İçeriğe geç

Sorun Nedir? Kitap Alıntıları – Ş. Teoman Duralı

Ş. Teoman Duralı kitaplarından Sorun Nedir? kitap alıntıları sizlerle…

Sorun Nedir? Kitap Alıntıları

İnsanla ilgili manevî görüş, Batı medeniyetleri câmiasında Yeniçağ dindışı Batı Avrupa medeniyetiyle köklü değişikliğe uğramıştır.Ancak,asıl,devrim diye niteleyebileceğimiz olay, Çağdaş küreselleştirilen İngiliz-Yahudi medeniyetinde yaşanmaktadır.
Manevî varlık olarak insan,adı anılan medeniyet çerçevesinde berhava edilmiştir.Yerini maddî süreçli ve evrim mahreçli biyolojik beşere bırakmıştır. Bahsi geçen devrimin başını çekmiş üç öncüden biri, İngiliz, Charles Darwin’dir.
Öbür ikisi, Almanyadan İngiltereye ilticâ edip orada bir süre yaşamış Yahudi asıllı Karl Heinrich Marx ile Sigmund Freud’dur (1856 -1939).
Buradan da İngiliz-Yahudî ittifakının yahut işbirliğinin, siyâsî ile iktisâdî düzlemden ibâret kalmayıp en üst zihnî seviyelerde dahi cereyan etmiş olduğunun teyidini görebiliyoruz.
Din, kutsallığın, ona bağlı olarak da saygının, ve nihâyet, ahlâkın fışkırdığı pınardır.

Din duygusundan yoksun kişinin, doğa ile insan karşısında temellenmiş saygısı ile sevgisi olamaz. Çünkü onun, duygulanmaları ile düşünmeleri, aslî pınardan beslenmiyorlar.

Böyle birinin duyuları vardır; o, duyar; ama duygulanamaz. Duyarak ‘beşerî varoluşum’un farkına varırız; buna karşılık, ‘beşeri-varoluşumun-farkına varmanın sırrı’na inemeyiz.

Kâmil kişinin göze çarpan görünümü, bir yanda kibirden, öbür taraftan da hafifmeşreplik ile geçici heveslerden uzak duruşu ile davranışıdır. Güvenilir kimsedir. Ciddî ve vakarlıdır. Bu dünya hayatının her ân sona erebileceğinin sallantıya yer bırakmaz ayıklığını gözler önüne serer. Hiçbir dünya varlığına sığınmaz, tapmaz kararlılığıyla yalnızlığını yaşar. Varoluş endîşesini durmadan dinlenmeden gönlünde ve vicdânında duyar. Hayatı asla comédie olarak duyma hafifliğine kapılmaz; kendisine o, hep bir drame gibi görünür. Bu bakımdan küreselleştirilen İngiliz-Yahudi medeniyetinin yaymağa çabaladığı ‘çağdaş yaşama’ insana zuldur, zulümdür; o, ancak hayvanîleşen beşer için yaşanmağa layıktır.
Bilim cüzü ve özeli inceleyemez. Genellemek zorundadır. Oysa insanın tekliği kadar, toplumluluğu da bireyseldir.
Bireyi de toplumu da ‘mekanik bilim’i taklide heveslenen ‘sosyoloji’, ‘psikoloji’ cinsinden araştırma-inceleme alanlarının çerçevesine indirgeyerek açıklamağa yeltenmek, insan gerçekliğinin tahrifi demektir.
İslâmın zerkettiği imânî edep, tarihte erişmiş olduğumuz üstün medeniyet seviyesinde Sermâyecilik ile onun doğal türevi olarak görülmesi gereken imperyalism utanmazlığı ile zulmünü geliştirmemize engel oluşturmuştur. Onaltıncı yüzyılın ikinci yarısından, özellikle de Yirmincinin başlarından itibâren ya zulümden yanasınız ve yüksek maddi gelişmişlik seviyesine, refaha ulaşırsınız ya da âdilsiniz, ama mezkur medeniyetin anladığı anlamda iktisâdî kalkınma çizgisini yakalayamazsınız. İngiliz-Yahudi medeniyetinin, insanlığı karşı karşıya bıraktığı amansız seçenek budur.
Anne, ilahî sevgi demek olan şefkati, rahminde olduğu kadar, mürebbiyeliğinde dahî tecellî ettirir. Öyleyse, anne, ilahî tecelligâhtır; dolayısıyla da kutsaldır. Bu bakımdan o, erkekten üstün* ve ona oranla çok daha fazla yükümlüdür: Maddeten ve manen hâmiledir. Kadın, hayatın devâmından, neslin yetişmesinden sorumludur. Erkekse, kadının bu ağır ödevi yerine getirmesi için gerekli şartlar ile imkânları hazırlayıp onu savunmakla yükümlüdür.
Çağdaş İngiliz-Yahudi medeniyeti ve onun siyâsî-iktisâdî zenbereği hür sermâyecilik, dünyada tek ve eşsiz kalmak arzusundadır. Bu medeniyeti ve onun temel ideolojisini taşıyan güç, imperyalism, mümkün ve hattâ muhtemel her medeniyet tasarısını ateş bacayı sarmadan boğmak irâdesini tereddütsüzce uygulamaya geçirmektedir. Bu cümleden olmak üzre, mantıkca tek mümkün gözüken seçenek İslâm medeniyetinin yeniden dirilip toparlanma istidâdını durdurup kökten kurutmak amacıyla onun başını ezmek zorunluluğunu duymuştur. İmdi, İslâm medeniyet davâsının bin yıldır mücâdelesini ilimle, irfânla, kan ve gözyaşıyla sürdüregelmiş Türklüğü ve onun devlet şaheseri Osmanlıyı tarih sahnesinden ebeden silmek kaçınılmazlaşmıştır. Bu maksat doğrultusunda kırımın en akıllı ve kökten olanına başvurulmuştur: Binyüz küsur yıllık yazısının iptâliyle Türklüğün tarih-kültür hâfızası silinip boşaltılmış, millî kültür bilinci yokedilmiştir. Bu, tarihte eşine menendine rastlamadığımız bir tragedyadır. Böyle bir çılgınlığa devrimciliğin öncüsü Lenin ile Mao bile kalkışmamışlardır.
Bir toplum-siyâset ortamında ruhbân zümre yoksa, karşıtı, ruhbân-olmayan da, tabiatıyla, bulunmayacaktır. Tıpkı, sivil zümreniz yoksa, askerinizin de olamayacağı, ve bunun tersi durumu, gibi. Osmanlı Türk tarihinde işte bu sebeple, Clérical – Laïque ile Militaire – Civile karşıt zümrelerini ve bunlardan kaynaklanmış siyâsî iktidarları aramak beyhûdedir. O hâlde Cumhuriyet Türkiyesindeki bu kabîl sınıflamalar idhâl malı sunîliklerdir. Nitekim, dinadamı meslek öbeği dahî, sunîliklere bâriz bir misâl teşkil etmektedir.
Bireyi de toplumu da ‘mekanik bilim’i taklide heveslenen ‘sosyoloji’, ‘psikoloji’ cinsinden araştırma-inceleme alanlarının çerçevesine indirgeyerek açıklamağa yeltenmek, insan gerçekliğinin tahrifi demektir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir