İçeriğe geç

Bilinmeyen Yönleriyle Hz. Muhammed'in Ölümü Kitap Alıntıları – Arif Tekin

Arif Tekin kitaplarından Bilinmeyen Yönleriyle Hz. Muhammed'in Ölümü kitap alıntıları sizlerle…

Bilinmeyen Yönleriyle Hz. Muhammed'in Ölümü Kitap Alıntıları

zina yapan bir deli kadını Ömer’e getiriyorlar.
Ömer o sıralar halife. Karar veriyor, bunu recimle/taşlaya-
rak katledin diye. O sırada Hz. Ali bunu duyuyor ve engel
oluyor. Çünkü deli, çocuk ve uykuda olanın sorumluluğu
yoktur diye hadis var diyor ve böylece o kadın kurtulmuş
oluyor. Yine evlenen bir kadın 6 ay sonra doğum yapıyor.
Ömer buna da, altı ayda bir kadın doğum yapmaz. Dolayı-
sıyla bu kadın daha önce zina yapmıştır ve bu çocuk baş-
kasındandır diyor ve onu zina cezasıyla cezanlandırmak is-
tiyor. Burda da Hz. Ali Kur’an’dan ayetler göstererek onu
ikna ediyor ve yeni evlenen kadın da böylece cezadan kur-
tulmuş oluyor. Arap atasözlerinde meşhur olan Ali’den
olmasaydı Ömer helak olurdu sözü bu olaylardan ötürü
oluşmuştur.238
Muhammed Mekke’de iken Kur’an’ın 1 14 suresinden 86’sı inmişti/oluşmuştu. Bu Mekke surelerinden Ihiçbirinde kadınlar
aleyhine bir şey yoktur. Kur’an’da var olan kadınlar deki ayetlerin tümü Medine’de oluşan 28 surede geçiyor.
İşte Seneca’nın da dediği gibi Din sıradan insanlar için gerçek, aydınlar için yalan, iktidarlar için de kullanışlıdır.  
Geçenlerde bir yazı okudum; Yemen’de kanun çıkarmışlar, bir kız çocuğu 17 yaşına gelmeden evlenemez diye. Kadınlar bunu duyunca niye böyle bir kanun çıkarıyorsunuz diye ellerine birer pankart alıp meclise yürüyüşe geçmişler. Hâlbuki o kanun kadınların lehinedir. Burada olay şu: Onlar İslam’a inanıyorlar. İslam’da da küçük yaş kızlar için problem değil. Bu kanunu çıkarmakla Yemen hükümeti İslamiyet’e saygısızlık yapmış oluyor! İşte karşı koyuşlarının nedeni bu.
Bir âlimin eleştirisini milyonlarca cahilin alkışına tercih
ederim .
“ Din sıradan insanlar için gerçek, aydınlar için yalan, iktidarlar için de kullanışlıdır.”
Adamın biri Ömer’e “bir eşim var ben ondan ayrı bir yere gidemem, çok kıskançtır, diğer eşimi ancak sırası gelince görebiliyorum” diyor, Ömer “ kadın milleti hep böyledir, ne Allah’a inanır ne de müminlere güvenir” diyor.
Geçenlerde bir yazı okudum; Yemen’de kanun çıkarmışlar, bir kız çocuğu 17 yaşına gelmeden evlenemez diye. Kadınlar bunu duyunca, niye böyle bir kanun çıkarıyorsunuz diye ellerine birer pankart alıp meclise yürüyüşe geçmişler. Halbuki bu kanun kadınların lehinedir.
Aynı kaynakta şunlarda var: Muhammed gelip Ayşe ile oynasınlar diye ara sıra ufak çocukları çağırırdı. Bir ara eve gelince bakıyor ki Ayşe çocuklarla oynuyor deri gibi o günkü malzemeden iki kanatlı bir at yapmışlar. Muhammed soruyor “Bu da ne?” Ayşe “ Bu Süleyman Peygamberin atıdır, hani onunda kanatları varmış ya!” karşılığını verince, Muhammed gülmekten katılıyor. (İbni hibban, lab kısmında, bab 22, no:5863-64, cild 13/173)

İşte bir tarafta oyuncakla uğraşan bir çocuk, diğer tarafta neredeyse filozof olarak gösterilen bir Ayşe! Onun için hep karşımızda uyduruk bir İslam Tarihi var diyorum, çünkü ortalıkta ciddi çelişkiler var.

Yine en başta Buhari ve Müslüm’de geçen ve Ayşe’ye atfedilen önemli bir söz var.
Azhab suresinin 50. ayetinin bir yerinde deniliyor ki; “Muhammed eğer bir kadını beğenirse, ona mehir vermeden/bedava alabilir.” Yine 51. ayette, Hz Muhammed’e tam özgürlük verilir: “ Kadınlarından istediğini boşayabilir, istediğini geri getirebilirsin, eşlerin arasında geceleyin sıralama yapmayabilirsin.” Bunun gibi avantaj ayetleri inince Ayşe buna çok kızar ve o meşhur sözünü söyler:
“Bakıyorum senin Allah’ın senin zevkin doğrultusunda acele ederek hemen ayet gönderiyor.” diyor. Ayşe’nin bu ifadesi Buhari’de iki yerde geçiyor.
Hz. Muhammed’in cenazesinin kaç gün yerde kaldığı konusunda değişik rivayetler var. Ancak genel kanı, üç gün yerde kaldığı yönündedir. Hele Ayşe’nin şu sözü enteresandır: “Biz cenazenin defnini çarşamba sabahı yapılan duyurudan öğrendik: Muhammed’in cenazesi bugün gömüldü şeklinde duyuru yapıldı” diyor.
Bunu aktaranlar arasında mezhep lider var, önemli bir tarihçi ve Kuran yorumcuları var; yani böyle kenardan söylenen bir söz değil.
Buhari’de birkaç yerinde, Müslim’de ve başka birçok islami eserde ortak işlenen şöyle bir hadis var:

Hz Muhammed son hastalığında ölüm döşeğindeyken bir ara ayılınca bakıyor ki ona ağız yoluyla ilaç içiriyorlar. Bunu görünce çok kızıyor ve “siz, sakın ola bana bir şey içirmeyin diye uyarmadım mı, neden bana ilaç içirdiniz? Hepiniz bu ilaçtan içeceksiniz, ben de bakacağım; ancak amcam Abbas hariç, çünkü o sizinle beraber bu planın içinde yok” diyor. Üstelik bu hadisi aktaran Ayşe’nin kendisi!

Hz Muhammed’e ilaç içirme konusunda hem Buhari, hem de Müslim bağımsız bir bölüm açmışlar: Ledud bölümü diye, Her iki kaynak üzerinde şerh yazanlar (Nebevi ve İbni Hacer) lebdud hastanın istemediği halde rızası dışında kendisine verilen ilaç demektir, şeklinde tanımlamışlardır. İbn-i Sad Hz Muhammed’in onlara “sizi uyardığım halde neden bana ilaç içirdiniz, üstelik oruçluydum” dediğini aktarıyor.

İbn-i Sad gibi tarihçiler bu konuda net süreyi de belirtmişlerdir. Pazar günü ona ilaç içiriliyor, ondan sonra durumu ağırlaşıyor ve pazartesi günü, yani bir gün sonra vefat ediyor. Ağırlaştığını duyup savaş hattından dönen ordu komutanı Usame b. Zeyd “ Geldiğimde bana bakıyordu ancak artık konuşamaz durumdaydı” diyor. Pazar günü ilaç veriliyor içerken kendisi Ayşe-Hafsa’larla tartışıyor, onlara kızıyor ve aynı pazar günü biraz geç gelen Usame bakıyor ki artık konuşamaz durumda ve bir gün sonra Pazartesi günü vefat ediyor.

Soru şu:
İlaç içtiği an kalkıp tartışıyor, aynı gün fenalaşıyor ve ertesi gün vefat ediyor. Ölüm ne zaman gelir bilinmez ama bu kadar kısa zamanda hatta saatler içinde meydana gelen bu değişiklik kuşkuları arttırmıyor mu?

Bu olayda yediği zehirli etten dolayı Muhammed’in bedeninde yıpranmalar oluştuğu ve ölene kadar da sıklıkla (hacamat denilen yöntemle) vücudundan kan aldırdığı bir gerçek. Mesela Ebu Hind, Ebu Tayyip adlarındaki şahısların ondan kan aldıkları, bunun karşılığında da Muhammed’in Ebu Tayyip’e ücret verdiği kaynaklarda geçiyor. Yine İbni Mace’nin aktardığı rivayette, onun eşlerinden Ümmü Seleme’nin kendisine. “Bakıyorum sen o zehirli etten sonra gitgide olumsuz etkileniyorsun” dediğini ve ara sıra onun da Hz Muhammed’den kan aldığını aktarıyor.
Hayber Yahudilerinden sağ kalan Haris kızı Zeynep K. Selam b. Meşkem’in hanımıydı. Soruşturuyor, acaba Hz Muhammed hangi yemekleri çok seviyor diye. Etin kaburga kısmını çok sevdiğini söylüyorlar kendisine. Bu arada Zeynep bir koyun pişirip içine zehir doldurarak Muhammed’e ikram ediyor. Tabiki kaburga kısmına daha çok zehir bırakıyor. Hz Muhammed yemeğe başlayınca onun arkadaşlarından Bişr b. Bera acele edip ondan önce ağzına alıyor ve orada yığılıp can veriyor. Hz Muhammed ise henüz arkadaşı kadar fazla yemeden onun durumunu görünce, artık yemekten vazgeçiyor. Sonra o yemeği hazırlayan kadını çağırıyor: Neden buna gerek duyup bizi zehirlemek istedin? diye soruyor. Kadın, “Sen bizim başımıza neler geldiğini iyi biliyorsun. Babam Haris’i, Kocam Selam b. Meşkem’i, amcam Yaser’i ve diğer yakınlarımla Hayber Yahudilerini öldürdünüz, kalanları da esir aldınız, cariye yaptınız. Bunun için ben de kendi kendime dedim ki bu adamı zehirleyeceğim.
Süraka b. Malik anlatıyor

Hz Muhammed Mekke’den Medine’ye göç ettiği sırada kendisine inanmayanlar Süraka’ya “Muhammed’i öldürürsen sana yüz deve mükafat vereceğiz” demişler; o da atını alıp Hz Muhammed’e yaklaştıkça atı hep kuma batıyor, Muhammed’e ulaşamıyormuş. Sonunda adam bu mucizeye karşı planından vazgeçip, İslamiyeti kabul etmiş.

Cabir b. Abdullah anlatıyor:

Bir yere baskın düzenlemiştik; bir ara istirahat etmek için gölgeye çekildik. O arada Hz.Muhammed kılıcını bir ağaca asıp, o ağacın altında uzanırken adamın biri gelip “Ey Muhammed; bugün seni kim elimden kurtaracak, seni öldüreceğim” dedi. Hz Muhammed’de “Allah beni kurtarır” yanıtını verdi. Sonra adam Allah tarafından etkisiz hale geldi, vücudu sanki donmuş gibi felç oldu, kılıç kullanamaz hale geldi.

Kutsal dinlerin kaynakları ele alırken bilimsel bir mantıkla değerlendirilmelidir. Kitlelerin dini inançlarına hakaret etmekle, boş saldırıyla bir yere varılmaz. Dinleri ve kaynaklarını, medeni ve ilmi bir çerçevede değerlendirmek ve eleştirmek ayrıdır, rastgele saldırmak ayrı.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Türkiye’de geniş halk kitlesi etikete bakarak olayları değerlendirir. Bu bakış açısı, tıp, fizik, matematik, mühendislik gibi dallar için büyük oranda geçerlidir, ancak ilahiyatlar için kesinlikle yanlıştır. Çünkü buralarda özgür bir tartışma, eleştirel bir yaklaşım asla söz konusu değildir. Bu okullarda, itaatkar bir toplum oluşturmak için memlekete memur yetiştirilir. Ben her şeyden önce birkaç yıl medresede eğitim görmüş biriyim. İlahiyat diplomasını belli gayeler için aldım. Eğer özel çabam ve medrese eğitimim olmasaydı, ilahiyat profesörü bile olsam benden hiçbir şey çıkmazdı. Sadece müfredat uygulardım.
Bilindiği gibi şu an var olan Kur’an, Osman zamanında Yahudi asıllı Zeyd b. Sabit başkanlığında bir komisyon tarafından hazırlanmıştır.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Hep söylüyorum;  İslam tarihi resmi tarihtir, sansürlü tarihtir ama profesyonelce yazmamışlar. İşte, durum ortada! 
Zaman içinde Ömer Hz. Ali’nin evine düzenlediği baskın sırasında
Hz. Fatma, Babamın cenazesini yerde bırakıp çıkarınız peşine düştünüz; bizden ne istiyorsunuz? diyerek tepkisini bir daha gösteriyor. 
Hz. Muhammed vefat edince Hz. Ali en yakını olduğu için cenazesiyle ilgilenir. Yaygın olan görüşe göre cenazesi üç gün yerde kalır. Peki, niye? İktidarı ele geçirmek/ halife olmak için çok ciddi çekişmeler vardı da ondan.
Maalesef İslam toplumu analiz ederek değil; rastgele inanmıştır, inanmaya da devam ediyor.
Tüm dinler aynıdır: Aslında hepsi suçtur; ancak tatil günler farklıdır.
Dinler, insanlığı yıkma noktasında diğer yıkım nedenlerinden daha fazlasını yapmıştır.
Hz Muhammed ve arkadaşları Hayber baskınında Yahudilerin çoğunu öldürüyor, kadın ve kızlarını da cariye olarak ele geçirip kendi aralarında dağıtıyorlar. Bu arada 60 yaşında olan Hz Muhammed, esirler arasından kendine 17 yaşında olan Safiye’yi eş olarak seçiyor. Şu da var ki, kadının eski eşini canlı olarak ele geçirip katlettikten sonra bunu yapıyor.
Peki nasıl olur da Muhammed 33 yaşında iken Rukiye dünyaya gelir ve henüz peygamberlik gelmeden (40’tan önce) onu Ebu Leheb’in oğluyla evlendirir? Tam kırkıncı yılda evlendirildiğini düşünsek bile kız o zaman ancak 7 yaşında oluyor. Ve nasıl oluyor da din nedeniyle eski eşinden ayrılan bu Rukiye’yi yine peygamber olmadan (40’tan önce) Osman’a veriyor ve peygamberliğin beşinci yılında (yani kız 12 yaşında iken) Osman’la birlikte Habeşistan’a hicret ediyor ve bu sırada Osman’dan hamile iken de yolda çocuk düşürüyor? Halife Osman ile Muhammed hemen hemen yaşıttılar, aralarında 1-5 yaş fark vardı. Kızcağız hicri ikinci yılında vefat ederken, İslam tarihindeki verilere göre 21 yaşındaydı. Kabul edelim ki bu kızla Osman’ın evliliği peygamberlikten sonra olsun; peki bu kadar yaş farkına ne diyeceğiz! Şunu hep vurguluyorum: Osman, Muhammed’in yaşıtıydı ve bu kızla kardeşi Ümmü Gülsüm de Osman’ın kadınlarıydı ve doğum tarihleri de bellidir! İşte İslam’a gönül veren müçtehitler, akademisyenler bu yaşı doğal karşılıyorlar. Niye? Çünkü İslam’da bunun somut örnekleri var: Muhammed’in 9 yaşındaki Ayşe’yi alması ve 55-60 yaşlarında iken aldığı gencecik Safiye, Cüveyriyye, Marya, Hafsa gibi. O yüzden İslami kesim bunu sorun olarak görmüyor.
Rukiye’nin ölümü üzerine Osman dul kaldı, bu kez halife Ömer kendi kızı Hafsa’yı ona teklif etti; ancak Osman cesaret edemedi. Çünkü Muhammed’in de Hafsa’ya talip olduğunu öğrenmişti. Muhammed haberi duyunca çözümü buldu: Hafsa benim olsun, Osman’a da ikinci bir kızımı (Ümmü Gülsüm’ü) vereceğim dedi ve bu şekilde anlaştılar: Hafsa Muhammed’e, Ümmü Gülsüm de Osman’a Bu evlilik Medine’de, Bedir harbinden sonra gerçekleşti. Çünkü o tarihe kadar Rukiye yaşıyordu, onun ölümünden sonra bu ikinci evlilik gerçekleşti.
Burada İbni Hacer, Rukiye peygamberlikten önce Ebu Leheb’in oğluyla evlendirilir, İslamiyet gelince ayrılırlar ve bu kez de Osman’la evlendirilir. diyor. Hatta farklı rivayetler de var Rukiyenin Ebu Leheb’in oğluyla evliliği konusunda. O da şu: Rukiye Utbe ile evlendirildikten sonra bu evlilik devam eder, ta ki kocası ölene kadar. Daha sonra da Osman’la evlendirilir. Kimi rivayetlere göre Osman bu kadını döver ve burdan dolayı o genç yaşta vefat eder. (332)

332) a- Tabakat, 7. cilt, no: 4087-4088.

Dulabi, El-Zürrüyet’ül tahire, s.1/56 vd.

Taberi Tarih, 2/418.

D.bekiri, Tarihü flamis, 1/273.

Belazuri, Ensab, 1/23 vd.

İbni Hacer, lsabe.no: 11354. ve 11318 Rukiye md.

Tarih’ü Ehli’l Beyi s. 92

Bilindiği gibi Hz. Fatma hayatta olduğu sürece Ali tek evliydi. Başka kadınla evlenmek için girişimde bulunduysa da Muhammed buna engel olmuştu.

Ama Muhammed ve Fatma’nın ölümlerinden sonra o da rekor düzeyde çok evlilikten geri kalmamıştır. Küçük bir örnek vereyim. İsmail Ebü’l Kasım, el-Envar adlı kitabında Hz. Ali’nin 32 çocuğunun isimlerini ve annelerini yazıyor. Yine Ya’meri 29 çocuk diyor. Muhibbüddin Taberi gerek Riyad’ü Nadre ve gerekse Zahair’ül Ukba adlı eserlerinde 32 çocuğun isimlerini veriyor. Yine İbni’l Cevzi Sıfat-i Safve adlı yapıtında (c. 1/309) 33 çocuğun isimlerini, annelerinin isimleriyle birlikte yazıyor ve daha nicelleri. Anlaşılan, o dönem için çok eşlilik ve hele aşırı derecede ufak olan kızları almak yaygın ve hatta kültürün bir parçası. Demek ki kız çocukları üzerlerinde insan organları tam belli oldu mu hemen evlendirilirdi. (319)

Herkes gider kızı baba evinde ister; ama Ali kendi kızını Ömer’in ayaklarına kadar gönderiyor. Güya kız çakmasın diye, Ali ona bir aba veriyor ki Ömer’e versin. Ömer kızı görür görmez hemen kucağına alıp öpüyor. Ayrıca eteğini kaldırıp avret yerine bakıyor (Ergenlik çağına gelmiş mi, artık aşk nedir bilir mi diye). Onun bu hareketi kızın zoruna gidiyor. Bu arada kız ona, Sen halife olmasaydın ağzını burnunu kırardım diyor. Kızın kullandığı bu tabir değişik kaynaklarda aynı anlamda ancak eşanlamlı kelimelerle anlatılmıştır. Örneğin; Çek (elini) anlamında Arapçası ‘Ersil’ kullanılmış, bırak anlamına gelen (meh), halife olmasaydın, yüzüne/gözüne çarpardım anlamında (Sekk), gözlerini oyardım (tems) ve burnunu kırardım (Kesr) terimleri geçiyor İslami kaynaklarda. Kız oradan ayrılırken Ömer, ona, Babana söyle kabul ettim, kabul ettim, kabul ettim şeklinde üç sefer tekrarlıyor.

Kız geri gelince Ali ne olduğunu soruyor. Olup bitenleri olduğu gibi anlatıyor kız, bir de şunu ekliyor: Baba sen beni çok kötü bir yaşlıya gönderdin. Şöyle şöyle yaptı diyor. Hz. Ali de, Kızım seni onunla nikâhladım, artık eşisin diyor ve ondan sonra düğün oluyor, bu çift evleniyor ve bunlardan Zeyd ile Rukiyye adlarında iki çocukları da oluyor.

Bir taraftan Muhammed ve Ebubekir’in cinayetlerinden sorumlu/bunu yapıyor; diğer taraftan onları çok sevdiği için bu küçücük kızları eş olarak alıyor. Fatma’nın başına getirmediği kalmıyor; kadını ve çocuğunu öldürüyor; hatta Ayşe’den aktarılan ve en başta Buhari ve Müslim’de geçen Fatma hayatta olduğu sürece Ebubekir ve Ömer’e küstü, kırgındı; ayrıca ölünce de vasiyeti üzerine Ali onu gece gömdü ki ne Ebubekir, ne de Ömer cenaze merasimine katılmasınlar açıklaması da var; şimdi de kendisi 60 yaşlarında, kalkmış Fatma’nın 9-10 yaşındaki kızını almakla Muhammed’e çok yakın olmak istiyorum diyor Acaba Hz. Fatma duysa ki Ömer onun ölümünden sonra bu ufak kızıyla evlenmiş, çocuk sahibi de olmuş, peki sinir krizleri geçirmez mi? Daha bitmedi; anlatacağım: Kızla tam tanışmak için kız onun yanına gelirken Ömer onun eteğini kaldırıp avret yerine bakıyor! (311)

311) a- İbni Esir, Üsd, No: 3824, 7175.

TDV İslam Ansiklopedisi, 12/219.

Ibni’l Cevzi, Sıfat-ı Safve, 1/152.

Askalani, 1) isabe, No: 5740, 11583; 2) Tehzib-i Tehzib, No. 2860, 12/468.

İbni Abdi’l Ber, istiab, No: 1878, 4057.

Halebi, İnsanü’ Uyun, age., 3/367.

Zehebi, Sireti A’lam , 2/1 19.

Ali Nasıf, Tac, Fedail, dipnotta, 3/378.

Hz. Fatma babası öldüğü sırada hamileydi; bu arada halife Ömer tarafından dövülürken çocuk da düşürmüştür. Bu yetmiyormuş gibi, 60 yaşlarındaki halife Ömer, halifelik makamını kullanarak Fatma’nın ölümünden sonra onun küçücük/yaklaşık 10 yaşlarındaki kızını (Ümmü Gülsüm’ü) nikâhına alıyor ve bu ikiliden iki çocuk da dünyaya geliyor.
Aslında Ömer’in yaptığı da şuna benzer: Bilindiği gibi bir taraftan Hz. Ali’nin çocuklarını katletmişler, diğer taraftan da imam efendiden, Acaba insanın elbisesinde bit/kene, haşere kanı varsa namaz fasit olur mu! diye fetva sormuşlar. Bir taraftan kan seline çeviriyorsun coğrafyaları, senin eline geçse son ömründe, 7-8 yaşlarındaki çocukla evlenmek istiyorsun (Ebubekir’in kızı), hem Hz. Fatma’nın başına getirmediğin kalmıyor, keza kocası Hz. Ali ve halifelik makamını kullanarak 60 yaşlarında olduğun halde onların 9-10 yaşlarındaki kızını alıp eş olarak onunla yaşıyorsun, Hz. Muhammed olsun, Ebubekir olsun ve sana muhalif olan valiler ve daha neler neler Sen onları ortadan kaldırıyorsun, şimdi de kalkmış ağlıyorsun, cehennem için tek kişi ayrılmışsa o da benim diyorsun.

Bu başlığı yine Ömer’in bir sözüyle kapatmak istiyorum. Eğer Allah’tın bir haber gelse, Ey Ömer Allah senin durumunu açıklamadan sana kalsa sen şu üç şıktan hangisini kendine uygun bulur ve seçersin: Cennetlik mi, Cehennemlik mi, yoksa öldükten sonra toprak olup kaybolmak mı? Ömer, ben bir daha dirilmemek üzere toprak olup kaybolmayı tercih ederim diyor. (271) Aslında onun döneminde İslam fütuhatı adı altında ele geçirilen memleketlerin trajedileri anlatılmaz. Bence vereceği hesabın çok kolay olmayacağının kendisi de farkına varmış. O yüzden toprak olup da bir daha dirilmemek üzere demiş. Ev sahibi kendi evinin durumunu herkesten daha iyi bilir, diye bir söz var.

Ben bu olayları yazınca bir taraftan sinirlerim bozulur. Çünkü işin içinde suikastlar, komplolar, trajediler, katliamlar, cariyeler, talan-ganimet vs var. Bu gibi masalımsı, fıkra tipi olayları işleyince bir taraftan da bazen kendi kendime gülerim. Ama bir bakıma da çok üzülürüm. Çünkü 21. asırdayız hâlâ kitlesel bir şekilde bunlara takılan, kurtuluşu bunlarda bulan insanlar var. İşte bu çok hazin bir tablodur.

271) Beyhaki, Şa’bü’l Irran, no: 884.

En ilginci, fıkıh kaynaklarında helal sular için “kulleteyn” diye bir ölçü var. Özetle, bir mekânın hacmi şu kadar olsa ve içinde toplanan suyun rengi, kokusu, tadı bozulmuyorsa dinen helaldir hükmü var. Bu meşhur bir kural. Diyelim ilkel koşullarda bir suyun rengi normal, kokusunda da sorun yok ve tadı da normal; ancak içinde öldürücü bir şey var veya bilerek konmuş, bunu ancak ilgili uzmanlar bilir. Peki, az önceki kurallar yeterli mi? Hayır. İşte bunun için Ebu Hanife şöyle karşılık veriyor: O zaman arkadaşlar işesin ve bu hacimde bir idrar biriktirsinler; sonunda da Hz. Muhammed’e gidip, işte ölçüler tutuyor, peki bu durumda bu sidik de artık kulleteyn sayılır. Dolayısıyla helal mi olacak bu idrar? diye sorsalar, acaba Hz. Muhammed buna evet helaldir yanıtını mı verecek diyor! (249)

249) Bağdadi, Tarih, 15/535.

Halife Ömer bir gün Muhammed’e gelip, Aman helak oldum (yani ağır bir suç işledim). der. Muhammed, Hayırdır; ne yaptın ki? diye sorunca, Ömer, Ben eşimle cinsel ilişkide bulunurken makattan (arkadan) yaptım. cevabını verir. Muhammed hiç yanıt vermeden belli bir süre bekler ve o arada istenen ayet iner. (239) Anlamı şu: Kadınlarınız sizin tarlanızdır. Dolayısıyla tarlanıza istediğiniz yerden girebilirsiniz. der Kur’an.
Ömer’in yukarıdaki Helak oldum. Çünkü eşimle arkadan seviştim. sözünü içeren ve ayetin bunun üzerine indiğini açıklayan birkaç kaynağı aşağıya alıyorum. (240) Bu ayetle ilgili farklı sebep-sonuç ilişkilerinden de söz edilir; ama tabii ki başrolde olan Ömer’dir!

239) Bakara suresinin 223.

240) a- Tefsirlerden: Cessas, İbni Kesir, Kurtubi, Ibni’l Arabijaberi, Suyuti, Er-Razi, Begavi ve daha niceleri ilgili ayet yorumunda Ömer’in yukarıdaki olayı üzerine bu ayetin indiğini belirtiyorlar. b- İbni Hibban, 9/516-no:4202.Burada dipnotta başka birkaç kaynak da veriyor: Ebu Ya’li Mevsıli, imam Ahmet b.Hanbel, Abdullah b. Abbas hadisleri kısmında. Bir de Tirmizi, Taberi tefsiri ilgili ayette, Nesai, Vahidi, Begavi tefsiri ilgili ayet, suyuti

Tirimizi, no: 2906 Bakara tefsiri, Tuhfet’ül Ahvazi Tirmizi şerhi burada Ebu Davud ve İbni Mace’nin de bunu aldıklarını yazıyor.

Ahmet b. Hanbel Müsned, 1/297 Abdullah b, Abbas hadisleri kısmında.

Beyhakı, Sünen’ül Kübra 7/321, hadis no: 14125. Burada dipnotta ayrıca kaynaklar veriyor,

Sünen-i Nesai, 5/314. ve 6/302.

Taberani, Mucem-i Kebir 12/10-no: 12317. Taberani’nin muhakkiki Hamdi Selefi burada açıklama kısmında bu hadisin İmam Ahmet, Tirmizi, Nesai, Ebu Ya’li ve Heysemi tarafından da alındığını yazıyor.

Mecme’ü Zevaid, 6/319.

İmam Nevevi, Mecmu’, 16/419.

Tehzib-i Kemal, 1/337. Tirmizi, 4/184

Ömer genelde kadınların adet günlerini de pek dikkate almazdı. Bir gece adette olan eşiyle münasebette bulunuyor ve ertesi günü Muhammed’den soruyor. O da Allah seni bağışlasın diyor ve sadaka vermesini öneriyor. Ömer böyle işte, sert bir insan, tuttuğunu koparan biri. Ailesinden bir örnek vereyim. Bir gün nedense gelininden memnun kalmıyor ve oğluna, onu boşa diyor. Oğlu da Muhammed’e gidip olup bitenleri anlatıyor ve şunları söylüyor: Benle eşim birbirimizi çok severiz; ancak babam hayır diyor/bizi ayırmak istiyor; ne yapayım? Muhammed, Eşini boşa, babanı dinle. diyor ve adam Ömer yüzünden sevdiği eşini boşuyor. Yorum yapmadan bunu geçiyorum. (237)

237) Ahmet b. Hanbel Müsned-i, c. 2/40-42 ve Beyhaki, Sünen, 7/322. Kenz’ül Ummal, no: 45889.

Her ne kadar Medine’de kadınlar daha özgür de olsa, yine zaman zaman kadına baskı uygulanırdı; özellikle Mekke’den giden Müslümanlar bunu yapardı. Bir ara bazı kadınlar, eşlerinin kendilerini dövdüklerini Muhammed’e şikâyet ederlerdi. Bunun üzerine kendisi, erkekler eşlerini dövmesinler şeklinde bir açıklama yaptı ve bu söz etrafa yayıldı. Bunu duyan halife Ömer hemen gelip Muhammed’e baskı kurdu: Kadınlar eşlerine karşı azdılar, fetva ver de gerektiğinde erkekler onları dövebilsinler. dedi. Bunun üzerine -her ne kadar daha önce dövmeyin diye açıklama yapmışsa da- bu sefer Nisa suresi 34. ayeti geldi ki, bu ayete göre gerekirse erkekler eşlerini dövebilirler şeklinde açık bir şekilde dövmek için fetva ayeti indi. Bu ayet inince, erkekler eşlerini dövmeye başlarlar; hatta öyle olur ki, eşleri tarafından dövülen 70 kadın Muhammed’in evine doğru yürüyüşe geçer. Ama ne fayda! Ömer tarafı ağır basmış ve kadınlar dövülebilir diyen ayet artık Kur’an’a geçmişti. Kaldı ki, zaten kadınlar güçsüzdü, ayet onların dediği şekilde oluşamazdı. (222) Çünkü kuvvet her zaman güçlüden yanadır.

222) a- Nisa suresi 34. ayet hakkında tüm uzun tefsirler. Özellikle Suyuti’nin Dürrü’l Mensur’u önemli.

Kur’an’nın Kökeni, s. 81 dipnot. Burada çok kaynak var.

A. Razzak, Musannaf, no: 17945.

Ebubekir Hemedani Şafii, el-Itibar’u fi’l Nasih-i ve’l Mensuh s.1/180.

İbni Sad, Tabakat, 8/351.

Hindi Kenz: no: 44984.

Geçenlerde bir yazı okudum; Yemen’de kanun çıkarmışlar, bir kız çocuğu 17 yaşına gelmeden evlenemez diye. Kadınlar bunu duyunca niye böyle bir kanun çıkarıyorsunuz diye ellerine birer pankart alıp meclise yürüyüşe geçmişler. Hâlbuki o kanun kadınların lehinedir. Burada olay şu: Onlar İslam’a inanıyorlar. İslam’da da küçük yaş kızlar için problem değil. Bu kanunu çıkarmakla Yemen hükümeti İslamiyet’e saygısızlık yapmış oluyor! İşte karşı koyuşlarının nedeni bu.
Daha enteresan bir örnek vereyim. Ebubekir hicri 13. yılında vefat ederken, eşi Habibe binti Harice hamileydi. Çocuk doğunca adını Ümmü Gülsüm koydular. Ebubekir ölünce Ömer aynı sabah iş başı yaptı; zaten konumuz da bu. Ve Ömer 10 yıl halifelik yaptıktan sonra öldürüldü. Yani Ömer dünyasını değiştirdiği vakit bu kız 9-10 yaşlarındaydı. İşte bu Ömer, bu kızı da kendine eş olarak Hz. Ayşe’den istedi ama alamadı. Daha sonra Ümmü Gülsüm, dedesi yaşında olan ve cennetle müjdelenen Talha bin Ubeydullah’la evlendirildi, Zekeriya, Yusuf ve Ayşe adlarında üç çocuk dünyaya getirdi. Kız 9-10 (o da eğer Ömer ona son yılında talip çıkmışsa!), Ömer ise 60 yaşlarındaydı. Ömer’le Hz. Ali’nin kızı konusunda buna biraz daha değineceğim.

İlginç: Bir yandan birbirlerini katlediyorlar, diğer yandan birbirlerinin ufak çocuklarıyla evleniyorlar. Hz. Ali de Ebubekir’in ölümünden sonra kendisinden dul kalan eşi Esma binti Umeys’le evlendi ve çocukları oldu. Bunu daha önce de yazdım. Onlarda yaşam böyleydi. (200)

Burada çok komik bir not eklemek isterim. Ebubekir’le birlikte doktoru da o yemekten yedikleri zaman doktorun, bu yemekte zehir vardı, maalesef fazla yaşamayacağız, ancak bir yıl yaşama şansımız var’ dediğini daha önce de belirttim. Bir yıl sonra doktorla birlikte yatağa düşen Ebubekir, gidici olduklarını anlamıştır. Bazı kişiler doktora gitmesini, fayda görebileceğini söylemişlerdir.

Ebubekir ise Doktorumdan sordum, gereken teşhisi koydu. şeklinde yanıt vermiştir: Bu işin çaresi yoktur demek istemiştir. Ebubekir’in sözünü ettiği doktor, onunla birlikte o zehirli yemeği yiyen gerçek ve meşhur doktordur; ancak İslami kesim bunu işleyince ilginç bir senaryo çizilmiştir. Özeti şu: Güya Ebubekir çok kanaat sahibiymiş, artık hakiki doktorum olan Allah beni götürecek demek istemiş. Gerçekten ne garip yorumlar.

Şu bilgiyi de eklemekte yarar var: O dönemin insanları, birilerini ortadan kaldırmak istedikleri zaman genelde zehirli yemekler kullanırlardı. Hatta Hz. Ali tarafından Mısır’a görevlendirilen Malik bin Ester, Muaviye’nin adamları tarafından zehirlenerek katledilince Muaviye, Allah’ın baldan da askerleri vardır. cümlesini sarf etmiştir. Bunu az önce de belirttim. O dönemde genelde bala ve yemeklere zehir konuluyor, bu yöntemle insanlar öldürülüyordu. Muaviye az önceki cümlesiyle bunu vurgulamak istiyor. Bazı yazarlar o dönemle ilgili bu yöntemle katledilen kişilerin listesini de çıkarmışlar. Zehirleme yöntemi o dönemde çok yaygındı.
Hani belki kamuoyu bilmiyordur; Muhammed döneminde birçok kişi de bölgelerinde kendilerini peygamber olarak ilan etmişlerdi. Mesela;
a)Müseyleme, yine aslen Hıristiyan olan, Arap yarımadasından

b)Şecah binti Haris adında bir kadın,

c)’Yakıd’ adında bir kadın, Suriye’nin Halep tarafında peygamberlik iddiasında bulunmuştu. Buna ilk olarak babası inanır’ (165)

d)Lakit bin Malik Ezdî (Umman’da peygamberliğini ilan eder ve zaten İslamiyet’ten önce de oranın emiriydi, asıl adı Cülendi idi)

e)Esved-i Ansî

f)Tuleyha b. Huveylid Esedî

Bu ve bunun gibi kişiler de kendi bölgelerinde peygamberliğini ilan etmişlerdi. Hepsi Ebubekir zamanında bastırılır ve böylece o coğrafyada İslam galip gelir, yayılır. İslamiyet’ten öyle kaçışlar olur ki, mesela Hz. Muhammed’in bir savaşta ele geçirdiği develerden kendisine 100 deve rüşvet olarak verdiği Uyeyne b. Hısn/veya Husayn bile (Kur’an’ın Kökeni adlı yapıtımda bu konuda geniş bilgi var ve en başta Buhari’den alıntı var; s. 248) İslamiyet’i bırakıp yedi yüz savaşçısıyla birlikte Tuleyha’ya katılır. Daha sonra yakalanıp Medine’ye götürülünce Müslümanlar ona, utanmadın mı ki dinden çıktın, deyince o, Zaten hiçbir zaman İslamiyet’e inanmadım ki. karşılığını verir. Yani hep çıkar, hep çıkar.

Hâlbuki Kur’an’a göre, bir kadının eşi ölür veya öldürülürse, ikinci bir erkekle evlenebilmesi/cinsel ilişki yaşayabilmesi için en az dört ay on gün beklemesi lazım. (161) Bundan amaç, belki eski eşinden hamile ise doğacak çocuğun kimden olduğu belli olsun diyedir. Ama bu süre, savaşta ele geçirilen karşı tarafın kadınları için geçerli değildir. Müslümanlar en kısa zamanda onlarla cinsel ilişkide bulunsunlar diye, Müslüman savaşçılara bir indirim yapılmıştır. Esir alınan kadın tek bir sefer adet görse yeterlidir denilmiştir. (162)

161) Bakara suresi, 228 ve 234.

162) a- Ebu Davud, Nikah, no: 2157.

Beyhakı, Süneni Kübra,7/449.

A. Razzak, Musannaf, no: 12898.

Taberani, Mucem-i Kebir, 24/69.

Tekrar soruya döneyim: Neden bu insanlar kitlesel bir şekilde İslam’a girdiler ve neden Muhammed vefat edince yine kitlesel bir şekilde dinden çıktılar?

Çoluk çocuğum öldürülmesin, malım talan edilmesin, ben öldürülmeyeyim, eşim cariye olarak düşmanın eline geçmesin gibi hesaplardan dolayı insanlar İslamiyet’i kabul etmek zorunda kalıyordu (korkudan). Meşhur İslam tarihçisi İmam Zehebi’den çok küçük bir örnek vereyim. Müslümanlar Afrika’yı ele geçirince, savaşa katılan her şahsa bin dinar (altın para) düşüyor. Yani bunlar Afrika’nın işlenmiş kıymetli mücevheratını talan ediyorlar. (158) Her cepheden yapılan baskınlarda ganimet adı altında karşı tarafın her şeyi alınıyordu. Ama Hz. Muhammed öldürülünce, onlar tekrardan İslamiyet’i bıraktılar. Çünkü İslam ordusunun Muhammed’den sonra eski gücünde kalabileceğine inanmıyorlardı.

Sonuçta Ebubekir çok sert tedbirlerle İslamiyet’i terk edenlerin üzerine gitti ve büyük katliamlar gerçekleştirdi. Bunu yaparken de ordusuna şunu söyledi: Bakın Kur’an’a göre siz öldürülürseniz şehit ve dolayısıyla cennetliksiniz, onlar ise cehennemliktir. Sizin için onların hanımları ve kızları cariye olarak helaldir; ama bu avantaj onlar için yoktur. Bir diğer söylediği şey şu: Bize zararlı olanlardan bir kısmını da yabancı memleketlere, sürgüne göndereceğiz Abdullah bin Mesut, Ebubekir döneminde biz bu proje ile kazandık, yoksa işimiz zordu. diyor. (159) Bu konuda birçok İslami kaynakta bilgi var; ancak Vakıdi, ‘Kitab’ül Ridde’ adlı eserinde bu dinden çıkmalar ve Ebubekir’in onlara ne yaptığı konusunda detaylıca bilgi verir. Vakıdi, Hz. Muhammed’e zaman olarak da en yakın olan İslam tarihçisidir. (160)

158) Zehebi, El-lber, 1/18.

159) ibni Esir, el-Kamil. Ebubekir kısmı, dinden çıkma bölümü. Cilt 2/205.

160) Hicri 130 ile 209 yıllan arasında yaşamıştır.

Burada kısa bir ara verip kutsal dinlerin talan’a dayalı olduğuna ilişkin bir örnek de Tevrat’tan vereyim. Süleyman peygamberin haraç-vergilerden topladığı yıllık altın miktarı yaklaşık 35 tondu. Ordusundaki kalkanların büyük çoğunluğu altındandı. Fildişinden saray yaptırmıştı ve hep altın kaplamalıydı. Kullandığı kap-kaşık hep altındandı. Gümüş hiç kullanmıyordu. İşte talancı zihniyet böyledir: Biri kazanır, diğeri din adına onu alıp sefasında kullanır. (157)

(157) Tevrat’tan, 1. krallar, 10/14 ve devamı. 2. Tarihler, 9/13 ve devamı.

Kur’an’da Müslümanlara ganimet, talan, fidye, cizye, cariye gibi avantajlar tanınmış iken, bir de eğer savaşlarda Müslümanlar öldürülürse cennete girecek, orada çok güzel, iki gözün görmediği, aklın hayal etmediği kızlar (huriler) var diye buna inanılır iken ve yine şayet karşı taraftan öldürülen olursa cehennemliktir diye buna inanılıyorsa, tabii ki böyle bir zihniyetten oluşan orduyu yenmek imkânsızdır. O zaman teknoloji de yok, kılıçla savaşılmaktadır ve böyle bir inanca sahip tarafın kazanma şansı yüksektir. Ortada hem maddi, hem de manevi olarak çıkar var.
Zaten bu çıkarlar Kur’an’la da meşrulaştırılmaktadır. Bu zihniyet her zaman savaş ister. Çünkü savaşta çıkar var.
İmam Ebu Hanife şunu diyor: Benim yanımda Ebubekir’le İblis’in/şeytanın imanı birdir. Ebu Hanife’nin bu açıklamasını böyle önemsiz tarihçiler değil; çok meşhur İslam tarihçileri aktarıyor. Mesela; Hatib-i Bağdadi (392-463) ve İbnü-l Cevzi (ö.597.h) gibi İslam düşünürleri. Ama neden Ebu Hanife, Ebubekir’i seçip onun hakkında bu ağır ifadeyi kullanmış, bu ayrı bir konu. Belki de Ebubekir’in icraatını beğenmediği için bu benzetmeyi yapmıştır. Sonuçta ağır bir benzetme. (151)

(151) a- Hatib-i Bağdadi, Tarih-ü Bağdat, Numan b. Sabir (Ebu Hanife) kısmında, no: 7249, cilt 15/509. b- İbni-1 Cevzi, El-Muntazam. No. 805 cilt. 8/133. Hicri 150 yılına olayları kısmında.

Her ne kadar İslam’ın Sünni kesim yazarları bu konuyu soyutlayarak, insanlardan gizli tutmak istemişlerse de, aslında kanıtlar çok güçlü ki, Muhammed bir siyasi cinayete kurban gitmiş ve bunu tertipleyenlerin baş aktörü de Ömer’dir; ancak Ebubekir’i de yönlendirmiş ve hatta kullanmıştır demek yerinde olur. Bunu yaparken de en önemli avantajları, kızlarının Muhammed’le evli olmaları ve onunla yaşamaları. Zaten Muhammed’den sonra Ömer’in Ebubekir için aktif bir şekilde çalışması, aslında kendi geleceğinin altyapısını güçlendirmekti; bunu hep söylüyorum. Nitekim Ömer’in yaptıklarına dayanamayan Hz. Ali, bunu açıkça Ömer’e karşı söylemiştir: Aslında Ebubekir senin umurunda değil. Sen bununla geleceğini garantiye almak istiyorsun. demiştir.
Ayşe’den farklı bir hadis: Muhammed hasta iken bana, Ayşe sen benden önce ölseydin ben sana dua ederdim. dedi. Ayşe devam ediyor: Söze bak! Vallahi benim bildiğim, sen ölümümü istiyorsun. Hâlbuki senden önce ölsem, aynı gün sen gider başka hanımlarınla aşk yaşarsın. diyor. Ayşe’nin bu hadisi, en başta Buhari’de pek çok yerde geçmektedir.
Bir de değişik kaynaklarda bunun farklı versiyonu da var. Hz. Muhammed, Ayşe’ye, Sen benden önce ölseydin ben senin cenaze namazını kılar, seni kabre indirirdim. diyor. Bunun üzerine Ayşe sert tepki gösteriyor: Bu açıklaman gösteriyor ki, sen bir an önce gitmemi ve benden kurtulmanı istiyorsun. diyor. Belli ki Muhammed ondan kurtulmak istemiş; ancak çaresini bulamamıştır. (86)

(86) a- Buhari, Mer’da, kavl’ül marid kısmında ve Ahkâm, istihlaf kısmında, 

b- İbni Sad, b-Tabakt, 2/353, Hz. Muhammed’in ağrısı, hastalığı kısmında.

Efendim bilmem Muhammed hangi hanımının yanında bal yerken-bal şerbeti içerken, Ayşe-Hafsa bunu kıskanmışlar, bu yüzden Muhammed’e film çevirmişler veya bir gün Muhammed Hafsa’ya, bugün babanın (Ömer’in) evine gidebilirsin demiş, kadın da gitmiş. O gittikten sonra Muhammed de eşlerinden (cariye statüsündeki) Maryayı yanına alıp Hafsa’nın odasına gitmişler ve Hafsa’nın yatağında sevişmeye başlamışlar, tabii ki Hafsa da akıllı, Muhammed’in onu sebepsiz yere gönderdiğini anlamış. Dolayısıyla yarı yoldan dönüp geri gelmiş. Odasının kapısını açınca onları sevişirken yakalamış.
Bu manzara onun zoruna gitmiş; sonuçta Muhammed’e çok sert tepki göstermiş (Zira arkasında babası Ömer vardı, kadın ona karşı bunu yapabilirdi; sahipsiz değildi). Hafsa daha sonra bu olup bitenleri kuması Ayşe’ye anlatmış. Sonuçta ikisiyle Muhammed’in arası açılmış ve böylece iş kontrolden çıkınca da Tanrı bu ayetlerle müdahalede bulunmuş gibi bir hikâye, hatta masal anlatılıyor.
Hele çoğu Kur’an yorumcusu/tefsir sahibi ve bu konuyu kaleme alan İslam düşünürleri bu hikâyeleri anlatırken, o kadar zevkle ve sanki gayet normal bir şeymiş gibi anlatmışlar ki, insan hayretler içinde kalıyor. Evet, anlatılanlar bu gibi hikâyelerdir.

Ben burada küçük bir soru sorup, konuya devam edeceğim: Hani derler ki, Muhammed geçmişi, geleceği, her şeyi biliyormuş. Madem öyle, peki Hafsa’nın geri döneceğini neden bilememiş! Nerede kaldı onun peygamberliği (din mantığına göre!)? Bir de kadına böyle oyun kurması, tabir caizse hileli yolla onu göndermesi kendisine yakışır mı?

Şu olmuş olabilir ve gayet doğaldır da: Muhammed 60 yaşlarında, o kadınların dedesi durumundaydı ve ayrıca onun birçok kadını daha vardı, tabii ki haklı olarak bu konuda sıkıntılar yaşanmıştır. Ama çok büyük bir Tanrı diye nitelendirdiği yaratıcısını getirip bir aile barışı-ilişkisi konusunda kullanması, bakın ha Muhammed’i rahatsız ederseniz sizin iflahınızı keserim gibi ifadeleri ona mal etmesi, çok sığ bir yakıştırma: Ayetlerde oluşturulan bu hoş olmayan kompozisyon Tanrı’ya mal edilemez!

İşte böyledir: Mollaların, dini hocaların hesabına gelmedi mi onlar için çamur atmak kolay.
Burada, Asırlar gelip geçmiş, kimse böyle anlatmamış; sadece bu yazar mı bu bilgileri kavrayabildi? gibi sorular sorulabilir. Ben bu soruların muhatabı değilim. Çünkü az önce de ifade ettiğim gibi, bu bilgileri İslami kesimin kabul ettiği eserlerden temin ettim. Benim için çokluk önemli değil; tersine ilim, akıl ve insanoğlunun yararı söz konusudur. Mesela; bir milyardan fazla insan Hz. İsa’ya şu veya bu şekilde inanıyorsa veya milyonlarca insan öküze tapıyorsa, benim de İsa’ya inanmam veya öküze tapmam gerekmiyor! Her çokluk gerçektir-doğrudur diye bir kural yok: Tıpkı inanç konuları gibi.
İşte Seneca’nın da dediği gibi: Din sıradan insanlar için gerçek, aydınlar için yalan, iktidarlar için de kullanışlıdır.
Her alanda, hele bu çağda sürekli değişim gerekirken; maalesef İslam âleminin hali ortadadır. İslamiyet’ten anlayan-anlamayan hep şu savunmayı yapıyor: Canım İslamiyet dört halifeden sonra bitti. Şu an yeryüzünde hiçbir ülkede uygulaması yok. Yani aslında İslami yasalar-kurallar iyi de; ancak pratikte bir șey
yok! Hâlbuki böyle diyen, tek bir kelime Arapça da bilmiyor ki Kur’an ve hadislerden anlasın. Peki, mübarek, İslam’ın yasası Arapça, sen de tek bir kelime bilmiyorsun ve kalkıp bu şekilde
savunuyorsun. İşte, İslam’a inanan kitlenin ezici çoğunlugu böyle! Adam İslam’a ters gelen her şeyi yapıyor, Kur’an’dan hiçbir şey bilmiyor; ama İslam’ın gerçeğini bu şekilde izah edenlere
karşı en sert reaksiyonu da göstermekten geri kalmıyor.
İnsan bazen ilaç, yerine göre iğne kullanır ve hatta gerekirse ağır ameliyat da geçirir. Bunlar keyfi yapılan şeyler değil; bir zorunluluk sonucudur. Kim ister ki keyfi olarak karnını, kalbini kafasını açtırsın. Demek ki acı da olsa bazen ameliyat olmak, olmamaktan daha faydalıdır. Yazılarım da böyle: Tabulardan kurtulmak için acı da olsa konuların üzerine gitmek gerekiyor. Yoksa aklı başında normal bir insan neden başkalarını üzmek, inançlarını sorgulamak gibi bir yaklaşım içinde bulunsun?
İbni Teymiyye gibi İslam düşünürleri bütün bu olup bitenlere karşı Osman’ı savunuyorlar. Hâlbuki çok kolay bir yol vardı. İsyancıların teklifi çok basitti: Osman ya istifa etmeli ya da Mervan’ı kendilerine vermeliydi. Aksi takdirde Osman’ın kellesini istiyorlardı. Makam çok tatlıydı, vazgeçilmezdi. Osman bunlarn
hiçbirini kabul etmeyince sonuçta canından oldu.
Bu iltimas kısmını özetleyecek olursam,

*Amcası Hakem’i Hz. Muhammed’e rağmen sürgünden geri getirmek ve yüz bin dirhem devlet malından ona bağışta bulunmak.
* Hakem’in oğlu Mervan’ı sürgünden getirmek, kendine vezir yapmak, kendi kızı Ümmü Eban’ı ona vermek, Afrika’da ele geçirdiği yerlerin 1/5 vergilerini ona bağışlamak vs.
*Hakem’in bir diğer oğlu olan Haris’e, üç yüz bin dirhem para bağışında bulunmak ve ‘Mehruz’ denilen Medine’deki önemli bir alışveriş merkezinin gelirini ona hibe etmek.
*Kardeşi Abdullah b. Ebi Sarh’a aşırı derece imkân tanımak, Afrika’ya vali atamak, oranın gelirini kendisine tahsis etmek.
*Yine akrabası meşhur Ebu Süfyan’a, hazineden iki yüz bin dirhem para hibe etmek.
*Ebu Musa el-Eş’ari’nin Irak’ta topladıği vergileri, kendi yakın akrabasına ve Emevi soyuna bağlı kişilere dağıtmak.
*Abdullah b. Halit b. Useyd’e kızını vermesi ve bu damadına hazineden altı yüz bin dirhem bağışta bulunması, başka hediyeler vermesi.
*Yine kardeşi olan Velit b. Ukbe’ yi Küfe valiliğine ataması ve Sad b. Ebi Vakkas’ı görevden uzaklaştırması.
*Şam’ın tüm vergilerini Muaviye’ye hibe etmek.
*Ebu Musa ve Osman b. Ebil As’ı görevden alıp yerlerine dayısının oğlu Abdullah b. Amr’ı atamak ve daha niceleri.

İşte bütün bunlar, halkı galeyana getiren son derece kötü örneklerdir.

Kızların Muhammed’in olmadığına ilişkin İslam tarihinde bir kaynağa rastlamadım. Burada söz ettiklerim eski tarihçilerdir tabii ki. Hep söylüyorum; İslam tarihi resmi tarihtir, sansürlü tarihtir ama profesyonelce yazmamışlar. İşte, durum ortada!
Biraz önce de belirttim, Hz. Fatma dışında kalan bu kızlar (Zeynep, Rukiye ve Ümmü Gülsüm) Muhammed’le Hatice’nin çocukları değildi. Hatice’nin Hale adında bir kız kardeşi vardı.
Bu kadın daha önce biriyle evlenmişti; evlendiği kişinin de bir başka hanımından kız çocukları vardı. Babaları ölünce bunlar üvey annede (Hatice’nin kız kardeşinde) kaldılar. O da vefat
edince kızlar ortada sahipsiz kaldı. Hatice’nin maddi durumu müsaitti ve bu çocukları yanına aldı. Hatice zengindi ve kızlar ona yardım da ediyorlardı. Hatice, Muhammed’le evlenince,
Muhammed bir bakıma bu kızlara üvey baba olmuştu.
Fatma, Hz. Muhammed’in kızıdır diyorum. Çünkü İslami kaynaklarda ona çok yer verilmiştir, Fatma hakkında Muhammed’in hadisleri de çok fazladır. Mesela; Fatma benden bir parçadır. Kim ona eziyet ediyorsa bana etmiş olur gibi ona ait çok farklı hadisler var; ancak benzer açıklamalar, diğer kızları hakkında yok. Halbuki onlar da uzun yaşadılar, ikisi Muhammed’den bir-iki yıl önce vefat etti.
Aslında İslami kaynaklarda var olan bilgilere bakılınca, Hz. Fatma dışında Muhammed’in çocuğunun olmadığı fikri ağır basıyor. Çünkü Muhammed vefat edince ondan birçok genç kadın dul kaldı. Örneğin Ayşe 18 yaşında dul kaldı, Civeyriye, Safiye, Hafsa, Ümmü Habibe, Ümmü Seleme, Zeynep b. Cahş Hepsi 20-35 yaşlarında kadınlardı. Peki, neden bunlardan hiçbiri Muhammed’den hamile kalmadı da (görüldüğü gibi yaşları uygun ve henüz menopoz devresi de onlar için söz konusu deği), Hatice o yaşta bu kadar çocuk doğurdu hem de iki kez ikiz doğurmak suretiyle!
Eğer bu kızlar da Hz. Muhammed’in ise, neden onlarla ilgili İslam literatüründe önemli bir kayıt yok! Kaldı ki, erken de ölmemişler. Rukiye hicri ikinci yılında, Zeynep sekizinci, Ümmü Gülsüm de dokuzuncu yılında vefat etmiş. Hz. Muhammed de hicri on birinci yılında öldürülmüş. Hz. Fatma hakkında sayılmayacak kadar hadis var; bunlar hakkında ise hiçbir şey yok: Yetim oldukları belli. Nasıl mı? Anlatacağım.
Rukiye’nin ölümü üzerine Osman dul kaldı, bu kez halife Ömer kendi kızı Hafsa’yı ona teklif etti; ancak Osman cesaret edemedi. Çünkü Muhammed’in de Hafsa’ya talip olduğunu öğrenmişti. Muhammed haberi duyunca çözümü buldu: Hafsa benim olsun, Osman’a da ikinci bir kızımı (Ümmü Gülsüm’ü) vereceğim dedi ve bu şekilde anlaştılar: Hafsa Muhammed’e, Ümmü Gülsüm de Osman’a.. Bu evlilik Medine’de, Bedir harbinden sonra gerçekleşti. O tarihe kadar Rukiye yaşıyordu, onun ölümünden sonra bu ikinci evlilik gerçekleşti.
Muhammed daha Mekke’de iken Müslümanlar bir-iki kez Habeşistan’a hicret eder. Birincisi Muhammed 45 yaşında iken gerçekleşir, diğeri de 46 yaşlarında iken. Her iki seferde de halife Osman’la eşi ve aynı zamanda Muhammed’in kızı diye iddia edilen Rukiye vardı. Bu kadın hamileydi ve yolda gemiyle giderken çocuk düşürmüştü veya çocuğu doğurduktan sonra bir horoz çocuğun gözüne vurmuş, gözünü çıkarmış ve çocuk ölmüştü. Rukiye, daha sonra Medine’ye geçti ve hicretin ikinci yılında orada vefat etti. Kimi kaynaklarda Osman’ın onu dövmesi sonucu vefat ettiği iddia ediliyor. Bunu az önce de belirttim.
Muhammed’in kızlarından Rukiye, babası henüz peygamber olmadan (yani 40 yaşın altında iken), Ebu Leheb’in oğlu ‘Utbe’ ile evlendirilir. Kızlarından Ümmü Gülsüm de peygamberlikten
önce Ebu Leheb’in bir diğer oğlu Uteybe ile evlendirilir. Yani iki kardeş bacanak olur. Yaygın olan kanaat, Muhammed peygamber olunca yine bu evlilik devam eder; ta ki Ebu Leheb hakknda Kur’an’daki Tebbet suresi oluşuncaya kadar. İşte bu sure inince, Ebu Leheb ve hanımı Ümmü Cemil kendi oğullarına, Muhammed’in kızlarını boşayın derler.
Hz. Ali her ne kadar mecburi olarak onay vermişse de, aynı zamanda bu konuda kendisinin de sicili pek temiz değildir. Çünkü bakıyoruz aynı șeyleri o da yapmış. Bilindiği gibi Hz. Fatma hayatta olduğu sürece Ali tek evliydi. Başka kadınla evlenmek için girişimde bulunduysa da Muhammed buna engel olmuştu. Ancak Hz. Muhammed ve Fatma’nın ölümlerinden sonra o da rekor düzeyde çok evlilikten geri kalmamıştır. Küçük bir örnek
verelim. İsmail Ebü’I Kasım, el-Envar adlı kitabında Hz. Ali’nin 32 çocuğunun isimlerini ve annelerini yaziyor. Yine Ya’meri 29 çocuk diyor. Muhibbiddin Taberi gerek Riyad’ü Nadre ve gerek-se Zahair’ül Ukba adlı eserlerinde 32 çocuğun isimlerini veriyor. Yine İbni’i Cevzi Sıfat-ı Safve adlı yapıtında (c.1/309) 33 çocuğun isimlerini, annelerinin isimleriyle birlikte yazıyor vb. Anlaşılan, o dönem için çok eşlilik ve hele aşırı derecede ufak olan kızları almak yaygın ve hatta kültürün bir parçası. Demek ki kız çocukları üzerlerinde insan organları tam belli oldu mu hemen evlendiriliyordu.
Yaşlarıyla ilgili az önce bilgi verdim. Bunlar evlenirken Ömer yaklaşık 55-58 yaşlarında, kız da 10 yaş civarında. Şu da bilinmeli ki, bu evliliğin gerçekleştiği dönemde Ömer halife ve işbaşındadr. Bir gün Hz. Ali’ye, Kızın Ümmü Gülsüm’ü bana ver diyor. Tabii ki Ali hayret ediyor; ne yapacaksın bu çocuğu, diye soruyor. Ömer, bu evlilikten kastım zevk değil; aksine
Hz. Muhammed’e akrabalık bağıyla daha yakın olmaktır, diyor Hz. Ali, Hayır; kızım çocuktur/ergenlik çağına gelmemiş, bir de ağabeyimin çocuğuna/yeğenime vermeyi düşünüyorum diyor. Bu arada bazıları Ömer’e, Aslında Ali bahane uyduruyor, sana vermek istemediği için bu gerekçeleri öne sürüyor diyorlar. Ömer teklifinde ısrar ediyor ve sonuçta Hz. Ali kızını veriyor.
Hz. Ali-Fatma evliliği hicri 2. yılında gerçekleştiği zaman, Hz. Ömer en az 40 yaşlarındadır. Fatma ve Ali’den doğan çocuklar da sırayla Hasan, Hüseyin, Zeynep ve Ümmü Gülsüm olunca, durum daha da farklılaşır. Yani, Ömer’in evlendigi Ümmü Gülsüm, Fatma’nın dördüncü sırada doğurduğu çocuğudur. Halife Ömer bununla hicri 17. yılında evlenir. Bir kere şunu akılda tutmak lazım ki, Hz. Fatma’nın evlenmesinden 15 yıl sonra kızı gelin olur. Peki, bu 5 yıl içinde önce Hasan, daha sonra Hüseyin ve Zeynep dünyaya geldiğine ve daha sonra Ümmü Gülsüm doğduğuna göre, acaba kızcağız evlenirken kaç yaşlarındaydı, kocası Ömer kaç yaşında?
Burada bir bilgi verelim: Bugün İslam aleminde Kur’an’dan sonra gelen Buhari adındaki hadis kitabıdır. Bunu yazan, İsmail oğlu Muhammed bugünkü Özbekistan’ın Buhara kentinde dünyaya gelmiş, daha sonra Mekke–Medine’ye gidip Hz. Muhammed’e ait bu hadisleri toplanmış, hicri 256’da vefat etmiştir. Yine en az Buhari kadar önemli olan Sahih-i Müslim’in yazarı Nişaburludur, vefat ettiği tarih 261’dir. Yine Ebudavud’un yazarı 275’te, Tirmizi’nin 279’da ve Sünen-i Nesai yazarı da 303’te vefat etmişlerdir.
İslami kaynaklarda anlatılanlara göre, Ömer eve girmesin diye Hz. Fatma kapının arkasında durup engel olmak istiyor, arkadan kapıya yaslanıyor. Daha önce de belirttim ki, o sırada Fatma hamiledir. Ömer kapıyı zorlayınca Fatma kapı ile duvar arasında sıkışıp kalıyor ve kapı arkasındaki çivi o sırada göğsüne batıyor. Tabii ki sonunda kapıyı açıyorlar ve bu arada Ömer ayrıca kılıcının kabzasıyla Fatma’yı dövmeye başlıyor, kadın kan revan içinde kalıyor, bağırıp çağırıyor. O sırada kaburga kemikleri de kırılıyor. Bu baskında Fatma çocuk da düşürüyor ve burada hem çivinin göğsüne batmasıyla, hem de kırılan kaburga kemikleri ve darbeler sonucu gitgide durumu kötüleşiyor ve hele morali hiç kalmıyor. Babasının ölümünden birkaç ay sonra kendisi de bu baskında aldığı yara ve darbelerden dolayı vefat ediyor.
Bir kere insan gençken de ölebilir; bu bir realite. Ancak 20 yaşlarındaki Fatma’nın babasının ölümünden hemen sonra ölmesi, tek başına soru işaretidir. Kaldı ki Hz. Fatma’nın Ömer tarafından katledildiğine ilişkin İslami kaynaklarda çok önemli kanıtlar var; bunları bu bölümde detaylıca anlatacağım. Hz. Fatma
babası öldüğü sırada hamileydi; bu arada halife Ömer tarafından dövülürken çocuğunu düşürmüştü. Bu yetmiyormuş gibi, 60 yaşlarındaki halife Ömer, halifelik makamını kullanarak Fatma’nın ölümünden sonra onun küçücük/yaklaşık 10 yaşlarındaki kızını
(Ümmü Gülsüm’ü) nikâhına alıyor ve bu ikiliden iki çocuk dünyaya geliyor.
Sünni kaynaklara göre şu kesin ki, Hz. Ali, en azından eşi Hz. Fatma hayatta olduğu sürece Ebubekir’in halifeliğini kabul etmemiştir. Daha önce de en başta Buhari’den sunduğum hadislerde Hz. Ayşe’den rivayetle, Fatma’nın Ebubekir’e kızdığını, ilişkisini kestiğini, ölene kadar küs kaldığını, ölünce de ne Ebubekir, ne de Ömer’in cenazesine gelmemelerini vasiyet ettiğini ve yine Ebubekir ve Ömer mezarı başına gitmesinler diye, onun vasiyeti üzerine Hz. Ali tarafından gece gizlice gömüldüğünü belirtmiştim. Hatta Ebubekir ve Ömer mezarını bilmesinler diye gömüldükten sonra kabrinin yerle bir edilip tesviye edildigi veya Ali’nin onu kendi evinde gömdüğü, İslami kaynaklarda anlatılıyor.
Halk arasında onun şu sözü de meşhur: Fırat nehri kenarında bir kuzunun başına olumsuz bir şey gelse, bundan da Allah’a hesap vermekten korkarım, bundan da ben sorumluyum gibi abartılı ifadeler ona mal ediliyor. Böyle bir söz söylemiş veya söylememiş hiç önemli değil. Önemli olan onun icraatidir. Önemli olan Kur’an’in kendisidir. Madem Kur’an diyor ki savaşlarda inanmayanların boynunu vurun, parmaklarını da doğrayın ve yine madem Kur’an diyor ki, savaşlarda Müslümanlara yardım etsinler, insanları öldürsünler diye ben melekler gönderiyorum ve yine madem Kur’an diyor ki cennette dört ırmak var, bal ırmağı, şarap ırmağı, temiz su ırmağı ve süt ırmağı ve bunlara benzer daha neler neler o zaman iş bitiyor.292

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir