İçeriğe geç

Tek Yol Kitap Alıntıları – Aziz Nesin

Aziz Nesin kitaplarından Tek Yol kitap alıntıları sizlerle…

Tek Yol Kitap Alıntıları

Gerçekte her yaşam, bitirilmemis bir işle, tamamlanmamis bir sözle son bulur. Ölüm, son sözün noktalanmasi değil, bir sözün yarıda kesilmesi olduğundan, Paşazade de herkes gibi son sözünü soyleyememisti.
Çünkü hiçbir insanın, içinde kendi gerçeğinin de gizli olmadığı bir yalan uydurması olanaksızdı.
” Çok zaman, daha doğrusu herzaman, kendime acımışımdır. Hem de başka birisine acırmışım gibi kendime acırım. Sanki iki kişi olurum, biri bence olmam gereken ama bir türlü olamadığım, öbürüde olmak istemezken olduğum şimdiki insan O olmayı özlediğim, olmam gerektiğine inandığım insan olarak, bu olduğum insana hep acırım. ”
Bizler çok hayal kurarız.Tıpkı şairler gibi Ama biz, şiiri yazıp söylemeyiz de, şiiri yaşarız hayaller kurarak.
Bütün yol ağızları, bütün kapılar kapatılmışsa, yalnızca kötülüğe giden tek yol bırakılmışsa ve insan o tek yola zorla itilmişse, o tek yoldan gitmemek için, yardım istediğiniz ,ellerine sarıldığınız insanlar da sizi ayaktopu yerine koyup
tekmeleyerek ille de o yola itiyorlarsa Yani büsbütün çaresiz kalmışsanız, başka ne yapabilirsiniz ?
Ne yapabiliriz ? Ne yapabilirim ?
Tesadüfler hep durumu iyi olanlardan yanadır.
Çok zaman, daha doğrusu her zaman, kendime acımışımdır.Hem de, başka birisine acırmışım gibi kendime acırım. Sanki iki kişi olurum, biri bence olmam gereken, ama bi türlü olamadığım, öbürü de olmak istemezken olduğum şimdiki insan
O olmayı özlediğim, olmam gerektiğine inandığım insan olarak, bu olduğum insana hep acırım.
İnsanoğlu, nice yalan uydursa yine de kendi gerçeğinden kurtulamazdı; tıpkı insanın içinde bulunduğu zaman ve mekânından sıyrılıp kurtulamaması gibi.
Öyle ayrıntılar vardır ki, onlar, yaşanmadıkça uydurulup anlatılamaz.
Kulenin balkonundan geniş kente,sonra daha yaklaştığımı sandığım gökyüzüne, bulutların arasından sızan ışık demetlerine bakınca, içime serin, ışıklı umutlar doldu Yaşamak Her ne olursa olsun, yine de yaşamak Bu dünya güzeldi.
Bütün gerçekler, gerçek olmadan önce bir hayaldir.
Önceden okuduğunuz bir romanın sonunun, ikinci okuyuşunuzda başka türlü çıkmasını hiç istediğiniz oldu mu? Yada filmde? “Ah bu kez sonu değişik oluverse!” diye içinizde geçirdiniz mi hiç? Bu nedir, bilir misiniz: Bir umutsuz umut
Toplum ne kadar düzensizse, insanlara da o kadar rastlantılar hakimdir, insanlar rastlantıların elinde oyuncak olur.
Evet, biz insanlar gerçekten çok gerçek dışına, gerçek olmayana ilgi duyuyoruz. Hatta gerçeklerden hoşlanmıyoruz bile Yalan, ne çekici!
İnsanoğlu büsbütün kendinden kopuk, yalıtılmış yalanlar uyduramaz. Bu yüzden her yalanda, yalanı söyleyenin bir gerçek yanı da gizlidir.
İnsanoğlu büsbütün kendinden kopuk, yalıtılmış yalanlar uyduramaz. Bu yüzden her yalanda, yalanı söyleyenin bir gerçek yanı da gizlidir.
Her insan, bitirilmemiş bir söz bırakır kendinden sonraya
Gerçekte her yaşam, bitirilmemiş bir işle, tamamlanmamış bir sözle son bulur.
Size bir şey söyleyeceğim: Bir insan yalan söyler, söylediği yalanı da sürdürürse, zamanla kendi yalanına kendisi de inanıyor. Biz, hayatını hapisanelerde geçirmiş sabıkalılar bunu çok iyi biliriz. Arkadaşlarımızın arasında, yirmi-otuz yıl önce uydurduğu bir yalana, anlata anlata zamanla benimseyerek, içtenlikle inananlar pekçoktur. Bu psikoloji, ezilmiş ve bir kurtuluş yolu bulamamış olan insanlarda vardır.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
— İnsanların çoğu alışkanlıklarından kurtulamazlar. Dikkat et, bir insan herhangibir lokantaya gidip ordaki masalardan birine oturunca, oraya başka bir zaman gittiğinde, yine o ilk oturduğu masaya oturmak ister. Üç kez aynı masaya oturmuş biri, dördüncü gidişinde o masada başkasını görürse bayağı tedirgin olur. Otellerde de böyledir.
biz insanlar, gerçekten çok, gerçek dışına, gerçek olmayana ilgi duyuyoruz. Hatta gerçeklerden hoşlanmıyoruz bile Yalan, ne çekici!
Bütün yol ağızları, bütün kapılar kapatılmışsa, yalnızca o kötülüğe giden tek yol açık bırakılmışsa ve insan o tek yola zorla itilmişse, o tek yoldan gitmemek için yardım istediğiniz, ellerine sarıldığınız insanlar da sizi ayaktopu yerine koyup tekmeleyerek ille de o yola itiyorlarsa Yani büsbütün çaresiz kalmışsanız, başka ne yapabilirsiniz? Ne yapabiliriz? Ne yapabilirim?
— Siz daha iyi bilirsiniz, dedi, önemli olan anlatılanın gerçekten yaşanmış olup olmaması değil, bizi inandırmasıdır. Bundan da önemlisi, anlatılan ister gerçekten yaşanmış olsun ister olmasın, bize bir gerçeği, hayatın bir gerçek yanını anlatmış, göstermiş olmasıdır.
— Biz romanı okurken, romanda anlatılanların gerçek olup olmadığını, gerçekten yaşanmış mı değil mi, hiç düşünmeyiz dedi.
— Evet.
— Yani yalan da olsa yazılanlar, önemli değil. Uydurma, yalan olduklarını bile bile niçin okuruz romanları. Üstelik anlatılanların gerçek olmadığını, yaşanılmadığını biliriz de yine de o uydurmalardan etkileniriz, duygulanırız, üzülür, ağlar yada seviniriz. Nasıl oluyor bu?
“Yüz kuşaktan beri Müslüman aileden olanlara hiç aldırış etmeyen insanlarımızın, yeni Müslüman olanlara verdiği değeri, yani enayiliğimizi keşfettim.”
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Avrupa’da, Amerika’da, her nerde olursa olsun, geçim sıkıntısı çeken yoksul Hıristiyanlar memleketimize gelip de, “İslam dinini kabul ettik!” deseler, bizim yamalar içinde tek şalvarı olan yoksullarımız bile, yamalı tek şalvarlarını ayağından çıkarıp ona verirler, yemez yedirirler. Nasıl olup da Hıristiyanların bizi büsbütün donsuz, pabuçsuz bırakmak için bunu düşünmediklerine şaşarım.
“Hiçbir sürü başıboş olmaz. Her davar sürüsünün bir sahibi vardır, bir çobanı vardır, bir de çoban köpeği vardır. Çoban köpeğiyle çoban bikaç tane olabilir ama sürünün sahibi bir tanedir. Halk da sürüye benzer. Başında sahibi olarak bir bey ya da ağa bulunacak. Ondan sonra işte senin gibi şeyhi olacak, bir de kendini koruyacak eşkıyası ve adamları olacak ”
Dağların kralı olması için, kendinden başka eşkıya kalmayacak. Krallıkla eşkıyalık birbirine tıpkı benzermiş. Bir ülkede iki kral, bir dağda iki eşkıya olamazmış.
Hapisanelerin bir yasası vardır: Hırsız hırsızdan çalmaz.
Candarmanın işi ayrı, eşkıyanın işi ayrı Allah her bir kulunun rızkını ayrı bir yoldan yaratmış. Doktorlar var diye hastalar yok mu? Doktoru da var çok şükür, hastası da İşte bunun gibi, eşkıyanın işi başka, candarmanın işi başka. Kimse kimsenin işine karışmaz. Karışmaz dedikse, aradabir karışır ya
Önemli olan nedir, bilir misin? Haksızlığa uğrayınca yada başına bir bela gelince, insanın ayağının sürçmemesi, sendelememesi, yere yuvarlanmaması, dik durabilmesidir. Bikez ayağın sürçtü de, sendeledin de yıkıldın mı, yandın artık; ondan sonra insanlar seni ayaktopu gibi birbirlerine atarak senden kurtulmaya çalışırlar. Hani çocukların bir yakartop oyunu vardır ya, işte öyle bir yakar ayaktopu olursun.
Hiçkimse, içinde kendi gerçeği bulunmayan yalanı uyduramaz.
Hırsızlar kendi çaldıkları yerden, başkalarının da çalmasını istemezler. Hele haberleri olmadan çalınmasına hiç katlanamazlar. Büyük hırsızlar, korudukları küçük hırsızların ne kadar çalabileceklerini kendileri belirleyecekler ki, onlar da kendilerine “Allah ömürler versin efendim” desinler.
Biz insanlar hiç akla gelmeyen raslantıların elinde oyuncağız.
__Önceden okuduğunuz bir romanın sonunun ,ikinci okuyuşunuzda başka türlü çıkmasını hiç istediğiniz oldu mu ?
Hiç şunda kafir suratı var mı?
Kadın desem kadına benzemiyor ,erkek desem erkeğe benzemiyor
__İnce işler
__İnce işler ya
Ulan, bu ne biçim laf?
Sosyal adaletmiş !.. Ne demek? . Bunlar benim bildiğim ,düpedüz kızıl gavur lafları,komünist lafları
Sussssss!
__ Ulan, sen sakalından katır kuyruğuna bağlanıp bu dağlarda sürütülecek herifsin.
Saç ekmeği peynir kavurma, sovan bazlama Açlıktan neredeyse bayılacağım. .
Beş dakikalık yaşantımız içine sığabilecek olasılıklar sonsuza dek uzatılabilirse ,bütün bir yaşam boyu başımıza gelecekleri bir düzene koymaya çalışmanın ne boş bir çaba olduğu ortaya çıkar ..
Ulan kelek, gazetelerin Allah bir dediğine inanmayacaksın
Biz insanlar hiç akla gelmeyen raslantıların elinde oyuncağız.
Oysa ben onun gözlerinin yalnız görmeye yaradığını, ağlamayı bilmediğini sanırdım.
insanoğlu, büsbütün kendisinden kopuk, yalıtılmış yalanlar uyduramaz.
Uydurduğu yalanlarına önce kendisi inanmış olduğu için de, anlattıkları inandırıcı ve etkili oluyor, dinleyicileri de inandırıyordu.
Gerçekte her yaşam, bitirilmemiș bir işle, tamamlanmamış bir sözle son bulur. Ölüm, son sözün noktalanması değil, bir sözün yarıda kesilmesildir.
Her insan, bitirilmemiș bir söz bırakır kendinden sonraya
“Kendilerini başkalarıymış , başkalarını da kendileriymiş gibi anlatarak , var olduklarını çevrelerine , çağlarına ,bütün dünyaya ispata çalışırlar.”
Hayattan korkuyoruz, kendi kendimizden korkuyoruz, zor olandan korkuyoruz, başkalarından korkuyoruz, başka yolları denemekten korkuyoruz.
Her ne koşulda ve hangi konuda olursa olsun insanların yalnızca tek seçenekleri olması, seçeneksiz olmaları, yani özgür olmamaları demekmiş.
“Başka hiçbir yol yoktu,” dedi mi bir insan, yani hertürlü çözümü salt tek yol çözümüne bağladı mı, işte o zaman kendi kendini dolandırmaya başlamış demektir.
Çünkü dolandırıcılık karşılıklı olur, iki yanlı olur. Dolandıranla dolandırılan, ikisi de birbirini kandırmak ister.
Yaşadıklarını yaşamamış olmayı , başka bir biçimde —kendi dilediği biçimde — yaşamış olmayı istiyordu.
Ne olur, o olamayacak şey oluverse de, olmuş olan başka türlü olsa
Kötülüğünün, kötülük yapmaktan başka hiçbir amacı yoktu.
Dolandırıcının tam başaracağı sırada yakalanmış olması, başarmış olanın da dolandırdığı sırada yakalanmamış olmasıdır.
Hep hayal kurar, olmayacak şeylere kendimizi inandırmaya çalışırız.
Her insan, bitirilmemiş bir söz bırakır kendinden sonraya
Gerçekte her yaşam, bitirilmemiş bir işle, tamamlanmamış bir sözle son bulur. Ölüm, son sözün noktalanması değil, bir sözün yarıda kesilmesi olduğundan, Paşazade de herkes gibi son sözünü söyleyememişti.
Uzak, çok uzak, tanınmayacağım biyerde yaşamak istiyordum.
Korkulacak o kadar çok şey var ki Hayattan korkuyoruz, kendi kendimizden korkuyoruz, zor olandan korkuyoruz, başkalarından korkuyoruz, başka yolları denemekten korkuyoruz.
“Bir ihtimal daha var o da ölmek mi dersin?”
Ölümüne bu denli üzüleceğimi bilmezdim. Çok üzüldüm. Bunca çaba gösterip de bitürlü düzgün bir yaşama kavuşamadan ölmüş olmasına üzülmüştüm belki de.
Şimdi size dosdoğrusunu söyleyeyim. Ben Atatürkçü değil miyim? Hem de nasıl Biz okulda tam Atatürkçü olarak yetiştirildik. Atatürk’e saygım sonsuzdur. Ama benim o kentte yaptığım, düpedüz sahte Atatürkçülüktü, kendimi ancak böyle koruyabiliyordum.
Bir insan yalan söyler, söylediği yalanı da sürdürürse, zamanla kendi yalanına kendisi de inanıyor.
Yılmak yok bir memleketi ancak öğretmenler ordusu kalkındırabilir. Kim ne derse desin, gerisi laf
“Girmedi tarz-ı hayatım biçime/ Sıçayım böyle hayatın içine!
Kızgınlığını dışa vurmak yok, duygularını belli etmek yok. E kendini tuta tuta. içine ata ata ne olur? Sinir bozulur.
Biz romanı okurken, romanda anlatılanların gerçek olup olmadığını, gerçekten yaşanmış mı, değil mi hiç düşünmeyiz
Toplumda kendi hayatlarını kendileri yaparak başarmış olanlar kaçta kaçtır? Başarmış olanlar sivriliyor. Toplumda da onların sözleri geçiyor, geçerli oluyor. Şimdi ben çıksam da, Toplum ne kadar düzensizse, insanlara da o kadar rastlantılar hâkimdir, insanlar rastlantıların elinde oyuncak olur.” desem, bana kim inanır? Diyorum da size, inanıyor musunuz? Şu başıma gelenleri, şu yaşamı ben kendim mi yaptım, kendim mi istedim? Ben hep bu başıma gelenlerin tersini istemiş ve yapmaya çalışmıştım.
Doğru, şaşılacak şey, hep ters rastlantıların benim başıma gelmesi Bunun ne demek olduğunu başına gelmeyenler bilemez. Dikkat ediniz, tesadüfler hep durumu iyi olanlardan yanadır. İşte böyleleri, İnsan kendi hayatını kendi yapar, derler.
Cezaevi kitaplığında epiyce kitap vardı. Kitap demirbaş defterine bakılırsa, kitaplardan çoğu kitaplıktan eksilmişti. Bunların aşırılmış olduğu açıktı. Ama aşırılanlar, kitaplıkta kalanlara göre değersiz olanlardı. Değerli kitapları beğenmemiş olacaklardı ki, onları almamışlardı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir