İçeriğe geç

Elveda Alyoşa Kitap Alıntıları – Oya Baydar

Oya Baydar kitaplarından Elveda Alyoşa kitap alıntıları sizlerle…

Elveda Alyoşa Kitap Alıntıları

Bin duraktır dünya: Kaldırım taşları arasında inatçı, inançlı çiçeklerin tutunmaya, açmaya, solmamaya çabaladıkları
Doğuda, Batıda ne varsa hepsi çökmeye, değişmeye mahkum. Ama biliyorum: Yeni gelecek. Çocuklar doğdukça, yeninin tohumları eskinin bağrında filizleniyor işte.
Masallar binlerce yıldır Doğuyu terkettiklerinden beri, peygamberler de artık Doğudan çıkmıyor.
Uğruna duvarların yıkılıp yıldızların, bayrakların, inançların, hayatların yerlerde çiğnendiği ‘özgürlük’, binlerce yılda, ‘pazar özgürlüğü’ olmayı bit adım bile aşamadı mı?
Ben duvarı kendi ellerimle, kendi inancımla, sarsılmaz doğrularımın taşlarıyla ördüm.
İnsan sıcaklığı, sevgi, duygu, inanç, umut, delil dosyalarının soğuk karanlığının malıdır çoktan. Özenle toplanıp büyütülmüş anılar, dostluklar, sevgiler, yazılar, kitaplar, sevdiğiniz, inandığınız her şey sorgu ve işkence odalarının soğuk karanlığında çıkar karşınıza.
Bayraklar, yıldızlar, inançlar yerlere düşmemiş, umut yenilgiye, hüzün acıya, inanç inkara dönüşmemişti. Meta ge pazar, insanı tam teslim almamıştı daha.
Acıları masala, pişmanlıkları şakaya, eziklikleri sabra, özlemleri sevgiye dönüştürmenin sırlarını bilir miydin gerçekten? Issız ve karanlık yollarda tek başına söylenen bir türkü gibi yaşamanın, çiçekleri okşayarak baştan çıkarmanın, gerçekle hayal arasındaki keskin ve belirsiz çizgiyi aşabilmenin büyülü anahtarına sahip miydin?
Yüzün açık, duru, gölgesiz, dingin. Meydan okumanın, hayatı yenmenin yeni bir biçimi, yenilgiye teslim olmamanın, yenilgiyi yenmenin bir başka yolu belki.
Unutmuşum Düğünler yapılırdı cenaze törenlerinin ardından. Sevişilirdi iki ölüm arasında. Sadece yayın, bildiri değil, silah da taşırdı genç gelinler. Unutmuşum genç yüreklerin ölmeyi bildiği gibi sevmeyi de bildiğini.
İşimiz; işsizlik: O bizi öldürmesin diye zamanı öldürmek
Bir duraktır Frankfurt. Baharda çiçekli, rengarenk, cıvıl cıvıl bir durak. Bin duraktır dünya. Kaldırım taşları arasında inatçı, inançlı çiçeklerin tutunmaya, açmaya, solmamaya çabaladıkları
Sen ‘yaşlanmak’ diyorsun, ‘yabancılaşmak’ diyorum ben. Ve sürgün, yüzüne, gözlerine, sesine, yüreğine usulcacık, sinsice senin aynanda kendimi seyrederek, sessiz ve çaresiz bekliyorum
ben seni, duvarın öte yanından, kurtarılacak dünyadan gelen umutsun diye; inançlarımın, kimliğimin, doğrularımın, dev aynalarında tasdikisin diye sevdim. Güvenli, mağrur, muzaffer kimliğimin derinliklerinde gizlenen korku dolu, ürkek çocuk kuşkularına Batı’dan gelen etkili bir ilaç, sarsılmaz bir kanıtsın diye ve belki de kadınlığını bile öne çıkarmaya gerek duymayan, iddiasız, özgür, huzur dolu güvenin için sevdim.
ben seni, duvarın öte yanından, kurtarılacak dünyadan gelen umutsun diye; inançlarımın, kimliğimin, doğrularımın, dev aynalarında tasdikisin diye sevdim.
Zamanı öldürmeye sabah 8 ‘ de başlıyoruz.Önce saniye saniye sonra dakika dakika sonra saat saat işkenceyle ölüyor zaman
Proletarya, sosyalizmi bir gerçekliğe dönüştürmeyi başaramazsa, hep birlikte ortak kıyametimizi yaşayacağız.
İki bira, bir de çay! Çay neşeli olsun!
Zamanı öldürmeye sabah 8’de başlıyoruz. Önce saniye saniye, sonra dakika dakika, sonra saat saat işkenceyle ölüyor zaman.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Bir duraktır Frankfurt. Baharda çiçekli, rengârenk, cıvıl cıvıl bir durak. Bin duraktır dünya. Kaldırım taşları arasında inatçı, inançlı çiçeklerin tutunmaya , açmaya, solmamaya çabaladıkları
Soyut ve anlaşılmaz avangart bir tiyatro oyununda, sözlü rolü bile olmayan bir figüranım ben. Öyle sessiz hüzünlü, yabancı geçip gidiyorum sahneden.
Yüreğinde söylenmemiş sözlerin söyleneceği korkusu
Tüketilmeden noktalanan, yarım kalmış bir sevginin buruk anısı
Mevsimsiz soğukların yaşandığı yağmurlu, kasvetli bir sonbahar günüydü. Kış erken gelmişti; demir soba köşede çıtır çıtır yanıyordu.
Bir gün yanlışlar suç, yanılgılar günah olmaktan çıktığı zaman her şey daha açık, daha duru görülecek. demiştin.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Sahte özgürlük bayrakları yere indiğinde; özgürlük boyasına boyanan şu acımasız,köhne çarkın boyaları döküldüğünde, bizim hayal edip de başaramadığımız dünyayı, belki de bu çocuklar yaratacaklar.
Onu hiç sevmedim ben. Gerçekte hiç tanımadım. Çocuktum. Sevmek için tanımak, anlamak gerektiğini bilmiyordum.
Çağın değiştiğini görmek, değişime uymak zorundayız.

Ne olur bu kadar doğru, gerçekçi, akıllıca konuşma Alyoşa!

Günü kısaltmak için bölerdik, hep bölerdik. Kahvaltı, havalandırma, öğle yemeği, kahve saati, okuma, çay molası, akşam yemeği Zamanı öldürmez, geçirirdik.
Ben soğuktan, yağmurdan kaçıp Boğaz’ın yeşiline, mavisine dalmışım. Bir yanım minarelere tırmanmış çoktan, bir yanım cıvıl cıvıl Eminönü Meydanı.
Sekiz saatlik iş gününü tamamladığımızda,bu korkunç işin korkunç paydodunda, hepimiz kendi yalnızlığımızı, kendi sıkıntılarımızı, kendi acılarımızı ellerinden tutup yine sokaklara çıkarıyoruz. Çalışma Dairesi’nin düzenli raflarında ya da dev bilgisayarların belleklerinde bir kart, bir numara, bir istatistik puanı oluyoruz yine.
İşimiz: İşsizlik; işimiz: O bizi öldürmesin diye zamanı öldürmek.
Kimileri alıştılar, yerleştiler çoktan.Belki ardlarında bunca yıl, bunca anı, bunca savaş yoktu da ondan.Ya da belki daha güçlü, daha özlüydü kökleri.Ya da kimbilir, belki savaşlarını birlikte taşımayı başardılar yabancı topraklara.
Postacı, bugün yirmi yılı getirdi çantasında. Kapı kalabalıktı. Hayır, Frankfurt’taki evin kapısı değil, Fatih kongresinin yapıldığı salonun kapısı. Kapıdan içeri sokmak istemiyorlardı seni. Kızıl pazıbentli ve merkez destekli genç koruyucuların gözünde haindin o zamanlar.
Bir daha gelmeyeceğini, gelsen de aramayacağını, bir resmi resmî toplantıda, bir konferansta, belki bir başka ülkede, bir başka kentte karşılaşsak da, birbirimizin yanından hafif bir baş selamıyla, iki yabancı gibi geçeceğimizi düşündüm.
Ayrılırken, bir daha ne zaman gelebileceğini her zamanki gibi sen söylemedin, ben sordum. Belki bir ay sonra, dedin, gittin.
Bu kaçıncı özgürlüğüm, kaçıncı ölümüm benim..
Sevmek için tanımak, anlamak gerektiğini bilmiyordum.
Çiçekler sevgiyi anlar.
Öyle uzakta ki ama ne gidilir ne görülür,
Yakın mısın, uzak mısın, dost musun, düşman mısın, bilmiyorum. Seni eskisi kadar seviyor muyum, sevmiyor muyum bilmiyorum.
Gözlerin yanıltmaz, gözlerin bana yalan söyleyemez
Lenin, Basel’de sürgün yıllarında, köprünün yanındaki kahvede otururmuş hep. Duvarda güzel bir fotoğrafı vardı. Geçende kahveye uğradım. Baktım, son olaylardan sonra resmi indirmişler oradan. Yerine Madonna’nın bir resmi asılmış.
Sessizce ağlıyorsun karşımda. Çaresizim. Sen hiç ağlamayan, hiç kendini ele vermeyen, sen!..
Birer birer çöken kalelerin altında kalan devrim hayalimizin, sosyalizm umudumuzun, daha güzel bir dünyaya ve dünyayı ellerimizle kuracağımıza olan keşişçe inancımızın simgesiydi.
Ne olur eskisi kadar aldırmaz, coşkulu, hesapsız, aceleci, öfkeli, uzlaşmasız ol.
Ne olur bu kadar doğru, gerçekçi, akıllıca konuşma Alyoşa!
Her şey yıkılıyor Duvarlar, kaleler, şatolar, yıldızlar, heykeller, hayaller, inançlar, değerler, geçmişe bağlanan her şey Her şey tuzla buz, paramparça!..
Merhaba yeni dünya!
Elveda Alyoşa!..
Masal bitmesin Alyoşa, korkuyorum! Masal şatoları yıkılmasın. Cadılardan, devlerden kaçarken yolunu yitiren çocuklara yollarını gösteren yakuttan masal yıldızları yere düşmesin, parçalanmasın!..
Soyut ve anlaşılmaz avangard bir tiyatro oyununda, sözlü
rolü bile olmayan bir figüranım ben. Öyle sessiz, hüzünlü, yabancı, geçip gidiyorum sahneden.
Bugün aynada kendimi gördüm. Ne kadar yaşlanmışım. Sen yaşlanmak diyorsun, yabancılaşmak diyorum ben.
Bitkiler bile kendi topraklarını ararlar gelişmek için. Ne kadar iyi toprak olsa da değiştirdin mi yerlerini, küsüverirler. Kök salamazlar bir türlü, sürgün veremezler.
Alışmak, yerleşmek Yıllardır inatla karşı koyduğumuz, direndiğimiz, korktuğumuz duygular.
Sen yaşlanmak diyorsun, yabancılaşmak diyorum ben.
Sen yaşlanmak diyorsun, yabancılaşmak diyorum ben.
Yapabileceklerini, yapabileceklerimizi yapamamış olmanın, çaresiz yenilgilerin kırık döküklüğüydü.
Nasıl yaşlanacağını, yüzüne nasıl yaşlı bir görünüm geleceğini merak ederdim hep.
İçimizde dalga dalga kabaran,isyana dönüşen bir özlem
Adı adam. Baba adı yok. İsa’dan 1990 yıl sonra, tanrı artık hiçbir kadından çocuk yapmıyor; babasız çocuklar ve bakire analar da artık mucize sayılmıyor. adam’ın doğum yeri beytlehem değil berlin. masallar binlerce yıldır doğu’yu terk ettiklerinden beri, peygamberler de artık doğu’dan çıkmıyor .
Anımsadın: Özgürlük, farklı düşünenlerin özgürlüğüdür.
Anımsadım: Henüz kaybetmedik; nasıl öğreneceğimizi unutmadıksa, yine kazanırız.
Hiçbir aşk sözcüğü söylenmedi aramızda. Hiç soru sorulmadı. Hiç kavga etmedik, hiç söz vermedik, hiç bağlanmadık bir birimize. Buluşurken, konuşurken, sevişirken özgürdük. Yasamız yoktu, tarihimiz, sınırlarımız da. Farklı yönlerden esen rüzgarlar gibi, belirsiz bir zamanda, belirsiz bir yerde buluşurduk. Dünya küçüktü ve bugünüyle olmasa da yarınıyla bizimdi.
Ben duvarı kendi ellerimle, kendi inancımla, sarsılmaz doğrularımın taşlarıyla ördüm. Bu yüzden varlığından huzursuz olmadım, utanmadım. Aksine, sevdim onu. Kaçınılmaz, zorunlu bir çirkinlik, biraz acı da olsa iyileşmek için içilmesi gereken ilaç saydım.
Bugün aynada kendimi gördüm. Ne kadar yaşlanmışım.

Sen yaşlanmak diyorsun, yabancılaşmak diyorum ben.

Dur postacı,dur ucundan tutayım. Dur! Çantan ağır. Çantan da yıllar, çantan da ülkeler var. Çantanda tüm gençliğimiz, tüm umutlarımız,tüm savaşlarımız ve yenilgilerimiz var. Dur!
Bir yara , geçmişte değil gelecekte acıyor şakağında
Sen yaşlanmak diyorsun,
Yabancılaşmak diyorum ben
bir daha asla yakalanamayacak güzel bir geçmişe duyulan özlem
Bir duraktır dünya : Kaldırım taşları arasında inatçı, inançlı çiçeklerin tutunmaya , açmaya , solmamaya çabaladıkları
Biz yabancıyız bu şehirde Biz yabancıyız da her şehirde
Bitkiler bile kendi topraklarını ararlar gelişmek için. Ne kadar iyi toprak olsa da değiştirdin mi yerlerini , küsüverirler . Kök salamazlar bir türlü , sürgün veremezler
Oralar hep apartman oldu sen görmeyeli
Sen yaşlanmak diyorsun , yabancılaşmak diyorum ben
Yalnızlığımızdan , yabancılığımızdan duyduğumuz sinsi korkuyu yenmek için dudağımızın kenarına iliştirdiğimiz ve artık bir kas kasılmasına dönüşüp uykuda bile bizi terk etmeyen , mahçup , iki yüzlü bir gülümsemedir
Bir şehir değildir Frankfurt
Kırk yılın yenilgilerinin yüküyle ağırlaşmış eski bavullar üstünde , geciken bir şafağın sabırla beklendiği bir sabahçı kahvesidir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir