İçeriğe geç

Türk Aynştaynı: Oktay Sinanoğlu Kitap Alıntıları – Emine Çaykara

Emine Çaykara kitaplarından Türk Aynştaynı: Oktay Sinanoğlu kitap alıntıları sizlerle…

Türk Aynştaynı: Oktay Sinanoğlu Kitap Alıntıları

Türkiye’nin en birinci sorunu tepeden tırnağa aşağılık duygusuyla kıvranmasıdır. En kötü hastalıktır bu, tedavisi de en zordur. Aşağılık duygusundan nasıl kurtulursun? Biz tarihte şöyleydik, böyleydik , hamasi sözlerle olmaz. Bir şeyler yaptıkça, sorguladıkça, sonuca ulaştıkça atılır bu duygu.
Ben baktım, Türk bayrağı, Atatürk karşımda, cam çerçeveli olduğu için bayrağın üstünde kendi yansımamı görüyorum. İçimden yemin ettim, dedim ki: Gideceğim ve kısmetse orada söz sahibi olacağım, ondan sonra gelip o namussuzlarla burada uğraşacağım. O zaman anlamıştım ki burada kalırsam Amerika’nın kölesi olurum, oraya gidersem Amerika’nın efendisi olur, buraya gelip onlarla daha rahat mücadele ederim.
Sokağın toprağını, kirini, süpüre süpüre bitiremezsin . İnsan kendi doğrultusunda gitmeli.
Araştırma olmadan üniversite olmaz. Bunun birçok nedeni var: Eğitim açısından önemli çünkü üniversite seviyesinde ve lisansüstü seviyede bir öğrenci bir şeyi yaparak ve hocasının kılavuzluğunda öğrenir. Bu da bizden, 700-800 yıl önce Avrupa’ya geçen sistem: Usta-çırak usulü gibi. Yaparak öğrenme en iyi öğrenmedir. Yoksa birisi anlatsın, sen orada masal gibi dinle, kafa salla, olmaz. Kendisi de bir şey yapacak, etkileşim olacak; öğrenci sorunlarla karşılaşacak, kafası karışacak ki bir şey yaratsın. Bizde eğitim şimdilerde, hani kafa boş bir kutu, açıyorsun ve içine bir şeyler tıkıyorsun gibi görünüyor. Birtakım ezber laflar. Zaten onun için bizim üniversitelerde öğrencilerin soru sorması neredeyse yasaktır. Sorarsa hoca kızar. Böyle şey olur mu?
Sokağın toprağını, kirini, süpüre süpüre bitiremezsin . İnsan kendi doğrultusunda gitmeli.
Vatanı, milleti için her fedakarlığa hazır bir taban gerekiyor. Bu taban son elli yılda hayli eritilmiş, kafası, gönlü karıştırılmış birbirine düşen kesimler, dışa bağımlı sahte aydınlar, ekmek parasını yabancıdan bekleyen, ufak çıkarlar hesabı içinde vatanın geleceğini düşünemeyen, daha da acısı vurdumduymazlaşmış kalabalıklar oluşturulmuştur. Bu durumda gerçek bir önder çıkabilse bile başarılı olması ihtimali azdır. Şimdi yapılacak iş, hızla bu toplumun yeniden kaynaşmasına, bilinçlenmesine, vatanını milletini kendisinden önce düşünen insanların çoğalmasına önayak olmaktır. Oktay Sinanoğlu
Okulda artık öğretilmiyor, lafi bile küçümseniyor, hatta yasaklanıyor bile olsa siz kendiniz bol bol Türk edebiyatının her türlüsünü (divan, tasavvuf, halk, Cumhuriyet devri edebiyatları), gizli veya açıktan Türk düşmanlarının yazdığı değil, ulusunu, ülkesini sevenlerin yazdığı Türk tarihini okuyun. Unutmayın ki Türk olmak bir kafa ve gönül meselesidir. Türk; kültürüyle, diliyle, ata sevgisiyle Türktür. Soy sop meselesi karıştırarak o her şeyimizi borçlu olduğumuz şerefli atalarımızı karalamaya çalışan iç düşmanların kitaplarına, yaygaralarına kulak asmayın. Kültür genleri, ırk genlerinden daha önemlidir. Son birkaç yıldır, Türk’ü tarihinden atasından soğutma amaçlı düşman yayınlar ortalıkta, sokak tezgahlarında kol geziyor. Yazanların kendileri Türke karşı ırkçılık yapıyorlar, zaten hiçbir anlamda kendileri Türk değiller; takma adları sizi yanıltmasın. Oktay Sinanoğlu
Sadece az buçuk İngilizce öğrenmekle adam olunur aldatmacasına, velileriniz kanmış olsa bile siz kanmayın. Onları belki de sizin eğitmeniz gerekecek. Bulabilirseniz Türk okuluna, yani derslerin Türkçe olarak verildiği okullara gidin. Konuları ezbere değil derinine sorgulayarak, kendi beyninize, düşünce yapınıza mal ederek, düşünerek, meseleler çözerek öğrenin. Konulara merak sarın, not için çalışmayın. En sevdiğiniz işlerle uğraşmanızı sağlayacak bir meslek, bir dal seçin. O meslekte, o dalda yararlı olacak bir yabancı dili, ayrıca öğrenin. Bülbül gibi konuşup yabancıdan ayırt edilemez gibi olmanız hiç şart değil. Yabancı dille eğitim yapan bir okula gitmek zorunda kalırsanız konuları kendiniz Türkçe kitaplardan anlayarak öğrenin. Öğretmenlerinizin Türkçe anlatmasını isteyin, maddi imkanınız olursa Türkçe ile anlamanızı, gerçekten öğrenmenizi sağlayacak özel hoca tutun. Yabancı okul için (veya YÖK için) bildiğiniz kavramların yabancı dildeki karşılıklarını, terimleri öğrenmeniz o zaman birkaç günlük iş olacaktır. Bilim dili matematiktir. Matematiğe ağırlık verin. Hangi dalda olursanız olun, ne kadar çok matematik öğrenirseniz o kadar üstün başarıya ulaşırsınız. Oktay Sinanoğlu
Dış ülkelerden, onların yerli kuyruklarından medet ummayın. Gayeleri bize yardımcı olmak değil, Türk adını tarihten silmektir. Dünyanın neresinde olursanız olun, kimliğinizi, Türk dilini, Türk tarih bilincini, binlerce yıllık gelenek ve inançlarımızı kaybetmeyin. Dış ülkelerde, ne kadar kimliğinizi korursanız, yabancılar da size o kadar itibar edecektir. Başkasını taklit etmeyin. Kendi yolunuzu çizip azimle yürüyün. O zaman herkes sonradan sizi taklit edecektir. Eğitimde, önce bir meslek, gerçek bir beceri, bir “altın bilezik” sahibi olmaya bakın. Ne yaparsanız yapın, en iyisini yapın. Siyasetçinin, bilimcinin en kötüsü olunacağına tamircinin parmakla gösterilen en iyisi olmak yeğdir. Oktay Sinanoğlu
Türkiye’de adet haline gelmiş göstermelik işlerden kaçının. Sırf üniversite bitirdi desinler diye veya ananız babanız Amerika’da mastır yaptı diye övünebilsin diye yükseköğretime gitmeyin. Sonunda ancak kendinizi kandırırsınız. Temel gayeleriniz, kendinizin ufak çıkarları ötesinde, kendinizin dışında, bu ülke, bu ulus, Türk dünyası, Avrasya, insanlık için olsun. Yüksek hedefleriniz için çalışın. O zaman kendi durumunuz da kendiliğinden düzelecektir. Maddiyatla maneviyatı dengeleyin. Formülümüz, “bilim+gönül”dür. Bu iki kanadın biri eksik olursa ne kendinize ne ulusunuza ne de insanlığa hayrınız dokunur. Gündelik siyaset, çıkar grupları, dışardan güdümlü gizli veya açık “cemiyet”lerden uzak durun. Oktay Sinanoğlu
Heralde Yeşil Kart ile Amerika’da en uzun bulunma rekoru bendedir. Hatta kart öyle eskimiş ki, ABD’ye giriş yaparken, her defasında Amerikan görevli, “Bu ne? Amerikan vatandaşı olsana” diyordu. Nihayet yeşil kartın yenisini verdiler. Amerikan vatandaşı olsaydım, kendime saygım kalmaz, geceleri de uyuyamazdım. Eskiden bu gibi hissiyat Türkiye’de yadırganacak bir şey olmadığı gibi, öyle hissedenler çoğunluktaydı. Otuz yılda bak milleti ne hale soktular. Şimdi de “açlıkla terbiye” ediyorlar. Ayarlı basının ayarlı, sahibinin sesi, köşe yazarlarından biri geçenlerde, Avrupa Birliği’ne girmenin yararlarından diye, “O zaman bu ay yıldızlı pasaport ile Avrupa kapılarına gitmenin utancından kurtulacağım” diyor. Allah, bu millete acısın. Oktay Sinanoğlu
İngilizlerin, Amerikalı veya Kanadalıların eğitimbilim (pedagoji) kitaplarını açıp bakın: “Yabancı dille eğitim yaptırdığın zaman insanlar düşünemez hale gelir” diyor. Böylece sömürgecinin maşası bir sınıf ortaya çıkıyor. Şimdi düşünün; öğretmen yarım yamalak bildiği bir dilden, senin yarım yamalak öğrenmekte olduğun bir dille fiziğin en derin kavramlarını anlatıyor. Kendi dilinde anlatsa bile anlaman zor. Bir de yabancı dil, yani Tarzanca ile kim nasıl öğrenecek? Sadece ezberci züppe insanlar, Cengiz Aytmatov’un tabiriyle “mankurtlar” yetişir böyle. Fizikte asistan olmuş birisi daha Newton Kanunu’nun içeriğini anlamıyor. Olacak şey değil! Oktay Sinanoğlu
YÖK protesto edilirken de asıl mesele unutuluyor; adam sana kendi dilinde eğitimi neredeyse yasak etmiş, Türkçe üniversiteleri, Türkçe bilimsel yayınları kaldırmış, kimse buna ses çıkarmıyor. Eskiden hıfzısıhhada çocuk yaşta bir araştırmaya şahit olmuştum; attan kan alınacağı için burnuna kocaman bir mandal takılırdı. Sonra da doktor boyuna kocaman bir iğne batırıp kan alırdı. Zavallı atın haberi yok; burnu çok hassas olduğu için mandalla meşgul; kanının alındığını fark etmiyor. İşte durum bu. Oktay Sinanoğlu
Yakında resmi dil İngilizce olursa hiç şaşırmayın, insanların kafaları böyle boşaltıldığı için de itiraz değil kabullenme olur. Batı, Türk adını tarihten silmek için uğraşıyor. Gerçi Anadolu’ya gittiğimde ve oradaki konuşmalarda çok umutlanıyorum. Çünkü o ayarlı eğitimden geçmemiş, kafası yıkanmamış halk durumun farkında ve ulusal bilince sahip. Oktay Sinanoğlu
Geçenlerde Turgay Bey ile bir konuşmadan çıkıp taksiye bindik. Arabanın aynasında üstü Amerikan bayrağı boyalı karton bir Noel Baba asılı. Biz de konuşmada ülke elden gidiyor diye bağırmışız, çağırmışız. “Bu da ne oluyor?” dedik. Şoför ODTÜ mezunu bir makine mühendisiymiş, iş bulamamış şoförlüğe başlamış, ayda beş yüz milyon kazanıyormuş ve hayatından memnun olduğunu ifade ediyor. İyi, dedik. Turgay Bey, ülke elden gidiyor diye nutuk çekmeye başladı, genç adam ise “bana ne” diyor. Turgay Bey’e, boş ver, uğraşma, ABD açısından ODTÜ, Bosphorus Ü., böyle adamlar yetiştirmek için kurdurulmuştu. Tabii oralardan da “imalat hatası”, ciğeri bütün insanlar da yetişebildi. En korkunç şey kafaların sömürgeleştirilmesidir. Ve bizde bu oldu artık. İnsanlar aldırmıyor ve kafalar sömürgeleştirilince senin neyin varsa alıp götürürler. Topraklarını da alırlar, sen de orada köle olursun. Oktay Sinanoğlu
Her ülkenin milli hedefleri vardir ve bilim, teknik, araştırma, sanayi, iktisattaki hedefler, devletin hedeflerine ve siyasetine bağlıdır. Olmadan bu olmaz, mesela eğitimde bir milli hedefin, tarzın, meşrebin oluşu, bilimde ve eğitimde milli hedeflerinin oluşu o ülkenin siyasetine bağlıdır. Her ülkede bilimle siyaset iç içedir. Bilim/teknik, araştırma siyaseti, sanayi ve tarım siyasetine, onlar iktisadi genel siyasete, öbürü şuna derken sonunda hepsi dış siyasetine bağlıdır. Bu konuların hiçbirinde 50 senedir Türkiye’nin kendi siyaseti yoktur. Atatürk’ten beri, hele İnönüden sonra hiç yoktur. Oktay Sinanoğlu
Ki zaten bütün sömürgelerde böyle olurmuş, sömürgeci, kurban ülkede sahte bir aydın sınıf, aracı, acentacı iş hayatı müesseseleri, işbirlikçiler türetip uzaktan onlarla idare edermiş. Açın Batı’nın kendi bilim adamlarının, tarihçilerinin yazdığı, 500 yıldır görülmüş sömürge ülkelerdeki ortak özellikleri sergileyen, “Fetihler ve Kültürler” (Thomas Sowell, “Conquest and Cultures”, [Basic Books/Perseus Publishers, New York 1998]) gibi kitaplara bakın. Bu sınıfların, ulus-devleti, milleti, milli kültürü savunan ve sesini halka duyurabilen insanlara tavır almaları, el altından engellemeleri, baltalamaları gayet doğaldır. Ülkesinin, ulusunun istikbali, bekası, refahı, haysiyeti, şerefi, köle olmaması için mücadele edecekler, bu güçlükleri göze almak zorundadırlar. Oktay Sinanoğlu
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Bin senedir Batı, Haçlı seferleriyle Türkün işini bitirmeye uğraşıyor ve Haçlı kafası hiç değişmemiştir. Aynen daha beter olarak Rusya’sından ABD’sine kadar bütün Batı dünyasının temelinde bu yatar; son yıllarda iyice artmıştır da. Batı inanılmaz derece de bağnazdır. İnsan hakları edebiyatı yaptıklarına bakmayın. Batı milletleri birbirlerine karşı bile acımasızdır. Hepsinin gözünü doymak bilmez bir maddiyat hırsı bürümüştür. İnsanın hele hele Asya, Afrika halklarının onların gözünde köle olarak kullanılmaktan öte bir değeri yoktur. Dünya tarihinde gerçek insanlık anlayışı ancak ve ancak binlerce yıldır birbirini takip etmiş Türk devletlerinde olagelmiştir. En son, bunun en bariz örnekleri Osmanlı Türk devleti zamanında görülmüştür. İşte bakın şimdi, Osmanlı Türkünün çekildiği her coğrafyada Batı marifetiyle kan gövdeyi götürüyor. Bunu inkar etmek için akıl, bilgi, mantık ve ciğer (“gönül”ün amiyanesi) noksanı olması gerek. Batı dört beş yüzyıl öncesine kadar bilimleri de, tıbbı da ve insanlık anlayışının ne olduğunu Türkler’den öğrendi. (Sonuncusunu tam öğrenir gibiyken, tekrar unutuverdiler). İşte bu Batı, Türkiye’yi, Türk dünyasını karşısında bir daha büyük güç olarak görmek istemiyor. Dolayısıyla en yoğun yıkıcı etkinlikleri burada. Türkün köküne, kültürüne, diline, geçmişine makas atılıyor. Oktay Sinanoğlu
Gönül bir umman, vakit ise küçük bir sandal. Oktay Sinanoğlu
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Görüşlerimiz ne olursa olsun temel iki davada milletçe birlik olmalıyız. Ülken elden gidiyor, razı mısın? Değilim. Tamam. Türkçe elden gidiyor, Türk adı tarihten silinecek, buna razı mısın? Değilsin, tamam. Bu iki temel davada hepimizin birleşmesi gerekiyor ve bu konuda da millet, samimi olanlar birleşebiliyor. Halk birleşebiliyor. Her kesimden, en sağdan en soluna kadar aynı müspet tepkiyi ve tezahüratı gördüm çok şükür. Oktay Sinanoğlu
Dillerin arasında yapısıyla, binlerce yıllık kurallarıyla, matematiğe en çok benzeyen dil Türkçe, Türkçe lehçeleridir. Dolayısıyla anadili Türkçe olanların düşünce yapısı, daha küçükten matematiğe en yatkın biçimde gelişiyor. Hal böyle iken, Türkiye’de herkesin, çoluk çocuğundan, kaymakamına, doçentine kadar herkesin mantıksız kuralsız, üretme yeteneğinden yoksun abuk sabuk Tarzan İngilizcesi yokuşuna sürülmesi ve matematiğin tamamen ihmal edilmesiyle düşünemez, sorgulayamaz, çözümleyemez bir toplum oluşturuluyor. Bu koşullar gönüllü sömürge kafalılığı da beraberinde getirir. Oktay Sinanoğlu
“Herkes gider Mersin’e, biz gideriz tersine” sözü Türkiye’de menfi anlamda kullanılır, halbuki doğrusu, herhangi bir şeyde -bilimde de öyle- “herkes Mersin’e gidiyorsa” sen kendine yol bulup tersine gitmelisin ki, herkesin yapmadığını, yapamadığını yapasın. Herkesin yaptığını yaparsan sonunda özel bir kazancın olmaz. Oktay Sinanoğlu
Millet işi gücü bırakıyor, Tarzan İngilizcesi öğreniyor. Neye hazırlık? Türkçeyi unutup ilelebet sömürge olmaya mı? Türk adının tarihten silinmesine mi? Ayrıca, o hazırlık sınıfı İngiliz kitaplarına bir bakın, teknik, mesleki İngilizce mi öğretiyor? Hayır. Sadece beyin yıkama. Bir iki yıl milletin vakti heba oluyor. Ben diyorum ki, “Hazırlık sınıfı diye bir olay yoktur dünyada”. Şöyle bir kurgu aklıma geliyor: Şimdi Batılılar duymuş ki, herkes dünyada üniversiteyi dört yıl okurken, Türkiye’de beş altı sene okunuyor. Telaşlanmışlar, “Vay Türkler galiba büyük bir hamle yapacak, eyvah” diyorlar. “Bir iki sene fazladan ne öğretiyorsunuz? Matematik mi? Bilgisayar mı?” diyorlar. “Bizi geçeceksiniz” diye telaşlanıyorlar. Yok işte Tarzan İngilizcesi öğretiyorlar, denince, bunlar kah kah gülmeye başlıyor. “İyi tamam, siz devam edin!” sonra içlerinden, “Oh oh bunlar hapı yuttu”. Oktay Sinanoğlu
Türkiye’de geçen, yaşamımın en mutlu, en güzel, en verimli günlerinin yanı sıra niye bazı olumsuzluklardan da bahsediyorum, biliyor musunuz? O şahıs, bu şahıs, isimleri önemli değil. Gıybetten ise ne hoşlanırım ne de tasvip ederim. Bizim geleneğimize sığmaz. Anlattıklarım bu büyük millete, onun gençliğine ibret olsun, ona bir hizmet olsun diye. Bu millet 50 yıl içinde bölük pörçük edildi, özellikle bu eğitimsizlik sisteminden geçenler, belki farkında olmadan yabancı güdümünde kendi değer yargılarına, binlerce yıllık Türk tarihi birikiminden gelen manevi değerlerine, kendi halkına düşman kesildiler. Bu durumun somut örneklerle anlatılması gerekiyor. Oktay Sinanoğlu
Asistana normalde yer verilir. Benimle çalışacak olanlara masa, mekan da vermiyorlar, git kantinde çalış, ben yoksam benim odamda çalış, diyorum. Heralde beni olumsuz yönde etkileyeceklerini sanıyorlardı, öyleyse, yazık, hayal kırıklığına uğradılar. Ben yedi düvele, ne kurtlarla çocuk yaştan beri boğuşmuşum. Kim takar böyle ufak tefek şeyleri. Ben şefkat hissediyorum onlara, bu sistemde böyle olur diyorum içimden. Günah onların değil; günah, bu ülkenin tarihi değerlerini, yüce kimliğini, gençliğini, geleceğinin teminatı olması gereken “milli eğitim”ini, dilini, şimdi de vatan topraklarını, yeraltı yerüstü zenginliklerini, iki paralık Amerikalılar’a, İngilize, içi geçmiş eski dilber Avrupa’ya ve de onların yerli beşinci kolu haysiyet fukaralarına peşken çekenlerin. Oktay Sinanoğlu
İlkel, kafasız bırakılmış, kimliği kaybettirilmiş ülkelerde böyle olur. Ne eğitim ne araştırma var. Her şeyin göstermeliği. Oktay Sinanoğlu
Kurban ülkelerde belirli makamlara gelen veya getirilenlere bir şeyler telkin edilir, onlar da yapar. Tek mesele telkin edilenleri yapmayacak yapıda olanları belli yerlere getirmemektir. Önceleri, yabancı dille eğitim gibi uzun vadede en korkunç düşman oyunlarını kimse bilmiyor zannettim, anlatırız, anlarlar dedim. Sonra baktım bile bile yapılıyor. 40 senedir bu böyle. Öyle ülkelerde, hangi fırkadan (partiden) olurda olsun bu işlerle uğraşanların çoğu “cemiyet”le bağlantılıdır, ülkülemi (ideolojisi) “dünya devleti, tek bayrak, tek dil” olan ya da öyle bilinen cemiyet. Aslında birilerinin dünya hâkimiyeti için çalışmak. Yoksa herkes kardeş olsun, barış içinde yaşasın; herkes aynı imkanlara sahip olsun, oh ne güzel ama gayeleri o değil ki. 1700’lerde kurulan gizli cemiyetlerin gayesi şudur: “Ufak bir zümre bütün dünyaya hakim olsun.” Oktay Sinanoğlu
Demirel o zaman Mehmet Sağlam’a sormuş, “Senin yerine kimi YÖK Başkanı yapayım?” diye. Gazeteler yazmışlar bunu. “Kimi yaparsan yap da Kemal Gürüz’ü yapma” demiş Mehmet Bey de. Peki, neden Demirel Kemal Gürüz’ü YÖK başkanı yapmış? Demirel’in Kemal Gürüz’e çok büyük aşkı olduğundan değil. Gürüz, tüsiad tarafından zaten bu iş için hazırlanıyor, kamuoyuna pazarlanıyordu. Kemal Gürüz’ün fikri yapısını da anladım kaç yıldır yaptıklarına, beyanlarına bakarak. Eğitim milli olmayacak, Türkçe ile bilim, eğitim olmayacak Gelir gelmez birkaç rektörü değiştirdi, o gelenler de, Türkçe eğitimle ünlü olmuş çok köklü birkaç üniversitemizi İngilizceye çevirdi. Başta İTÜ ( İstanbul Teknik Üniversitesi; 250 yıllık “Mektep-i Mühendishane”) Oktay Sinanoğlu
Kelime çıplak bir şey değildir, söylediğinde o kültüre bağlı olarak bir çağrışım bulutunu hâvidir, onun için dili değiştirirsen o çağrışım bulutları gider, kültürün gider. Oktay Sinanoğlu
Gönül bir umman, vakit ise küçük bir sandal.
Batıda bilim teknik, maddi bilimler ve akıl tamam, vardır ama Asya’da bir de manevi bilimler vardır; tek biriyle yürümez, eksik kalır. İkisi kartalın iki kanadı gibidir, tek kanatla uçulmaz, ikisini bağdaştırmak lazım, iç alemle dış alem arasında köprü kurmak lazım. Doğu ile Batı arasında köprü kurmak gibi, bilim ve teknolojiyle insan ahlakı, insanlık anlayışı arasında köprü kurmak lazım. Oktay Sinanoğlu
Aslında benim en büyük buluşum, İngiliz ve Amerikan numaralarıyla Türkçeyi yok etmek üzere yola çıktıklarını anlamam; hissediyordum, başka ülkelerdeki uygulamaları da biliyordum. Bir ülkeyi sömürge haline getirmeniz için —artık modern dünyada savaşla topla tüfekle olmuyor— dilinden başlayacaksınız. Oktay Sinanoğlu
Başka ülkelerde bilim adamı yetiştiği zaman ekoller, araştırma merkezleri kuruluyor ve bütün dünya duyuyor, o ülke için de birçok yarar sağlıyor. Türkiye’de bu işleri yaptırtmıyorlar. Sadece şahısların özelliği değil bu, derin siyaset. Batı Türkiye’nin kendi kaderine sahip çıkmaması için baltalıyor. Bize bir şey yaptırmamaları yalnız aşağılık duygusunun ve onun doğal sonucu olan kıskançlıktan değildir; o da vardır da hiç önemli değil. Asıl önemlisi, bu engellemelerin dışardan ayarlı “İngiliz Muhipleri Cemiyeti”nin devamı gizli, bazısı yarı açık cemiyetler kanalıyla Türkiye’yi beyinsiz, araştırmasız, sorgulamasız bırakmak için yapılmasıdır. ABD, Türkiye’yi Nato’ya dahil edince, 1950’lerde ilk yaptığı iş Atatürk’ün kurduğu uçak fabrikasını söktürtmek oldu. Yaptırtmazlar. Bizden alın, veriyoruz ya, niye yapıyorsunuz derler. İş temelde bozuktur. Oktay Sinanoğlu
Bu Batı insanlarında “Maşallah, “Allah daha nice nice yılları nasip etsin” gibi manevi zenginliklerle dolu, insanların birbirlerine şefkat ve sevgilerini belirten ince sözler yok. Türkiye’dekiler bu gibi adetlerimizi önemsiz sanabilirler ama onlarsız yaşamak zorunda kalırlarsa neler kaybettiklerini acı acı anlayacaklardır. Şimdiden değerlerimizin kıymetini bilelim. Oktay Sinanoğlu
Japonya’da Tanzimat (“Meici Tanzimatı”) 1868’de başladı, bizimkinden 30 yıl sonra. Ona rağmen Japonlarınki başarılı oldu; bizimki ise hala perişan. Bizde sadece Batı taklidi ve özentisi gelişti. Onlar, “Japon ruhu, Batı tekniği” diyerek, kimliklerini, köklü kültürlerini kaybetmeden Batı’dan tekniği öğrendiler, şimdi de aştılar bile. Oktay Sinanoğlu
Batı Türkiye’nin kendi kaderine sahip çıkmaması için baltalıyor. Bize bir şey yaptırmamaları yalnız aşağılık duygusunun ve onun doğal sonucu olan kıskançlıktan değildir; o da vardır da hiç önemli değil. Asıl önemlisi, bu engellemelerin dışarıdan ayarlı, “İngiliz Muhipleri Cemiyeti”nin devamı gizli, bazısı yarı açık cemiyetler kanalıyla Türkiye’yi beyinsiz, araştırmasız, sorgulamasız bırakmak için yapılmasıdır. ABD, Türkiye’yi Nato’ya dahil edince, 1950’lerde ilk yaptığı iş Atatürk’ün kurduğu uçak fabrikasını söktürtmek oldu. Yaptırtmazlar. Bizden alın, veriyoruz ya, niye yapıyorsunuz derler.
Bilimde, araştırmada işin yarısı can alıcı soruyu sormaktır. Sordun mu, ne yapar eder cevabını bulursun. Oktay Sinanoğlu
Bilimde en üst seviyede kimi tanıdıysam çok yönlü olurlar. Bir sürü şeyden anlarlar. Merakları var. René Thom da 1960’larda merak etmiş, o zaman da Türkiye’nin adı gezimde (turizmde) geçmiyor, hanımıyla gelip Türkiye’nin her tarafını dolaşmış. Turistik olarak rezil de olmamıştı Türkiye o zaman. Biz tabii hemen Atatürk devrimler yaptı, Batılı olduk, kafasında bir şeyler söyledik. Dedi ki “Evet ama Türkiye ruhunu satmış.” Daha o zaman. Bir de şimdi görse ne der? Oktay Sinanoğlu
Batı dünyasında, ABD’de, Avrupa’da da bilim dünyasında, bilimde olduğu kadar, ahlak ya da gönül yönünden gelişmemiş hayli insan vardır Bilhassa moleküler biyoloji gibi yeni gelişen ve hızlı giden dallarda ne kepazelikler oluyor. Rezaletlerin (skandalların) bini bir paraya. O ondan, bu bundan çalıyor, kavga dövüş. Burada da zannederler ki Batı’da her şey düzgün ve mükemmeldir. Öyle yutturulmuş. Halbuki Batı’nın bilimcisinde dahi “gönül terbiyesi” gelişmemiştir (Batı’da öyle bir kavram ve karşılığı sözcük bile yok). İnsanın iyisi elbette her yerde vardır ama Batı’da çoktur zannetmeyin sakın. Yoksa bugünlerde Türkiye’nin başına Batı’ca örülen çoraplardaki gibi hüsrana uğrarsınız. Hele hiç unutmamalıyız ki Amerikalının, İngilizin gelenek ve göreneğinin altında inanılmaz derecede bir maddi hırs ve de onun bunun, gariban ülke ve halkların varını yoğunu gasp etmek için mubah saydıkları yalan dolan, kandırma ve hırsızlık yatar. Oktay Sinanoğlu
Bana, İngiltere’den yeni kıtaya gelip de kendilerine iyilik eden, onları misafir gibi karşılayan Amerikan yerlilerinin, birçok yalan dolan ve aldatmacayla yurtlarını ellerinden çaldıkları yetmiyormuş gibi sonra da soykırımlarla nesillerini tüketen, korsan ruhlu İngilizler’i hatırlatıyordu Fred. Oktay Sinanoğlu
Evet, tek başınayım. Hepsinin takımı, mafyası var. Türkiye’ye senede üç-dört kere gidip geliyorum ama Türkiye’den de bize destek yok, tam tersi köstek var. Ama gene de, kendi kültürümle yoğrulmak, kendimi o binlerce yıllık derin uygarlığın bir parçası hissetmek, halkla kaynaşmak (resmi kurumlardaki hava ne olursa olsun) bana daima bir manevi güç veriyordu. Kolay mı tek başına yedi düvelle uğraşmak? İnsanın iç güçleri, gönlü, derinlikli ve sağlam olmalı. İşte o iç güçler, en sıkıntılı zamanlarda bile beni kurtardı, yoluma devam ettirtti. Oktay Sinanoğlu
İnsan, her yerde insan. Her kişinin içinde, en aşağısından en yükseğine kadar gizil eğilimler, yetenekler var. Önemli olan üstün tarafların, arı gönlün, ön plana sık sık çıkarılabilmesi. Bu da gönül terbiyesi yöntemlerini tarih boyu geliştirmiş köklü ve derin kültürlerde daha kolay mümkün.
“Askeri Şura karar almış, bütün askeri okullar kolej yapılacakmış” diye duyduk. Beynimden vurulmuşa döndüm. Türkiye bitti demek bu; aramızda latife ediyorduk, savaşta bizim askerler düşmana “Allah Allah” yerine “God God” diyerek saldıracak diye O ara hükümet değişmiş, Ecevit başbakan olmuştu. Milli Eğitim Bakanı da Mustafa Üstündağ. Halk kendisine “gominis” diyor. Biz bir de ona anlatalım durumu dedik. Odasına gittim, baktım yanında Amerikalı Howard Reed. Sarmaş dolaş adeta. Bu adam bundan önceki bakanın yanında da vardı; sonradan onun kim ve ne olduğunu daha iyi anladım. Oktay Sinanoğnu
Baktık ki Türkiye tek başına bir şey yapacak durumda değil, patron izin vermiyor, belki üçüncü dünya hep birlikte söz sahibi olabilir diye düşündüm. O sırada ABD, uydulardan aldığı sinyalleri bilgisayarlarla çözümleyerek herhangi bir ülkedeki tarımı, arazileri, madenleri inceliyor ve sonuçlar çıkarıyordu. Meksika da bunun öneminin farkına varıp bilgisayar programları geliştiriyordu. Sadece uydudan sinyal gelmesi yetmiyor, çözümleyip birtakım sonuçlar çıkartacak bilgisayar yazılımları geliştirmek gerekiyor; bunları yapıyorlardı. Yıl 1973. ABD bunu duyunca: “Ne gerek var? Biz size veririz” demiş. Bana, “Bunlar ne zaman yardım etmeye kalksa başımıza büyük bir bela gelmiştir; onun için reddettik” dediler. Böyle bilinç vardı. Pemex diye Meksika’da petrol arayıp bulan, yabancı şirketleri sokmadan kendisi petrol çıkartan bir taşyağı, neft (petrol) şirketi vardı. Son yıllarda hepsi bitti tabii, üçüncü dünya yok oldu. Türkiye’de illa da Avrupa Birliği’ne girecek diye laflar çıkarken, orada da Kanada, ABD ve Meksika NAFTA’yı kurdular. Buna karşı olan cumhurbaşkanı adayı, seçim kampanyası esnasında, “delinin biri vurdu” numarasıyla öldürüldü. Yerine, Yale’de okumuş, Meksika’nın üst tabaka zenginlerinden birinin oğlunu cumhurbaşkanı yaptılar. O da gelir gelmez Meksika’yı Kuzey Amerika Gümrük Birliği’ne soktu. Peki iyi mi oldu? Ne demek! O zamana kadar gayet iyi giden, iktisadında, siyasetinde bağımsız olan Meksika, NAFTA’ya girdikten bir sene sonra iflas noktasına geldi. Oktay Sinanoğlu
İhsan Doğramacı’nın YÖK’ü kurmasıyla, üniversitelerde gelişmekte olan araştırma havası söndü, İngilizce ile derslerin verilmesi garabeti yaygınlaştırılmaya başlandı. Üniversitelerde hocalar, haftada otuz-kırk saat ders verme durumuna düşürüldü, araştırmaya vakit bırakılmadan. Üniversite dediğin, lisemsi bir şey oldu, eski liselerden de beter. Kişilik sahibi, ülke çıkarlarına, ulusal bağımsızlığa, gerçek bilime kendini adamış hocalar evrenkentlerden uzaklaştırıldı. Bütün bunlar bir kişinin kafasından mı çıktı? Hiç sanmam Oktay Sinanoğlu
Hisar’ın tepesindeki köşkte Robert Kolej’in Amerikalı rektörü oturuyordu. Yaz okulunun açılışında nezaketen -halbuki kiralamışız, başka bir alakaları yok- rektörüne de “hoş geldin” konuşması yap dedim. Adam kalktı nutuk çekti. “Fatih, İstanbul’u buradan fethetti, biz de Robert Koleji buraya kurduk, buradan fethediyoruz” gibilerden laflar söyledi. Sinir oldum. İçimden, “bir gün gelecek, bu işi halledeceğiz” dedim. Oktay Sinanoğlu
1970’lerde, bu yabancı dille eğitim meselesine el atıp orada burada nutuk atmaya başlamıştım. Hem sağa, hem sola. Kimisi sağcı geçiniyor, kimisi solcu. İşte “bu solcudur, bunlar emperyalizme karşıdır, git buna anlat” diyorlar, gidiyoruz, anlatıyoruz. Adam bizi neredeyse dövecek, kızıyor. ABD’yi, İngiltere’yi vatan savunur gibi savunuyor; bu ne biçim solcu diyorum. Diyorlar ki: “Bu milliyetçidir, git ona anlat,” o da öyle çıkıyor. Kıpkırmızı oluyor, tipinden anlıyorum aslında, gerçekten ne olduğunu. Bu da ABD’yi savunuyor ve bana kızıyor. Bu ne biçim milliyetçi diyoruz, kültür milliyetçiliği yok bunlarda. Sonradan anladık ki hem sağın hem solun içini boşaltmışlar; iş, ‘solcu eşittir anti-faşist’, ‘milliyetçi eşittir anti-komünist’e indirgenmiş; bizim konuyla hepsi anlaşılıyordu, kimin ne olduğu. Hepsi aslında ABD’nin birtakım dümenlerinin içindeydiler. Ben baştan anladım. Bu işlerin Türkiye’den olmadığını, dışarıdan bu hale getirildiğini çok erken anladım. Oktay Sinanoğlu
Erdal İnönü takımı da bana karşı bir havalar içindeydiler; halbuki benim sağla solla, herhangi bir siyasi fırkayla hiçbir zaman bir işim olmadı, daima ülkenin temel sorunları üzerinde durdum. Asıl dertleri benim Türkçe ile eğitimi ve kültür bağımsızlığımızı savunmam. Oktay Sinanoğlu
Kısa süre içinde Türkiye ve dolayısıyla ODTÜ son derece siyasi bir kutuplaşma yaşadı. Bunlar kendiliğinden olmadı, ABD ayarladı bunları. Ben gittiğimde sağ sol lafı yoktu, geldiğimde sağ sol lafı ortalığı sarmıştı ama kimse de sağın solun ne olduğunu bilmiyordu. Bunun ana yuvalarından biri de ODTÜ oldu, şaşılacak şey değil, onun için kurdular zaten. Kommer olayları, vb. oldu, Erdal İnönü’nün rektörlüğünde. ODTÜ ile benim ilişkiler de değişti. Bir kere bazı şeylere itiraz ediyoruz; en başta burasının ABD’nin uzantısı, yabancı dille eğitim yapan üniversite olmasına bunları da söylüyorum. ODTÜ kurulurken gerekçe Ortadoğu ülkelerinden öğrenci geleceğiydi. Yani birkaç yabancı öğrenci için dilimizi feda edeceğiz, halbuki her ülkede, yabancı öğrencilere eğitim imkanı sağlanıyorsa, onlar o ülkenin dilini öğrenir, o ülkenin kültürünü sevmeleri için yetiştirilirler. Tabii ki bu bir bahaneydi. Oktay Sinanoğlu
Türkiye’nin en birinci sorunu tepeden tırnağa aşağılık duygusuyla kıvranmasıdır. En kötü hastalıktır bu, tedavisi de en zordur.

Aşağılık duygusundan nasıl kurtulursun?
“Biz tarihte şöyleydik, böyleydik”, hamasi sözlerle olmaz. Bir şeyler yaptıkça, sorguladıkça, sonuca ulaştıkça atılır bu duygu.

Denize çıktıktan sonra tayfayla sorunlar varsa, bağırıp çağırıp düzeltmeye çalışma, ilk limanda indir.
Bir işi yaparken, kendini o işin meyvelerinden soyutla.
Fizik, 7. sınıfta, kimya 8. sınıfta başlıyordu. Tabii, o devrin harika eğitim düzeninde, sonradan Amerika’dan gelen, “seçmeli ders” saçmalığı yoktu. Öğrenci, konuyu hiç görmeden nasıl seçecekmiş ki?
Herkes bir şey söylüyor ama ben 20 senelik planımı yapmışım zaten. Bizim 20 senelik plan 10 senede gerçekleşti, vay canına dedim sonra bir plan daha yaptık.
1980 ‘de YÖK kurulunca Türkiye’ de gelişmekte olan araştırma havası söndü.
Üniversite dediğin, lisemsi bir şey oldu, eski liselerden de beter.
“Türkiye’de de sanayileşeceğiz diyerek Atatürk ruhu devam ediyordu. Biz böyle büyüdük, Batı’yı da geçeceğiz diye Hava bu. Şimdiki gibi değil, herkes istikbale umutla bakıyordu, kendine güveni vardı.”
“Şimdi bakıyorum da üniversitelerdeki eğitim o hale gelmiş ki, son sınıftaki öğrencilerin çoğu o basit hesabı yapamaz durumdalar. Gençlere yazık oluyor. Bizim sınıfta belki herkes yapardı. Şimdikiler bizim ortaokulda bildiğimizi bilmiyor. Benim özel marifetim değil, bizim eğitim o devirde çok üstündü.”
“Sabahattin Ali’nin hanımı annemin çok iyi arkadaşıydı. O sırada da Sabahattin Ali’yi hapse attılar. Hanımı yalnız, annemle beraber epey vakit geçiriyorlardı; kızı Filiz bizim yaşta, üçümüz oynuyoruz. Bazen de bize gece yatısına geliyorlardı galiba. Bir gece -tabii ayrıntısını değil ama olayı film sahnesi gibi hatırlıyorum- kapı çalındı. Bir vaveyla, ağlaşmalar. Sabahattin Ali’nin hanımı ile annem ağlaşıyor. Ne oluyor derken Sabahattin Ali’yi o gece Bulgar sınırında vurduklarını öğrendik. Altüst olduk.”
Üzerine parmağını basamadığın endişeler olduğu zaman en iyisinin üzerine gidip anlamaya çalışmak olduğunu hissettim. Oktay Sinanoğlu
Türkiye’nin en birinci sorunu tepeden tırnağa aşağılık duygusuyla kıvranmasıdır. En kötü hastalıktır bu, tedavisi en zordur. Aşağılık duygusundan nasıl kurtulursun? “Biz tarihte şöyleydik, böyleydik”, hamasi sözlerle olmaz. Bir şeyler yaptıkça, sorguladıkça, sonuca ulaştıkça atılır bu duygu. Oktay Sinanoğlu
Önemli olan, bir şeyleri sorgulayabilmektir. Yani matematikte olsun, temel bilimlerde olsun ve hatta hayattaki her etkinlikte, önemli, can alıcı soruları sorabiliyorsan, işin yarısını halletmişsin demektir. Ondan sonra da bol bol terleyeceksin. Edward Teller aklıma geldi: “Hidrojen bombasının babası”, Macar asıllı bu fizikçi der ki: “Bilim, yüzde 1 ilham, yüzde 99 terlemektir”. Oktay Sinanoğlu
Matematik, insan icadıdır. Allah, tamsayıları yaratmıştır, gerisini matematikle insan yaratmıştır. Ama her şeyi de tamsayıya indirgeyebilirsin. Matematik insan yapısı ama tabiata uyuyor. Şimdi bu ne demek? Çok garip bir şey. Nitekim zaman zaman birtakım filozoflar, bilginler bu konuda bir şeyler demişler. Mesela “Allah matematikçidir” diyen olmuş. Öyle bir şey ki insan hakikaten tuhaf oluyor. Şimdi sen insan yapısı matematik yapıyorsun, türetiyorsun ve çıkardığın sonucu deneyle denediğin zaman tabiata uyuyor. Bu nasıl iş? Oktay Sinanoğlu
Türkiye’nin dışarıda bir görüntüsü yok da, orada bizim kadınları haremde gibi zannederler. Halbuki her meslekte eskiden berilerde Türkiye’de, avukat, hakim, profesör, mühendis, doktor olan kadınların oranı Amerika’dakinden çok yüksektir. Üstelik kadınlara oy hakkı verilen ilk ülkelerden biri de Türkiye. Oktay Sinanoğlu
Araştırma olmadan üniversite olmaz. Bunun birçok nedeni var: Eğitim açısından önemli, çünkü üniversite seviyesinde ve lisans üstü seviyede bir kere öğrenci bir şeyi yaparak ve hocasının kılavuzluğunda öğrenir. Bu da bizden, 700-800 yıl önce Avrupaya geçen sistem: Usta-çırak usulü gibi. Yaparak öğrenme en iyi öğrenmedir. Yoksa birisi anlatsın, sen orada masal gibi dinle, kafa salla; olmaz. Kendisi de bir şey yapacak, etkileşim olacak; öğrenci sorunlarla karşılaşacak, kafası karışacak ki bir şey üretsin. Bizde eğitim şimdilerde, hani kafa boş bir kutu, açıyorsun ve içine bir şeyler tıkıyorsun gibi görülüyor. Birtakım ezber laflar. Zaten onun için bizim üniversitelerde öğrencinin soru sorması neredeyse yasaktır. Sorarsa hoca kızar. Böyle şey olur mu? İkincisi, araştırma, yani bilim, böyle kutuda duran bir bilgi değildir; bu organik bir şey. Devamlı tazeleniyor, yaratılıyor, değişiyor. Araştırma yapan, bir şeylerin peşine düşen, araştıran insanda bilimin heyecanı olur. Ve en önemli şey öğrenciye bu heyecanı aşılamaktır; heyecan bulaşıcıdır. Bu olmazsa, hoca bir müddet sonra bir gramofon plağı haline gelir. Bir şeyleri tekrarlayıp duruyorsun her yıl. Böyle eğitim olmaz. Oktay Sinanoğlu
1970’lerde bayağı bir araştırma vardı üniversitelerde. Hatta o zaman ben biraz işkillenmiştim. Yani bu şimdi dışarıda birilerinin hoşuna gitmez, tedbirini alırlar diye düşünmüştüm. Ve nitekim ihtilali yaptıkları zaman hemen YÖK’ü kurdurup işi bitirdiler. ODTÜ gibi yerlerden en iyi hocalar başka ülkelere gitmek zorunda kaldı. Kimisini de üniversitelerden attılar. Kimine faşist dediler, kimine komünist. Ama mesela faşist dediklerinden de, komünist dediklerinden de tanıdıklarım vardı. Ciddi, bayağı araştırma yapan, bir şeyler üreten insanlardı. Aslında tek suçları o; hele bir de ulusal düşünceleri, Türkçe bilim dili gibi merakları vardıysa Oktay Sinanoğlu
Birkaç sene sonra öğrendim ki, ünlü İngiliz Oksford Üniversitesi’nin birçok binaları 1200’lerde bizim Selçuk eski medreseleri taklit edilerek yapılmış. Oktay Sinanoğlu
Hazır olmayan herkese her şey söylenmez, anlatılmaz.
Ben baktım, Türk bayrağı, Atatürk karşımda, cam çerçeveli olduğu için bayrağın üstünde kendi yansımamı görüyorum. İçimden yemin ettim, dedim ki: Gideceğim ve kısmetse orada söz sahibi olacağım, ondan sonra gelip o namussuzlarla burada uğraşacağım. O zaman anlamıştım ki burada kalırsam Amerika’nın kölesi olurum, oraya gidersem Amerika’nın efendisi olur, buraya gelip onlarla daha rahat mücadele ederim. Bunları düşünüp içimden yemin ettim ve tamam gidiyorum, dedim. Ve işte bizi gönderdiler. Oktay Sinanoğlu
Eğitim dilinin Türkçe olması meselesi ile bilhassa uğraştım. Başka konu mu yoktu? Elbette vardı, ama en derin ve en temel ve tehlikeli meselenin bu olduğunu çok erken anlamıştım. Maalesef bu konudaki gelişmeler de her geçen yıl bir önceki yılı aratır oldu ve bu günlere, yani yabancı dille eğitimin ana okullarına indirilmesine kadar gelindi. “Türkçe giderse Türkiye gider” demiştim ve işte son yıllardaki gelişmelere baktığımızda Türkçe ile birlikte Türkiye’nin de gittiğine şahit oluyoruz. Oktay Sinanoğlu
“O zamanlar Turancı var ama sağ-sol lafı yok. Herkes milliyetçi ve tek vücut aslında.
Haa, neymiş, ABD’de Kanada’da doktora yaptı:Türkiye’de ki bilim bundan ibarettir.
Mono no Avare
Ve nitekim ihtilali yaptırdıkları zaman YÖK’ü kurdurup işi bitirdiler. ODTÜ gibi yerlerden en iyi hocalar başka ülkelere gitmek zorunda kaldı. Kimisinide üniversiteden attırdılar.
“O zamanlar ciddi hocalar vardı; şimdiki profesörlerin çoğundan bin kat üstün hocalar.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir