İçeriğe geç

Bir Anadolu Hümanisti Mevlana Kitap Alıntıları – Radi Fiş

Radi Fiş kitaplarından Bir Anadolu Hümanisti Mevlana kitap alıntıları sizlerle…

Bir Anadolu Hümanisti Mevlana Kitap Alıntıları

Nefsin egemen olduğu sultanlık, şeytandandır.
Bana yapıp ettiklerinizle değil
Niyetlerinizle gelin

İbni Taymiya

“Ben gidiyorum. Ama bilin ki, ardımdan, göğü kaplayan çekirge sürüsü örneği kalabalık ve en akla gelmedik silahlarla donanımlı Moğol ordularının istilasına uğrayacak burası. ‘Onları kendi hiddetimden ve gazabımdan yarattım’ hadisinde denildiği gibi, Cenabı Hakk’ın gazabının ordusu Horasan topraklarını istila edecek, binbir acı içinde kıvrandıracağı Belh halkına ölüm şerbetini içirecek. Ve Şah kendi ülkesinden kovulup, yaban ellerde, kimsesiz, bir başına ölecek.”
Şeyh’i öldürme, Halife üzerine sefer düzenleme ve nihayet Müslüman tüccarları katletme şeklinde birbirinden ağır üç suç işleyen Şah’a karşı devletinin bütün sınıf ve tabakalarından, gitgide büyüyen bir öfke dalgası kabarmaya başlamıştı: Din adamları, askerler, ticaret erbabı, esnaf ve zanaatkârlar artık bütün bu olup bitenlere dur demenin zamanının geldiğinde hem fikirdiler. Şeyh Mecdeddin’i öldürmesinden ve kendilerini Halife’ye karşı fetva vermek zorunda bırakmasından dolayı Şah’ı bir türlü bağışlayamayan ulema ve şeyhler de, Cenabı Hakk’ın bütün bunları cezasız bırakmayacağı kehanetinde bulunma fırsatını kaçırmadılar.
Çevrelerinde, sürüp giden haksızlıkları önleyecek, gerçekliği adalete uygun bir biçimde değiştirecek bir güç olmadığını gören çileciler, üzerlerine, Arapça “sof” adı verilen kaba yün kumaştan bir aba giyip, çöllerde inzivaya çekildiler ve doğa, insan, Tanrı üzerine düşünmeye başladılar. Giydikleri abalardan dolayı “sufi” adıyla anılmaya başlanan bu kişiler, etik öğretilerini, birer Kur’an kavramı olan “haram” ve “helal”e dayandırdılar. Egemenlerden alınacak her şey ha
Ulema dediğin, egemenlikleri bir göz kırpımı süresince olan şu fani dünyanın hükümdarlarına değil, âlemlerin yaratıcısı olan tek ve edebi Tanrı’ya hizmet etmeliydi. Bahaeddin Veled, bunun en azından kendisi için böyle olduğundan emindi.
“Ey, Vahş kadısı ve ey siz, Fahreddin Râzi’nin ardı sıra doğru yoldan çıkan din sapkınları! Ey, Harezmşah Muhammed! Bilesiniz ki, şu değersiz dünyada hepinizin gözüleri kör olmuş. Bunca mucizeleri, delilleri bırakmışsınız da iki üç hayalin peşine düşmüşsünüz! Bu dâlâlet ve bid’at üstünlüğü, nefsinizin üst olmasından, sizi işsiz güçsüz, ibadetsiz, tâatsız bırakmasından ve kötülüğe çalışmasından ileri gelmede! Ama ne denilmiştir: ‘Nefsin egemen olduğu sultanlık, şeytandandır!’”
Cuma vaazında babasının söyledikleri işte bunlardı. Ve cemaat, başları hep önde, korkudan gözlerini bile kaldıramadan, kentlerinin bu en ünlü din bilginini büyük bir dikkatle dinlemişti. İnsanların yazgısı iki dudağının arasından çıkacak söze bağlı olan kadıyı ve onun sevgili efendisi Râzi’yi din sapkınlığıyla suçlamak! Bu da bir yana, Müslüman dünyasının en güçlü hükümdarı olan Harezmşah’ı da onlarla bir tutmak!.. Doğrusu herkesin söylemeye cesaret edebileceği şeyler değildi bunlar.
Seven kadınlar ve analar, başlarına bir şey gelir korkusuyla sevdiklerini ve oğullarını bilinmeyen bir yere atılmaktan alıkoyarlar, ruh güçlerinin olgunlaşmasına, onların bu güce egemen olmasına olanak tanımazlar. Ve bilincin aydınlığından yoksun sevgileriyle, olgunlaşmamış ruhun tüm dünyayı içine doldurmak istercesine uçuşunu destekleyecek yerde, boyunlarına sarılır ve onları evrenin ve insanın birliğinin yüce gizine dokunmaktan alıkoyarak, bencilliğin, alçaklığın uçurumuna çekerler.
İnsan bütün dünyayı içine sığdırabilir.
İyi de, bu ruh ne? Akıl desen değil, yürek desen değil
İster parlatılmış bir metal, ister durgun bir su yüzü olsun; ayna olmadı mı, insan kendi yüzünü göremez. Bir başka insan olmadı mı, insan kendini anlayamaz; insan ancak başka insanlar aracılığıyla kendini gerçekleştirir, kendini anlayabilir.
Eğer tek bir insanı iyi anlamışsan, kalabalıkları anlamak hiç zor değildir. Küçücük bir kıvılcımdan, kurumuş bozkır otları gibi alevleniverir kalabalıklar.
‘Er, kadından üstündür,’ denilmesinin özünü iyi anla. Cahillerdir kadından üstün olanlar, çünkü kaba ve acımasızdır cahiller; sevgi, sevecenlik, güleryüz nedir bilmezler. Hayvanlıktır onlarınkisi ve tabiatta çokluk hayvanlıktadır. Sevgi ve acıma insanın nitelikleridir, kabalık ve kösnüllük hayvanın nitelikleridir. Bu hayvan erkeklerdir kadınlardan üstün olan, yoksa kadın, aklı ve yüreği olan erkeklerden daha üstündür.”
Kadın nedir? Dünya neyse odur.
Kendilerine karşı kayıtsız olduğumuz insanların en ağır suçlarını bağışlarız da, sevdiklerimizin küçücük suçlarını bağışlayamayız.”
Öyle karanlık bir geceyim ki, aya isyan ettim.
Aşk, hakikatin açı ölçeridir.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
..ölümün beklediğini bilerek ölen bir insan, artık kaderin adilliğine inanabilir miydi?
Sonsuz olan yalnızca, içimizde taşıdığımız ve birbirimize aktardığımız alevdir
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
“Bir zaman gelecek,” dedi; başıyla çocukları gösterdi, “onların yüreklerinde de dünyanın yüreği ateş alacak ve bu ateşin kıvılcımları, hakikate susamış yüreklerini alevlendirecek ”
“Tanrı’ya ibadet ederken insanın üzerinde yırtık pırtık giysiler mi, yoksa atlaslar, ipekler mi olduğunun ne önemi var?” diyordu. Düşüncelerin temiz olması, ona göre bütün kurallardan, merasimlerden, şekle bağlı törenlerden çok daha önemliydi.
“Dünyalara değersin sen. Ama kendi değerinden kendinin haberi yoksa elden ne gelir?!”
“Öfkesine hakim kişi her şeye hakim demektir.
Zindanlar içinde en korkuncu, insanın kendi kafasında kurup yükselttiği zindandır.
Dünya yüzünde birer gölgeyiz, hepsi bu. Gölge kayboldu mu, yokuz. Sonsuz olan yalnızca, içimizde taşıdığımız ve birbirimize aktardığımız alevdir
Nimetler herkese eşit olarak verilir, ama herkes bunlardan yetenekleri ölçüsünde nasiplenir der sufiler.
Şeyhler ve sufiler, büyük din yolunun haramileridir.
Herkes şeyhine gönderme yapıyor diyordu. Oysa ben suyumu doğrudan doğruya Pınar dan içiyorum Benim sözlerimin özü, özeti şudur: Batınımdaki zahir olsaydı, bütün alem tek bir renge boyanırdı; kılıç da kalmazdı, kahır da.
Nefsin egemen olduğu sultanlık, şeytandandır!
Her ne arar isen, sendedir, sende
Cahillerdir kadından üstün olanlar, çünkü kaba ve acımasızdır cahiller;sevgi, sevecenlik, güler yüz nedir bilmezler. Hayvanlıktır onlarınkisi ve tabiatta çokluk Hayvanlıktadır.
Ama insan psikolojisinin gizli dehlizlerinde korkusuzca ilerleyen Celaleddin, sürekli çatışma halindeki zıtların birliğinden ibaret olan dünya nın, bir kez ve sonsuz adına yaratılmadığı, Her an yeniden yaratıldığı sonucuna vardı.
Celaleddin, temelleri Grek, Roma, Arap, Hint ve Çin düşünürlerince atılmış olan bir diyalektik sistem geliştirdi.
Hegel’in açıklamalarından öğrendiğimize göre, Celaleddin Rumi, onun, yeniden işlenmiş biçimiyle çağımız ilerici düşüncesinin temellerini oluşturan diyalektik metodun, büyük katkılarda bulunmuştur.
Dünyalara değersin sen. Ama kendi değerinden kendinin haberi yoksa elden ne gelir?
Tek bir dizeye sığınmış koca bir hayat :Hamdım. Piştim. Yandım
‘Bana yapıp ettiklerinizle değil,
Niyetlerinizle gelin.’
İbni Taymiyya
Sufiliğin gitgide ahiret nimetlerinin değil, dünya nimetlerinin elde edildiği bir meslek halini aldığını gören Melametiler, her türlü merasimi, zahiri ve şekli her şeyi bir yana bırakıp insanın ancak ihlasla insan olabileceği ve bu yoldaki çabaların, herkesin yalnızca kendisini ilgilendiren, gizli çabalar olması gerektiği görüşünü öne çıkaran bir öğreti geliştirmişlerdi.
yok eğer bunun tersineyse yaratılışı, çaresiz gideceği yolu tutacak, senin yasakların da ancak onun hırsını artıracaktır. Onun için, yapman gereken şey, onu anlamaktır.
insan, her zaman kendisine yasak olan şeyin üstüne düşer. Yasaklama sürdükçe onun da yasaklanan şeye karşı hırsı, rağbeti artar. Kadın konusunda da bu böyledir: sen ondan kapanmasını istedikçe, herkeste onu görmek isteğini kamçılamış olursun. Herkesin tutkularını ateşlemek fesattır, oysa sen bunu ıslah sanıyorsun. Eğer yüreği iyiyse kadının, sen yasaklasan da yasaklamasan da, o iyilik yoluna gidecektir. devam edecek
Cahillik öfkeyi körükler ve de çoğu kavga bilgisizlikten kaynaklanır.
Fıkıh öğrenmen,soyulmamak, utançlı duruma düşmemek içindir.Gökbilim öğrenmen, yıldızlara bakarak toprak fiyatlarının başka malların fiyatının ne zaman ucuzlayıp ne zaman pahalılaşacağını kestirmen içindir.Tıp öğrenmense ,bedenine bakmak ,onu sağlıklı tutmak içindir.iyi ama ,sen yalnızca beden değilsin ki! Beden attır, sen binicisin.Sen koşan atı yönetmiyorsun , o seni dilediği yere götürüyor
Celaleddin Rumi’nin isyancı bir özle dolu coşkulu şiirlerinin gerçek mirasçısının,babasının adına bir dervişlik tarikatı kurup şiirler yazmaya çalışan Sultan Veled’den çok,Baba İshak izleyicilerinin anti-feodal halk hareketine katılan bu genç Türk aşığının (Yunus Emre) olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Beylere,emirlere,devlet büyüklerine güleryüz göstermeyen ozan,onların karılarıyla görüşüyor,söyleşiyordu;kadınların kalbi,kocalarınınki gibi iktidar ve mal hırsıyla katılaşmamıştı.
Ona göre (Şemseddin),mükemmel insan,amaçtır;yaratılışın şahikasıdır.Burdan bir adım daha atar:Arif insan,kendini tanımış ve kendinden geçerek dünyayla kaynaşmış insan,Tanrı’ya eşittir.
Ulemanın,şeriat bilginlerinin,kendinden önceki ustaların yargılarına kölece bağlılıkları,önlerinde akan hayata gözlerini kapayışları,bütün canlı duyumlara,coşuşlara kapalı oluşları,Şemseddin’i çileden çıkarıyordu.Biz dirisine sahibiz;ölü Tanrı’dan bize ne?
Bir zamanlar düşmezdi elimden Kur’an
Şimdi onun yerini rebab aldı
Hiç durmadan Tanrı’yı anan
Dudaklarım şiirin eline kaldı.
Pek muhkem bir kale yapmışsın kendine hünkarım.Seni ilkbahar sellerinden de,düşman süvarilerinden de koruyacak pek güzel bir kale Ama seni ezilenlerin feryatlarından da koruyabilir mi?Doğrusu bundan şüpheliyim.Bu feryatların delip geçemeyeceği duvar,zırh ve beden yoktur .
Aşkın,özellikle de erkekle kadın arasındaki aşkın,sufi felsefesinde önemli bir yer tutması doğaldır; çünkü,bilindiği gibi,erkekle kadın arasındaki ilişki,insan-insan ilişkisi olduğu kadar,insan-doğa ilişkisidir de aynı zamanda.Ya da,Marx’ın sözleriyle söyleyecek olursak,insanın sosyal özünün onun ne kadar doğal özü olduğu,başka bir deyişle,insanın ne kadar insan olduğu,en dolaysız biçimde aşkta ortaya çıkar.
Aşk,hakikatin açı ölçeridir.
Celaleddin Rumi
Her şeyi bilen,her şeye gücü yeten tek tanrının tasarlanabilmesi,putataparlıkla karşılaştırıldığında,insan aklı için büyük bir sıçramayı dile getirir,çünkü bu metaforda,insanın kendisinden uzaklaştırılmış bir biçimde de olsa, dünyanın birliğinin ve insan soyunun her şeye gücü yeterliğinin düşlenmesi vardır.Yine unutmamak gerekir ki,tarih, yanlışların toplamı değil,sayısız girişimlerin,deneyimlerin ve çabaların oluşturduğu bir zincirdir.Tek tanrılı dinlere geçiş,o dönem için,fizyolojik olanla psikolojik olan,bedenle bilinç,nesneyle özne arasındaki kahredici çelişkinin çözümlenmesi yolunda bir aşama kaydetmek demekti.
.Dünya yüzünde birer gölgeyiz, hepsi bu.Gölge kayboldu mu, yokuz.Sonsuz olan yalnızca, içimizde taşıdığımız ve birbirimize aktardığımız alevdir
Ünlü sufi Şeyh Ebu Said Meyheni, Nişabur’daki derviş tekkelerinden birinde, basit halk için meclisler düzenliyor ve bu meclislerde Kur’an yorumlamak, hadislerden söz etmek yerine aşkı yücelten, dünyada varolan her şeyi sevmek gerekliliğinin vurgulayan şiirler okuyor,şarkılar söylüyor,halkı kendinden geçirip vecd içinde bırakıyordu.Varsıl tüccarların yaptığı bağışları da, sofu müslümanların din sapkınlığı olarak gördükleri sema ve müzik alemlerine harcıyordu.Buna karşı, kent halkı kendisini desteklediği için,düşmanları Ebu Said’e bir şey yapamıyorlardı.Giydiği giysiler de sufilerinki gibi yırtık pırtık değildi. Tanrı’ya ibadet ederken insanın üzerinde yırtık pırtık giysiler mi,yoksa atlaslar,ipekler mi olduğunun ne önemi var? diyordu.Düşüncelerin temiz olması,ona göre bütün kurallardan,merasimlerden,şekle bağlı törenlerden çok daha önemliydi.
Dünyada insanları bilgece tartışmalardan daha çok hiçbir şey ayıramaz ve dünyada hiçbir şey raks ve müzik kadar insanların birliğini sağlayamaz.

İster Türk,ister Rum,ister Arab
Sen herkes için aşkın dilisin,rebab.

Ey,Tanrı’yı arayan!
Aradığın sensin!
Dünyaya niçin geldiğin dışında her şeyi unutabilirsin.Kendini ucuza satma,çünkü bil,değerin çok yüksektir (s.41)
..

Dünyalara değersin sen.Ama kendi değerinden kendinin haberi yoksa elden ne gelir? (s.42)

mükemmelliğe uzanan yolda insanın gösterdiği bütün gelişmeler,kendini kendi gerçek özüne yüceltmesinden başka bir şey değildi
Yığınların özgürlüğe kavuşmasıyla,düşüncenin özgürlüğe kavuşması her zaman birbiriyle çakışan bir yol izlemiyor.Engels’in sözleriyle,halk yığınları en can alıcı taleplerini bile hep köhnemiş teolojik giysiler altında ileri sürmüşlerdir.Özgür düşüncenin meyvelerini ise,halktan önce zalimlerin yediği sık görülen bir durumdur.
Bana yapıp ettiklerinizle değil,
Niyetlerinizle gelin. ( İbni Taymiyya )
Kadın Hak nurudur , sevgili değil; yaratıcıdır , yaratılmış değil. Peki yaratanın ne olduğunu anlayan insan hani? Kadını anlayan erkek hani ?
Elde ettikleriyle yetinmek, onun için manevi ölümdü; yaşamak, hayatla birlikte değişmek demekti.
Zindanlar içinde en korkuncu, insanın kendi kafasında kurup yükselttiği zindandır.
Ay bile senin ışığınla aydınlıktır geceleyin

Geceyim ben de, gökyüzüne gitme bensiz

Gülün lütfuna sığındı da kurtuldu ateşten diken

Dikeninim senin, gül bahçesine gitme bensiz

Şemseddin, Celâleddin’e kendi özünü de yansıtan yepyeni bir yol gösterdi. Ozanın, içini dünyaya özgürce açabilmesini sağlayacak olan bu yolun adı, semaydı. Müzik ve raksla Celâleddin öylesine kendinden geçiyordu ki, şiirler kendiliğinden dökülüyordu dudaklarından. Şemseddin Tebrizi, ozan yapmıştı Celâleddin’i.
Asıl tehlike, hükümdarın bir ejderhaya benzeyen bencilliğiydi. Bir kez ondan yana oldun mu, onun için iyi neyse, artık senin için de iyi o olmak zorundaydı. Hükümdarın en iğrenç düşüncelerine bile karşı çıkamazdın ve yavaş yavaş kendi inançlarını yitirirdin. Hükümdara yakın olmak, kendi yüreğinden, hakikatten uzak olmak demekti. Sevgiyle aydınlanmış özgür bir yüreğin kölesi olmak, dünyanın en adil hükümdarının gözbebeği olmaktan bin kat daha iyiydi.
“Pek muhkem bir kale yapmışsın kendine hünkârım. Seni ilkbahar sellerinden de, düşman süvarilerinden de koruyacak pek güzel bir kale
Ama seni ezilenlerin feryatlarından da koruyabilir mi? Doğrusu bundan şüpheliyim. Bu feryatların delip geçemeyeceği duvar, zırh ve beden yoktur. Cenabı Hak sana hayır ve hak işlerinden bir kale kurmayı nasip etsin! Çünkü böyle bir kale, granit bir kaleden yüz bin kez daha sağlamdır ve halkın korunabilmesi de, umutlarının gerçekleşebilmesi de ancak böyle bir kaleyle mümkündür.”
Ölüm değil, yüreğin ve bilincin körlüğüydü en korktuğu şey. Ah, kendi cehaletlerinin tutsağı olan insanlar! Korkularınızdan korkmanız gerek asıl sizin; göksel güçlere, egemenlere, kendi tutkularınıza boyun eğişinizden korkmanız gerek! Ne kadar karanlık bir ortam bu böyle, ne kadar karanlık kafalar! Bıçak kesmez, zifiri bir karanlıkla kuşatılmış dört yan. Hiçbir söz, hiçbir iş, eylem bu karanlığı sona erdirecek güçte olamaz
Kendini bildi bileli bütün davranışları genel gidişin tersine olmuştu. İnsan yüreğinin mucizelerine nüfuz ettikçe ve hayatının ana sözüne yaklaştıkça, insan ruhundaki her şeyin söze bile sığdırılamayacağını daha bir duyumsuyordu. Ah, insan ne kadar bilgeyse, payına o kadar çok acı düşüyordu galiba.
Zorbalıktan, kabalıktan, cahillikten uzaklaşmak için bunca yol tepmişler, neredeyse dünyanın öbür ucuna gelmişlerdi. Ama nereye gitsen, aklın ve hünerin, bilginin ve ruhun üzerinde cehaletin sopasını kalkmış buluyordu.
“İç dünyada olup bitenleri kavramak ve bu dünyaya egemen olmak, bir zamanlar Büyük İskender’in sahip olmayı başardığı cihana egemen olmaktan daha zordur. Ama bundan da zoru: her şeyi bilmek, anlamak ve dünyanın çılgınlığını gördüğün halde, onu değiştirecek güçte olmamaktır! Bundan daha kahredici bir şey yoktur dünyada!”
Hayır, “kendine acıma” sarmalına dolanmadan, umudun baştan çıkarıcı telkinlerine kanmadan, soluk alıp verdiği sürece, kendinden sonra, sahibi olduklarından daha mükemmel, daha çok şey bırakmak için çaba harcaması gerekti insanın. O zaman belki oğullarımız bizim yapamadığımızı yapabilirlerdi.
Söz, giysidir, anlamsa bu giysinin altında saklanan sır.
İyi ama, sen yalnızca beden değilsin ki!
Beden attır, sen binicisin. Akıllı bir binici,atının kaldığı ahıra özen gösterir, ama kendisi o ahırda kalmaz. Ve atın yediği yem, biniciye yemek olamaz. Sen koşan atı yönetmiyorsun, o seni dilediği yere götürüyor
“Dünyaya niçin geldiğin dışında her şeyi unutabilirsin. Kendini ucuza satma, çünkü bil, değerin çok yüksektir ”
Tek bir dizeye sığışmış koca bir hayat: “Hamdım. Piştim. Yandım.”
İnsanlar her zaman, zaman perdesinin ardında gizli olana ulaşmaya, geleceğin ne getireceğini kestirmeye çalışıyorlardı. Dünyaya dair bilgileri ne denli az olursa, yüksek otoritelerin onlardan uzak tuttukları bilgileri o denli büyük bir güçle kutsallaştırma gereksinimi duyuyorlardı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir