İçeriğe geç

A History of the World Kitap Alıntıları – Andrew Marr

Andrew Marr kitaplarından A History of the World kitap alıntıları sizlerle…

A History of the World Kitap Alıntıları

Savaşı gönülden isteyip istemediği sorulduğunda, yenik düşmüş Lidyalı belki de Heredot’un yazdığı en ünlü sözlerle cevap verdi: Hiç kimse barış yerine savaşı tercih edecek kadar aptal değildir. Barış zamanında oğullar babalarını gömer, savaştaysa babalar oğullarını.
İnsan Haklarına doğada bir rengin diğerine üstün olduğunu düşünemeyecek kadar çok inanıyorum.
Özgürlüğümüze kavuşmak için tehlikelerle yüzleşmeyi öğrendik. Onu elimizde tutmak için ölmeyi de öğrenebiliriz.
Ölüm saçan lanetlenmiş
Ölümün evine savrulmuş güçlü ruhlar,
Muhteşem savaşçıların ruhları Fakat artık bedenleri çürüdü fakat artık bedenleri çürüdü.
Köpekler ve kuşlar için ziyafet oldu
Homeros İlyada
Tarihi sürdüren şey, insanların kendi koşullarını umutlarına eşleştirmek için sahip oldukları hırstır.
Kolomb İspanyol değildi , Cenovalıydı .
Dört bin yıl önce Asya’nın bozkır halkları atlara biniyorlardı
Adı Timuçin’di ve ileride Cengiz Han olarak bilinecekti
Kolomb cesur bir denizciydi ama daha da iyi bir üçkağıtçıydı.
Daha büyük gruplarda belirli alanlarda Uzlaşmaya İyi iz sürenler iz dördü. İp örebilen ördü ok başı yapalar yonttu imkan bulabildik. Birlikte çalışınca daha iyi ve ölümcül birer Avcılar olduk
Tarım, insanlar tarafından gerçekleştirilen en önemli devrimdir.
Sorgulamayı öğrenmek,inanmayı öğrenmekten bile daha önemlidir
Cansız bedenler üzerinde vızıldayan sineklerin kasvetli günlüğü …
Babür dönemine dayanan ve Britanyalıların iki yüzyıl boyunca bi tiremedikleri veya bitirmeye niyetleri olmadıkları karşılıklı şüphe ve hoşnutsuzluk artık patlak vermişti. Özellikle Pencap’ta Müslümanlar, Hindular ve Sihler savaş ilan ettiler ve milyonlarca insan kesilerek, vurularak, dövülerek, yakılarak veya yiyecek ile suya ulaşamadıkları için öldüler. On milyon insan yeni sınırın güneyi veya kuzeyine geçti, bu tarihteki en büyük zorunlu göçtü, birkaç yıl önce Almanya ve Rusya’dakilerden bile büyüktü. Gandi’nin hayatı boyunca sürdürdüğü barış mücadelesine korkunç bir sondu. Kederlenen Gandi şiddeti protesto etmek için yeni bir oruca başladı ve Hindistan’ın bağımsızlık gününü kutlamayı reddetti. Hindu radikalleri artık onu bir hain olarak görüyorlardı. 30 Ocak 1948’de onlardan biri Gandi’ye suikast düzenledi.
Tarih, geneleksel anlamda , evin dışında yazılan bir şeydir.
800 yılında dünyadaiki büyük kültür liderlik ediyordu: Çinliler ve müslümanlar.
Antik Mısır ve Mezopotamyalılar gibi, Nazca bir nehir uygarlığıydı
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
İkinci tümsek demokrasinin doğasıyla ilgilidir. Son zamanlarda, demokrasiler birbirleriyle yarışan siyasi partilerin oy verenlerine daha iyi materyal bir gelecek (daha fazla eşya) vaat etmeleri üzerine kurulmuştur, her yıl her nesilde artan materyaller. Ama bilim ve barış gezegenin popülasyonunu doğal kaynakların karşılayabileceğinden daha fazla arttırdığı için bu uzun süreli bir teklif değildir.
Büyük olasılıkla diğer insan türlerinin soyunu tükettik,diğer memelileriyse kesinlikle ortadan kaldırdık ve tarih boyunca,sanat üretmek ve üremek için verdiğimiz aralar dışında,birbirimizin kökünü kurutmak için elimizden geleni yaptık.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Işgücünün cinsiyetlere göre ayrımı,daha o zamanlarda (avcı-toplayıcılık) bile kendini gösteriyordu. Bugün iki cinsiyet arasında erkeklerin yiyecek ve içecekleri tatmaya olan düşkünlüğü gibi,ufak görünen farklılıkların geçmişimizin bir yansıması olduğu iddia ediliyor:Erkekler sürekli yemek aramak ve buldukları yiyecekleri tatmak zorundaydı.
Söylemesi acı olsa da;hiçbir şey, teknik ilerlemeyi savaştan daha hızlı arttıramaz.
Birçok Protestan ve Osmanlı inançlarına olan bağlılıklarının ve heykel ile ikonlara olan nefretlerinin onları Katolikler karşısında birleştirdiğini düşünüyordu. Bu, İsa ya da Muhammet’le alakalı bir şey değildi; inançlıların putperestlere karşı çıkmasıydı. Bu V.Charles’in veya papalığın Hıristiyan âlemini düşmanlarına karşı tek bir güç olarak birleştirememesini açıklıyor.
Avrupalılar ve modern kuzenleri Amerikalılar tarafından keşif olarak hatırlanmasının tek sebebi işgale uğrayan insanların askeri yönden zayıf olmaları ve getirilen hastalıklardan kırılmalarıdır. Ayrıca yüzyıllardır devam eden orman açma ve kurutma ile toplu et ve balık avcılığı yüzünden Avrupa kısmen o kadar kısırlaşmıştı ki Amerika kıtaları; Avrupalılara zengin, olgun, el değmemiş doğanın yatağı, bir cennet olarak gözüktüler. Hatipler, denizciler, girişimciler ve yazarlar; boş ormanlar ve dostane paganlarla dolu; tarım, mülk hakları ve İncil’in gerçeğini bekleyen bir diyarın keşfini duyurdular.
Bu akademisyenlerin tartıştığı bir şey ama bu yeni gemilerin ortaya çıktıkları zaman diliminde Amerika’da elli milyon da insan yaşıyordu, yani aşağı yukarda Avrupa’yla eşit miktarda. Bu insanlar günümüz Brezilya, Meksika, Peru ve Mississippi Nehri’nin civarında yaşıyorlardı. Çok geçmeden nüfus hızla azalmaya başladı. Gelişmiş merkezi ve Güney Amerika bölgelerinde, İspanyol ve Portekizli sömürgeciler halkı zorla çalıştırmaya ve köleliğe zorladılar, böylece yüzyıllar süren yavaş gelişme ve siyasi kesatlığa sebep oldular. Daha boş olan kuzeye ise değişik sömürgeciler yerleşti, araziyi sürmeyi öğrendiler ve demokratik bir kültür inşa ettiler.
Leonardo’nun dünyasında bilim ve sanat arasında keskin bir ayrım yoktu. Aynı şeydiler. Sanatçı soğukça biçimi, perspektifi ve renkler üzerinde mesafenin etkisini analiz eder, bu da resimlerine tesirini verir. Sanatçı lensler kullanır, metalleri dökmeyi öğrenir ve yeni kilisenin kubbesinin nasıl destekleneceğini anlamak için denklemler kullanır.
1470’lerde, Verrocchio’nun atölyesi Floransa’daki en iyi artistik atölyelerden biriydi. Sanat tarihçisi ve biyograf Giorgio Vasari’ye göre Verrocchio fen bilimleri, özellikle coğrafya eğitimi görmüştü ve kuyumcu olarak çalışmıştı. Sonra Roma’yı ziyaret etti ve klasik dönemleri yansıtan heykellere olan çılgın ilgiyi görmüştü, orada bu heykellerden her gün bir yenisi keşfediliyordu. 50 Heykelciliğe başladı, sonra da resme. Parlak, radikal ve aşırı meraklı bir adam olan Verrocchio, Leonardo için mükemmel bir öğretmendi. Bu atölyelerde bir işbirliği vardı; bir gün Leonardo Verrocchio’nun eserlerinden birine bir melek ekledi, Vasari’nin dediğine göre ustasından daha iyi çizmişti, böylece Verrocchio firçasını bıraktı ve resim yapmaktan vazgeçti. Öğrencisi ondan üstündü.
..başlamadan önce bir an duralım ve %99’a olan hayranlığımızı dile getirelim; sessiz yılların unutulan kahramanları; geçinmenin zorluğu ile meşgul, yaşamaya ve hayatta kalmaya devam edenler, öküzünü süren köylü, çalışıp ailelerini besleyen, Napolyon’un ordusuna alınmamayı başarıp vergi ödeyen çiftçiler, toprağı kazan, doğuran ve unutulan binlerce kadın..
Cengiz Han, Romalıları dört yüzyıl almasına rağmen, sadece yirmi beş yılda dünyanın daha büyük bir kısmını kaplamayı başardı ve tarihteki (ne kadar kısa ömürlü olsa da) en büyük imparatorluğu yarattı. Kubilay Han’ın iktidarından sonra Çin bir daha asla eskisi gibi olmayacaktı, bu yeni imparatorluğun başkenti Marko Polo’yu etkileyen, Shangdu idi (Şair Coleridge, Xanadu olarak yazar). İleri tarihlerde Kubilay, bugün Pekin denen yere taşınacak ve şeklini tamamen değiştirecekti. Sonunda Çin’i o şehirden yöneten ilk imparator oldu. Sonra Moğollar ya da Mughallar (Babürler), yüzlerini güneyde Hindistan’a çevireceklerdi.
1260’larda Mansa (Kral) Uli adlı kralı Mekke’ye hacca gitmişti, 1324’te ünlü Kral Musa da aynsını yaptı. Musa’nın ve yük konvoyunun çölü geçip Mısır’a ulaşması bir yıl sürdü. Kraliyet sancağı, şemsiyeleri, zenginliği, eli açıklığı ve inanılmaz öyküleri ile Kahire’ye vardığında, ona hayran kalan Arap yazarların ilgisini çekti. Görünüşe göre Kral Musa Mısır’a çoğu köle olan sekiz bin hizmetçi getirmişti. Ordusunun 100.000 kişilik olduğu söyleniyordu. Dini bir görev dışında bu hac, hacımın ve ülkesinin ihtişamını ilan etmek için kullanılırdı, bu Kral Musa’nın çok işine gelmiş gözüküyor çünkü ünü kıtada yankılanmaya başladı.
Çok büyük bir avantaja sahiplerdi: bir nehir sistemi. Bu sistem o kadar genişti ki, Bizans ve Yakındoğu’nun yeşil, zengin dünyasını İskandinavya ve kuzey Avrupa’nın çiftçi avcılarına bağlayabiliyordu. O nehirlerden kuzeye tahıl, şarap, altın, gümüş ve lüks kumaşlar taşınıyordu. Güneyden ise kürkler, köleler, amber, tahta ve bal geliyordu. Bu şehir merkezleri ihtiyacını doğurdu. Ticaret merkezleri, güçlendirilmiş kasaba ve şehirler, Dinyeper ve Volga nehirleri ve kollarının yanında bitmeye başladılar, tıpkı ABD’nin merkezi eyaletlerinde kasabaların otoyollar ve tren yolları etrafında kümelenmesi gibi. Rusya nehirlerle başladı.
Nazcalar Güney Amerikada yanlış bilgiye sahiplerdi ve yanlış seçimler yapmışlardı; kendilerini daha çok kafa kesmeye vereceklerine kestikleri ağaçları düşünmelilerdi. Bir çok erken uygarlık gibi onlar da doğa ile uyum içinde yaşamaktansa, çevrelerini yok ettiler ve kendileri de yok oldular

MS 535 yılını anlatıyor. 2021 yılında bazı şeyler ne kadar da tanıdık geliyor değil mi?

Tarihi anlamak, kendimizi daha iyi anlamamızı sağlar. Yönetenlerin, gerçeklikle bağlarını nasıl kopardıklarını, devrimlerin neden mutluluktan ziyade diktatörler ürettiğini ya da dünyanın bazı bölgelerinin niye diğerlerinden daha zengin olduğunu ne kadar iyi anlarsak, bugünü anlamak o kadar kolay olacaktır.
Savaşı gönülden isteyip istemediği sorulduğunda, yenik düşmüş Lidyalı belki de Heredot’un yazdığı en ünlü sözlerle cevap verdi: Hiç kimse barış yerine savaşı tercih edecek kadar aptal değildir. Barış zamanında oğullar babalarını gömer, savaştaysa babalar oğullarını.
Usturlap; insanın Güneş, Ay ve yıldızların eğimini okuyup boylamda pozisyonunu belirlemekte kullandığı güzel ve dahiyane bir aletti. Yunanlar tarafından keşfedilen usturlap, Müslümanların astrolojiden mimariye kadar her şeyde kullandıkları bir çesit basit, evrensel bir bilgisayar haline geldi. İslami öğretiler kuzey Avrupa’ya ulaştığında, usturlap doğal bilimlerin bir sembolü olacaktı. Chaucer onu yazılı olarak övenlerden biriydi.
Avrupalıların en büyük anıtları dini olanlardı, manastırlar ve katedraller sabırla dünyanın sonunu bekleyen nesiller tarafından yapılıyorlardı. En büyük potansiyel siyasi proje, Kutsal Roma İmparatorluğu”, ne Frenkler ne de sonra gelen Germen hükümdarlar döneminde nostaljik hesabına ulaştı. Bu, sonunda Napolyon tarafından sonlandırılan bir gotik fantezisiydi. Daha pratik bir seviyedeyse, Avrupa’nın dini hayatında inatçı bir düğümlenme vardı. Yunanca artık kullanılmıyordu ama papazların kullandığı vulgata Latince her yerdeydi. 500’lerin başlarında Aziz Benedict monastik geleneği Yunanlardan İtalya’ya getirdi. Keşişlerin iffetli ve fakir olmalarını ve başrahibe itaat etmelerini buyuran Benedict Kanunu , ender bir barış ve umut mesajını yaydı. Asil ailelerden birçok genç erkeğin, yağma ve savaş üzerine olan kariyerlerini bırakmalarını ve onları dine çekmeyi başardı.
Kafelerde oturan, araba kullanan modern insanın, Afrika’da zorlu bir süreç yaşayan avcı-toplayıcılardan daha üstün bir zekaya sahip olduğu yönündeki fikirlerimizden kurtulmamız gerek.
Tarihi sürdüren şey, insanların kendi koşullarını umutlarına eşleştirmek için sahip oldukları hırstır
Ama sadece İslam, dünyevi gücün ve dini inancın uygulamada aynı şey olması gerektiğinde kararlıydı. Kılıç güçlüydü -eski bir düşünce. Söz de güçlüydü –işte bu yeni bir düşünceydi. Ama bir yüzyıl boyunca gerçekleşen dramatik çöküş ve değişiklik; söz, kılıçla birleşince durdurulamaz olduğunu kanıtladı.
Ölüm saçan, lanetlenmiş
Ölüm’ün Evi’ne savrulmuş güçlü ruhlar,
Muhteşem savaşçıların ruhları, fakat artık bedenleri çürüdü
Köpekler ve kuşlar için ziyafet oldu.
Homeros, İlyada
Ekolojik dengeye ve toplumlara kendi imkanları ile barış içinde yaşamının bir yolu olarak yaklaşan bir bakışmalısın ile; Neolitik kültürü, modern endüstriyel ekonomiye ve batı toplumlarına bir ders olarak görmek mümkündür. Sanayi Devrimi’nde bir iki yüz yıl daha fazla ayakta kalabileceklerine dair çok az işaret gösterirken, Neolitik geçim ekonomisi bu süreyi ona katlamıştır.
Rodney Castleden
Arkeolog Stanford Üniversitesi’nden Ian Hodder, “ Modern bir şehirde, endüstriyel alanlar ve yerleşim alanları, kiliseler, camiler yada tapınaklar ve mezarlıklar gibi farklı işlevleri olan binalar yada bölge bulmaya bekleriz. Çatalhöyük’te farklı işlevi olan bu binaların tümü tek bir yere toplanır: evde,” der.
İnsanlar, inşa ettikleri şehirlerin, doğanın ayrılmaz bir parçası olmadığını anlamazlar. Eğer kültürlerini kurtlardan ve kar fırtanalarından korumak, yabani otlar tarafından boğulmasını önlemek istiyorlarsa, ellerinde süpürge, kürek ve tüfeklerini hazır bulundurmalıdırlar. Eğer uyursa, eğer bir iki yıl boyunda başka bir şey hakkında düşünürlerse her şey kaybolur. Kurtlar ormandan çıkar, devedikenleri yayılır ve her şey toz ile kar altında kalır. Kaç tane görkemli başkentin toz, kar ve ayrıkotuna teslim olduğunu düşünün yeter.
İşe yarar ve mutlu bir şekilde yaşamanın başka yolları da var. Tarih boyunca insanlar böyle yaşıyorlardı. Aile ve toplum hayatına, ruhsal hayata, eğitime ve sanata daha fazla odaklanmak -sakinlik dönemlerin de bu şekilde yaşıyoruz- öykünün bir parçasıdır. Maalesef, sorun çıkaranlara inanmaktaki ısrarımız ve açgözlülüğümüz, öfke ve şiddete olan yatkınlığımız da öykünün birer parçasıdır. Homo sapiens bazen akıllı adam olarak çevrilir. Biz akıllı maymunlarız, gerçekten de akıllı ama zahmetli maymunlarız. Ama bana sorarsanız bilge adam daha iyi bir çeviridir ve biraz daha yolumuz var.
Britanya’nın Kraliyet Astronomu Martin Rees, iki yüzyıl içinde insanlığın büyük bir mücadele vereceğine ve bundan sağ kurtulma oranının yüzde elli olduğuna inanıyor. Ama aynı zamanda 2010’da katıldığı BBC’nin Reith Lectures programında, insanların nüfuslarını kontrol altına alabileceklerini düşünmenin saçma olduğunu söylemiştir, çünkü:

“İnsanları 2050’ye kadar yaşam biçimlerini, diyetlerini, seyahat düzenlerini ve enerji tüketim biçimlerini değiştirmeye ikna edemeyiz. Eğer herkes Amerikalılar gibi yaşasaydı dünya şu anki nüfusunu kaldıramazdı [ama] on milyardan fazla insanın, eğer hepsi vejetaryen olursa, daha az seyahat ederse ve süper internet ile görsel gerçeklik üzerinde iletişim kurarsa yüksek yaşam kalitesiyle yaşamaları mümkündür.”

İnsan nüfusunun azalması büyük ihtimalle kendiliğinden değil; savaş, hastalık ve kıtlıkla olacak.
Yukarıdan bizi izleyen ve insanlığın zekâsı üzerine iddiaya giren uzaylılar, henüz çok para kaybetmemiş olmalılar.
1950’den bu yana nüfus, tarımın icadından sonraki büyüme hızının yüz katı hızla büyüyor, ondan önceki yıla göre ise on kat daha hızla. Artık dünya nüfusunun yedi milyar olduğu göz önünde bulundurulursa bu sayı, Sanayi Devrimi’nin gerçekleştiği yıllardaki nüfusun yedi kat fazlası.
Bu tarihin ana teması, insanoğlunun dünyayı şekillendirmeye yönelik teknik kabiliyetindeki büyüme ile (bu dünyada yapay zekâ; daha büyük havuçların yetiştirilmesinden, barutun ve buhar makinesinin icadından sonra gelmiştir) insanlığın kendini başarıyla yönetme yeteneğindeki gelişmelerin yetersizliği arasındaki uyuşmazlık olmuştur. İyi bir hükümet genellikle, teknik gelişmelere, ifade özgürlüğüne, güvenilir patent kanunlarına, kâr elde etmeye imkân tanır ve yatırımcıları teşvik etmek için kişisel güvenliği garanti eder. Ancak tam tersi doğru değildir: teknik ilerleme siyasi erdem üretmez. Kötü hükümetler, ister zulüm uyguluyor olsunlar ister gelecek nesilleri düşünmeden tüketimi teşvik etsinler ya da yalnızca yolsuz olsunlar, bunlar daha yaygındırlar. Ve iyi hükümetlerin teknolojik meyveleri kötü ellere düşme eğilimindedirler.
Shakespeare tarihi oyunlarını, kısmen ‘Tudor’ izleyicilerine gelecek hakkında bir uyarı olarak yazdıysa, Terminatör, Blade Runner, Matrix ve diğer birçok filmin Hollywood yaratıcıları yirmi birinci yüzyıl izleyicilerine bilgisayar zekâsındaki üssel büyümenin olası sonuçları hakkında bir uyarı gönderiyorlar. İnsanın ve insanın yapımı şeylerin bir araya getirilmesi, insanların zayıf, biyolojik bedenlerinin ötesine geçebilecekleri anlamına gelir -sadece ne kadar yaşadıkları bakımından değil, ne kadar iyi düşündükleri açısından. (Ray) Kurzweil, düşüncemiz, son derece yavaş: temel sinirsel işlemler çağdaş elektronik devrelere kıyasla birkaç milyon kat daha yavaşlar. Bu, fizyolojik bant genişliğimizi, insan bilgi tabanımızın üssel büyümesine kıyasla son derece sınırlı kılmaktadır ( ). Tekillik, biyolojik bedenlerimizin ve beyinlerimizin bu sınırlamalarını aşmamızı sağlayacaktır. diye yazmıştır.
500’lerde Hindistan’da gelişip önce Pers, sonra Müslüman dünyasında oradan da Avrupa’ya yayıldığından beri satranç, insan hafızası ve planlama becerisinin sınırlarını test eden özel bir oyun olarak tanınıyordu. Genellikle, doğal olarak matematikle karşılaştırılır, satrançta iyi olan beyinler matematikte de iyidirler. Ama bu oyun, kurallara indirgenemeyecek bir deha gerektirmektedir. Mantığı zorlar ama kart ya da masa oyunlarında, hatta satrancın Çinli rakibi Go’da bile olmayan bir mistikliği vardır.
Müslüman radikallerin Amerikan materyalizmine karşı duydukları nefret, Hıristiyanların geri kafalı olarak gördükleri İslam’a (!) duydukları nefrete denkti.
İslami dünya askeri ve ekonomik olarak zayıftı -hâlâ da öyle.
Olanları anlamak için geçmişi hatırlamak gerekir.
Küba krizinden sonra Washington ve Moskova, küçük yanlış hesaplamaların insanlığın sonunu getirebileceği bu uçurumun kenarından geri çekilmeleri gerektiğinde anlaştılar. Nükleer Test Yasağı Anlaşması’nı 1968’de bir Nükleer Silahsızlanma Anlaşması izledi, sonra 1972’de stratejik silah kısıtlamaları görüşmeleri ya da SALT 1, nükleer balistik füzeleri sayılarını kısıtladı Bir zamanlar sonu gelmeyecek gibi görülen Soğuk Savaş, artık ‘Donmuş Barış’a dönüşmüştü veya metaforu değiştirirsek iki ağır sıklet boksör yorucu bir boğuşmada birbirlerine sarılıp kalmışlar ve ikisi de ne kurtulabiliyor ne de rakibi yere serebiliyordu.
Afrika’da yirminci yüzyılda yanlış yönetim, yolsuzluk, ırkçılık, işkence ve ziyanın öyküsünden bahsederken bu dönemde hayatları yanan milyonlarca Afrikalıyı da Soğuk Savaş’ın gerçek bedeline katmayı unutmamalıyız.
ABD ve SSCB’deki bürolardaki küçük grupların aralarında gezegenin kaderi üzerine oynadıkları bir poker oyunu olan nükleer blöf ve yarattığı merkezi tiyatro yüzünden akan kanın başka yerlerde döküldüğünü unutmak kolaydır.
İyi organize edilen ve barışçıl, sıradan insanların güç ile yüzleşmeleri ve uluslararası spot ışığını kendi lehlerine kullanmaları, yirminci ve yirmi birinci yüzyılın az sayıdaki güçlü ve takdire değer politik fikirlerinden biridir.
Eğer kendimi örtmek için bir tişörte ihtiyacım varken iki tanesini kullanıyorsam, bir başkasından çalıyorum demektir ( ) Eğer yaşamam için günde beş muz yemem gerekiyorsa ve ben altı yiyorsam bu hırsızlıktır.
Şiddet, ülkelerin birbirlerine uyguladıkları şiddetle sınırlı değildi. İkinci Dünya Savaşı sırasında korkaklık veya orduyu terk etme sebebiyle -300.000 kadar askerin- kendi subayları tarafından öldürüldüğü düşünülmektedir bu da İkinci Dünya Savaşı sırasında ölen Britanya askerlerinin toplamından daha fazladır.
Modern bilimin yönteminin işbirliği, paylaşılan başarı ve mutlu tesadüfler olduğunu hatırlamak önemlidir; tek bir dâhinin, küvetten çırılçıplak atlayarak Buldum! diye bağırması değil.
Saflık da, tekrarlanan insanlık tarihinin bir parçasıdır. Stalin’den İngiliz hükümetine, Fransız devlet adamlarından Amerikan büyükelçilerine kadar kendini zeki bulan birçok insan kendilerini , Hitler’in gerçekten söylediği şeyleri kastetmediğine inanmaya ikna etmeselerdi, yirminci yüzyılın en büyük felaketlerinden bazıları önlenmiş olabilirdi. Düşmanlarımıza bakıp, bir aynaya baktığımıza inanmak gibi derin bir arzumuz var gibi görünüyor, -bu arzu hepimizin aslında aynı olduğumuza inandırır- bu yüzden açık söylemli, samimi kötülüğü görünce uzaklaşıyoruz. Bu durumda her şey soğuk kâğıt üzerinde, başından beri açıkça ortadaydı. Hitler hakkında ne dersek diyelim, kimse onu adil bir uyarıda bulunmamakla suçlayamaz.
Hitler yirminci yüzyıla diğer tüm insanların başaramadığı bir şekilde cehennemi yaşatacaktı ama 1940’ta altı milyon adet satan Kavgam’ı okuma zahmetinde bulunan hiç kimse planını saklamaya çalıştığını iddia edemez. Oldukça samimiydi.
Zeki, siyasi bilimci Francis Fukuyama ‘Tarihin Sonu mu?’ adlı kitabında siyasete dair yapılan büyük tartışmaların sonunun geldiğini ilan etmiştir. Bu tartışmalar, liberal, serbest pazar demokrasilerinin zaferiyle bitmişti. Bazı ülkeler ve kültürlerin bu aşamaya gelmesi daha uzun sürse de sonunda herkes bu sisteme geçecekti. Demokratik olmayan ama gürleyen Çin’in var olduğu ve petrol ile gaz bazlı otokrasilerin (Rusya, İran, Suudi Arabistan) yollarına devam edebildikleri bir dünyada bu iddia gerçekliğini yitiriyor. Fukuyama yanılıyordu, çünkü demokrasi bir sistem değildir. Bir kültürdür. Alışkanlık, uzun süredir var olan güç ayrımları, hukuka olan inanç ve yolsuzluk ile kinikliğin olmadığı bir sisteme dayanır. Bu sistemi ithal edip, kurabilir, sonra da çalıştırabilirsiniz. Ama bir kültürü ithal edemezsiniz. Bu, dünyanın çoğunun tiranlar veya kleptokrasiler altında yaşamaya mahkûm olduğu anlamına gelmiyor. Bu, sadece demokratların oyunun sonunu duyurmaları için biraz erken olduğu demek.
On dokuzuncu yüzyılın siyasi hataları Avrupa’da çok önceleri gelişen fikirlerin mantıksal sonuçlarıydı. Irkçılık, ütopyacılık, ulusal bir kadere olan inanç, Yahudi karşıtlığı, güçlü bir lidere olan zaaf bunlar yeni şeyler değil. Marksizmin ve Nazizmin diktatörlük deneyimlerinden sonra bu dersleri tamamen öğrenmiş olmalıyız, değil mi? Siyasi olarak azarlanmış ve daha iyi bir dünyada yaşamıyor muyuz, Birleşmiş Milletler ve insan hakları ilanı, uluslararası ceza mahkemelerimiz değiştiğimizi göstermiyor mu? Bu iddiaya söylenecek çok şey var. Gerçekte savaşlar hâlâ Afganistan, Afrika ve Ortadoğu’da devam ediyorlar, bu genel olarak daha iyiye gittiğimizin aksini ispat etmiyor, sadece gelişimin yollarının sarsıntılı olduğunu hatırlatıyor.
Marksizm tarihin saçma bir bilimsel versiyonuydu; Nazizm evrimsel biyolojinin saçma bir ‘ırksal’ versiyonuydu. Nasıl türler sürekli birbirleriyle yarışıyorlarsa ırklar da öyle yarışıyordu. Güçlünün zayıfı yok etmekle mücadele etmesi veya başarısız olması ahlaki bir çöküştü; insanlığın ilerlemeyi bırakın gerileyeceği anlamına geliyordu.
Avrupa’dan çizilen, kabileleri ve dil gruplarını birbirinden ayıran sınırlar, Afrika’daki başarısız, sadakat toplayamayan devletlerden kısmen sorumludurlar.
İnsan evrimini çalışan tarihçiler, yine aynı sebeplerle, savaş yanlısı, yabancı düşmanı ve saldırgan karakterimizin de Afrika’da ortaya çıkmış olmasından şüpheleniyor.
Muhtemelen kıyafet giymeye başlamışlardı: vücut bitine ait bir çalışma gösteriyor ki yaklaşık yüz bin yıl önce kıyafetleri istila etmeye başlamışlardı.
Savaşlar genellikle insanları radikalleştirirler, yenilginin zaferden daha büyük bir etkisi vardır.
Savaşlar genellikle insanları radikalleştirirler, yenilginin zaferden daha büyük bir etkisi vardır.
Kapitalist sanayici teori açık ve serbest piyasalar üzerinde durur ve ticaret arttıkça ulussal sorunların azalacağını savunur. Uygulamada milliyetçilik ve kapitalist sanayileşme el ele giderler Sanayileşme, kapitalizm üzerinde çalışan ilk yazarların umduğu ve beklediğinden çok daha şiddetli ve kirli bir süreç olmuştu. Teori güzel olsa da, insan hayatındaki bu devasa değişikliğin rakipsiz ocağı olarak Britanya’nın eşsiz deneyiminden doğmuştu. Ve kök salmayı başaramayacağı birçok yer olacaktı.
Kopya çekmek icat etmekten daha hızlıdır.
On dokuzuncu yüzyılda, kapitalizmin ve modernleşmenin var olabileceği liberal siyasi devletler inşa etmek için verilen mücadele Avrupa’nın temel, içsel davasıydı. Milliyetçilik hem liberalizmle el ele hem de onun sayesinde ilerleyebildi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir