İçeriğe geç

Ferdydurke Kitap Alıntıları – Witold Gombrowicz

Witold Gombrowicz kitaplarından Ferdydurke kitap alıntıları sizlerle…

Ferdydurke Kitap Alıntıları

Ama insan var olan halinden nasıl kaçar, nerede bir destek noktası, bir direnme kaynağı bulur? Şeklimiz içimize de giriyor, bizi dışarıdan olduğu kadar içerden de hapsediyor.
Ah, sizin zekânız, sizin yüreğiniz, sizin karakteriniz, sizin bütün öğeleriniz üstüne başka insanların yürüttükleri düşünceler yok mu!
Kaçıp sığınılacak yer, bir başka yüzün içindedir; bir insandan kaçıp bir yere sığınmak ancak bir başka insanın aracılığıyla olabilir.
“Anlatılamaz olanın anlatılamaz işkencesi.”
“Anlatılamaz olanın anlatılamaz işkencesi ”
Anlatılamaz olanın anlatılamaz işkencesi.
Ama belki de daha çok, temel acının, başlıca acının; doğrudan doğruya, bize bir başka insanın zorla kabul ettirdiği kısıtlamalardan, içinde başkalarının imgeleminin bizi sarıp sıktığı sıkışık ve katı mekânda bunalmamızdan, soluğumuzun kesilmesinden kaynaklanan acı olduğunu söylemek gerekir.
“Sonuna kadar insan olmayanların sonuna kadar dünya olmayan dünyasını bir an bile unutamıyordum.”
Herkesin ve her şeyin az çok usa yatkın bir varoluş nedeni vardı, ama bütünün anlamı yoktu.
Aman susun; öyleyse üzgün üzgün, acı acı, umutlarımızı gizleyerek burun çekelim!
Kendinizi, karşınıza çıkan kim olursa olsun ona ders verebilecek, onu aydınlatabilecek, ona yol gösterebilecek ya da onu düzeltebilecek üstün insan sanmaktan vazgeçmenizin zamanı gelmiştir. Bu üstünlüğe sizi kim inandırıyor? Yüksek çevrelerin adamı olduğunuz nerede yazılı? Sizi kim aristokrat yaptı? Size olgunluğa sunulmak üzere güven mektubunu kim verdi?
Herkesin az çok sanatçı olduğu düşünülemez mi? İnsanların yalnızca kâğıt ve tuval üstünde değil, günlük yaşamın her anında sanat yarattığı düşünülemez mi? Bir genç kız saçına çiçek taktığında, bir konuşma sırasında ansızın bir şaka ortaya çıktığında, bir şafağın alaca karanlığında kaybolduğunuzda sanat söz konusu değil mi? Öyleyse sanatçılarla geri kalan insanlar arasında bu tuhaf ve budalaca ayrım neden? Kendinizi gururla sanatçı olarak nitelendirmek yerine, yalnızca: “Ben sanatla belki başkalarından biraz daha çok uğraşıyorum” demeniz daha sağlıklı olmaz mı?
Yaşamın küçük gerçeklikleri bizi yıkar. Bir ejderhaya meydan okuyan, ama ufacık bir ev köpeği karşısında titreyen bir insan durumundasınızdır.
Yinelemekle, evet, yinelemekle en kolay biçimde herhangi bir mitoloji yaratılır!
Onlara damgasını vuracak o güzelim olgunlaşmamışlığı, o sempatik beceriksizliği ya da güçsüzlüğü, o yaşamı bilmezliği kafalarına ancak sevimsiz bir öğretmen sokabilir. Ancak böyle uygun bir öğretmen kadrosu ile bütün dünyayı çocuklaştırabiliriz.
Senin ideallerin dünyanın en iyi idealleri olsalar bile, senden farklı olamazlar!
Dakikalar saatler gibi geçiyordu, saniyeler uzuyordu, kendimi kötü hissediyordum; bir boruyla suyu çekilen deniz gibiydim.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
İnsanlık canlılardan çok ölülerden oluşur.
Ah, sizin zekânız, sizin yüreğiniz, sizin karakteriniz, sizin bütün öğeleriniz üstüne başka insanların yürüttükleri düşünceler yok mu! Düşüncelerini toplayıp kâğıda, hem de basılı kâğıda dökerek insanlar arasına sokan gözüpek adamın önünde açılmış o yargılar ve düşünceler uçurumu yok mu!
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
İnsanlığın şanssızlığı şu ki bu dünyada varoluşumuz hiçbir belli ve kalıcı bir hiyerarşi içinde yürümüyor, her şey akıp gidiyor, her şey yapılıyor, her şey kımıldayıp duruyor ve herkes herkesi etkiliyor; zır cahil, dar görüşlü, anlayışı kıt insanların yargıları zeki, parlak, becerikli insanların yargılarından daha az önemli olmuyor. Bir insan bir başka insanın ruhundaki yansımasına sıkı sıkıya bağlı; bu ruh bir budalanın ruhu olsa da.
Nüfus cüzdanıma ve dış görünüşüme bakılırsa olgun bir adamdım; değildim aslında; peki neydim öyleyse?
Sanki şu anki, otuz yaşın üzerindeki ben, o zamanki kaba, toy delikanlı halimle alay ediyor, ona öykünüyordum, ama o halim de haklı olarak, aynı biçimde bana öykünüyordu; kısacası, birbirimize öykünüyorduk. Şimdi sahip olduğumuz güce hangi yollardan geçerek ulaştığımızı bize anımsatan ne üzücü anı!
En kötüsü de her zaman üstümde, bana yapışmış, bütün hücrelerime bağlanmış durumdaki bir alaya almayı, alay bilinci gibi bir şeyi, bedenimin ve ruhumun bütün parçalarından yayılan, içimden gelen bir alayı duymamdı.
Yakında kendi kişiliklerimizden ve kişiselliklerimizden korkmaya başlayacağız, çünkü onların hiç de sonuna kadar bizim olmadığı, bizler için apaçık olacak. Ve Ben buna inanıyorum – ben bunu hissediyorum – ben böyleyim – ben bunu savunuyorum, diye bağırıp çağırmak yerine, yumuşak başlılıkla Beni buna inandırıyor ki – bana bunu hissettiriyor ki – bana bunu söyletti, yaptırdı, düşündürdü ki, diyeceğiz. Ozan kendi şarkısını hor görecek. Önder kendi buyruğu karşısında zangır zangır zangırdayacak. Rahip sunaktan ürkecek ve anne de oğluna sadece ilkeleri değil, fakat onu boğmasınlar diye onları atlatabilme becerisini de aşılayacak.
Ve adım başı salaklık vardı! Coşkularında sahteydiler, lirizmlerinde korkunç, duygusallıklarında berbat; hicivlerinde şakalarında, fıkralarında beceriksiz, kabarıp yükselmelerinde iddialı, yıkılışlarında iğrençtiler. Ve dünya böyle dönüp duruyordu işte. Dünya böyle dönüyor ve büyüyordu. Kendilerine yapmacık davranılanlar, yapmacıksız olabilirler miydi? Yapmacık olarak dürüst bir biçimde konuşabilirler miydi?
Olur; hastalıklı bir düşün bizi alıp her şeyin sıktığı, eğip büktüğü, doğduğu bir diyara götürdüğü olur, çünkü her şey gençlik zamanlarımızdandır – yani gençtir, dolayısıyla bizler için artık çok fazla eski, zamanını doldurmuş ve çağdışıdır ve hiçbir zulüm böyle bir düşün, böyle bir diyarın zulmüne denk olamaz. O eski, aşılıp geçilmiş gençlik sorunlarına, olgunlaşmamış, ta ne zamandır bir köşeye itilmiş ve halledilmiş sorunlara geri dönmekten daha korkunç bir şey olamaz
“İnsani varlık kendisini dolaysız ve doğasına uygun bir şekilde değil, ama hep belirli bir biçim içinde ifade eder ve o biçim, o üslup, o oluş tarzı sadece bizden çıkmaz, bize dışarıdan dayatılır- ve işte bu yüzdendir ki o aynı insan dışarıya kendisini, ona nasıl bir üslubun denk geldiğine ve diğer insanlara nasıl bağımlı olduğuna bağlı olarak, akıllıca ya da aptalca, kan dökücü ya da meleksi, olgun ya da olgunlaşmamış şekilde gösterebiliyor.”
“Söyleyecek sözler arandım ki, her zamanki gibi, yoktular.“
“İş büyük dehalara karşı hayranlık aşılamak olunca, okul gibisi yoktur!”
“İnsanlığın laneti şu ki bu dünyadaki varoluşumuz hiçbir belirli ve değişmez hiyerarşiye katlanamıyor, fakat her şey sürekli akıyor, dökülüp gidiyor ve hareket ediyor ve her insan her bir insan tarafından algılanmak ve değerlendirilmek zorunda ve cahillerin, dar görüşlülerin ve gerzeklerin bize dair görüşleri zeki, aydın ve hassas olanların görüşlerinden daha az önemli değil.”
İçten, doğal hiçbir şey yok. Her bir şey taklit, çakma, sahte, yalan.
İnsan evrensel olmalı, ruhen ve bedenen gelişmeli, her zaman güzel kalmalı! Ben insanın bütünlüğünden yanayım. Akşamları alnımı pencerenin camına dayayıp gözlerimi kapamaktan hoşlanırım; işte o zaman dinleniyorum. Sinemayı severim, ama müziğe bayılıyorum.
beni o bonbonlu utançlarınızla, krem karamelli büyük korkularınızla, pastalı mutsuzluğunuzla, şekerlemelı acınızla ve emme şekerli umutsuzluğunuzla tedirgin etmeyin.
“François’nın dediği gibi “şereften başka her şey mahvoldu.”
“Ah, çok sevgili Bayan! Her zaman işi başından aşkın, her zaman aktif sevgili Bayan, kuşkusuz komite toplantısında idiniz?”
“Tanrım, peki benim otuz yılım ne oluyor?”
Elimizde bir koz bulunuyor.
siz olgun insanlar, yalnızca olgun insanlarla düşüp kalkıyorsunuz ve sizin olgunluğunuz ancak başka olgunluklarla dostluk kurabilir!
En yaşlı insanı en genç insan yetiştirir.
oysa siz korkudan sustuğunuz için kendinizi dışa yansıtmayı neredeyse beceremiyorsunuz.
Kendinizi, karşınıza çıkan kim olursa olsun ona ders verebilecek, onu aydınlatabilecek, ona yol gösterebilecek ya da onu düzeltebilecek üstün insan sanmaktan vazgeçmenizin zamanı gelmiştir. Bu üstünlüğe sizi kim inandırıyor? Yüksek çevrelerin adamı olduğunuz nerede yazılı? Sizi kim aristokrat yaptı? Size olgunluğa sunulmak üzere güven mektubunu kim verdi?
Reddedilmiş bir ruh, koklanmamış bir çiçek; hoşa gitmek isteyen, ama hoşa gitmemiş olan bonbon şekerleri, küçük görülmüş bir kadın bana her zaman neredeyse fiziksel acı vermişlerdir; bu gerçekleşememeye dayanamam.
Bunlar başkentin en sağlam kafalarıdır. Hiçbirinin kişisel düşüncesi yoktur; zaten böyle bir şey olursa o düşünceyi ya da o düşünce sahibini hemen kovarım. Bunlar tamamen zararsız budalalardır; yalnızca programlarında olan şeyleri Öğretirler. Gerçekten de hiçbirinin kişisel düşüncesi yoktur, olamaz da.
Müdür gururla; titizlikle seçilmiş bu öğretmenler son derece çekilmez, sevimsiz kişilerdir. Burada bir tek sevimli öğretmen bulamazsınız; bunlar yalnızca pedagojik bedenlerdir.
Öğretmenlerin ruhlar üzerinde ne kadar etkili olduklarını herkes bilir.
Görmüyor musunuz? Budalalar! Yakında artık sokağa çıkmaya cesaret edemeyeceğiz.
Elveda ruh, elveda yeni başladığım kitap, elveda temiz ve gerçek şekil, Allahaısmarladık, Allahaısmarladık korkunç, çocuksu, yeşil ve henüz değişmemiş şekil!
Korkma, biz öğretmenler küçük çocukları çok severiz; hişt, küçük, küçük, getirin şu yavruları bana.
Adam sandalyede oturmuş ve okuyor; aynı zamanda da otluyor.
Yalvarırım, bu bilgiçliği bırakın! Bırakın bu bilgiçliği!
Özerk değiliz, yalnızca başkalarına bağlıyız, başkalarının bizi gördükleri gibi olmalıyız.
Beni beğenenlerin yanında mı yoksa beğenmeyenlerin yanında mı idim?
kimilerine göre aklı başında, kimilerine göre budala, kimilerine göre önemli, kimilerine göre önemsiz, sıradan; kimilerine göre de aristokratın biriydim.
Ah, sizin zekânız, sizin yüreğiniz, sizin karakteriniz, sizin bütün öğeleriniz üstüne başka insanların yürüttükleri düşünceler yok mu!
– ( ) Hakikat, safça kuruntulardan ve yalan kurgulardan hep daha zengindir
İnsanlığın şanssızlığı şu ki bu dünyada varoluşumuz hiçbir belli ve kalıcı bir hiyerarşi içinde yürümüyor, her şey akıp gidiyor, her şey yapılıyor, her şey kımıldayıp duruyor ve herkes herkesi etkiliyor; zır cahil, dar görüşlü, anlayışı kıt insanların yargıları zeki, parlak, becerikli insanların yargılarından daha az önemli olmuyor.
Benim belirsiz karakterim onları son derece üzüyordu; nasıl bir adam olduğumu bilmedikleri için benimle nasıl konuşacaklarını da bilmiyor, kısacası mırıltı halinde bir şeyler söylemekle yetiniyorlardı.
Alacakaranlıkta, yatağımdan çıkmadan, uzanmış durumda, öylece kaldım; bedenim dayanılmaz bir korku içindeydi, ruhum da bunalmıştı; hiçbir şey olmayacağını, hiçbir zaman hiçbir şeyin değişmeyeceğini, hiçbir zaman hiçbir şeyin meydana gelmeyeceğini ve hiçbir tasarıdan hiçbir sonuç çıkmayacağını düşündükçe her yanım kasılıyordu. Söz konusu olan hiçlik korkusuydu, boşluk karşısında panikti, varolmayış karşısında kaygıydı, gerçekdışılık karşısında gerilemeydi.
Kendi sürekli gelişmesini gerçekleştirmeyen bir yaşam yukarıdan yapılmaya başlanan bir eve benzer ve kaçınılmaz olarak, benliğin bölünmesiyle sonuçlanır, tıpkı şizofrenide görüldüğü gibi.
İçten, doğal hiçbir şey yok, her bir şey taklit, çakma, sahte, yalan.
Kurtaracak bir şerefimiz kaldı, bari onu kurtaralım.
İçten, doğal hiçbir şey yok, her bir şey taklit, çakma, sahte, yalan.
Kendinizi herhangi birine hocalık yapabilecek, onu aydınlatabilecek, yönlendirebilecek, yükseltebilecek ve de ahlaken yüceltebilecek üstün varlıklar saymayı bırakmanın artık vaktidir. Bu üstünlüğü size kim garanti etti?
Alacakaranlıkta, yatağımdan çıkmadan, uzanmış durumda, öylece kaldım; bedenim dayanılmaz bir korku içindeydi, ruhum da bunalmıştı; hiçbir şey olmayacağını, hiçbir zaman hiçbir şeyin değişmeyeceğini, hiçbir zaman hiçbir şeyin meydana gelmeyeceğini ve hiçbir tasarıdan hiçbir sonuç çıkmayacağını düşündükçe her yanım kasılıyordu. Söz konusu olan hiçlik korkusuydu, boşluk karşısında panikti, varolmayış karşısında kaygıydı, gerçekdışılık karşısında gerilemeydi;
içimdeki kopma, bozgun, dağılma karşısında bütün hücrelerimin attığı biyolojik bir çığlıktı; utanç verici bir yetersizlik, küçüklük korkusu; dağılma, parçalanma korkusu; içimde duyduğum, dışarıdan da tehdit eden, şiddet karşısında ürküntüydü; en kötüsü de her zaman üstümde, bana yapışmış, bütün hücrelerime bağlanmış durumdaki bir alaya almayı, alay bilinci gibi bir şeyi, bedenimin ve ruhumun bütün parçalarından yayılan, içimden gelen bir alayı duymamdı.
Gerçeklik, safça kuruntulardan ve yalan kurgulardan hep daha zengindir.
Sanki dar ruhların binlercesinde doğmuş gibisin!
“Hayat bizi ne de sık gülmelere mecbur bırakıyor.”
İnsan ideallerinde çok belirgin, yani sarsılmaz; söylediklerinde kesin, ideolojisinde sağlam, beğenilerinde kararlı, sözlerinde ve eylemlerinde sorumlu olmalı; varoluş biçiminin içine kesin olarak yerleşmiş bulunmalı.
Hiç kimse artık gerçeğin ve var olmayanın ne olduğunu, gerçeğin ve kuruntunun nerede olduğunu; hissedilenin, hissedilmeyenin; yapmacıklı ile doğalın ne olduğunu da bilmiyor; insan bunların içinde yitiyor ve olması gereken şey olanla karşılaşıyor; her kategori bir diğerini dışlıyor ve onun bütün haklılığını ortadan kaldırıyor; ah, gerçekdışı büyük okul!
Gerçekten de, bir insan için en önemli ve gelecekteki gelişmesi için kesinlikle gerekli olan şey neye göre davranıp; kendini neye göre ayarladığıdır. Eylemlerinde, sözlerinde, saplantılarında, yazdıklarında insan yalnızca erişkin, yetişkin kişilere, açık seçik düşünceli kişilerin dünyasına mı değer veriyordu; yoksa, tersine; yığınların, olgunlaşmamış kişilerin, öğrencilerin, pansiyonerlerin, toprak sa­hiplerinin; kırsal kesimin, kültür havarisi hanım teyzelerin, ga­zetecilerin ve tefrika yazarlarının, sizi dikkatle izleyip; yavaş yavaş, tırmanıcı bitkiler, Afrika’nın sarılgan bitkileri gibi sizi içine hapseden karanlık, kuşkulu bir yarım dünyanın düşüncelerinin mi hep etkisi altındaydı?
İnsanlığın şanssızlığı şu ki bu dünyada varoluşumuz hiçbir belli ve kalıcı bir hiyerarşi içinde yürümüyor, her şey akıp gidiyor, her şey yapılıyor, her şey kımıldayıp duruyor ve herkes herkesi etkiliyer; zır cahil, dar görüşlü, anlayışı kıt insanların yar­gıları zeki, parlak, becerikli insanların yargılarından daha az önemli olmuyor. Bir insan bir başka insanın ruhundaki yansımasına sıkı sıkıya bağlı; bu ruh bir budalanın ruhu olsa da.
“Hayat bizi ne de sık gülmelere mecbur bırakıyor.”
Hayat bizi ne de sık gülmelere mecbur bırakıyor..

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir