Luigi Pirandello kitaplarından Biri Hiçbiri Binlercesi kitap alıntıları sizlerle…
Biri Hiçbiri Binlercesi Kitap Alıntıları
“Benim sizin için sahip olduğum gerçeklik, sizin bana verdiğiniz biçim içindedir; ama bu sizin gerçekliktir, benim için değil; sizin benim için sahip olduğunuz gerçeklik de benim size verdiğim biçim içindedir; ama bu benim için gerçekliktir, sizin için değil. Benim kendimim de, kendime vermeyi başardığım biçim içindekinden başka gerçekliğim yoktur.
Peki, nasıl? Tastamam, kendi kendimi kurarak.”
“Sözcükler kendi başlarına buyruksalar, benim, sizin ne suçumuz var? Boş sevgili dostum. Siz o sözcükleri bana söylerken kendi anlamınızla dolduruyorsunuz: ben de kavrayamıyorum onları, kaçınılmaz olarak, kendi anlamımla dolduruyorum. Birbirimizi anladığımızı sandık; oysa gerçekte birbirimizi anlamadık.”
En büyük çaba mı şunun için harcamalıyım: kendimi kendimde görmemek, kendi tarafımdan görülmek, kendi gözlerimle, ama bir başkasıymışım gibi: herkesin gördüğü, ama kendim göremediğim ötekini.
Dışarıdan bakanlar için, düşüncelerim ve duygularımın bir burnu var.
“Öyleyse vicdan neye yarar? Kendinizi yalnız duyumsamanıza mı? Hayır, Tanrı aşkına. Yalnızlık korkutur sizi. O zaman ne yaparsınız peki? Birçok baş tasarlarsınız. Tümü de sizinki gibi olan birçok baş. Belirli bir işaret üzerinden sizden görünmez bir iplikten çıkar gibi çıkan bu başlar evet ve hayır derler size, hayır ve evet; nasıl dilerseniz. Bu sizi rahatlatır güvenli kılar.
Görkemli bir oyundur bu, size yeten vicdanınızla ilgili bir oyun.”
“Vicdan kendi kendine yeten mutlak bir şey midir dersiniz? Eğer yalnız olsaydık, belki de evet. Ama o zaman, dostlarım, vicdan olmazdı. Ne yazık ki, ben varım, siz de varsınız: Ne yazık ki.”
“Yaşarken, kendim için kendimin bir imgesini oluşturmamıştım. Öyleyse, niçin ordaki gövdeyi kendimin gerekli bir imgesiymişim gibi görmeliydim?”
“Yaşarken, yaşamımın eylemleri içinde kendi gözümde kendimi temsil edemiyordum; kendimi başkalarının gördükleri gibi göremiyordum; kendimi gövdemin karşısına koyup, onun bir başkasının gövdesi gibi yaşadığını göremiyordum. Bir aynanın karşısına geçtiğimde, içimde bir duraklama oluyordu sanki; tüm kendiliğindenlik sona ermiş, her el-kol devinimim bana yapmacık ya da özenti gibi görünüyordu.
Yaşadığımı göremiyordum.”
Gerçek yalnızlık, kendi başına yaşayan, sizin için ne izi ne de sesi olan, böylece de yabancının siz olduğu bir yerdedir.
Ve işte tam o anda, kendi kendime beni çaresizliğe sürükleyecek o sözü verdim: İçimde olup da benden kaçan, bir aynanın önünde durup da yakalamaya çalıştığım anda hemen tanıdığım ben oluveren, başkaları için yaşayan ve başkalarının yaşarken görebildiği, benimse asla göremediğim o yabancının izini sürerek yaşayacaktım. Ben de onu başkalarının görüp tanıdığı gibi görmek ve tanımak istiyordum.
Gerçekten de alışılmadık, yeni bir biçimde yalnız olmak istiyordum. Düşündüğünüzün tam tersi bir biçimde: yani kendimsiz, bu yüzden de çevremde bir yabancıyla.
Kuşkusuz, önüme geçmişlerdi benim, hepsi de yiğit atlar gibi ileri atılarak; ama sonra, yolun sonunda bir araba bulmuşlardı: Kendi arabalarını. Büyük bir sabırla yapışmışlardı ona, şimdiyse sürüyorlardı onu. Bense hiçbir araba sürmüyordum; bunun için de ne dizginlerim olmuştu ne de at gözlüklerim; onlardan daha çok şey görüyordum, kesinlikle; ama sıra gitmeye gelince, nereye gideceğimi bilmiyordum.
“Başkalarının gözünde bugüne dek kendim olduğumu sandığım kişi olmadığım düşüncesine takılıp kaldım”
Ne mutlu kanatları olup kaçabilenlere!
varlıkların biçimleri aracılığıyla eylemde bulunmaları kaçınılmazdır, bizler de varlıkların yarattığı dış görünüşlerden ibaret olan bu biçimlere gerçeklik değeri veririz.
Gerçek yalnızlık sadece kendisinin yaşadığı bir yerdedir, sizin için ise ne izi ne de sesi vardır ve orada yabancı olan sizsinizdir.
İnsan belli bir yaşam biçimi edindikten sonra, alışılmadık bir yere gittiğinde sessizliğin içinde belli belirsiz gizemli bir şeyin var olduğu kuşkusuna düştüğü zaman, bedensel olarak orada bulunsa da ruhunun uzak durmaya yazgılı olduğu nitelenemeyen bir kaygıya kapılır, oraya girerse yaşamının birçok yeni duyarlıklara açılacağını, sanki başka bir dünyada yaşayacağını sanır.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Eğer başkaları için o zamana dek kendim için olduğumu sandığım kişi değilsem, kimdim ben?
Başkalarının gözünde olduğumu sandığım kişi değil idiysem, ya ben kimdim?
Yaşamış olmak için yaşıyordu, yaşamayı bilmiyordu.
Yaşadığımı göremiyordum.
Başkalarının gözünde, şu ana kadar olduğumu düşündüğüm kişi olmadığımı fark ettim. Yaşadığımı göremiyormuşum. Yaşadığımı halen göremiyorum, kendimi bir yabancı gibi hissediyorum, yani başkalarının kendi kafalarına göre gördükleri ve bildikleri ama benim göremediğim birisi..
“ İnsanlara baksana, inançları için bile bir ev inşa etme ihtiyacını duyuyorlar. İnançlarını içlerinde, yüreklerinde saklamak yetmiyor onlara : onları dışarıda da görmek ve dokunmak istiyorlar ve bu yüzden onlara ev yapıyorlar”
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Yaşadığınızı görmek aklınızın ucundan bile geçmedi. Kendiniz için yaşamaya önem veriyorsunuz, iyi de ediyorsunuz, bu arada başkaları için kim olduğunuz düşüncesini aklınızdan geçirmiyorsunuz; başkalarının yargısı sizin için hiç önemli olmadığından değil, tam tersine sizin için çok önemi var bunun; başkalarının sizi dışarıdan, sizin kendinizi kendi gözünüzde tasarladığınız gibi tasarladıkları mutlu yanılsaması içinde olduğunuz için.
Oysa insanlar nasıllardır, biliyor musun? Duyguları için de bir ev inşa etme ihtiyacı duyarlar. Duygularına kendi içlerinde, yüreklerinde sahip olmak yetmez onlara: Onları dışarıda da görmek, onlara dokunmak ister ve bu yüzden onlar için de bir ev inşa ederler..
Hatta eğer kendi kendinize verdiğiniz gerçekliğe sıkı sıkıya tutunmazsaniz, onlarin size yakıştırmış olduğu gerçekliğin sizin doğru gerçekliğiniz olduğuna dahi inandirabilirler sizi.
Zira konu ne olursa olsun, herhangi bir şeye gereğinden fazla gömüldüğünüzde sonunda hiçbir şeyden bir fayda elde edemiyorsunuz, inanın bana. İnsan kendisiyle ilgili neler keşfetmiyor ki!.
Ölümü düşünmek ve dua etmek. Buna hala ihtiyaç duyanlar var ve çanlar da onlar için çalıyor. Benim artık buna ihtiyacım yok çünkü her an ölüyorum ben ve hiçbir anıya sahip olmadan yeniden doğuyorum: bir bütün olarak yaşıyorum ama artık kendi içimde değil, dışarıda olan herşeyin içinde.
içimdeki delilik bilinci taptaze ve berraktı beyler; nisan sabahı gibi taze ve berrak, ayna gibi parlak ve kusursuz.
kendimize ait en mahrem şeyimiz olarak bildiğimiz bilinç, aslında içimizdeki başkaları demektir ve işte bu yüzden kendimizi yalnız hissedemeyiz..
Her birimiz diğerlerine kendi içimizdeki dünyayı, sanki dış dünyaymış gibi zorla kabul ettirmeye çalışıyor, diğerlerinin de onu ille de bizim bildiğimiz biçimde görmesi gerektiğinde ısrar ediyor ve böyle yapmadıkları takdirde var olamayacaklarını iddia ediyoruz..
Hiç kimse gördüğünden kuşku duymuyor; herkes etrafındaki nesnelerin başkaları tarafından da aynen kendilerinin gördüğü şekilde görüldüğünden öyle emin ki siz hayvanların da var olduğunuzu , insanlara ve nesnelere bu sesiz gözlerle baktığınızı ve onları kim bilir nasıl gördüğünüzü akıllarına getirmiyorlar bile ..
Her birimiz diğerlerine kendi içimizdeki dünyayı , sanki dış dünyaymış gibi zorla kabul ettirmeye çalışıyor, diğerlerinin de onu illa bizim bildiğimiz biçimde görmesi gerektiğinde ısrar ediyor ve böyle yapmadıkları takdirde Var olmayacaklarını iddia ediyoruz..
Kısacası ara sıra başkalarının gözünde düşündüğünüz kişi olmadığınızı azıcık da olsa anladığınızda ne yaparsınız ? (Dürüst olun) . Hiçbir şey yapmazsınız ya da çok az şey . Kendinize duyduğunuz şu hoş ve tam güvenle , olsa olsa başkaları sizi yanlış anladı , yanlış yargıladı diye düşünürsünüz ; işte o kadar . Bu yargı size baskı yaparsa eğer, açıklamalarla bunu düzeltmeye çalışırsınız belki; ama sizi fazla sıkmıyorsa olduğuna bırakırsınız; omuzlarınızı silkerek “ Oh sonuçta bu benim vicdanım ve bu bana yeter” dersiniz..
Ben alışılmadık, tamamen yeni bir biçimde yalnız kalmak istiyordum. Sizin düşündüğünüzün tam aksine : yani ben olmadan ve de yanımda bir yabancıyla..
An be an ölüyor ve hemen ardından yeniden ve hiçbir anıya sahip olmadan doğuyorum. Yaşıyorum, üstelik de bütünlüğümden bir şey kaybetmeden; fakat kendi içimde değil, dışarıdaki her şeyin içindeyim artık.
Hayat son bulmaz. Ve isimlerle ilgilenmez hayat. Bu ağaç yeni açan yapraklarının titreyen nefesi. İşte bu ağacım ben. Bugün ağaç, bulut; yarın kitap ya da rüzgâr: Okuduğum kitap, içtiğim rüzgâr. Her şey dışarıda bir yerlerde, birer serseri gibi.
Kendinizi ancak poz verdiğinizde, yani bir heykele dönüştüğünüzde tanıyabilirsiniz. Hayatta olan bir kişi ise yaşamakla meşguldür ve kendini göremez. Kendini tanımak, ölmek demektir. Siz yalnızca buna değil tüm aynalara uzun uzun bakıp duruyorsunuz çünkü aslında yaşamıyorsunuz; yaşadığınızı bilmiyor, yaşayamıyor, yaşamak istemiyorsunuz. Kendinizi tanımayı gereğinden fazla istiyor ve tam da bu yüzden yaşamıyorsunuz.”
Oysa insanlar nasıllardır, biliyor musun? Duyguları için de bir ev inşa etme ihtiyacı duyarlar. Duygularına kendi içlerinde, yüreklerinde sahip olmak yetmez onlara: Onları dışarıda da görmek, onlara dokunmak ister ve bu yüzden onlar için de bir ev inşa ederler.
Yalnızdım. Koca dünyada bir başımaydım. Kendim için bile yalnızdım. Saç köklerime kadar titrememe yol açan o ürperti ânında, sonsuzluğu ve bu sonsuz yalnızlığın verdiği dondurucu soğuğu duyumsuyordum.
Eğer başkaları için o zamana dek kendim için olduğumu sandığındaki kişi değilsem, kimdim ben?
Eğer başkalarının bakışları, gördüğümüz şeye ait bir gerçeklik oluşturduğumuz sırada yardımımıza koşmazsa gözlerimiz ne gördüklerini bilemezler ve bilincimiz kaybolur; zira kendimize ait en mahrem şeyimiz olarak bildiğimiz bilinç, aslında içimizdeki başkaları demektir ve işte bu yüzden kendimizi yalnız hissedemeyiz.
İntiharı düşünen birisi, neden kendisi için değil de başkaları için ölü olduğunu hayal eder?
Bugünün gerçekliğinin tek olduğu yanılsaması bizi bir yandan desteklerken öte yandan dipsiz bir boşluğun içine iter; çünkü bugünün gerçekliği yarının yanılsamasını ortaya çıkarmakla yükümlüdür. Ve hayat, asla son bulmaz;
bulamaz. Eğer yarın son bulursa, her şey biter..
“Yalnızdım.Koca dünyada bir başımaydım.Kendim için bile yalnızdım.”
İşte: kendisi için hiç kimse olan biri,
Belki de herkes için biri olmanın yolu buydu.
Sizin bana söylediklerinizin benim içimde nasıl yorumlandığını ne siz bileceksiniz ne de ben size ileteceğim.
Asıl sorun henüz hayatta olanların arasında sürüp giden bu oyunu, hala hayattayken görebilmeme rağmen, oyunun içine girememiş olmamdı. Herkesin gördüğünü bildiğim bu oyuna dahil olmamın imkansızlığı beni umutsuzluğa sürüklüyor, huzursuzluğumu acımasız bir neşeyle dışa vurmama neden oluyordu.
Ah, tarihin güzelliği, dostlar! Hiçbir şey tarih kadar dinlendirici değildir. Hayatta her şey gözünüzün önünde durmadan değişir ve hiçbir şey kesin değildir; sizi tedirgin ve huzursuz eden hadiselerin nasıl dengeleneceğini görememek, olayların nasıl sonuçlanacağını bilememek sürekli bir kaygı kaynağıdır. Tarihte ise her şey belirlenmiş, her şey sabitlenmiştir: Olaylar ne kadar acı olursa olsun, ne kadar üzüntü verirse versin, işte hepsi orada, hepsi düzenlenmiş, kitabın otuz ya da kırk sayfasına yerleştirilmiştir
Marco di Dio ile karısı Dinmante bana hep iki bahtsız gibi gelmişlerdi; sefalet onları, bir yandan her sabah yüzlerini yıkamalarının gereksiz olduğuna, diğer yandansa yalnızca en azından karınlarını doyurmaya yetecek o birkaç kuruşu kazanmaları değil, aynı zamanda bir gecede bir milyoner olabilmek adına denenmemiş hiçbir yol bırakmamaya ikna etmişti
Bir eylem yapılıp tamamlandığında, bir daha değiştirilemez. Biri harekete geçip bir şeyler yaptığında, sonrasında kendisini yaptığı bu eylemlerle bağdaştıramayıp değiştirmek istese de bunu yapamaz; yapılmış bütün eylemler oldukları gibi kalır: Kendi elleriyle inşa ettiği bir hapishane gibi.
Varlığımızı bir şeklin içine sığdırmak ve bir süre sonra da aynı şeklin içinde son bulmak zorundayız, burada ya da orada, öyle ya da böyle. Ve her şey, var olduğu sürece o biçimde olmanın, böyle olup da öbür türlü olamamanın cezasını da beraberinde taşır.
Insan ile doğa arasında biraz daha uzlaşma olmalı. Cogu kez doğa bizim ustalıkla inşa ettiklerimizi yerle bir ederek eğleniyor. Kasırgalar, depremler Fakat insanoğlu yenilgiyi kabul etmiyor. Yeniden inşa ediyor, yeniden inşa ediyor dik kafalı hayvancik. Hersey onun için bir inşaat malzemesi sanki.
Kulakları olduğunu sanmıyorum. Ama belki de ağaçların büyümek icin sessizliğe ihtiyaçları vardır.
Çıkıp gidin bu evden; üç ya da dört yıl sonra bugünkünden farklı bir ruh haliyle yeniden görmeye gelin; sizin için değerli olan bu gerçeklikten eser kalmadığını göreceksiniz.
Ama eğer sözcükler kendi başlarına buyruksalar, benim, sizin ne suçumuz var?
”( )Evet.Ama yara nerede? İçimde mi?
Kendime dokunurken, ellerimi ovuştururken, ”ben ” diyordum, evet; ama kime diyordum bunu? Kimin için? Yalnızdım. Koskoca dünyada yapayalnız, bir başıma. Şu anda beni saçlarımın dibine dek titreten bu ürpertide sonsuzluğu, bu sonsuz yalnızlığın soğukluğunu duyumsuyordum.
Kime ”ben ” diyeceğim? Başkaları için, hiçbir zaman benim olmayacak bir anlamı ve değeri varsa, ”ben ” ne demekti; başkalarının öylesine dışında olan benim kendim için, bir anlam edindiğim anda, bu anlam bu boşluğun ve bu tek başınalığın yılgısına dönüşüyordu hemen( ) ”
Peki ya beni bağlayan koşullar? Peki ya benden kaynaklanmadığı halde bağlı olduğum koşullar? Peki ya benim dışımda, her türlü iradem ve arzum dışında, beni ben yapan koşullar?
Dünya içinde başka bir dünya orası: Parçaları insan eliyle üretilmiş, birleştirilmiş ve düzenlenmiş; hiçlik, yapmacıklık, uyarlama, çarpıtma ve aldanışlar üzerine kurulmuş; yalnızca kendisini yaratan insan için bir anlam ve değer taşıyan bir dünya.
Ah insanoğlunun şu hırsları!
Ah, keşke aynı bir taş ya da bir bitki gibi var olduğumuzun bilincinde olmadan yaşasak! Kendi adımızı bile hatırlamasak!
Acaba vicdan kendi kendisine yetebilen mutlak bir şey olabilir mi?
Birilerinin gelip kendisini almasını bekleyen zavallı, isimsiz bir beden.
”( )Başkalarının hiç görmediklerini sandığımız bir şeyi ortaya çıkardığımızda, onu hemen bizimle birlikte görsün diye birini çağırmaya koşmaz mıyız?
.. ”Aman, Tanrım, nedir bu? ”
Başkalarının görüşü gördüğümüz şeyin gerçekliğini bir biçimde içimizde oluşturmamıza yardımcı olmadığında, gözlerimiz ne gördüklerini artık bilmezler; bilincimiz bulanır; çünkü en kişisel olduğuna inandığımız niteliğimizin, bilinçliliğimizin anlamı, içimizdeki başkalarıdır; bu yüzden de kendimizi yalnız duyumsayamayız( ) ”
Dış görünüş nedeniyle böbürlenmek budalalara mahsus bir davranıştır..
Günaydın.Paşa pazarınız yumuşacık bir kahveyle iyimser geçsin.
#8212; #8212; #8212; #8212; #8212; #8212; #8212; #8212; #8212; #8212; #8212; #8212; #8212; #8212; #8212; #8212; #8212; #8212; #8212; #8212; #8212; #8212; #8212; #8212; #8212; #8212; #8212; #8212; #8212; #8212; #8212; #8212; #8212; #8212; #8212; #8212; #8212; –
*
”( )Zaman, uzam: zorunluluk. Yazgı,talih,durumlar: tümü de yaşamın tuzakları. Var olmak istiyor musunuz? Soyut olarak var olunamaz. Varlığın bir biçim içine kapatılması gerekir, bir süre sonra kendi içinde sona erer, burada ya da orada, şöyle ya da böyle. Her nesne, var olduğu sürece, biçiminin, böyle olmasının, artık başka türlü olamamasının bedelini kendisiyle birlikte taşır. Şu tuhaf varlık şakaya benziyor, yalnız bir an katlanılabilir ona, sonra tamam; sonra doğrulacak, ayağa kalkacak,hızlı, çevik, uzun Olur mu hiç! Her zaman böyle, bütün bir yaşam boyu, hem bir kez yaşıyoruz; tüm yaşamı böyle geçirmeyi kabullenmesi gerekir( ) ”
* VII: Herşey İçin Gerekli Bir Parantez
Yaşamış olmak için yaşıyor fakat yaşadığını bilmiyordu; kalbi atıyordu fakat o bunu bilmiyordu; nefes alıp veriyordu fakat o bunu da bilmiyordu; göz kapaklarını açıp kapatıyordu fakat bunun farkında değildi.
İçimdeki bu yabancıya nasıl katlanacaktım? Aslında kendimden başkası olmayan bu yabancıya? Onu nasıl görmezden gelecektim? Nasıl bilmezden gelecektim?
”( )İyi düşünün.Karınızın, sizi kollarında sıkarken, zihnindeki ve yüreğindeki bir başkasını kucaklamanın hazzını duyduğunu bilseydiniz, onun tarafından ihanetin en ince biçimiyle aldatıldığınızı duyumsamaz mıydınız?
..Bu durum, benimkinden ne bakımdan farklıydı? Benim durumum daha da kötüydü! Çünkü, sizin durumunuzda karınız – bağışlayın- sizi kucaklarken yalnızca bir başkasını kucaklarken yalnızca bir başkasını kucakladığını tasarlıyor; oysa benim durumumda, karım kollarının arasında ben olmayan bir adamın gerçekliğini sıkıyordu!
..Bu birisi öyle gerçekti ki, sonunda bıkıp, onun yerine kendi gerçekliğimi koyarak onu yok etmek isteğimde, hiçbir zaman benim karım değil, o adamın karısı olan karım tanımadığı birinin, bir yabancının kolları arasındaymış gibi yılgınlık içinde hemen kendine geldi; artık beni sevmeyeceğini, artık bir dakika bile benimle birlikte yaşamayacağını söyledi, sonra beni bırakıp gitti.
Evet, beyler, göreceğiniz gibi, beni bırakıp gitti( ) ”
( )
”Ben, ” diyor dağ, ” dağım, yerimden kımıldamam. ”
Kımıdamaz mısın, sevgili dağ? Peki, şuraya, şu öküz arabalarına bak.Seninle dolu, senin taşlarınla. Seni arabayla taşıyorlar, sevgili dağ! Böyle, olduğun gibi kaldığını mı sanıyorsun? Daha şimdiden iki mil uzakta, ovadasın.
Nerede mi? İşte şu evlerde, görmüyor musun kendini?
Biri sarı, biri kırmızı, biri beyaz; iki,üç, dört katlı.
.Peki ya kayınların,cevizlerin, köknarların?
.İşte buradalar,benim evimde. Görüyor musun ne güzel işledik onları? Kim tanıyabilir onları artık bu sandalyelerde, bu dolaplarda, bu raflarda?
( )
SONUÇLAR:
( )
2- En azından en yakınımda olan, tanıdık denen kimseler için kim olduğumu, onlar için olduğum ben’i küçümsemeyle ayrıştırarak eğlenmeye karar verdim. ”
”( )Bir anda yüzüm aynaya solgun bir gülümseyiş yansıttı.
”Ciddi ol, salak! ” diye bağırdım ona o zaman. ”Gülünecek bir şey yok! ”
..Öfkenin kendiliğindenliği içinde, imgemdeki değişikliğin ardından, afallamış bir duyarsızlığın gelişi öylesine ansızın oldu ki, bedenimi, buyurgan ruhumdan kopmuş olarak,orada, karşımda, aynanın içinde görmeyi başardım.
..Ah, sonunda ! İşte orada!
..Kimdi o?
..Hiç.Biri onu alsın diye bekleyen zavallı, incinmiş beden.
.. ”Moscarda ” diye mırıldandım,uzun bir sessizliğin ardından.
Kımıldamadı; duyarsız,bana bakakaldı.
Adı başka bir şey de olabilirdi.
Oradaydı, yitik bir köpek gibi,sahipsiz,adsız, birinin Flik, bir başkasının da gönlünce, Flok diyebileceği ”