İçeriğe geç

Yazma Cesareti Kitap Alıntıları – Nihan Kaya

Nihan Kaya kitaplarından Yazma Cesareti kitap alıntıları sizlerle…

Yazma Cesareti Kitap Alıntıları

Sözlerimizi duyarlar ama bizi duymazlar.
Sanat, bize bir şeylerden çok, bir şeyler üzerine soru sormayı öğretir.
Dikey görme yeteneklerimizin gelişmediği durumlarda anlatılan ın gücü gördüklerimizde daha da belirleyicidir.
Bir insanı ne kadar az tanıyorsak onun hakkında söylenenlerin etkisi o kadar güçlü ve kalıcı olur.
Sadece kültürel değil her alanda, yaşayışımızın değerini belirleyen, deneyimlerimizin dikeyden yataya olup olmadığıdır.
Diziler yahut filmler, eseri değil, konusunu sevdirirler. Konu nunsa edebiyat sanatı ile ilgisi olmadığını hep vurguladım.
Bir şey ya çift formda var olur ya da var olmaz.
Jung
Estetisyen Louis Arnaud Reid, dışarıda olan şey ile içeride olan şeyin birbirinden keskin çizgilerle ayrı olmadığını, hislerimizin ve duygularımızın psiko-fiziksel olduğunu vurgular.
Yani insan aktiflik ile pasiflik arasında, yine beden ile zihin, ruh ile madde arasında bir yerdedir ve gerçeğimiz, dış dünyadaki nesnelerin enerjisi ile kendi zihinsel enerjimiz arasındaki etkileşimden her an yeniden doğmaktadır.
Goethe, gerçeği, insanın içindeki dünyanın dış realite ile buluştuğu yerde açığa çıkan bir şey olarak tanımlar. Bu nedenle, gerçek, dünya ile zihnin sentezidir ve varoluşun sonsuz uyumunun en mutlu tasdikidir.
Jung bir insanın hayatına dair asıl meselenin, o insanın sonsuz bir şeyle irtibatının mevcut bulunup bulunmaması olduğunu söylüyordu.
Yani var olma, olup bitmiş bir şey değil, insanın kendi kendisini sürekli aşma hâlinde olduğu bir süreç, bir potansiyeller kaynağı olarak görülmeli.
Sadece yaratıcılık değil, kişisel ve toplumsal, hatta evrensel barışın kökenleri de ancak ben den geçmektedir.
Eleştiri ve tatminsizlik, bir değişim arama, düşünme, hayâl etme, icat etme, yaratma motivasyonunun ilk şartı ve görevi görür. Hâlihazırdaki durum ve şartlardan tamamen memnun birinin, değişiklik arayışı içine girmek, yeni bir şey yaratmayı istemek için nedeni yoktur.
Hristiyan varoluşçu Nikolai Berdyaev, yaratıcı içgüdünün kaynağının kişinin farklı bir dünya arzulaması olduğunu söyler.
Gecemin aydınlanmasını istemem. Çünkü o zaman yıldızları göremem.
Hepimiz tutuksuz yargılanıyoruz. Bazılarımız tutuklanıyor.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Müziğin sesini duymayanlar dans edenleri deli sandılar.
Hâlbuki insanı insan yapan şey, transformasyon, kendisinin ötesine girebilmesi, tekamül edebilmesi.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
O an olduğumuz şey olarak kaldığımız, yani o an olduğumuz şeyin ötesine gidemediğimiz müddetçe yerimizde sayıyoruz.
ama sanat eseri aykırılığın çok yumuşak bir ifadesi olduğu için bu kadar güçlü bir transformasyon aracı.
Bir toplumun transformasyona ne kadar açık olduğunu o ülkede sanatın ve sanatçının durumuna bakarak ölçebiliriz.
İnsanları selamlama biçimimiz, fotoğraf çektirirken verdiğimiz poz, dışarıdan nasıl göründüğümüze verdiğimiz önem sahte benliğimizle ilişkilidir. Sahte benliğimiz dış dünya ile kurduğumuz ilişkilerde, gerçek benliğimiz ise kendi kendimizde kurduğumuz ilişki de etkilidir.
Algılarınızı ya siz yönlendirirsiniz ya da bir başkası bunu sizin için yapar.
Erdemin en zirvesine çıkmış kahramanlıklar da, en iğrenç alçaklıklar da, hep bireylerin eseridir.
Herkesin düzenbazlık ettiği bir dünyada doğru adam şarlatan durumuna düşer.
Toplum, bireylerinin kendileri olmasına izin verdiğinde var olamıyorsa, yeterince iyi bir toplum değil demektir.
Kendiliğinden yaşanagelen hayat gerçek hayat değildir; hayat sadece ‘bilindiği’ zaman gerçek olur.
Bir şarkıyı herkes gibi söyleyecek olduktan sonra, söylemenin de pek anlamı yoktur.
Toplum, bireylerin kendileri olmasına izin verdiğinde var olamıyorsa, yeterince iyi bir toplum değil demektir.
Etrafımıza heybetli bir dünya inşa ettik ve orantısız bir enerjiyle o dünyanın kölesi olduk.
Istırap ustadır, insan onun çırağıdır.
Okumak, o âna kadar güvenle dayandığınızı düşündüğünız parmaklıkların, aslında hiç olmadığını fark etmektir.
Aksini duymadığımız müddetçe, duyduklarımıza inanmaya ve onlarla şekillenmeye meylederiz.
André Gide, Algılama heyecanların değişmesiyle başlar; seyahat ihtiyacı da buradan doğar der.
Her yaratıcı eylem her şeyden önce bir karşı gelme eylemidir.
Toplum, bireylerinin kendileri olmasına izin verdiğinde var olamıyorsa, yeterince iyi bir toplum değil demektir.
Birey benliğini ancak yaratıcı olarak keşfedebilir.
Biz evvela kelimeleri öğreniriz. Sonra yaşadıkça teker teker manalarını.
Her doğumun ölümü barındırdığı gibi her ölüm de doğumu barındırmaktadır.
İnsan, içinde bir yabancıyı barındırır; yazmak, işte o yabancıya ulaşmaktır. Budur ya da hiçbir şey değildir.
Kendi kelimelerimiz olmadığı müddetçe kendi gerçeğimiz olduğu düşüncesi de bir düşten ibarettir.
Sanat, kendisini alışılmışın dışına çıkarak duyurur; hatta sanat, bu duyurma biçiminin kendisidir.
Eser yaratmak, kendi hayatımızı yaratmak demektir aynı zamanda.
Yaratıcı insan yoktur; yaratıcı eylem vardır.
İdeal birey, hâlâ bir parçası olduğu topluma rağmen kendi tek, özel, kıyaslanamaz benliğini muhafaza eden bireydir.
Çürütecek ne kadar çok şey bulabiliyorsak, o kadar çok öz-bilinç edinmişizdir. İç dünyanın yapılandırılması için, tüm fikirlerin önce tuğla tuğla çözümlenmesi, sonra ise birey tarafından yeniden inşa edilmesi şarttır
Bireyleşme (individuation), kişinin bireylerden oluşan bir toplum içinde birey olma yeteneğini edinmesi, bir olması, bölünmez, tahrip olunamaz bir bütün hâline gelmesidir.
Yaratma dürtüsü, toprağın içinde topraktan beslenerek büyüyen bir ağaç gibi yaşar ve büyür sanatçının içinde.
Her doğumun ölümü barındırdığı gibi her ölüm de doğumu barındırmaktadır.
Dil ile kişilik arasındaki bağ kısa ve yoğundur.
Kelimelerle ilişkimiz hayatla ilişkimizi sadece yansıtmıyor, hayatla ilişkimizi belirliyor da aslında. Hangi kelimeleri seçtiğimiz, nasıl bir insan olduğumuzun en açık göstergelerindendir.
Sanat eserinin malzemesi ile eser arasındaki mesafe, o eserin sanatını belirler.
Gerçek hayat kökte gizlidir ve görünmezdir der, toprağın üzerinde görünen kısım sadece tek bir yaz sürer.
Winnicott, yaratıcı olabilenin sadece ve sadece gerçek ben olduğunu söyler.
Aslında her okur, okuduğu esnada kendi kendinin okurudur.
Proust, 1927, s. 218
Jung’a göre Hayat kişinin bilinçaltının farkına varmasının öyküsüdür.
Aslında insanlar hep aynı öyküyü anlatırlar, ama değiştirerek.
Tosun, 2011, s. 29
Herkesin yazar olmak istediği bu ülkede, televizyon dizilerinde hikâyedeki bütün kızların âşık olduğu ideal erkek hemen her zaman, zengin işadamı ama hiçbir zaman yazar, edebiyatçı, sanatçı, düşünür değil. Gerçekte neyi istediğimizi veya gerçekte neye değer verdiğimizi bu diziler çok güzel örnekliyor.
Eğer söylediğimiz şey kimseyi rahatsız etmiyorsa, aslında hiçbir şey söylemiyoruz demektir.
Selim İleri’nin de dediği gibi, “ Yazmak, yalnızlıktır. Yazmak, yalnız başına kalmayı göze almaktır.”
Edebiyat dış gerçeklikten kaçış değil, iç gerçeklikle yüzleşmedir
Hâlbuki insanı özgürleştiren şey sadece anlamdır.
Hayat hiç kimsenin yazmasını istemez. Hayat herkesin yataktan sabahları kalktığı, kravat ve takım elbise giydiği, dokuzda başlayıp beşte biten bir işe gittiği, akşam televizyon karşısında karpuz çekirdekleri ayıkladığı ve böyle mutlu olduğuna inandığı bir yaşam sürmesini ister
İşte dünyadayız. Ve bunun bir çaresi yok..
Jung İnsan hiçbir zaman eşyanın doğal süreciyle doyuma ulaşamaz çünkü insanın her zaman, salt doğal olandan daha değerli bir eğimde değerlendirebilecek bir libido fazlalığı vardır der.
Bir eser alt-metni oranında güçlüdür. Başka bir deyişle, edebiyat eseri bizi metnin kendisinden ne kadar öte ye götürebiliyorsa sanatsal olarak o kadar değerlidir.
Söylemeye bile çekindiğim en büyük korkum ise, edebiyata ve sanata karşı mevcut tavrımızın devam etmesi.
En büyük yanlış ise edebiyatı ve sanatı, büyük ekonomik, politik, sosyal sorunların gölgelediği lüks bir uğraş, lüks bir tüketim malzemesi olarak görmek.
Yazmak cesarettir.
Sanat kendisini alışılmışın dışına çıkarak duyurur; hatta sanat, bu duyurma biçiminin kendisidir.
Esasında kendimizde olmayan hiçbir şeyi başkasından öğrenemeyiz.
kitap okurken de aslında hep kendi kendimizi okumaktayızdır.
Kiminle konuşursak konuşalım, ne konuşuyor olursak olalım, aslında her zaman kendimizle konuşmaktayızdır. Psikoterapistler bunu bildikleri için kendileri konuşmaz, sordukları sorularla hastayı konuşturmaya çalışırlar. Amaçları, hastanın daha önce farkında olmadığı bir gerçekle dil üzerinden irtibat kurmasıdır; hasta kendi gerçeğini başkasından duyarak değil, kendi konuştuğu dili dinleyerek keşfeder.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir