İçeriğe geç

Taun Kitap Alıntıları – Albert Camus

Albert Camus kitaplarından Taun kitap alıntıları sizlerle…

Taun Kitap Alıntıları

Ah doktor, diyordu, kendimi dile getirmeyi nasıl da öğrenmek isterdim!
Kendilerini özgür sanıyorlardı, oysa felaketler oldukça kimse asla özgür olmayacaktı.
On sekiz yaşımda rahat bir yaşamdan çıkıp yoksulluğu tanıdım. Hayatımı kazanmak için binlerce iş yaptım. Yararını da görmedim değil.
Her yerde olduğu gibi Oran’da da zamanları ve durup düşünecek halleri olmadığından insanlar birbirini pek de bilmeden sevmek zorundadır.
Bir kenti tanımlamanın en bilindik yollarından biri de insanların orada nasıl çalıştığına, nasıl sevdiğine ve nasıl öldüğüne bakmaktır.
Hayatı boyunca yoksul olmuştu ve yoksulluk ona boyun eğmeyi öğretmişti.
“Nasıl ölü bir adam ancak ölü halde görüldüğünde önem taşırsa, tarih sahnesine saçılmış yüz milyon ceset de hayalimizde silik bir görüntüden başka bir şey değildir.”
“Bir kenti tanımanın en bildik yollarından biri de insanların orada nasıl çalıştığına, orada birbirlerini sevdiğine ve nasıl öldüğüne bakmaktır.
“İyi bir çocuk tanıklık edebilir.”
“Neye tanıklık edebilir?”
“Benim kötü bir adam olmadığıma.”
Ama yorgunluk bir delilik. İçimdeki isyandan hiçbir şey hissetmediğim saatler var bu kentte.
Çekip gidene her şey mizah, kalıp bekleyene her şey şiirdir.
Telgrafta şöyle deniyordu: “Veba durumunu ilan edin. ‏ Kenti kapatın!”
Sanırım yiğitlik ve azizliğe karşı eğilimim yok. Beni ilgilendiren, insan olmak.
Gençtim ve nefretim dünyanın düzenine yönelmiş gibiydi. O zamandan bu yana, daha alçakgönüllü oldum. Yalnızca, hala ölmekte olanları görmeye alışamadım.
İnsanların tüm mutsuzluğunun açık konuşmamalarından kaynaklandığını anladım.
Tamam!Hepimiz delireceğiz, orası kesin.
Ben bu şehrin yabancısıyım.
Herkes içine kapandığı aylar boyunca yaşamı biriktirmiş.
Dünyada savaşlar kadar vebalar da meydana gelmiştir. Vebalar da, savaşlar da insanı hazırlıksız yakalar.
Geleceği, yolculukları ve tartışmaları ortadan kaldıran bir vebayı nasıl düşüneceklerdi ki? Kendilerini özgür sanıyorlardı, oysa felaketler oldukça kimse asla özgür olmayacak.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Ama Rieux yerinde doğruldu; bunun saçma olduğunu ve mutluluğu seçmenin utanılacak bir yanı olmadığını söyledi.
— Evet, dedi Rambert, ama tek başına mutlu olmakta utanılacak bir yan vardır.
Yalan söylemek çok yorucu.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Umutsuzluğa alışmak umutsuzluktan beterdir.
AMA ile VE arasında gerektiğinde kolayca bir seçim yapabilirsiniz. VE ile SONRA arasında bir seçim yapmak daha zordur. SONRA ile ARDINDAN’a gelince iş daha güçleşir. Ancak kesin olarak en güç olan VE’yi kullanmak gerekip gerekmediğine karar vermektir.
“Katlanamadığım bazı düșünceler var.”
Tembellikten sonra, yıpratıcı bir iş temposuna bu ani geçiş onda ne hayal bıraktı ne de güç kuvvet.
Korkuyu başkalarıyla birlikte taşımak, onu tek başına yüklenmekten daha iyi geliyor ona.
Evrenin uçsuz bucaksız ambarında,karşı çıkılması olanaksız bu felaket,samanı tohumdan ayırıncaya kadar insanlık buğdayını dövüp duracak.
Ama insanlar pek bilmezler,erdem ya da kusur denilen şey işte budur,en umut kırıcı kusur,her şeyi bildiğini zanneden ve böylece kendinde öldürme hakkı bulan cehalettir.Katilin ruhu kördür ve tam bir açık görüşlülük olmadan ne gerçek iyilik ne de güzel aşk olur.
Evleninceye değin tüm yaşamı boyunca yoksul olmuştu ve yoksulluk ona boyun eğmeyi öğretmişti.
Dünyada hiçbir şey insanın sevdiğinden vazgeçmesine değmez.
Dünyadaki kötülük neredeyse her zaman cehaletten kaynaklanır ve eğer aydınlatılmamışsa, iyi niyet de kötülük kadar zarar verebilir, insanlar kötü olmak yerine daha çok iyidir ve gerçekte sorun bu değildir. Ancak insanlar bir şeyin farkında değillerdir, şu erdem ya da kusur denilen şeyin; en umut kırıcı kusur, her şeyi bildiğini sanan ve böylece kendine öldürme hakkı tanıyan cehalettir. Katilin ruhu kördür ve insan her tür sağduyudan yoksunsa güzel aşk ve gerçek iyilik diye bir şey olamaz.
Kimsenin yüreğinde çok eski ve neşesiz bir umuttan başka bir şeye yer yoktu, insanların ölümü seçmesine engel olan ve yaşamak için duydukları basit bir saplantıdan başka bir şey olmayan şu umut vardı yalnızca yüreklerde.
İnsanların tüm mutsuzluğunun açık konuşmamalarından kaynaklandığını anladım.
Herkesin bakışları boştu; yaşamlarını oluşturan bir şeyden genel bir anlamda ayrı düşmenin acısını çekiyor gibiydi hepsi. Ve hepsi ölümü düşünemeyeceklerine göre, hiçbir şey düşünemez olmuşlardı.
Bir kenti tanımanın en bilindik yollarından biri de insanların orada nasıl çalıştığına, nasıl sevdiğine ve nasıl öldüğüne bakmaktır.
Bu insanlar mutsuz; çünkü kendilerini olayların akışına bırakmıyorlar.
İyi ki yorgunluk vardı. Rieux daha az yorgun olsa kentte her yere yayılmış o ölüm kokusuyla duygusallaşabilirdi. Ama insan yalnızca dört saat uyku uyursa duygusal olamaz. Olayları olduğu gibi görür, yani adaletin, o çirkin ve gülünç adaletin gözüyle görür.
Bir kenti tanımanın en bildik yollarından biri de insanların orada nasıl çalıştığına, nasıl sevdiğine ve nasıl öldüğüne bakmaktır.
Sabahın dördünde genellikle hiçbir şey yapılmaz ve uyunur; gece, bir ihanetin gecesi olmuş olsa bile. Evet, o saatte uyunur ve bu huzur vericidir, çünkü endişeli bir yüreğin en büyük arzusu, sevdiği kişiye sonsuza dek sahip olmak ya da ayrılık zamanı gelip çattığında, bu varlığın ancak buluşma günü gelince son bulacak düşsüz bir uykuya dalmasını sağlayabilmektir.
Yaşlı adam hakkıydı. İnsanlar hep aynıydı.
‘’Hep en iyiler gider. Yaşam böyle.’’
Böylece herkes günü gününe ve gökyüzüne karşı yapayalnız yaşamayı kabul etmek zorunda kaldı.
Herkesin yüreği sanki sertleşmiş gibi
Dünyadaki kötülük neredeyse her zaman cehaletten kaynaklanır ve eğer gerekçesi iyi açıklanmazsa iyi niyet de kötülük kadar zarar verebilir.
umutsuzluğa alışmanın umutsuzluktan beter olduğunu düşünüyordu.
‘’O sırada, bu yerde yanımda olmanı istedim ve sen yoktun.’’
…bir kez göz yumuldu mu, vazgeçmek için bir neden kalmazz
Bir kentin tanımanın en bilindik yollarından biri de insanların orada nasıl çalıştığına,orada birbirlerini nasıl sevdiğine ve nasıl öldüğüne bakmaktır
Ağlayan yaşlı adamın şu dakika ne hissetdiğini Rieux biliyordu ve Grand gibi kendisi de, aşksız bir dünyanın ölü bir dünya olduğunu ve bir an gelip, insanın hapishanelerden,işten ve çaba sarf etmekten usanarak sevdiği varlığın yüzünü ,şefkatle aydınlanmış bir kalbi arzuladığını biliyordu.
Insanların tüm mutsuzluğu açık konuşmamalarından kaynaklanıyor.
kesinliğin öyle bir gücü vardır ki sonunda hep o üstün gelir.
Bir hapsedilmişliği başka bir hapsedilmişlikle göstermek, gerçekte var olan herhangi bir şeyi, var olmayan bir şeyle göstermek kadar mantığa uygundur.
İnsan, alışkanlıklarını edindikten sonra günlerini kolay geçirir.
Kuşkusuz, bugün, insanların sabahtan akşama çalışıp sonra da yaşamak için geri kalan zamanlarını kağıt oynayarak, kafelerde ve çene çalarak harcamayı yeğlemeleri kadar doğal hiçbir şey yoktur.
İnsan bir düşünce değildir.
Aşk konusunda kendilerini hercai sanan erkekler sadakati keşfediyorlardı.
Doktor Rieux arkadaşlarını ve kendini gözlemlediğinde tuhaf bir kayıtsızlığın gelişmekte olduğunu fark ediyordu. Örneğin şimdiye kadar vebayla ilgili tüm haberleri dikkatlice izlerken, artık hiç ilgilenmiyorlardı.
Aşkın biraz olsun geleceğe gereksinimi vardır oysa bizler için artık kısa anlardan başka bir şey yoktu.
‘’Dünyada hiçbir şey insanın sevdiğinden vazgeçmesine değmez.’’
Tamam! Hepimiz delireceğiz , orası kesin
Ve ölünceye kadar çocukların işkenceden geçtiği şu yaradılışı reddedeceğim
Ya ekmek ya özgürlük!
Kuşkusuz savaş çok aptalcadır, ancak bu onun uzun sürmesini engellemez.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir