İçeriğe geç

Bir Onbaşının Doğu Cephesi Günlüğü Kitap Alıntıları – Ali Rıza Eti

Ali Rıza Eti kitaplarından Bir Onbaşının Doğu Cephesi Günlüğü kitap alıntıları sizlerle…

Bir Onbaşının Doğu Cephesi Günlüğü Kitap Alıntıları

bugünkü yol hepimizin belasını verdi. Yarım saat mola ile on beş saat yürüyen, beş saat de silah başı yapıp çantasıyla ayakta bekleyen, tam yirmi saat ayaktaki askerden bilmem ki ne hizmet bekleniliyor. Yatıp da sekiz on dakika geçince bir iniltidir başladı. Of, ah, vah diyenin haddi hesabı yok. Ayağı kabarmayan, tırnakları kan kesmeyen hiçbir kimse kalmadı. Zavallı millet, zavallı askerler. Hallerine bakıp da ağlamamak için hayvan olmalı. Ağladım, çünkü benim de on tırnağıma kan dolduğu gibi, tabanlarım da yumurta gibi şişmiş. Ayakyoluna çıktım, bir iki damla kan geldi. Ağlıyorum. Fakat ne yazık ki elimden bir şey gelmiyor ve gelmeyecektir. İki buçuk saat geçti geçmedi ki on bir buçukta, acı acı hazır ol borusu ötüyor. Askerler ümitsizce, inleye inleye yerlerinden kalkıyor, ayaklarının üzerinde durmak için binbir güçlük çekiyorlar.
O mukaddes Turan’ın iniltisini işiteyim.
Şu hatıraları yazarken aklıma, komşuların odada oturdukları geldi. Ya rabbi sağ salim kurtulup da şu hatırayı cemaat içinde okumayı nasip edecek misin?
Yaz gelende meyve verir bağımız
Güz gelende çiçek açar dağımız
Yine gurbet ile düştü yolumuz
Ya suyumuz çekti ya toprağımız.
binbir güçlükle yazdığım hatiracağımı kim alacak, ihtimal çürüyecek. Yok yok inşallah bir ele geçer de okunur. Ve benim gibi bedbaht bir askere acırlar
On bir asker can çekişiyor. Ah bu soğuk, uğursuz soğuk. Doktor ağlıyor, Ne yapayım oğlum bende sizin gibiyim. Bu halleri düşünmeyip bu işe teşebbüs edenler kahrolsun diyor.
Harbin sonunda acaba Ermenilere bir şey yapılmayacak mı? Bunların ihanetlerini askerler de anlamış olacak ki günde her taburdan üç beş Ermeni’yi kazayla vuruyorlar. Böyle giderse, bir haftaya kadar taburlarda bir tek Ermeni kalmaz.
Meğerse can çekişiyormuş. Kim bilir hangi ailenin umuduydu, kim bilir kaç çocuk yetim kaldı?
On beş gün içinde firar edenlerin listesini su düzenlememi söyledi. Yazdım,tam kırk dokuz kişi. Şaşılacak hal değil mi?
2 Aralık Çarşamba. Askerler arasında ekmek piyasası yine fırladı. Üç kuruşa bir somun. Bugün bir somun bende aldım..
Günde sekiz on er, kendi kendilerini vuruyor. Cephane gidecek dendi mi hayvanın karnının altına gizleniyorlar. Harp hattının arkasında saklananin haddi hesabı yok..
Korkaklar gerilere kaçıyor..
Aman Allahım badem bitti mi, acaba buralarda mı kalacağım?..
Hey gidi insanlık! Kim bilir şu patlayan silah ve toplardan kaç adam düşüyor? Düşüyor da bir ailenin gelecek umutları sönüyor. Kim bilir kaç baba, ana, özellikle eş, çoluk çocuk ağlayacak?
Şu hatıraları yazarken aklıma, komşuların odada oturdukları geldi. Ya rabbi sağ salim kurtulup da şu hatırayı cemaat içinde okumayı nasip edecek misin?
Bu civarın Ermenileri Rus ordusuna katılarak, zavallı köylülere yapmadık zulüm bırakmıyorlar.
Askerler yine bildiğiniz gibi gidiyorlar, yağmaya, çalmaya, çırpmaya devam ediyorlar. Uyku filan nerede?
Erler evlere gidiyor. Alay komutanı, elinde kılıç, sopa, erleri çıkarıyor. Düşman bu köyden gayet güzel bir kızı beraberce alıp gitmiş
Aglaya ağlaya, yedi buçukta hareket edildi. Hatta bir gün evvel şehit düşen arkadaşlarımıza gıpta edecek bir üzüntüyle, yirmi dakikalık bir mesafeyi üç saate aşarak, sivri ve yüksek bir dağın tepesine mevzi alındı
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Kapı aralıklarından ekmek için yalvaran askerlere bayağı düşman gözüyle bakıp işitilmedik sözler söylüyorlar. Doğrusu insan bir anlam veremiyor. Çünkü hangi tarafın gözünden baksan o taraf haklı. Bu da çok tuhaf bir hal
Şu satırı yazarken bir şarapnel ciib tepemde patladı. Salkım Söğüt gibi etrafa ölümler saçıyor
bir er, elinden yaralanmış geldi m ağlıyor, pek çok ağlıyor..
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
İlk gün olduğu için midir, nedir ölümden pek korkuyorum. Her ‘civ’ dedikçe dişimden tırnağıma kadar ter boşanıyor..
17 Ekim 1914 Erzurum genel vaziyet;
Hastanedeki Erzurumlu arkadaşların konuşmalarından anlaşaldiğina göre, namus hususu sıfır. Çarşı esnafı pek yobaz ve pis, hele aşçıları fena kirli. Elli beş gün aç kalsam, bunlardan yemek yersem lanet bana. Ama yiyen pek çok, âlem bu. Büyük mağazalar var, ama hep Ermeni ve İranlı. Yazıklar olsun!
Sevgilisinden uzak aşıklar gibi boyunları burulmuş Kafkas doruklarının eteklerinde, esaret zincirleri altında inleyen kardeşlerimi görmeden öleceğim.
Hava yarı bulutlu. Mehtap, askerimizin kahramanlıkları gibi ara sıra kendisini gösteriyor.
Hey gidi insanlık! Kim bilir şu patlayan silah ve toplardan kaç adam düşüyor? Düşüyor da bir ailenin gelecek umutları sönüyor. Kim bilir kaç baba, ana özellikle eş, çoluk çocuk ağlayacak?
Öyle fena bir yer ki, ne taraftan çıkalım desek kurşun tutuyor. Ölüm hazır, çıkmasak esir gidilecek.
Şu satırı yazarken bir şarapnel ciiib! tepemde patladı. Salkımsöğüt gibi etrafa ölümler saçıyor.
Palandöken dibine kadar yol üzerine kadınlar dökülmüş hepsi ağlıyor. Dağ ağlıyor, taş ağlıyor, kısacası dünya ağlıyor.
Bir saat çıktıktan sonra köye geldik. Hepsi sarıklı, birinin evine indik. Akla gelmeyecek ikramlarda bulundu. Fazla olarak da sabaha kadar bana refakat ederek uyumadı. Sabahleyin verdiğim bir mecidiyeyi almadı. Usulca çocuğunun eline sıkıştırdık.
Biri Diyarbakırlı biri Vanlı üç Ermeni’yi soydurarak gönderdim. Buna Türk intikamı derler. Hastanede onar kuruş yevmiye ile çalışan dört Ermeni kadınını kovdum, yerlerine Türkleri getirdim. Berberleri, keza Ermeni hademeleri en ağır hizmete koşturuyorum.
(Karantina koğuşunda) Manzaraya tahammül etmek imkansız. Hem gülünecek hem de ağlanacak haller. Yaralılar, can çekişen yaralılar birbirlerini dövüyorlar, yumrukluyorlar, boğazlarına basarak boğuyorlar. Belki arada adam da ölüyor. Dur diyorum, anlamıyorlar. Bir tokat atıyorsun, beş takla dönüyor, iki saat düştüğü yerden kalkamıyor. İnsan dövdüğüne de pişman oluyor.
Mekkâreyle Erzurum’a sevk edilirken, mekkâreci Ermeni eri, çocuğu Korucuk civarında bir hendeğe bırakmış. İki gün ve gece açıkta kalmış, el ve ayakları donmuş, tanımadığı bir zabit buraya göndermiş. Talihsiz çocuk saat on birde ruhunu teslim etti. Dayanamadım ağlıyorum. Mevla garibe rahmet eyleye. Düşünün bir Ermeni erin alçaklığını. Acaba harpten sonra da yine kardeş, vatandaş olacak mıyız? Kendi hesabıma hayır! İntikamımı almak benim için pek kolay. Hastanedeki Ermenilerden üç dördüne süblime içirerek öldüreceğim.
Çömükzade Ahmet geldi. Sekiz lirasını alıp sekiz aylık bir hava değişimi verdim. Bu, birinci rüşvet zannedersem, arkası boyuna gidecek.
Herkes ileride çarpışan hemcinslerinden habersiz gibi keyiflerinde, sokaklarında. Hele Ermeniler, hele Ermeniler Giyinmişler kuşanmışlar, eşleri, kızları, kız kardeşleri ya da nişanlıları koltuklarında, yollarda, kapı önlerinde, duvar diplerinde can çekişen zavallı askerlere karşı, kol kola vererek piyasa yapıyorlar.
Süvariler yıldırım süratiyle yetişiyor ve parçalıyorlar, daha sonra gözden kaybolacak kadar uzaklaştılar. Sonradan anladığımıza göre, sol tarafımıza bir saat mesafedeki sekiz yüz haneli bir Çerkes köyüne giren X. Kolordu’dan bir erin yanındaki cihat beyannamesini alan Çerkesler imdada koşturmuşlar. Padişahın cihat ilanını duyduklarında, kefenleri başlarına sarıp atlarına binmiş ve ilk rastgeldikleri karşımızdaki düşmana saldırmışlar.
Birer birer ölüyorlar. Bu manzaranın asabımda yaptığı tesirleri tarif edemem. Düşündüm ve kararımı verdim. Bugün ve yarın olacak olan harbe katılacağım. Belki arzu ettiğim ölüme kavuşacağım. Belki de hatıram burada bitecek, kim bilir dağlar başında binbir güçlükle yazdığım hatıracığımı kim alacak, ihtimal çürüyecek.
Doktor da çıktı, baktı baktı da başını yumruklamaya başladı. Ağlıyor, Ne yapayım oğlum ben de sizin gibiyim. Bu halleri düşünmeyip de bu işe teşebbüs edenler kahrolsun diyor. Zavallılara yardım edilemiyor. Çünkü malzeme eksik.
28 Aralık Pazartesi. Erkenden çadırın kapısındaki yalvarma ağlama sesleri arasında dışarı çıktım. On bir asker can çekişiyor. Ah bu soğuk, uğursuz soğuk. Elimizden bir şey gelmiyor. Hepsi de hemşeri.
Dün ve bugünkü taarruzlarına bakılırsa, düşman geri çekilme hattının kesilmek üzere olduğunu anlıyor. Öyle ya, her gün firar eden Ermenilerden haber alacağı tabii değil midir? Harbin sonunda acaba Ermenilere bir şey yapılmayacak mı? Bunların ihanetlerini askerler de anlamış olacaklar ki günde her taburdan üç beş Ermeni’yi kazayla vuruyorlar. Böyle giderse, bir haftaya kadar buralarda bir tek Ermeni kalmaz.
Altmış yetmiş kadar yaralı asker, bir samanlıkta feci sonlarını beklerken bulundukları yere gelen üç asker, Müslüman Kazakların erkeklik organlarını kontrol edip Müslüman olmayanları keserek, diğerlerine Aman kardeşler sesinizi çıkarmayıp burada oturun, biz şimdi gideceğiz diyerek çıkmışlar. Bu sabah kendileri gibi bir tarafta saklanabilmiş olan sağlam bir genç yüzbaşımız, kendilerini arkasına alarak birer birer köyün etrafındaki bataklık benzeri çamurluktan onları çıkarmış.
11 Aralık Cuma. Basur ve sancıdan göz açtığım yok. Cenabıhak düşmanımı bile askerde, bilhassa böyle harp sahasında hastalandırmasın. Doktor geldi. Birtakım ilaçlar yapıp verdi. Bundan da iyi olmazsan hastaneye göndereyim, dedi. Şu sırada ise hastanenin bir ölümevinden ibaret olduğu gözümün önüne geliyor. İtiraz ettim. 1. Tabur doktoru Binbaşı Ahmet Bey’in yaraları Erzurum’a gidinceye kadar deşilmediği için kangren olduğundan iki defa ameliyat olmuş. O bir binbaşı iken öyle olursa biz askerler ne oluruz. İyi kötü kendi kendimi tedaviyle uğraşmaya karar verdim.
Tortum Narman cephesinde harp eden IX. Kolordu’yu düşman geri atmış ve bu tarafta harp eden Van Fırkası arasında çokça bulunan Ermeniler, kırkar ellişer gruplar halinde Rus ordusuna firar etmişler ve fırkanın durumu hakkında düşmana bilgi vermişler. Düşman ise üstün kuvvetle fırkaya hücum ederek geriye püskürtmüş. Bu firarları gördüğü halde fırkanın vaziyetini değiştirmeyen fırka kumandanı olacak herif kahrolsun. Enver Paşa tarafından verilen emir üzerine, taburdaki Ermeniler ayıklanıp mekkâreye veriliyor.
Lanet, binlerce lanet olsun ki hemşeri olan tabura gideyim. Her sabah böyle vicdan azaplarıyla kıvranmaktansa mermi veya şarapnelle ölmek bin kat iyi. Zavallılar, hep hastaneye yatmak istiyorlar. Düşünmüyorlar ki hastanelerin şimdiki hali, birer ölümevinden başka bir şey değil. Oraya girmek ölümünü hızlandırmaktan başka bir şey değildir.
Bu civarın Ermenileri Rus ordusuna katılarak, zavallı köylülere yapmadık zulüm bırakmıyorlar. Ateş hattının gerisinde bir zincir hattı oluşturmuşlar, yüzünü geri çevireni vuruyorlar. Cenaze ve yaralılarını arabalarla geriye naklediyor, naaşları büyük bir çukur yapıp dolduruyorlar. Bu angaryaları hep bizim köylü arabalarına çektirip Müslüman cenazelerini halince terk ediyorlar. Kısacası geçtikleri köylerde tutan dal bırakmayıp soyup soğana çeviriyorlar. Bırak ki köylülerin de ne ahlakta adam oldukları meçhul. Dün buraya gelirken, iki beyaz sakallı geldi. Hacı Baba’nın elleri arkasında geriye gönderildiği görüldü. Suçlarını sorduk, düşmana kılavuzluk olduğunu söylediler. Yüzlerine tükürüp geçtik. Böylesi köylülere ne yapılsa hakkıdır, fakat insan yine de acıyor.
Herkes ileride çarpışan hemcinslerinden habersiz gibi keyiflerinde , sokaklarında. Hele Ermeniler hele Ermeniler Giyinmişler, kuşanmışlar, eşleri kızları koltuklarında , kapı önlerinde duvar diplerinde can çekişen zavallı askerlere karşı kol kola vererek piyasa yapıyorlar !
..her alay sancağı geçtikçe yolun iki tarafındaki halkın bu mukaddes sancakları öpmeleri , ağlamaları hepimizi ağlatıyor. Hatta bizim sıhhiye bayrağını bile öpüyorlar
Yok yok , öleyim de düşman toprağına düşeyim. Ölürsem orada öleyim bari. Toprak altından olsun sevgili kardeşlerimi göreyim. O mukaddes Turan’ın iniltisini işiteyim
Sevgilisinden uzak aşıklar gibi boyunları burkulmuş Kafkas doruklarının eteklerinde , esaret zincirleri altında inleyen kardeşlerimi görmeden öleceğim
Harbe katılacağım. Belki arzu ettiğim ölüme kavuşacağım. Belki hatıram burada bitecek, kim bilir dağlar başında bin bir güçlükle yazdığım hatıracığımı kim alacak, ihtimal çürüyecek. Yok yok inşallah bir ele geçer de okunur. Ve benim gibi bedbaht bir askere acırlar
Savurduğum bombalarla küme küme , asırlık düşmanımı mahvettim, kahrettim. Yaşa ey mukaddes ellerim yaşa!
Muhterem babacığımın yediği altı kurşunun, gittiği ve çektiği iki esaretin , bilhassa doğduğum günden beri başımıza taktığı esaret zincirinin , aklım erdiği günden itibaren , yani on beş seneden beri boynumda açtığı yaraların intikamını kafi derecede aldım nasıl sevinmeyeyim ve yine nasıl bahtiyar olmayayım ki ?
Bu akşam da bir şey yemedim
Gece ki soğuk ve ayazı tarif etmek imkansız
Sert yakıcı bir soğuk başladı. Zavallı askerler. Kiminin sırtında hiçbir şey yok , kiminin ayağı çıplak . İnsanın ciğeri parçalanmaması imkansız. Allah yardımcımız olsun
Dört yüz kadar hane var. Muntazam bir köy, ahalisi hep Ermeni imiş. Rusya’ya firar etmişler
Başımıza gelecek felaketi bekleyerek ağlıyorum. Çünkü en ziyade korktuğum esarete düşüyoruz
Birinci bölük hareket, diye emir veriliyor, ortada asker görünmüyor. Karlar altından bir adam silkinip kalkıyor. Zavallıların altı kar , üstü kar. Ağlaya ağlaya , yedi buçukta hareket edildi
Bazı şehitler sırtüstü , kimisi dizüstü , boyunsuz düşenlerin cesetleri çırılçıplak soyuluyor. Çizmesini birisi, kaput ceketini birisi
Kırk elli kadar gülle parladı. Saat üç , topçular yaralanmaya başladı bir er elinden yaralanmış geldi. Ağlıyor, pek çok ağlıyor Darıldım. Sardım gönderdim
Kar ağır ağır yağıyor, soğuk gitgide artıyor. Titriyorum, canım çıkıyor. Dizüstü oturmak şartıyla bin bela sabahı ettim
gelen kan gitgide artıyor. Merakımdan canım patlıyor, uyku uyuyamıyorum
bir iki damla kan geldi. Ağlıyorum. Fakat ne yazık ki elimden bir şey gelmiyor ve gelmeyecektir
Zavallı millet , zavallı askerler. Hallerine bakıp da ağlamamak için hayvan olmalı. Ağladım, çünkü benimde on tırnağıma kan dolduğu gibi , tabanlarımda yumurta gibi şişmiş
Of , ah , vah diyenin haddi hesabı yok. Ayağı kabarmayan , tırnakları kan kesmeyen hiçbir kimse kalmadı
Ufak sokağın birinde , bilek ve boğazından bıçakla yaralanmış bir yerli delikanlı , yuvarlanıp ah vah ederek bağırıyor..
Ciğerim cayır cayır yanıyor, öyle yattım
Kahvemi nasıl içtim bilemiyorum. Doya doya bağ ve bahçelere baktım. Buraları bir daha ya görürüm ya göremem, içimden bir elveda çektim
Bırak ki bu köylülerin de ne ahlakta adam oldukları meçhul. Dün buraya gelirken, iki beyaz sakallı geldi. Hacı Baba’nın elleri arkasında geriye gönderildiği görüldü. Suçlarını sorduk, düşmana kılavuzluk olduğunu söylediler. Yüzlerine tükürüp geçtik. Böylesi köylülere her ne yapılsa hakkıdır, fakat insan yine de acıyor.
Önceki gün gelip de harbe giren Bayburt Fırkası harpte düşmana pek çok kayıp verdirmiş. Zaten baba herifler, harbe girerken ne can asker oldukları anlaşılıyordu. Hatta arkada kalan mekkarecileri, harbe girmek için, zabit ve çavuşlarıyla bayağı kavga ettiler. Doğrusu bizim mekkareciler gibi. Halbuki bizim fırkada günde sekiz on er, kazayla kendi kendilerini vuruyor. Cephane gidecek denildi mi hayvanın karnının altına gizleniyorlar. Harp hattının arkasında saklanan hesabı yok. Bizden yarım saat, bir saat daha geride ise tak tak! silah sesleri geliyor ki firar edenleri vuruyorlar.
9 Teşrinisani [22 Kasım] Pazar. Dışarı çıktım, köyün haline baktım. Dört yüz kadar hane var. Muntazam bir köy, ahalisi hep ermeni imiş, Rusya’ya firar etmişler. Buğday, un, patates pek bol. Çoktan beri aç olan askerler etrafa dağıldılar. Sürekli yiyorlar. Bulgur, turşu, mercimek, peynir, yağ bulanlar da var. Saman altına gömülen bohçalarla eşya çıkıyor. Köy kilisesi ağzına kadar buğdayla dolu. Bu karmaşa içinde Mehmetçiğin biri kilisenin çan kulesine çıkmış çan çalıyor. Saat beşe doğru fırka kumandanı geldi, askerin umrunda bile değil. Herkes bildiğine gidiyor.Kimi ekmek pişiriyor, kimi buğday kavurmak, bulgur haşlamak, patates pişirmek ile meşgul. Değil fırka kumandanı, Sultan Reşat gelse umurlarında değil. Ben ise boş durmadım, bizim Sıhhiye Bölüğü’nü yağmaya çıkarttım. Bir çuval odun, bir o kadar bulgur, yarım çuval patates, doktorun hayvanı için bir parça arpa, bir iki okka yağ, soğan bulmuşlar geldiler.
Karşımızdaki düşman süvarisi layıkıyla keşif vazifesini yapıyor. Bizim ise harp sahasında bir kolordusu süvarimiz var ki bunun dörtte üçü, yağma yapmaktan başka bir işe yaramayan Hamidiye Alaylarıdır. Bir gün olsun bir keşif, bir baskın, bir takip yapmadılar. Bu vazifelerin hepsi zavallı piyade yükleniyor, bilhassa bizim kolorduya.
Bizim önceki gün çekildiğimiz Komasor Köyü’nü düşman süvarisi işgal etmiş, ekmek pişirmek, yemek yemekle meşgul. Dağınık askerlerden üç yüz kadarının kimisini kesmişler, bazılarını esir almışlar, bizim Öğretmen Osman’da bunlar arasında. Öldüyse Allah rahmet, kaldıysa selamet ihsan eyleye. Bu hale bir taraftan acıyorum, bir taraftan da öyle boku bokuna, kadıncasına düşman boğazlanana oh diyorum. Çünkü bir köye girildi mi, düşmanın köye geldiğini görseler bile yerlerinden kalkmıyorlar. Döv söv, hep vız geliyor. Taburu nereye giderse gitsin umurunda bile değil.
Erkenden başlayan top, tüfek sesleri Aras suyunun her iki tarafında çınlıyor. Köy harap bir halde. Kur’an-ı Kerim sayfalarının yollarda ayak altlarında bulunmasından , boynu buruk gibi hazin görünen cami-i şerifine hayvan çekilmesinden, götürülemeyen sığır ve koyunların süngülenip şimdi ise yemyeşil olup kötü kötü kokmalarından, Rus ordusunda bizden firar eden birçok ermeniler olduğunu anlıyoruz.
1.Bölük kumandanı Resul ile mülazımı Mustafa bugün pek kudurmuşlar. Tekmelerle sopalarla hatta düzenli üzengilerle sabahtan akşama kadar dövmelerinden başka ana avrat küfürler kusuyorlar. Dünyada tahammül edilemeyecek bir hal, fakat ne yapsınlar zavallılar. Taburumuzda bu iki zabitten başkasında küfür etmek filan yok. Bununla birlikte, askerlerde de acayip bir haldir gidiyor. Küçük bir meseleden dolayı birbirlerine ana avrat, sakal bıyık, deyyus, pezevenk gibi küfürler ediyorlar. Acaba ümitsizlikten mi ileri gidiyor diyelim?
Beraberce alarak yanımızdaki köyün mektebinde bulunan ve bu civarda toplanmış olan, firar ede ede mevcudu 38.000 kişiden 7.000 kişiye inen Hamidiye Aşiret Alaylarının kumandanı Kaymakam Hacı Hamdi Bey’in yanına götürdü. Gayet teknik bilgi sahibi, zeki, faal bir kişi. Maalesef başındaki güruhla bir iş görmesi imkansız. Bir bölükte nizamiyeleri var. Hamidiyeler zabit falan tanımıyorlar, içlerinde kendi şeyhlerinden 5-10 adamın emri ile hareket ediyorlar. Hepsi cahil, düşmanı her nerede görürlerse isterse beş bin metreden yaylım ateşi yapıyorlar. Düşman yaklaşınca kaçıyorlar. Sonra, girdikleri köylerde ne bulurlarsa kesip alıp yiyorlar. Kısacası her türlü günah bunlar için mübah.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir