İçeriğe geç

Döngel Dünya Kitap Alıntıları – Ethem Baran

Ethem Baran kitaplarından Döngel Dünya kitap alıntıları sizlerle…

Döngel Dünya Kitap Alıntıları

İnsanın yüreğine çok yakından bakmayacaksın, neden dersen, gördüklerin hoşuna gitmeyebilir, dedi.
Bir insan susunca, sesi içinde dolaşmaya başlıyordu. İyice yayılıyordu. Sonunda gözlerde, ellerde, oturuşta, yürüyüşte, ette kemikte çın çın ötmeye başlıyordu bu ses. Dünyayı anlamak için susmak yetiyordu.
mezardakilere bile oy kullandırıyorlar bu memlekette, bir de askerlik yaptırırlar tamam olur.
İnsanın yüreğine çok yakından bakmayacaksın, neden dersen, gördüklerin hoşuna gitmeyebilir
Sesin olmadığı yerde zaman da çekiliyordu bir köşeye.
Gide gide hiçbir yere varamamak. Gidiyorsun sanıyorsun ama aslında gittiğin yer sana doğru geliyor.
Sonunda koca dünya bir baraka kılığında gelmiş, gelmiş de şu denizin kıyısında, bir ayağı denizde, bir ayağı karada, gitmekle kalmak arasında, düşmekle kurtulmak, yuvarlanmakla ayağa kalkmak, yok olmakla var olmak arasında, saniyeleri asırlara çevirerek, saniyelerden koskoca asırlar çıkararak sallanmakta değil midir? Bu çıldırtıcı boşlukta korkan kim, dünya dediğimiz şu enkaz mı, biz mi?
Sevdiğini söylemeyince sevmiş olmuyor muydu yani?
Yok olmanın bir sonu var mı diye merak eder, nasıl bir şey olduğunu öğrenebilmek için yeni hayaller kurardı.
Sessizliği ayıklaya ayıklaya sesleri çıkardı içinden.
İçinde dolaşıp duran ne çok konuşma vardı.
Ben sustum, o anladı.
Ben de anladım.
Güvercinler gibi susup kaldık.
Her kuş uçtuğu gökyüzünü genişletir, yeniden yaratırdı.
Bir kuş uçtuğunda yeni bir gökyüzü yaratılırdı.
Hâlâ öyle midir, bilmiyorum
Sessizliğin ne kadar derin olduğunu öğrenmişti. İnsanı içine çekiyor, parça parça ediyordu.
İnsanın yüreğine çok yakından bakmayacaksın, neden dersen, gördüklerin hoşuna gitmeyebilir, dedi
Saf görünmek insanı çok rahatlatıyormuş, bunu anlamıştı. İnsanlar üstünüze gelmiyordu o zaman. Sizi kandırmak istediklerini görüyor, ikiyüzlülüklerini ilk bakışta fark ediyordunuz.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Bir insan susunca,sesi içinde dolaşmaya başlıyordu. İyice yayılıyordu.Sonunda gözlerde, ellerde, oturuşta, yurüyüşte, ette kemikte çın çın ötmeye başlıyordu bu ses. Dünyayı anlamak için susmak yetiyordu.
Sevdiğini söylemeyince sevmiş olmuyor muydu yani?
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Saf görünmek insanı çok rahatlatıyormuş, bunu anlamıştı. İnsanlar üstünüze gelmiyordu o zaman. Sizi kandırmak istediklerini görüyor, ikiyüzlülüklerini ilk bakışta fark ediyordunuz.
Bir insan susunca, sesi içinde dolaşmaya başlıyordu. İyice yayılıyordu. Sonunda gözlerde, ellerde, oturuşta, yürüyüşte, ette kemikte çın çın ötmeye başlıyordu bu ses. Dünyayı anlamak için susmak yetiyordu.
Yerinden kalkamadığı, önündeki hayatı yaşayamadığı için elindeki eski hayatı yaşıyor.
Bir yerde oturup kalamazdı. Oturduğu yerde zamanı genişletmekten ve bulunduğu yere alışmaktan korkardı adeta. Hiçbir zaman alışamadığı, ait olmadığı bir dünyaya niye alışsındı ki!
Babam bir gün sustu. Ben bu dünyadan bir şey anlamadım dedi ve sustu. Daha doğrusu mecbur kalmadıkça konuşmadı. Sanki ölüp girmiş ama tırgun bedenini burada, aramızda, gözümüzün önünde bırakmıştı. Benim ölüm, yaşayan halimden daha iyidir; varlığım, yokluğumdan daha çok acı verir sizlere dercesine usulcacık sıyrılmıştı aramızdan.
O susunca, ben çocukluğumu, gençliğimi unutur gibi oldum.
Belki o da unutmak için susmuştu. Geçmişi unutunca, şimdi ve gelecek olmayacaktı belki. Bu hayatı zaten hiç yaşanmamış sayacaktı, o zaman da şimdiki acılar anlamını kaybedecekti. Bu acıların ne kadar süreceği, yarın başına daha neler geleceği, bunun nasıl sonuçlanacağı gibi sorular da olmayacaktı. Bir türlü gelmeyen ölüm de olmayacaktı tabiî. Kendini dipsiz bir yalnızlığa çekerek günahtan mı kaçıyordu? Öyle ya, kimseyi kırmayacaktı artık, kimsenin önüne geçmeyecek, sırasını alıp onurunu çiğnemeyecek, hakkını yemeyecekti.
dünya denilen şu daracık yerde hiçbir şeyin durmadığını, acımasız bir oyunun sürüp gittiğini bıçak kesmişliğinde sızlayan elinden başlayıp ayaklarına kadar hızla koşturan bir titremeyle hissederdi.
Bir insan susunca, sesi içinde dolaşmaya başlıyordu. İyice yayılıyordu. Sonunda gözlerde, ellerde, oturuşta, yürüyüşte, ette kemikte çın çın ötmeye başlıyordu bu ses. Dünyayı anlamak için susmak yetiyordu.
Varlığına sımsıkı tutunduğu gizli hayatını incitmekten korkmuştu her zaman. Saklandığı bu gizli dünyadan dışarı çıkmayı istese beceremiyordu işte.
Buralardan daha önce gelmiş insanların, gölgelerin yankısı sinmişti her yere. Taşların altına sıkışmış, oyuklarda birikmiş, toprağa işlemişti. Her şeyi yok eden savaş onlara ulaşamamıştı. Her ne kadar aşınmış olsalar da bir zamanlar buralarda dolaşmış sesleri duyabiliyordu İlyas.
Yalnızlığın zulmü dayanılmaz bir hal alıyordu çoğu zaman. Bazen içinde biriken seslerden öyle bunalıyordu ki, avazı çıktığı kadar bağırmamak için kendini zor tutuyordu.
Sessizliğin ne kadar derin olduğunu öğrenmişti. İnsanı içine çekiyor, parça parça ediyordu. Ölümün bir yüzü olduğunu düşünüyordu öyle anlarda.
İnsanın yüreğine çok yakından bakmayacaksın, neden dersen, gördüklerin hoşuna gitmeyebilir
Sessizliğin ne kadar derin olduğunu öğrenmişti. İnsanı içine çekiyor, parça parça ediyordu.
Bir insan susunca sesi içinde dolaşmaya başlıyordu. İyice yayılıyordu. Sonunda gözlerde, ellerde, oturuşta, yürüyüşte, ette kemikte çın çın ötmeye başlıyordu bu ses. Dünyayı anlamak için susmak yetiyordu.
Sonra bu ses, adı konmamış dağların ardındaki kavruk topraklardan devşirdiği sevda namına, yara namına, hasret, gurbet, kader namına ne varsa getirip bir bozlağın sırtına yıkıverdi.
Karısı gidince evin yoksulluğu doldurmuştu onun yerini. Soğumuş bir çay gibi olmuştu evin içi. Bir evi yuvaya dönüştüren sıcaklık da gitmişti onunla.
Saf görünmek insanı çok rahatlatıyormuş, bunu anlamıştı. İnsanlar üstünüze gelmiyordu o zaman. Sizi kandırmak istediklerini görüyor, ikiyüzlülüklerini ilk bakışta farkediyordunuz.
Benim ölüm, yaşayan halimden daha iyidir; varlığım, yokluğumdan daha çok acı verir sizlere dercesine usulcacık sıyrılmıştı aramızdan.
O susunca, ben çocukluğumu, gençliğimi unutur gibi oldum
Her kuş uçtuğu gökyüzünü genişletir, yeniden yaratırdı.
Bir kuş uçtuğunda yeni bir gökyüzü yaratılırdı.
Halâ öyle midir, bilmiyorum
Sessizliğin ne kadar derin olduğunu öğrenmişti. İnsanı içine çekiyor, parça parça ediyordu.
Yav arkadaş, kızlar bir de böyle tiplere aşık olmuyor mu! Böyle düşüncesiz, vicdansız, bencil tiplere.
İçinde yaşadığı, biriktirdiği, besleyip büyüttüğü iyi ya da kötü ne varsa bunları kimseyle paylaşmaz.
Mezardakilere bile oy kullandırıyorlar bu memlekette.
Acı, kanayan ve hep kanayacak olan yaralı hatıraları da var elbet.
Bildikleri aklına geldikçe de büyümekten korkuyordu.
İnsanın yüreğine çok yakından bakmayacaksın, neden dersen, gördüklerin hoşuna gitmeyebilir, dedi.
Sırtını da bir güzel dönüvermiş geveze dünyaya. Ne var ki, arkasını döndüğü dünya peşini bırakmıyor garibin.
Sevdiğini söylemeyince sevmiş olmuyor muydu yani?
Bazen dünyanın güzel bir yer olduğunu düşünüyor. Niye böyle düşündüğünü anlayamasa da öyle uzun boylu üstünde durmuyor. Ona öyle geliyor işte.
Gördüklerini, işittiklerini, şehirde çalkalanan uğultuyu koyacak yeri kalmamıştı. Soluğu kesilmiş bir sessizlik sardı çevresini.
İçine çekildiği boşluğun gidecek yeri yokmuş meğer, sonunda bir duvara tosluyor, duvar da bütün korkuları titreşimlerinde taşıyan öfkeli bir sese dönüşerek yıkılıyormuş insanın üstüne.
İçinde dolaşıp duran ne çok konuşma vardı. Zaman zaman uykuya yatsa da hep uyanan ama bir türlü ayağa kalkamayan, çekingenliği üzerinden atamamış ne çok konuşma
Sessizliği ayıklaya ayıklaya sesleri çıkardı içinden.
Ve her sabah kuşların yeniden doğuşuna, bulutların uçuşuna tanık olmak hoşuna gidiyordu.
Bir insan susunca, sesi içinde dolaşmaya başlıyordu. İyice yayılıyordu. Sonunda gözlerde, ellerde, oturuşta, yürüyüşte, ette kemikte çın çın ötmeye başlıyordu bu ses. Dünyayı anlamak için susmak yetiyordu.
Yerinden kalkamadığı, önündeki hayatı yaşayamadığı için elindeki eski hayatı yaşıyor.
Belki o da unutmak için susmuştu. Geçmişi unutunca, şimdi ve gelecek olmayacaktı belki. Bu hayatı zaten hiç yaşanmamış sayacaktı, o zaman da şimdiki acılar anlamını kaybedecekti.
Benim ölüm, yaşayan halimden daha iyidir; varlığım, yokluğumdan daha çok acı verir sizlere dercesine usulcacık sıyrılmıştı aramızdan.
Ben bu dünyadan bir şey anlamadım dedi ve sustu.
Dış dünyanın ona yaptırdığı işleri biliyorum: kahvelerde garsonluk, inşaatlarda amelelik ve en zor iş olan işsizlik
Aklında babasına söyleyeceği top gibi zıplayan çalımı sözler, kaleciyi ters köşeye yatıran gülücükler ve rakip takımı kızdıran pek çok şey vardı.
Sigarasının dumanı büklüm büklüm konuşuyordu da, oğlandan çıt çıkmıyordu.
Her canlının tıpkı onun gibi kendinden ürktüğü geçerdi aklından.
Dünya denilen şu daracık yerde hiçbir şeyin durmadığını, acımasız bir oyunun sürüp gittiğini bıçak kesmişliğinde sızlayan elinden başlayıp ayaklarına kadar hızla koşturan bir titremeyle hissederdi.
Sessizliği artıran güvercinlerin de tıpkı kendisi gibi eski günlerin hayaline baktığını düşünürdü.
Kar adamın içine yağıyordu aslında.
Trenler dolusu gelip geçen insanın burada bıraktığı biriydi sanki.
İnsanın yüreğine çok yakından bakmayacaksın, neden dersen, gördüklerin hoşuna gitmeyebilir.
Kuşlar Yasına Gider.
İçinde dolaşıp duran ne çok konuşma vardı. Zaman zaman uykuya yatsa da heo uyanan ama nir türlü ayağa kalkamayan, çekingenliği üzerinden atamamış ne çok konuşma
Bir yere baktı mı, gördüklerini zihnindeki boş sayfaya resmederdi. Çizgileri sayar, aklında tutmaya çalışırdı.
Güvercinler gibi susup kaldık.
Bir kuş uçtuğu gökyüzünü genişletir, yeniden yaratırdı.
Bir kuş uçtuğunda yeni bir gökyüzü yaratılırdı. Hala öyle midir, bilmiyorum
İşte, yerdeki ve gökteki ekinlerin, bu ekinleri dalgalandıran rüzgarların içinde, pek çok söz, acılardan yokluğa, hasretlerden sevdalara, savaşlardan ölümlere, umuttan çaresizliğe o dağ senin bu ova benim, o yürek senin, bu gözyaşı benim dolaşan türküler varmış eskiden.
Yapraklar bile cıvıldayan bir kuştu şimdi.
Bir ışık onu kendine çekiyor, o ana dek yaşadığı, hissettiği ne varsa hepsini unutmasını istiyordu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir