanın bu kadar güzel görüneceği aklıma gelmezdi.
O neydi? Ruhu cehennemin bu dünyaya düşen gölgesi miydi?
Sesi, bir yazarın sayfanın üzerine kendini bırakarak intihar eden gözyaşını anımsatıyordu.
‘bana verdiği güveni sığdırmak için kazdığım yer yine kendi içimdi.’
Gökyüzü karanlık bir deniz, ay ise o denizin dibine çöken güneşin yüzeye vuran yansıması gibiydi.
İşte şimdi ensenizdeyim, adım ölümün kızıl gölgesi.
Gitmeliydim Bunu çok önceden yapmalıydım
Hayallerin gölgesi düşmezdi yere, oysa ben bir hayal olmak isterdim. Silebilseydim bu dünyadan kendimi değil, gölgemi silerdim
Evet Sessizlik.. verilebilecek en gürültülü cevaptı
Umut insanın kendi topraklarında bulunan ve insanın ruhundan beslenen en büyük düşmandı..
Hayallerin gölgesi düşmezdi yere, oysa ben bir hayal olmak isterdim. Silebilseydim bu dünyadan kendimi değil, gölgemi silerdim.
Sessizlik? Evet sessizlik. Verilebilecek en gürültülü cevap.
Yaşananları kaldırabilmek için kendimi kazdıkça kazıyor, her şeyi içime sığdırmaya çalışıyordum ama bunun nereye kadar böyle gideceğini bilmiyordum. Bir yerden sonra gücümün tükeneceğini ve en dibe, yaşanan her şeyin altına gömüleceğimi biliyordum.
Tanrı, şeytanın inini Cennete sakladı.
Benim dünyamda erkekler kadınları paramparça ederek sever.
Ona hiçbir zaman beni bırakması için yalvarmamıştım, durması için ağlamamıştım; bana ne yaparsa yapsın sadece gözlerinin içine bakmıştım.
Bana ne kadar hakaret ederse etsin, ne kadar zarar verirse versin her zaman yan odaya geçer ve benim ona zarar verdiğimi söyleyerek ağları. İşte o an ben de ağlardım. Ne yaptıklarının suçunu benim üzerime attığı için, ne yediğim dayak yüzünden, ne de kulaklarıma zehirli bir ağ gibi örülen hakaretleri yüzünden Babam ağladığı için ağlardım.
Beni mahvetmişti.
Her babayı kendi baban gibi mi sanıyorsun? İşte oradaydı, tam boğazımda. Bir öksürükte bütün harfler ağzıma dolacaktı.
Ben bu mum gibiyim, dedi yavaşça. Ateşim, yalanlarım. Öyle bir ses tonuyla konuşuyordu ki duvara şeytanın gölgesini düşüreceğini sandım. Sözlerine devam etti. Yalanlarımla kendimi bitiriyorum ama seni de yakıyorum.
Hayallerin gölgesi düşmezdi yere, oysa ben bir hayal olmak isterdim. Silebilseydim bu dünyadan kendimi değil, gölgemi silerdim.
Eve, sessizlik. Verilebilecek en gürültülü cevap.
Ben değişmeyeceğim, dedi net bir sesle. Hiçbir zaman. Ama bana bir şeyler öğretirsen ben onları kendi mayama katarak bir şekilde uygulayabilirim. Bana öğret, haydi. Boş, ruhsuz bakışlar Bana bir yara nasıl sarılır, öğret. Boş ruhsuz bakışlar Bildiğini biliyorum. Bazen ruhumdaki yaraları sarıyorsun.
Gözlerindeki ışığın sönmesine izin verme.
Bu tadı biliyordum. Bütün hücrelerim bir anda duraksamıştı. Bu, imgelerle ve gizli anlamlarla dolu bir şiir gibiydi. Ayrıca Ediz bana ilk kez bu kadar nazikçe dokunuyordu. Dokunuşu o kadar hafifti ki kesinlikle tutku yoktu. Sadece kapımı çalıyordu. Aç kapıyı, ben geldim, dercesine
Acı, düşüncelerimin arasına dalıp kalabalığı dirsekleriyle yararak kendine yol açmaya çalışıyordu. Aklımdan kalbime atlamak ve orada bir yuva kurmaya istiyordu.
Ölüm.
Sadece dört harften oluşan, iki heceli bir kelime. Fakat arkasında o kadar çok şey gizliyor ki bu kelimeyi yazmak için harcanan mürekkeple sayfalar doldurulabilir, sayfalar dolusu çaresizlik bu kelimeyle özetlenebilir.
Zekâ evcilleştirilmediği taktirde sahibini parçalar.
Peki ya şimdi? Kaçtığım neydi? Önüne çıkan her şeyi yutan bir tsunami gibi peşimden gelen geçmişimden mi kaçıyordum? Yoksa gerçeklerden mi? Kimsesizlikten mi kaçıyordum, yoksa kaçtığım yine kendim miydim? Ama zaten ben kimsesizlik değil miydim?
Ruhum bedenimin tümörüydü ve ben onu söküp atmak istiyordum.
Bir an kendimi o kadar dipte hissettim ki geri gidip yoldan geçen bir arabanın önüne atlayarak hayatıma bir romanın etrafa saçılan sayfaları gibi son vermek istedim. Her şey biterdi. Tamamen karanlık Son günlerde neden ölüm gözüme bu kadar güzel görünüyordu?
Hep inandığım bir şey vardı; hüzünlü bakışların çaresizliğin belirtisi olduğunu düşünüyordum ama sert bakışlar Asıl yardım çığlıkları sert bakışların altına gömülüydü.
Tanrı bizi dışarıdan izliyormuş gibi düşünürdük hep ama bazen Tanrı’nın zihnindeymişiz gibi hissederdim. Hepimizin zihninde bir evren vardı ve zihnimizin içindeki insanların zihinlerinde de birer evren kuluçkaya yatıyordu. Belki de Tanrı’nın ölümsüzlüğü buradan geliyordu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir