İçeriğe geç

The True Believer Kitap Alıntıları – Eric Hoffer

Eric Hoffer kitaplarından The True Believer kitap alıntıları sizlerle…

The True Believer Kitap Alıntıları

Geleceğe duyulan korku bugüne sarılmamıza sebep olurken geleceğe duyulan inanç değişime açık olmamızı sağlar.
Kendimizi bize eziyet edenlerden üstün görüyorsak büyük olasılıkla onları küçümser hatta onlara acırız fakat onlardan nefret etmeyiz.
Bir kitle hareketinin gücü şeytanının canlılığı ve elle tutulurluğuyla doğru orantılıdır. Yahudilerin imha edilmesini arzu edip etmediği sorulduğunda Hitler şöyle cevap vermişti: Hayır İmha edersek onları icat etmemiz gerekecektir. Sadece soyut değil, cismen de mevcut bir düşmanımızın bulunması esastır.
Bu kadar serbest konuşabiliyorsam bu, başkalarını kendime inandırmak zorunda olmadığım içindir.
Ancak anlamadığımız şeylerden kesinlikle emin olabiliriz.
Etkili bir din doğaya, sağduyuya ve hazza karşı olmalıdır.
Kesin inançlı kişinin görülmeye ve duyulmaya değmeyen gerçeklere “gözlerini ve kulaklarını kapama”yeteneği onun metanetinin ve dayanıklılığının kaynağıdır.
Bir inancı mümkün kılmanın ne denli inançsızlık gerektirdiğini görmek dehşet vericidir. Körü körüne iman diye bildiğimiz şey, çok sayıda inançsızlıkla ayakta tutulur.
Hüsrana uğramışların kaostan ve talihli, varsıl insanların tepetaklak oluşunu görmekten duydukları zevk, cennetvari bir diyara giden yolun taşlarını döşemekte oldukları yönündeki coşkun bir farkındalıktan doğmaz. Fanatik bir edayla ya hep ya hiç diye bağırışlarında ikinci seçenek belki de birincisinden daha ateşli bir isteği yankılar.
Günlük işlerinde başarı sağlayamayanlar, imkansız olan şeylere el atma eğilimi gösterirler. Onların eksik yanlarını gizleyen bir araçtır bu. Çünkü mümkün olanı yapma girişimimizdeki başarısızlığımızın suçu sadece bize aittir fakat mümkün olmayanı yapma teşebbüsümüzdeki başarısızlığımızı, o işin zorluğuna bağlamakta haklı oluruz.
Dini bir harekete göre şimdiki zaman bir sürgün yeri, en sonunda cennete varan bir gözyaşı vadisidir, bir toplumsal devrim hareketine göre Ütopya’ya giden yoldaki küçük bir ara istasyondur ve son olarak milliyetçi bir harekete göre nihai zaferden önceki bayağı bir epizottur.
Kendi kendilerini kandırmakta güçlük çekmeyen kişiler, başkaları tarafından da kolayca kandırılırlar.
“ özgüvenimizi en çok güçlendiren ve bizi kendimizle en çok uzlaştıran şey devamlı yaratma yeteneği,
günbegün ellerimizle bir şeyler meydana getirdiğimizi görmektir.
modern çağda hüsrana uğrayanların sayısının artması ve bireylerin kitle hareketleri tarafından daha kolay etkilenmelerinin nedenlerinden biri belki de el sanatlarının zayıflamış olmasıdır

zira yaratıcı yoksullar genellikle hüsrana katılmazlar
bu durum işinde becerikli yoksul zanaatkar olduğu kadar yaratıcı imkanlara sahip yoksul yazar sanatçı ve bilim adamı için de geçerlidir

Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Özgürlük hüsranı hafiflettiği gibi aynı oranda ağırlaştırır da
Tercih özgürlüğü başarısızlığın tüm suçunu bireyin omuzlarına yükler
Ve özgürlük birçok işe teşebbüs etme cesareti sağlayacağından,
başarısızlığı ve hüsranı kaçınılmaz olarak çoğaltacaktır

Kitle hareketinin yerine geçtiği idare ne kadar zalimse bireysel özgürlük algısı da o kadar güçlü olur..

Bir ritüelin, törenin, dramatik bir performansın ya da oyunun parçası olduklarında ölmek ve öldürmek kolay görünür. Gözünü kırpmadan ölümün karşısına çıkabilmek için şu veya bu şekilde bir inandırma gereklidir. Gerçek, çıplak benliğimiz için, ne bu dünyada ne de öbür dünyada uğrunda ölmeye değecek bir şey vardır. Ne zaman kendimizi sahnelenmiş (ve dolayısıyla gerçek olmayan) bir performansta rol yapan aktörler olarak görürsek ölüm işte ancak o zaman korkunçluğunu, nihailiğini kaybeder ve bir inandırma eylemi, teatral bir jest olur.
Sefalet otomatik olarak hoşnutsuzluk yaratmadığı gibi yoğunluğu da sefaletin derecesi ile doğru orantılı değildir

Sefalet katlanılabilir olduğunda yani koşullar düzeldiğinde , ideal bir durum neredeyse hemen erişilebilir gibi göründüğünde hoşnutsuzluk muhtemelen en yüksek düzeyine taşınır

İnsanları isyana teşvik eden şey bilfiil çekilen sıkıntılar değil, daha iyi şeylerin tadını almış olmalarıdır..

Varoluş için verilen yoğunlaşmış mücadele,
dinamik değil, durağan bir etkidir
Bir ırkı veya herhangi bir grubu onun en kötü üyelerine bakarak değerlendirme eğilimi vardır.
Görünüşte haksız olsa da bu eğilimin bir haklılık payı vardır
Çünkü bir grubun niteliği ve kaderi birçok zaman onun adi unsurları tarafından belirlenir

Örneğin ulusun Atıl çoğunluğu orta sınıfa mensuptur
Fakat Ulusu şehir hayatında ve tarım alanında çalışan düzgün ortalama insanlar değil uçtaki azınlıklar, yani en iyi ve en kötü olanlar biçimlendirir..

Uğrunda canımızı vermeye hazır olmadığımız bir amacın, hayatımızı değerli kılacağından emin olamayız.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Bir insanın işi meşgul olunmaya değerse, o insan muhtemelen kendi işiyle meşgul olur.
Fakat öyle değilse, o kişi kendi anlamsız işleri yerine başkalarının işiyle meşgul olur..

Başkasının işini dert etmek şu şekillerde ortaya çıkar;
Dedikodu yapmak, kirli çamaşırlar aramak, başkalarının işine burnunu sokmak,
ve ayrıca toplumsal, milli ve ırksal konulara aşırı ilgi göstermek..

insanların kapsamlı değişim projelerine balıklama atlamaları için son derece memnuniyetsiz olmaları,
fakat aşırı yoksulluk içinde de bulunmamaları gerekir.

Tecrübe bir dezavantajdır.
Fransız devrimini başlatanlar siyasi tecrübeden tamamen yoksundu.
Tecrübeliler böyle işlere önayak olmaz.
Onlar süreklilik kazandıktan sonra harekete dahil olur.
İngilizleri kitle hareketlerine karşı çekingen kılan şey, siyasi tecrübeleridir belki de..

Doygunluk hissi olan insanlar bunun iyi bir dünya olduğunu düşünüp onu aynen korumak,
hüsrana uğramış kişilerse bu dünyayı temelden değiştirmek isterler..

Thoreau şöyle der,
Bir insanın işlerini görnesine engel olacak bir derdi varsa,
Hatta karnı bile ağrıyorsa,
bunun için dünyaya yeni bir düzen verilmesi gerektiğine inanır..

Bir kaideyi resmetmek için, der Bagehot, epeyce abartmanız ve epeyce şeyi dışarıda bırakmanız şarttır.
Bir kaideyi resmetmek için, der Bagehot, epeyce abartmanız ve epeyce şeyi dışarıda bırakmanız şarttır.
Böl ve yönet diye bilinen siyasi yöntem, yönetilenler arasındaki tüm kenetlenme biçimlerini zayıflatmaya yöneldiği zaman, beklenen sonucu vermez. Bir köy cemaatini, bir kabileyi veya bir ulusu özerk bireylere ayırmak, yönetici güce karşı isyan ruhunu ne ortadan kaldırır ne de hafifletir. Etkili bir bölme, birbiriyle rekabet eden ve birbirine kuşkuyla bakan sıkı ırksal, dini veya iktisadi toplulukların sayısını arttırmak yoluyla sağlanabilir.
Yerleşik her kitle hareketinin, kitlelerin sabırsızlığını yatıştırıp onları yazgılarına razı edecek uzak umudu, kendine has bir uyuşturucusu bulunur. Stalinizm, en az yerleşik dinler kadar halkın afyonudur.
İnsanları isyana teşvik eden şey bilfiil çekilen sıkıntılar değil, daha iyi şeylerin tadını almış olmalarıdır.
gerçekten istemediğimiz bir şeyi elde etmekle asla doyum sağlayamayız ve kendimizden kaçmaya başladığımızda, son süratle mümkün olduğu kada uzağa kaçarız.
Bir insan hiçbir zaman nereye gittiğini bilmediği zamanki kadar uzun yol gidemez.
Tüm bildiklerini anlatmak için şunu diyen Şeytan konudan sapmamıştı: “İnsan, canı için her şeyini verir.” Her şeyini, evet. Lakin, henüz sahip olmadığı şeylerin zerresini vermektense hemen ölür.
Hiç çekinmeden canını feda etme duygusunu yaratan şey, sahip olunanlar değil, sahip olmak için can atılanlardır. Olmayan şeyler, olan şeylerden gerçekten de daha güçlüdür.
Günlük işlerinde başarı sağlayamayanlar, imkansız olan şeylere el atma eğilimi gösterirler. Onların eksik yanlarını gizleyen bir araçtır bu. Çünkü mümkün olanı yapma girişimimizdeki başarısızlığımızın suçu sadece bize aittir; fakat mümkün olmayanı yapmak teşebbüsümüzdeki başarısızlığımızı, o işin zorluğuna bağlamakta haklı oluruz. Mümkün olanı denemeye kıyasla, imkansız olanı denemekle gözden düşme riski daha azdır. Demek ki günlük meselelerdeki başarısızlıklar çoğu kez aşırı bir cüreti beslemektedir.
Hayat, hiçliğin sonsuzluğunda gerçek olan tek gerçek olan şeydir ve bu kişi hayata utanmak nedir bilmez bir umutsuzlukla yapışır.
Gericilerin gözünde gelecek, eşi benzeri görülmemiş bir yenilik değil, görkemli bir restorasyondur.
Bir hareket ne kadar çok makam tesis eder ve mevkii dağıtırsa o kadar daha düşük nitelikteki kişileri kendine çeker ve sonunda bu siyasi asalaklar başarılı bir partiyi öylesine sararlar ki başlangıçtaki hareket, eski günlerin dürüst savaşçılarının gözünde tanınmayacak hale gelir Bu olduğunda böyle bir hareketin ‘misyonu’ bitmiştir.
Bir insanın işlerini görmeye engel olacak bir derdi varsa, hatta karnı bile ağrıyorsa bunun için dünyaya yeni bir düzen verilmesi gerektiğine inanır.
Özgürlüğün gerçek olduğu bir yerde, eşitlik kitlelerin tutkusudur. Eşitliğin gerçek olduğu yerdeyse, özgürlük küçük bir azınlığın tutkusudur.
Kendi hayatlarını bozulmuş ve ziyan olmuş görenler, özgürlükten ziyade eşitlik ve kardeşlik için yanıp tutuşurlar. Bağıra çağıra özgürlük talep ediyorlarsa, eşitlik ve bir örneklik kurma özgürlüğünden başka bir şey değildir bu. Eşitlik tutkusu kısmen anonimlik tutkusudur: kumaşı meydana getiren ipliklerden biri olma; bir ipliğin diğerlerinden ayırt edilememesi. Böylece kimse bizi işaret edemez, bizi diğerleriyle kıyaslayıp kusurlarımızı açığa çıkaramaz.
Özgürlük, hüsranı hafiflettiği gibi aynı oranda ağırlaştırır da. Tercih özgürlüğü, başarısızlığın tüm suçunu bireyin omuzlarına yükler.
Kölelik kurumunun olduğu bir toplumda başkaldıranlar, yeni köle olanlar ve kölelikten azat edilenlerdir. Kölelikten azat edilenlerin hoşnutsuzluğunun kökü, özgürlüğün ağırlığından ileri gelir.
İnsanda, kendini aşağı görme duygusu, düşünülebilecek en haksız ve en caniyane hırsları yaratır, çünkü o, kendini suçlu bulan ve kusurlu olduğuna kendini ikna eden gerçeğe karşı, öldürücü bir nefret duyar.

Nefretin, haklı bir şikayetten çok, kendini aşağı görmekten ileri geldiği, nefretle suçluluk hissi arasındaki çok yakın ilişkiden görülmektedir.
Bir kişiden nefret etmenin en kesin yolu, o kişiye ağır bir haksızlık yapmaktır. Bir kişinin bize yönelik haklı bir şikayeti olduğu zaman ondan duyduğumuz nefret, bizim ona yönelik haklı şikayetimiz olduğu zaman duyduğumuz nefretten daha güçlüdür. İnsanların suçlarını yüzlerine vurmakla ve bu yolla onları utandırmakla, saygılı ve alçakgönüllü olmalarını sağlayamayız.

Türkiye’de de yabancı etki bir eylem insanında, Atatürk’te karşılık bulmuştu ve zincirdeki son halka bir kitle hareketi olmuştu.
Bir insan hiçbir zaman, nereye gittiğini bilmediği zamanki kadar uzun yol gidemez.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir