İçeriğe geç

Mesnevi Nuriye Kitap Alıntıları – Bediüzzaman Said Nursî

Bediüzzaman Said Nursî kitaplarından Mesnevi Nuriye kitap alıntıları sizlerle…

Mesnevi Nuriye Kitap Alıntıları

Mûcid, Hâlık, Rab, Mâlik, Kayyum ancak Allah’tır

Mesnevi-i Nuriye

Onlar, daha acib olan birinci yaratılışlarını şehadetle ikrar ettikleri halde, daha ehven, daha kolay ikinci yaratılışlarını uzak görüyorlar.

Mesnevi-i Nuriye

Cenab-ı Hakk’a hamd ve şükürler olsun ki, Kur’anın feyziyle, mezkûr mücadelem her iki tagutun ölümüyle ve her iki sanemin kırılmasıyla neticelendi.

Mesnevi-i Nuriye

İnsanın çekirdeği olan kalb, ubudiyet ve ihlas altında İslâmiyet ile iska edilmekle imanla intibaha gelirse, nuranî, misalî âlem-i emirden gelen emr ile öyle bir şecere-i nuranî olarak yeşillenir ki; onun cismanî âlemine ruh olur. Eğer o kalb çekirdeği böyle bir terbiye görmezse, kuru bir çekirdek kalarak nura inkılab edinceye kadar ateş ile yanması lâzımdır.

Mesnevi-i Nuriye

İ’lem Eyyühel-Aziz!

İmana ait bilgilerden sonra en lâzım ve en mühim a’mal-i sâlihadır. Sâlih amel ise, maddî ve manevî hukuk-u ibada tecavüz etmemekle, hukukullahı da bihakkın îfa etmekten ibarettir. Ecnebilerden alınan maddî bilgiler, san’at ve terakkiyata ait ise lâzımdır. Sefahete dair ise muzırdır.

Mesnevi-i Nuriye

Hamiyet-i İslâmiye ise, nur-u imandan in’ikas edip dalgalanan bir ziyadır.

Mesnevi-i Nuriye

imana gel ki, elemden emin olasın. Kadere teslim ol ki, selâmette kalasın.

Mesnevi-i Nuriye

Medar-ı necat ve halas yalnız ihlâstır.İhlası kazanmak çok mühimdir.Bir zerre ihlaslı amel,batmanlarla halis olmayana müreccahtır.İhlası kazandıran, harekâtındaki sebebi sırf bir emr-i İlahi ve neticesi rıza-i İlahi olduğunu düşünmeli ve vazife-i İlahiyeye karışmamalı.
Âdi bir yol kapandığı zaman, bütün yolların kapanmış olduğunu tevehhüm etmek, cehaletin en büyük bir şahididir.
(Mesnevi-i Nuriye)
insan çok vehham, ihtiyatlı olduğuna nazaran, dünyevî bir işte onda bir zarar ihtimali varsa içtinap eder. Âhiret işi olursa, onda dokuz zarar ihtimali olduğu halde, içtinap etmez.

İşte cehalet bu kadar olur!

Ey kardeş bil ki! Kâfirler, hususan Avrupalılar ve bilhassa İngilteredeki şeytanlar ve Frenk iblisleri, müslümanlara ve ehl-i Kur’ana ebedî can düşmanı ve daimî muannid hasımlardır +++
kâfirlerin medeniyeti içinde görülen bazı insanî güzellikler ve ruhî yücelikler ise, yine İslâm medeniyetinin sızıntılarındandır. Ve Kur’anın irşadatının in’ikasları ve sayhalarındandır.. veya semavî dinlerin bakiye kalmış olan parıltılarındandır.
.benim bizzat muhatabım, benim dessas nefsimdir .
Hem de ben, sair mütekellimînin hilafına olarak, kendi yerimde ve kendime hitaben konuşuyorum.
insanlar diyorlarmış ki; “Onun eserlerinin çok yerlerini anlayamıyoruz. Böyle kalırsa, bu eserlerin zayi’ olmasından korkulur.”

Ben de derim: Her şeyin anahtarı elinde olan “Cenab-ı Hakk’ın izniyle inşâallah zayi olmayacaklardır. Ve bir zaman gelecek, ekser dindar mütefekkirler, onları anlayacaklardır. Çünkü bu risaledeki ekser mes’eleleri; nefsimde tecrübe ettiğim, Furkan-ı Hakîm’in bana i’ta etmiş olduğu ilâçlardır.

Senin, bir şeyin hakikatını veya hikmetini araştırırken, ilmin nihayete ererse veyahut bir şeyde nihayetsizlikten bir cihet görürsen; o zaman sen, hakka ve hakikata yakın olduğun için, Allah’a hamd ile tesbih et! Zira mechuliyet ve sonsuzluk ise, Cenab-ı Hakk’ın rububiyet-i mutlakasının hudud-u tasarrufuna iki ünvan ve iki alâmet olarak nasbedilmişlerdir. (C.C.)
YÂ BÂKİ ENTE’L-BÂKİ de. Yani madem sen varsın ve bâkisin; fena ve adem ne isterse bize yapsın, ehemmiyeti yok!.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Yarın seni zillet ve rezaletlere maruz bırakmakla terkedecek olan dünyanın sefahetini bugün kemal-i izzet ve şerefle terkedersen pek aziz ve yüksek olursun. Çünki o seni terketmeden evvel sen onu terkedersen, hayrını alır, şerrinden kurtulursun. Fakat vaziyet ma’kuse olursa, kaziye de ma’kuse olur.
Bak zaman-ı mâzi, senin gibi geçmiş olanlara geniş bir kabir olduğu gibi, istikbal zamanı da geniş bir mezaristan olacaktır. Bugün sen iki kabrin arasındasın; artık sen bilirsin!..
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
…kat’iyen bil ki senden sana yalnız noksan ve kusur vardır.
Arkadaş! Bilhâssa muztar olanların dualarının büyük bir tesiri vardır. Bazan o gibi duaların hürmetine, en büyük bir şey en küçük bir şeye müsahhar ve mutî’ olur. Evet kırık bir tahta parçası üzerindeki fakir ve kalbi kırık bir masumun duası hürmetine, denizin fırtınası, şiddeti, hiddeti inmeye başlar. Demek dualara cevab veren Zât, bütün mahlukata hâkimdir. Öyle ise, bütün mahlukata dahi Hâlıktır.
İ’lem Eyyühel-Aziz!

Dünyanın lezzetleri,
zevkleri ve zînetleri,
Hâlıkımızı,
Mâlikimizi ve Mevlâmızı bilmediğimiz takdirde cennet olsa bile cehennemdir.

Eğer gurur saikasıyla başkaların kemalâtına tenezzül etmeyip, kendi kemalâtını kâfi ve yüksek görürse, o insan nâkıstır.
İnsan bir yolcudur. Sabavetten gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar yolculuğu devam eder. Her iki hayatın levazımatı, Mâlikü’l-Mülk tarafından verilmiştir. Fakat o levazımatı, cehlinden dolayı tamamen bu hayat-ı fâniyeye sarfediyor. Halbuki, o levazımattan lâekal onda biri dünyevî hayata, dokuzu hayat-ı bâkiyeye sarfetmek gerektir.
Ey haşir neşri inkar eden! Ömrün de kaç defa cismini tebdil ediyorsun?Sabah akşam elbiseni değiştirdiğin gibi, her sene de bir defa tamamıyla cismini tebdil ve tecdit ediyorsun, haberin varmıdır?Belki her senede,her günde cisminden bir kısım şeyler ölür,yerine emsali gelir; bunu hiç düşünemiyorsun.Eğer düşünebilseydin,her vakit alemde binlerce numuneleri vukua gelen haşir ve neşri inkar etmezdim.
Mahlukatın en zalimi insandır.
Baş ile yapılan secde Allah için olursa ibâdettir, gayrısı icin dalâlettir.
Her şey kaderle takdir edilmiştir, kısmetine razı ol ki rahat edesin.
Ölüm sekerâtı..
Uyândırmadan evvel uyân..!
Aklım yürüyüş yaparken, bazen kalbimle arkadaş olur.
Âhirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde, fâni dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme.
Her şey kader ile takdir edilmiştir. Kısmetine razı ol ki, rahat edesin.
Ey insan! Senin kalbin ve hüviyet ve mahiyetin, bir âyinedir. Senin fıtratında ve kalbinde bulunan şedit bir muhabbet-i beka, o âyine için değil ve o kalbin ve mahiyetin için değil belki o âyinede istidada göre cilvesi bulunan Bâki-i Zülcelal’in cilvesine karşı muhabbetindir ki belâhet yüzünden o muhabbetin yüzü başka yere dönmüş.
Mesela nasıl ki bir katre su, bir zerrecik cam parçası zatında ziyasız, ehemmiyetsiz iken, safi kalbiyle güneşe yüzünü çevirse o vakit o ehemmiyetsiz, ziyasız katre ve cam parçası, güneşin bir nevi arşı olup senin yüzüne de tebessüm eder.

İşte bu misal gibi zerrat-ı mevcudat, cemal-i mutlak ve kemal-i mutlak sahibi olan Zat-ı Zülcelal’in isimlerine vazife-perverlik cihetinde âyine olmalarıyla, o katre ve zerrecik şişe gibi gayet aşağı bir dereceden gayet yüksek bir derece-i zuhura ve tenevvüre çıkıyorlar.

Evet, insanı dünyaya çağıran ve sevk eden esbab çoktur. Başta nefis ve hevası ve ihtiyacı ve havassı ve duyguları ve şeytanı ve dünyanın surî tatlılığı ve senin gibi kötü arkadaşları gibi çok dâîleri var. Halbuki bâki olan âhirete ve uzun hayat-ı ebediyeye davet eden azdır.
Çünki ancak Onun kudretiyle, iradesiyle her müşkil hallolur ve kapalı kapılar açılır.
Evet hayatın vaziyetlerine ve derecelerine dikkat edilirse, kudretin tasarrufu görünür.
Meselâ: Bir salkım üzümün yapılması için ince, camid bir dal ve bir cam parçasında şemsin timsalini tersim için küçük bir delikten ziyanın geçmesi ve bir evi tenvir için bir kibrit tavassut ediyor.
Ve bu gibi basit esbab altında yapılan o azîm ve garib işlerde kudretin tasarrufu gündüz gibi görünmesi aşikârdır.
Ve keza eşyanın esbaba isnadındaki istib’addan ve istiğrabdan hasıl olan inkârdan neş’et eden dalaletlerden hasıl olan ızdırabat, bütün akılları, ruhları Vâcibü’l-Vücud’a firar ve iltica etmeye mecbur eder.
Çünki ancak Onun kudretiyle, iradesiyle her müşkil hallolur ve kapalı kapılar açılır.
Ve Onun zikriyle kalbler mutmain olurlar.
Binaenaleyh necat ve halas ancak Allah’a iltica ile olur.
فَفِرّوُٓا اِلَى اللّٰهِ ٭ اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ İşte kâinat şu hakikatın lisanıyla اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ yu söylüyor.
Ey müteşekki! Sen nesin?
Neye binaen itiraz ediyorsun?
Cüz’î hevesini külliyat-ı kâinata mühendis mi yapıyorsun?
Senin hayatın ve ömrün âyinedir. Senin dünyanın direği ve âyinesi ve merkezi, senin ömrün ve hayatındır. Her dakikada o hane ve şehir ve bahçenin ölmesi mümkün ve harap olması muhtemel olduğundan, her dakika senin başına yıkılacak ve senin kıyametin kopacak bir vaziyettedir. Madem öyledir, sen bu hayatına ve dünyana, çekemedikleri ve kaldıramadıkları yükleri yükletme.
İ’lem Eyyühel-Aziz!

Acz, nidanın madenidir. İhtiyaç duanın menbaıdır.
( Mesnevi-i Nuriye )

Hattâ umum Kürdistan’da, umum memurlara dair en evvel sordukları sual bu imiş:
Acaba namaz kılıyor mu? derler.
Namaz kılarsa mutlak emniyet ederler; kılmazsa, ne kadar muktedir olsa nazarlarında müttehemdir.
( Mesnevi-i Nuriye )
kedi seni sever, tazarru eder—senden ihsanı alıncaya kadar. İhsanı aldıktan sonra öyle bir tavır alır ki, sanki aranızda muârefe yokmuş ve kendilerinde sana karşı şükran hissi de yoktur. Ancak Mün’im-i Hakikîye şükran hisleri vardır. Çünkü, fıtratları Sânii bilir ve lisan-ı halleriyle ibadetini yaparlar—şuur olsun, olmasın. Evet, kedinin mırmırları Yâ Rahîm, yâ Rahîm, yâ Rahîm dir.
İ’lem eyyühe’l-aziz!
Kâinat bir şeceredir. Anâsır onun dallarıdır. Nebatat yapraklarıdır. Hayvanat onun çiçekleridir. İnsanlar onun semereleridir. Bu semerelerden en ziyadar, nurlu, ahsen, ekrem, eşref, eltaf Seyyidü’l-enbiya ve’l-mürselîn, İmamü’l-müttakin, Habib-i Rabbü’l-âlemîn Hazret-i Muhammed’dir.

Yer ve gökler devam ettikçe salâvatın en üstünü onun üzerine olsun.

İ’lem eyyühe’l-aziz! (Ey aziz kardeşim bil ki!

Hayrat ve hasenatın hayatı niyet iledir. Fesadı da ucub, riya ve gösteriş iledir. Ve fıtrî olarak vicdanda şuur ile bizzat hissedilen vicdaniyatın esası, ikinci bir şuur ve niyet ile inkıta bulur.

Nasıl ki amellerin hayatı niyet iledir. Onun gibi niyet bir cihetle fıtrî ahvalin ölümüdür. Mesela, tevazua niyet onu ifsad eder, tekebbüre niyet onu izale eder, feraha niyet onu uçurur, gam ve kedere niyet onu tahfif eder. Ve hâkeza kıyas et.

Hülâsa: Ene, haddizatında bir hava, bir buhar gibi iken verilen ehemmiyete göre mayi haline gelir. Sonra ülfetle kalınlaşır. Sonra gaflet ve isyan ile öyle kalınlaşır ki sahibini yutar. Halkı, esbabı da kendisine kıyas ederek Hâlık’ın evamirine mübarezeye başlar.
Eğer insan, benliğine mizan nazarıyla bakarsa kâinattan zihnine akıp gelen âfakî malûmatı kendi malûmatı ile tasarrufat ve sıfât-ı İlahiyeyi de kendi sıfâtıyla tasdik eder. Yine merciine iade eder.
Ene nin mahiyeti mevhumedir, rububiyeti hayalîdir. Vücudu bir şeye hâmil olamaz. Ancak mizanü’l-hararet gibi Vâcibü’l-vücud’un rububiyetine ait sıfât-ı mutlaka-i muhitayı bilmek için bir mizan vazifesini görüyor.
Zira onların akılları gözlerindedir. Göz ise kalp ve ruhun gördüklerini göremez. Onların kalplerinde can kalmamıştır. Gaflet, onların kalplerini tabiat bataklığında çürütmüştür.
Ey nefis!

Seni tutup düşmekten muhafaza eden Zât-ı Kayyum’a dayan..

İ’lem Eyyühe’s-Said!
Nedir bu gurur ve nedir bu gaflet? Nedir bu haşmet, nedir bu istiğna, nedir bu azamet? Elindeki ihtiyar bir kıl kadardır ve iktidarın bir zerre kadardır. Ve hayatın söndü, ancak bir şu’le kaldı. Ömrün geçti, şuurun söndü, bir lem’a kaldı. Şöhretin gitti, ancak bir an kaldı
Zamanın geçti, kabirden başka mekânın var mı? Bîçare! Aczine ve fakrına bir had var mı? Emellerin nihayetsizdir, ecelin yakındır. Evet böyle acz ve fakrınla iktidar ve ihtiyardan hâlî bir insanın ne olacak hali? Hazain-i rahmet sahibi Hâlık-ı Rahmanu’r-Rahîm’e, böyle bir acz ile itimad etmek lâzımdır. Odur herkese nokta-i istinad. Odur her zaîfe cihet-i istimdad
İ’lem Eyyühel-Aziz!
İnsanın akıl ve fikir meydanı öyle bir vüs’attedir ki, ihatası mümkün değildir; ve o kadar dardır ki, iğneye mahal olamaz. Evet bazan zerre içinde dönüyor, katre içerisinde yüzüyor, bir noktada hapsoluyor. Bazan de, âlemi bir karpuz gibi eline alır ve kâinatı misafireten getirir, akıl odasında misafir eder. Bazan de o kadar haddini tecavüz eder, yükseğe çıkar ki; Vâcibü’l-Vücud’u görmeğe çalışır. Bazan da küçülür, zerreye benzer. Bazan da semavat kadar büyür. Bazan da bir katreye girer. Bazan da fıtrat ve hilkati içine alır
Herşey öyle has bir lezzet ve mahsus bir ihtiyaç ile amel etse, o Kitab-ı Mübin’in düsturlarını bilmeyerek imtisal eder. Meselâ: Hortumlu sivrisinek dünyaya geldiği dakikada hanesinden çıkar; durmayarak insanın yüzüne hücum eder, uzun asâsıyla vurur, âb-ı hayat fışkırtır, içer. Hücumdan kaçmakta, erkân-ı harb gibi maharet gösterir. Acaba bu küçük, tecrübesiz, yeni dünyaya gelen mahluka bu san’atı ve bu fenn-i harbi ve su çıkarmak san’atını kim öğretmiş ve nereden öğrenmiş? Ben, yani bu bîçare Said itiraf ediyorum ki: Eğer ben o hortumlu sineğin yerinde olsaydım; kerr u ferr(savaşta geri çekilip tekrar hücuma geçmek) harbini ve su çıkarmak hizmetini çok uzun dersler ve çok müteaddid tecrübelerle ancak öğrenebilirdim.
Mesnevi-i Nuriye – 164
İşsiz, tenbel, istirahatla yaşayan ve rahat döşeğinde uzananlar, ekseriyetle sa’yeden, çalışanlardan daha ziyade zahmet ve sıkıntı çekerler. Çünki daima işsizler ömürlerinden şikayet ederler; eğlenceler ile çabuk ömürlerinin geçmesini isterler. Sa’yedenler ve çalışanlar ise; şâkirdirler, hamdederler, ömürlerinin geçmesini istemezler. اَلْمُسْتَر۪يحُ الْعَاطِلُ شَاكٍ مِنْ عُمْرِهِ وَ السَّاعِىُ الْعَامِلُ شَاكِرٌ küllî düsturdur. Hem o sır iledir ki: Rahat, zahmette; zahmet, rahattadır cümlesi darb-ı mesel olmuştur.
Mesnevi-i Nuriye – 163
Vazifede lezzet bulunduğuna en zahir bir delil, sen kendi a’zâ ve duygularının hizmetlerine bak. Herbiri beka-i şahsî ve beka-i nev’î için ettikleri hizmetlerinde ayrı ayrı lezzetleri var. Nefs-i hizmet, onlara bir telezzüz hükmüne geçiyor. Hattâ hizmeti terketmek, o uzvun bir nevi azabıdır.
Mesnevi-i Nuriye – 162
Bak, başında çok süt konserveleri taşıyan Hindistan cevizi ve incir gibi meyvedar ağaçlar, rahmet hazinesinden lisan-ı hal ile süt gibi en güzel bir gıdayı ister, alır, meyvelerine yedirir; kendi bir çamur yer. Hem nar ağacı sâfi bir şarabı, hazine-i rahmetten alıp meyvesine yedirir; kendisi çamurlu ve bulanık bir suya kanaat eder.
Mesnevi-i Nuriye – 163
Çünki takib ettiğim yol, akıl ile kalb arasında yeni açılan berzahî bir yoldur. Akıldan kalbe, kalbden akıla inip çıkmaktan bîzar olmuştum. Bunun için, bir nur bulduğum zaman, hemen üstüne bir kelime bırakıyordum. Fakat o nurların üstüne bıraktığım kelime taşları, delalet için değildi. Ancak kaybolmamak için birer nişan ve birer alâmet olarak bırakırdım. Sonra baktım ki, o zulmetler içinde bana yardım eden o nurlar, Kur’an güneşinden ilham edilen misbah ve kandillerdi.

Mesnevi-i Nuriye

Sizin nefis ve şeytanlarınız benim nefis ve şeytanımdan daha âsi, daha tâgi, daha şakî değiller.

Mesnevi-i Nuriye

Bir insan en evvel muhabbetini Allah’a verirse, onun muhabbeti dolayısıyla Allah’ın sevdiği herşeyi sever ve mahlukata taksim ettiği muhabbeti, Allah’a olan muhabbetini tenkis değil, tezyid eder.

Mesnevi-i Nuriye

kâinatın inkârı mümkün olsa bile, Sâni’in inkârı mümkün değildir

Mesnevi-i Nuriye

Evet kedinin mır-mır ları Yâ Rahîm! Yâ Rahîm! Yâ Rahîm dir.

Mesnevi-i Nuriye

keza niyet, ölü ve meyyit olan haletleri ihya eden ve canlı, hayatlı ibadetlere çeviren bir ruhtur.

Ve keza niyette öyle bir hâsiyet vardır ki; seyyiatı hasenata ve hasenatı seyyiata tahvil eder. Demek niyet, bir ruhtur. O ruhun ruhu da ihlastır. Öyle ise necat, halas ancak ihlas iledir. İşte bu hâsiyete binaendir ki; az bir zamanda çok ameller husule gelir. Buna binaendir ki; az bir ömürde, Cennet bütün lezaiz ve mehasiniyle kazanılır. Ve niyet ile insan, daimî bir şâkir olur, şükür sevabını kazanır.

Mesnevi-i Nuriye

Binaenaleyh vücud istersen, mün’adim ol ki vücudu bulasın!..

Mesnevi-i Nuriye

Ve keza iman, insanı ebediyete, Cennet’e lâyık bir cevhere kalbeder. Küfür ise ruhu, kalbi söndürür, zulmetler içinde bırakır. Çünki iman, kabuğunun içerisindeki lübbü gösterir. Küfür ise, lüb ile kabuğu tefrik etmez. Kabuğu aynen lübb bilir ve insanı cevherlik derecesinden kömür derecesine indirir.

Mesnevi-i Nuriye

Yâ İlahî! Yâ Rabbî! Yâ Hâlıkî! Yâ Musavvirî! Yâ Mâlikî ve yâ men lehülmülkü velhamd! Senin mülkün ve emanetin ve vedîan olan şu kulübecikte misafirim, mâlik değilim.

Mesnevi-i Nuriye

büyük temel taşı ve tek direği, senin vücudun ve senin hayatındır. Halbuki o direk kurtludur. O temel taşı da çürüktür. Hülâsa, esastan fasid ve zayıftır. Daima harab olmağa hazırdır.

Evet bu cisim ebedî değil, demirden değil, taştan değil.. ancak et ve kemikten ibaret bir şeydir. Âni olarak senin başına yıkılıyor, altında kalıyorsun. Bak zaman-ı mazi senin gibi geçmiş olanlara geniş bir kabir olduğu gibi, istikbal zamanı da geniş bir mezaristan olacaktır. Bugün sen iki kabrin arasındasın; artık sen bilirsin!

Mesnevi-i Nuriye

İnsan gerçi cahil, zulmetli bir şeydir amma öyle bir istidadı vardır ki âleme bir enmuzec(misal) ve bir numune olmaya liyakati vardır.
ARKADAŞ! Nev’-i beşerde envaen dalalete düşen fırkaların sebeb-i dalaletleri, imamlarının kusurudur. Evet imamları bâtından bahsetmişlerse de, meşhudatlarına itimad ve iktifa ederek esnâ-i tarîkten dönmüşlerdir. Ve
ﺣَﻔَﻈْﺖَ ﺷَﻴْﺌًﺎ ﻭَ ﻏَﺎﺑَﺖْ ﻋَﻨْﻚَ ﺍَﺷْﻴَٓﺎﺀُ
kavline mâsadak olmuşlardır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir