İçeriğe geç

Sarı Siyah Bursa Kitap Alıntıları – Ahmet Şerif İzgören

Ahmet Şerif İzgören kitaplarından Sarı Siyah Bursa kitap alıntıları sizlerle…

Sarı Siyah Bursa Kitap Alıntıları

İyi insanlar var kitapta masal gibi
Gerçekten hepsi iyi insanlardı
Çok az kaldılar..
Ali’m” dedi, “napalım, şöyle bir yürüyelim mi bahçelere? Hem
zaman da geçer, iftara doğru geliriz.” Şöyle bir gezelim lafıyla iftara doğru
döneriz arası nerden baksan dört saat
Topu olan kaleye geçmez! Bunu unutmayın; kulağınıza küpe, burnunuza piercing olsun.
Babam gerçekten de hayat adamıdır. Neye el
attıysam, eğer kafamı gözümü yaracak bir iş değilse her zaman olur demiştir
Kitabı okuyan kızlar raconu bilmiyor olabilirler; en
önemli kural, topu olan kaleye geçmez. Bunu bilmiyorsan yazıklar olsun,
ezerler adamı, ömrün kalede geçer
Yeni öğretmenimin
elini öptüm. Eski okuldan, disiplin kurulundan ve öğretmenler odasından
talimliyim; el buldun mu hemen öpeceksin.
Kılıçlar tahtadandı, tüfekler plastik ama üç boyutluydu. Kimseye zarar vermeyen yaylarımız, oklarımız vardı.
Iyi insanlar var kitapta masal gibi.
Çok az kaldılar.
Ali amca ,Güler teyze , Gülten annem
Ülke, onların yüzü suyu hürmetine ayakta duruyor.
Allah hep iyilerle karşılaştırsın olur mu .
Ahmet Şerif Izgören
Döndüm eve doğru ekmeksiz ,hayallerim yıkılmış Yürüdüm gittim. Kulağımda bir şarkı;
İşçisin sen işçi kaaaal
Giy dedi tuluumları
İşçisin sen işçii kaal
Giy dedi tulumlarıı..
Gülüşüyorlar. Kelebek oluyor sesler,saçlarımızda geziniyorlar.
Sebepsiz yere mutlu olmak Küçük ailelerin büyük sırrı.
Sonradan öğrendim; aslında dürüst olduğunda, insanca davrandığında kimseden teşekkür beklemeyecekmişsin.Çünkü hayat adil değil ama hayatın kendi içinde ilginç bir adaleti var; insanlar unutmuyorlar ve karşılığını bir gün, bir kaç iyi dost olarak alıyorsun.
Mahallenin bütün çocukları akşamları dışarıda; herkes birbirine güveniyor.Ülke cidden tertemiz, hırsız uğursuz yok, var da parmakla gösterilecek kadar az, şimdiki gibi yüzdesi bu kadar yüksek değil. En azından, Yiyor ama çalışıyor diye bir laf henüz duyulmamış!
Serdengeçti denen, en gözü kara yiğitlerin ön safta, günler geceler boyunca cenk etmeleriyle alındı Bursa.
Sosyal medya çıktı son zamanlarda. Paylaşım siteleri denince, en küçük çocuk biliyor artık. Bizim sokağımız sosyal, bazılarımızın oturduğu apartmanlar siteydi. Tıklamaktan fazlasına ihtiyaç duyardık derdimizi anlatabilmek için. Kafa dengi arkadaşlarımız, şimdiki favori grupların yerine geçerdi. Kılıçlar tahtadandı, tüfekler plastik ama üç boyutluydu .Kimseye zarar vermeyen yaylarımız, oklarımız vardı. Kahramanlar henüz çizgi romanlarda, güzel sesler radyodayken uzun ağaç dallarından yaptığımız atlarımıza biner, dörtnala keyfini sürerdik hayatın.
Her zaman yaşamaya değer kaldıysa hayat ve bir masal gibi olduysa yaşamak, sen olduğun için anne.
İzmir’de meşe , Ankara’da misket dediğimiz şeye burada cilli diyolar.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Sanal hayatlar ekildi yıllardır, sanal çocukların hasat zamanlarını yaşıyoruz.
Sonradan öğrendim; aslında dürüst olduğunda, insanca davrandığında kimseden teşekkür beklemeyecekmişsin. Çünkü hayat adil değil ama hayatın kendi içinde ilginç bir adaleti var; insanlar unutmuyorlar ve karşılığını bir gün, birkaç iyi dost olarak alıyorsun.
Hayallerim sararıp solmuş haftalar boyunca.
Felsefecisi Nihat Doğan olan ülkenin okumayan insanlarına buradan sesleneyim: “O yiyo ama çalışıyo” dediğiniz insanlar bitirdi bizi.
Marmara, karadeniz feci kirlendi. Orman arazilerine evler yapılıyor, muhalefetteki adamlara bakıyorsun gelirlerse aynı şeyi yapacaklar.
Felsefecisi Nihat Doğan olan ülkenin okumayan insanlarına buradan sesleneyim: O yiyo ama çalışıyo dediğiniz insanlar bitirdi bizi.
Mahallede en popüler oyun cilli oynamak. Misket, meşe, zıpzıp, bilye gibi isimlerle anılan malzemeye Bursa’da cilli diyorlar. Süper bir oyuncak. İki türlü oynanıyor; Mors ve Baş.
Bursa, Osmanlı’nın ilk başkentidir. Bir ay kadar kuşatma sonrasında Osman Gazi’nin vefat ettiği gece Orhan Gazi tarafından teslim alınmış. Şimdiki Tophane semtine çıkarken o zamandan kalan surlardan bazılarını görmek mümkün.
Emirsultan camii, Bursa’nın Eyüp Sultan’ıdır. Cami ve hemen bitişiğinde türbesiyle bütün Bursalıların, hatta başka şehirlerde yaşayanların uğrak yeridir.
Aslında dürüst olduğunda, insanca davrandığında kimseden teşekkür beklemeyecekmişsin. Çünkü hayat adil değil ama hayatın kendi içinde ilginç bir adaleti var; insanlar unutmuyor ve karşılığını bir gün, birkaç iyi dost olarak alıyorsun.
İzmir’de meşe , Ankara’da misket dediğimiz şeye burada cilli diyolar.
Kılıçlar tahtadandı, tüfekler plastik ama üç boyutluydu. Kimseye zarar vermeyen yaylarımız, oklarımız vardı.
Kolaydır, eğer içinde yaşayıp büyüdüğünüz iyi bir aileniz varsa. En karanlık zamanlarda bir çift göz aydınlatır. Bir gülümseme uzanır önünüzde sanki Samanyolu’nda yürürsünüz.
O da çok efendiydi, o da küfre karşıydı, mecbur kalmadan asla ana avrat gitmezdi.
Zaman, çocukluk da akmaz gibidir.
Sırat köprüsünden kendileri gibi emekli bir çifti de aynı seferde geçirecek bir hayvanı bulup getirmişler.
Saffeet beni affeet
Yollarımı gözleet
Nerde verdiğim gofreet
Niçin neden yemeedin?

diye bir beste.

Benim yaşıtlarım bilirler; misafir odası evin en güzel odasıdır. En güzel eşyalar, çeyizler, şu bu misafir odasında olur.Kullanılmazdı evlerde, misafire aitti orası. Çoğu zaman kapalı olurdu zaten, ancak misafir geldiğinde odayı onlarla birlikte görme şansına sahip olurdun. Normal zamanda çoluğu çocuğu salsan oraya, pırlanta dükkanına tavuk salmışsın gibi olur.
Sosyal medya çıktı son zamanlarda. Paylaşım siteleri denince, en küçük çocuk biliyor artık. Bizim sokağımız sosyal, bazılarımızın oturduğu apartmanlar siteydi. Tıklamaktan fazlasına ihtiyaç duyardık derdimizi anlatabilmek için. Kafa dengi arkadaşlarımız, şimdiki favori grupların yerine geçerdi. Kılıçlar tahtadandı, tüfekler plastik ama üç boyutluydu .Kimseye zarar vermeyen yaylarımız, oklarımız vardı. Kahramanlar henüz çizgi romanlarda, güzel sesler radyodayken uzun ağaç dallarından yaptığımız atlarımıza biner, dörtnala keyfini sürerdik hayatın.
Şimdi Bursa civarında gökyüzünde, çiçeklerin üstünde eğer ucan kelebek görürseniz, bilim ki onun onlarca kuşak önceki atalarını ben yetiştirdim.
Oyunlarımız ağır çekim; içimizden oynamanın gelmediği rolleri bizlere dağıtmışlar da rolümüze isyan eder gibiyiz
Oyunlarımız ağır çekim; içimizden oynamanın gelmediği rolleri bizlere dağıtmışlar da rolümüze isyan eder gibiyiz
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Her zaman yaşamaya değer kaldıysa hayat ve bir masal gibi olduysa yaşamak, sen olduğun için anne
Felsefecisi Nihat Doğan olan ülkenin okumayan insanlarına buradan sesleneyim: O yiyo ama çalışıyo dediğiniz insanlar bitirdi bizi. Allah hep iyilerle karşılaştırın olur mu..
Sonradan öğrendim; aslında dürüst olduğunda, insanca davrandığında kimseden teşekkür beklemeyecekmişsin. Çünkü hayat adil değil ama hayatın kendi içinde ilginç bir adaleti var; insanlar unutmuyorlar ve karşılığını bir
gün, birkaç iyi dost olarak alıyorsun.
Yaz tatilinde yapılsın diye verilen ödevler de bir başka olur ki başa gelmeyince tadı bilinmez.
Ben aslında “Alabilir miyim?” derken, “Sen mi verirsin, yoksa ben mi alayım?” anlamında söylemiştim. Şöyle açıklayayım size: Eşim Meltem’e “İkinci çocuğun zamanı geldi değil mi?” dedim, “Ben düşünmüyorum ikinciyi” dedi, “Ben ikinciyi yapacağım da, senden mi olur başkasından mı karar ver” dedim, “Olur yapalım” dedi Meltem.
Besleyeceğiz yavrum. Bunlar ileride koza yapacaklar, ipek üretecekler; satarız çok para kazanırız. Dünyanın en değerli böceği!
Ayakkabıyı camide çaldırmaktan alınan dersin kıymeti ayakkabıdan katbekat fazla olduğu için babam bu işe gülüp geçti tabii ki.
Ben her zaman olduğu gibi eğitimin her türlüsüne mesafeliyim.
Karnem, anayı babayı utandırmayacak, konuyu komşuyu sevindirmeyecek bir durumda.
Erdoğan Amcam, o zamanlar Bursa’nın en meyvelik yerinde ev tutmuştu. İnadına yapar gibi. O ağaçları görüp de dalmayacak çocuk varsa da zamanında evliya olmuştur.
Bayrak töreninde her zamanki yerimde, Buket’in tam arkasındayım. “Memleketi kurtardık, meclis açılıyor, ben de gereken yerdeyim” edasındayım.
Öğlenciyiz ya, güneş tepemizde, kimsede bir gram fazladan akıl yürütecek kafa kalmıyor.
Hadi cilli oynayalım” diye konuyu dağıttım. “Olur leen Pilliii,
oynayalım” dedi biri ve marka tescilim o gün yapılmış oldu; bizim havalı “Millî” oldu “Pilli”. Hem de şarjlı falan değil, bildiğin düz pil.
Ben hiç tepki vermedim. On yaşındayım, en az beş yıllık mahalle, sokak deneyimim var; kızdığını belli ettiğin an daha çok yüklenirler. “
al külah ver takke oyun oynarken
Topu olan kaleye geçmez! Bunu unutmayın; kulağınıza küpe, burnunuza piercing olsun.
mahalleden Bülent var, onu sadece şöyle hatırlıyorum; topu olmasına rağmen kaleye geçerdi. Çok acayip bir durum, mahallede hiçbir zaman yer edinemedi kendine. Çocuğu normalde hayatta hatırlamam ama bu yüzden hatırlıyorum. Hatta “Çok iyi kalecisin oğlum sen” gazlarına inanıp babasına
kaleci eldiveni aldırmıştı. 1974-1978 yılları arasında tüm Bursa civarında kaleci eldiveni olan tek çocuk buydu.
Bazı laflar hayat boyunca kulağımda yer eder nedense; bunlardan biri de ne zaman bir taşınma konusu olsa annemin, “Her taşınmada eşyalar biraz daha harap oluyor” sözüdür.
Avcılıkta olduğu gibi bu işte de esas olan maksat, heyecan yaşamaktır. Önemli olan, meyvenin başkasına ait olması ve yakalanma korkusuyla heyecan yaşayıp, iki lokma da olsa yiyebilmek. Manavda en olgunu en düzgünü varmış, hikâye.
Sonuçta, yapılan bağ bozumu değil, talandır. Yakalanmamak esas olup, gözcünün de uyanık olması şarttır. Olabildiğince eli çabuk olmak ve kapabildiğin en kaliteli meyveyi almak makbul olandır.
Bilen bilir; bir bahçeye dalmak için dört kişi olmak idealdir, üç kişi olmak azdır, beşinci fazladır.
Hayallerim sararıp solmuş haftalar boyunca.
Şeriflere gidiyor olmak tüm bunların arasında çiçeğe su gibi geldi bana.
Dürüst olduğunda, insanca davrandığında kimseden teşekkür beklemeyecekmişsin. Çünkü hayat adil değil ama hayatın kendi içinde ilginç bir adaleti var; insanlar unutmuyorlar ve karşılığını bir gün, birkaç iyi dost olarak alıyorsun.
Aramızda bir şarkı söylüyoruz: Müdürüün kafasıı, karınca yuvaasııı
Hani toplu ceza almanın o büyülü takım ruhu durumu da var.
Cilli de sevilen bir oyun belki ama topun yeri her zaman başka. “Gol atan kaleye”
(“Karagöz’le Hacivat Bursa’da”), gözlerim mezara saplı kılıcı arıyor, hatta babamı sıkıştırıyorum, elimden bir kaza çıkmasın diye, önceden alıp sakladılar mı diye. “Oğlum, ben de bilmiyorum valla” gibisinden beni yatıştırıyor. Ulu Camii yapılırken bu ikisi de orada çalışırmış. Çalışırlarken o kadar çok şamata olurmuş ki bir süre sonra işler aksamaya başlamış. Bakmışlar olacak gibi değil, “dur”dan “sus”tan anlamıyorlar, idam etmişler!
Birikmiş o kadar çok şey var ama biz evimizden yalnızca kutulara doldurduğumuz eşyalarımızı kamyona yüklüyoruz.
Sanki ne kadar çok gezersem o kadar çok şeyi beraberimde götürecekmişçesine gezip durdum sevdiğim yerlerde.
Zaman çocuklukta akmaz gibidir ya, şimdi daha da donmuş gibiydi sanki.
Oyunlarımız ağır çekim; içimizden oynamanın gelmediği rolleri bizlere dağıtmışlar da rolümüze isyan eder gibiyiz.
Çocuklar ayağını basacak bir karış toprak, çimen bulsunlar, çiçekleri koklasınlar, dalında erik, kiraz görsünler; varsın dalından düşsünler bir ayva ağacının. Hiç değilse daha sahici, daha elle tutulur olur hayatları.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir