İçeriğe geç

Eşq Kitap Alıntıları – Elif Şafak

Elif Şafak kitaplarından Eşq kitap alıntıları sizlerle…

Eşq Kitap Alıntıları

İnsan öyle karmaşık bir varlıktır ki kendine cenneti de yaşatır cehennemi de. İnsan en şerefli mahlûktur.
Yüceden yüceyiz ve de bayağıdan bayağı. Bunun mânâsını tam kavrayabilseydik, şeytan’ı dışarıda değil, içimizde arardık. Bize lâzım olan kendimizi didik didik tahlil etmek. Hatayı başkalarında bulmak değil.
Rumi diyor ki aşk dışarda bulunan bir şey değildir. İçerden gelir.
Tek yapmamız gereken içimizde bizi aşktan alıkoyan engelleri bulup kaldırmaktır.
İnancın büyük olsun ama inancınla büyüklük taslama!
Önce diyorsun ki: Dünyada bir ben varım!
Sonra: Bende bir dünya var!
Ve en nihayetinde: Ne dünya var, ne ben varım!
Oysa insan bilmediği şeyden korkar.
Şayet insanları cehennemle ürkütüp cennetle teşvik etmeseydi, insanlık çığırından çıkar, dünya feci bir yer hâline gelirdi. Korkutulmaya da ödüllendirilmeye de ihtiyacımız var.
Büyük balık küçük balığı, zalim mazlumu yer! Hayatta kalmanın tek yolu var: savaşmak.
Geçmiş, zihinlerimizi kaplayan bir sis bulutundan ibaret. Gelecek ise başlı başına bir hayal perdesi. Ne geleceğimizi bilebilir, ne geçmişimizi değiştirebiliriz. Sufi daima şu an’ın hakikatini yaşar.
Şu dünya bir dağ gibidir, ona nasıl seslenirsen o da sana sesleri öyle aksettirir. Ağzından hayırlı bir laf çıkarsa, hayırlı laf yankılanır.
Şer çıkarsa, sana gerisin geri şer yankılanır.
Öyleyse kim ki senin hakkında kötü konuşur, sen o insan hakkında kırk gün kırk gece sadece güzel sözler et. Kırk günün sonunda göreceksin her şey değişmiş olacak. Senin gönlün değişirse, dünya değişir.
Her şey ve herkes görünmez iplerle birbirine bağlıdır. Sakın kimsenin ahını alma; bir başkasının, hele hele senden zayıf olanın canını yakma. Unutma ki dünyanın öte ucunda tek bir insanın kederi, tüm insanlığı mutsuz edebilir.
Ve bir kişinin saadeti, herkesin yüzünü güldürebilir.
Birinci Kural: Yaradanı hangi kelimelerle tanımladığımız, kendimizi nasıl gördüğümüze ayna tutar. Şayet Tanrı dendi mi öncelikle korkulacak, utanılacak bir varlık geliyorsa aklına, demek ki sen de korku ve utanç içindesin çoğunlukla. Yok eğer, Tanrı dendi mi evvela aşk, merhamet ve şefkat anlıyorsan, sende de bu vasıflardan bolca mevcut demektir
Aşkın olduğu yerde er ya da geç ayrılık vardır
Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken; sen ‘Hiç’ ol…
Aşk yoksa “ibadet” bir kuru kelimeden, yan yana gelmiş altı harften ibaret. Dışı kabuk, içi oyuk. İnsan aşkla ve aşkta iman etmeli;
Şu dünyada yaşanan çatışma ve savaşların bir “din sorunu” değil, “dil sorunu” dur.
Kendimi ihmal edilmiş hissediyorum ama gene de ona kırgın değilim.
Seni daha tanımadan özlüyorum.
Şimdiye değin nasıl yaşadıysan, gene öyle yaşayacaksın sanırsın. Sonra beklenmedik bir anda biri çıkar gelir. Etrafındaki kimseye benzemez. Kendini bu yeni insanın aynasında görmeye başlarsın. Var olanı değil, sende eksik olanı gösteren sihirli bir aynadır o. Ve sen bunca zaman aslında hep bir eksiklik duygusuyla yaşadığını, bilmediğin bir şeye hasret çektiğini anlarsın.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Aşık olmayana aşk kuru bir kelimeden ibaret. Yarı palavra, yarı safsata. Âşık olmayan bunu anlayamaz, olansa anlatamaz. Öyleyse nasıl söze dökülebilir aşk, kelimelerin hükmünü yitirdiği yerde?
Cenneti ve cehennemi illâ ki gelecekte arama. İkisi de şu an burada mevcut. Ne zaman birini çıkarsız, hesapsız ve pazarlıksız sevmeyi başarsak, cennetteyiz aslında. Ne vakit birileriyle kavgaya tutuşsak; nefrete, hasede ve kine bulaşsak, tepe taklak cehenneme düşüveririz.
Sevdiğim sen benim gülüşümsün,
dünyamsın, aldığım nefesim,
geçmişe çizgi çekişimsin.
Sen benim gülüşünde mutluluğu bulduğu koca yürekli adamsın.
Aşk çöllerde susuz kalmak,
okyanusta boğulmak gibidir.
Seni gördüğüm günden beri içtiğim su gönlümde ki ateşi söndürmez oldu.
Sen beni benden edensin.
Çok müsaitti gözlerin sevilmeye, azıcık bakayım derken içine düştüm…:)
ne kadar saklarsa saklasın, sadakatsizliğin kendine has bir kokusu vardı.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Sevdiğim sen benim gülüşümsün,
dünyamsın, aldığım nefesim,
geçmişe çizgi çekişimsin.
Sen benim gülüşünde mutluluğu bulduğu koca yürekli adamsın.
Seni gökyüzüne anlattım yağmur yağdı,
bahara anlattım çiçek açtı.
Seni geceye anlattım gün doğru,
yıldıza anlattım ışık oldu.
Seni anlattığım her şey can buldu.
Sen koca bir mucizesin sevdiğim.
Bütün umutları çocukluğumda bıraktım
Düzenim bozulur, hayatım altüst olur diye endişe etme.
Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden iyi olmayacağını ?
Tebrizli Şems
Deli bakışları yüzüme değince güneşe yüz sürmüşçesine ateş bastı içimi.
Ben ne kadar susarsam susayım kelimeler bana rağmen sinemi yırtıp çıkıyorlar bedenimden.
Ne tam olarak buradayım, ne başka bir yerde. Bir hayalet gibiyim kalabalıklar içinde. Herkese küskünüm, kırgınım, elde değil. Nasıl hiçbir şey olmamış gibi hayatlarına devam edebiliyorlar?
Aşk yeryüzündeki en eski, en dirençli gelenektir. Âşık dışlanır ama dışlayamaz. Âşık incinir ama karıncayı bile incitemez. Âşık olunca anlarsın. Yüreğin bir kadife keseye dönüşür, içinde sırma bir yumak; sen bu yufka gönüle kimselere kıyamazsın. Yaşayan ve yaşamış âşıkların safına katılırsın.
… Edep bilenler başkadır,
Kimsenin aşkın inceliklerine vakit bulamadığı bir dünyada “aşk şeriatı” daha büyük önem kazanmakta.
Zira her ne kadar bazıları aksini iddia etse de, aşk dediğin bugün var yarın yok, cici bir histen ibaret değildir.
Aşktan ve tutkudan daha önemli şeyler vardı bir evlilikte:
Karşılıklı hoşgörü, şefkat, anlayış, saygı ve sabır gibi…
Bütün umutları çocukluğumda bıraktım
Şimdilerde kelimelere itimadım kalmadı
Her maktul katilinde yaşamaya devam eder. Kabil Habil’i öldürdükten kelli, hiçbir katil kurtulamamıştır kurbanının emanetini yüklenmekten.
Çünkü aşk, hayatın asıl özü, esas gayesidir. Mevlâna’nın bizlere hatırlattığı üzere, gün gelir, herkesi, ondan köşe bucak kaçanları bile, hatta romantik kelimesini bir suçlama gibi kullananları dahi kıskıvrak yakalar aşk.
Kader, hayatımızın önceden çizilmiş olması demek değildir. Bu sebepten, “ne yapalım kaderimiz böyle” deyip boyun bükmek cehalet gös-tergesidir. Kader yolun tamamını değil, sadece yol ayrımlarını verir. Güzergâh bellidir ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir. Öyleyse ne hayatının hâki-misin, ne de hayat karşısında çaresizsin.
“Eğer bir yaran varsa, ki bence var, yarayı uyuşturmak başka, tedavi etmek başka”
İnancın büyük olsun ama inancınla büyüklük taslama!
Aşkın olduğu yerde, er ya da geç ayrılık vardır.
Şayet “aşktan önce” ve “aşktan sonra” aynı insan olarak kalmışsak, yeterince sevmemişiz demekir.
Geçmiş, zihinlerimizi kaplayan bir sis bulutundan ibaret. Gelecek ise başlı başına bir hayal perdesi. Ne geleceğimizi bilebilir, ne geçmişimizi değiştirebiliriz.
Şu dünyada yaşanan çatışma ve savaşların bir din sorunu değil, dil sorunu olduğuna inanıyordu. İnsanlar sürekli birbirlerini yanlış anlıyor, birbirleri hakkında yanlış hükümlere varıyordu. ‘Yanlış çevirilerle yaşıyorduk. Böyle bir dünyada herhangi bir konuda ısrarcı olmanın ne anlamı vardı? En güçlü kanaatlerimiz dahi basit bir yanlış anlamadan kaynaklanıyor olabilirdi. Zaten hayatta hiçbir konuda sabitfikirli ve katı olmanın gereği yoktu; zira yaşamak demek habire değişmek demekti.
İnsan bildiği şeyden bahsetmeli, bilmediğinden değil.
Ya aşkı öğret bana, ya da aşkın yokluğunda üzülmemeyi .
Nede olsa kalbimin en güzel dualarısın artık senin gülüşüne aminim
pek çok insan için tevekkül etmek,pasif kalmak demek;halbuki tam tersine. Tevekkül,kabulün ve uyumun getirdiği som bir huzur hâlidir.
Bütün umutları çocukluğumda bıraktım
Her insan açık bir kitaptır özünde. Okunmayı bekler. Her birimiz yürüyen, nefes alan kitabız aslında, yeter ki özümüzü bilelim
Her hakiki aşk, umulmadık dönüşümlere yol açar. Aşk bir milat demektir. Şayet aşktan önce ve aşktan sonra aynı insan kalmışsak yeterince sevmemişiz demektir.
Bütün umutları çocukluğumda bıraktım
Bu dünyada canımı en çok sıkan şey büyüklük taslayan insanlardı.
Başkalarından saygı, ilgi ya da sevgi bekliyorsan, önce sırasıyla kendine borçlusun bunları. Kendini sevmeyen birinin sevilmesi mümkün değildir. Sen kendini sevdiğin hâlde dünya sana diken yolladı mı, sevin. Yakında gül yollayacak demektir.
‘Ya aşkı öğret bana, ya da aşkın yokluğuna üzülmemeyi.’
Hayatı o kadar ciddiye alıyorsun ki, ruhun yaşlanmış senin.
Akşamları dışarı çıkıp insanlara karışmak yerine koltuğa uzanıp güzel bir kitap okumayı tercih ederdi.
Ne kadar az bilirsen bilmek istemediğin şeyleri, o kadar az incelir derin, incinir kalbin. O kadar az kanarsın. Böyle bakınca aslında, cehalet o kadar da kötü bir şey değildi.
Eğer düşünüp soru sormazsak, hıyardan, lahanadan ne farkımız kalır?
Bu dünyada pek çok insan başkalarının sefaletinden beslenir.
Düşenin belini doğrultup toparlanmasını istemez, yeryüzünden bir sefil eksilse rahatsız olur.
Aşk kafiyesizlere kafiye, gayesizlere gaye, canı sıkkınlara bir nebze heyecan ve haz sunmanın dışında neye yarardı bu yaban dünyada?
Başlı başına bir dünyadır aşk.Ya tam ortasındasındır, merkezinde,ya da dışındasındır hasretinde
İnsan, aklını aç ve muhtaç bir bebek farz edip kaşık kaşık bilgiyle doyurmalı. Ama nasıl ki bazı yiyecekler bebeğe ağır gelirse, bazı bilgiler de akla ağır gelir, onu da unutmamalı.
Ne tam olarak buradayım,ne başka bir yerde.Bir hayalet gibiyim kalabalıklar içinde
Aşkın olduğu yerde er ya da geç ayrılık vardır ..
Bilmeyen birine, meşe palamudu alçakgönüllü ve kırılgan gözükür. Hâlbuki, ileride dönüşeceği o mağrur ve koskoca meşe ağacının taşıyıcısı, habercisidir. Tabii gören göze!
Etiketler:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir