Jodi Picoult kitaplarından Small Great Things kitap alıntıları sizlerle…
Small Great Things Kitap Alıntıları
Sence ırkçılığın yeryüzünden silindiği günü görecek miyiz?
Hayır, çünkü bunun için beyazların eşitlik fikrini benimsemesi gerek. Kim, bile isteye, kendini ayrıcalıklı kılan bir sistemi yıkmayı seçer ki?
Mağdur olmayanlar da mağdurların öfkesini duymadıkça adalet yerini bulamaz
.
Fotoğraflar hakkında sevdiğim şey bu :
Bir zamanlar kalp atışı için bile olsa her şeyin mükemmel olduğunun kanıtı.
Beynimizde, psikolojik olarak her şeyin suçunu iyi tanımadığımız insanlara atmamıza yol açan bölümle yabancılara şefkat duymamızı sağlayan bölüm aynı. Evet, Naziler, Yahudileri günah keçisi ilan edip onları yok olmanın eşiğine getirdi. Ama dünyanın öbür ucunda oldukları halde Yahudilere para, erzak ve yardım gönderen diğerlerini buna yönelten de yine zihindeki aynı doku parçasıydı.
Sizin gibi düşünmüyor diye, birinin fikrini değiştirmeye çalışmaktan daha bencilce bir şeyin olamayacağını anlatıyorum. Bir şeyin sırf farklı olması, ona saygısızlık etmenin gerekçesi olamaz.
Sence ırkçılığın yeryüzünden silindiği günü görecek miyiz?
Hayır, çünkü bunun için beyazların eşitlik fikrini benimsemesi gerek. Kim, bile isteye, kendini ayrıcalıklı kılan bir sistemi yıkmayı seçer ki?
İlişki her zaman kusursuz değildir, her zaman hoş da olmayabilir. Ama saygıya dayandığından, sarsılmazdır.
Kölelik ne demek biliyor musun?
Birinin, başka birinin sahibi olması.
Evcil hayvan gibi mi?
Evcil hayvan gibi ama ondan da farklı.
İşte köle buna denir: Yapacağı şeyleri ya da ona yapılan şeyleri seçemeyen insan.
Gurur meşum bir canavardır; yüreğinizin bir köşesinde uyur ve tam sessizliğe ihtiyacınız olduğu anda kükreyiverir.
Avukatım konuşmaya devam ediyor. Şahsen ten rengine dikkat bile etmem, diyor. Önemli olan tek ırk insan ırkı, değil mi?
Benim tam yirmi yılım, kadınların – görünüşlerinden değil bedenlerinin dayanabildiği şeylerden dolayı – ne kadar da güzel olduklarını izleyerek geçti.
Destek beklediğin insanların seni yüz üstü bırakması berbat bir şeydir.
Adisa, benim sinirlerimi zar zor zapt ettiğimi görmüş olmalı ki uzanıp elimi tutuyor. Ruth, diyor şefkatle. Arkadaşların sana sırt çevirebilir. Ama kız kardeşliğin iyi tarafı nedir biliyor musun? Ebediyen sürmesi.
Valla bugünlerde senin gibiler pek bulunmuyor, dedi Mitchum. Onur denen şeyin nesli tükenmek üzere sanıyordum.
Sakin ol oğlum. Hiçbirimiz ebeveynlerimizi seçemeyiz. Önemli olan, onlardan çıkarabildiklerimizle yaptığımız seçimlerdir.
Bugün bolca basmakalıp söz dinledim: O artık daha iyi bir yerde; şehit oldu; zaman tüm yaraları sarar. Ölümün yasına dair hiç kimsenin söylemediği şey ise, orada ne kadar kimsesiz olduğun. Başka kim matemde olursa olsun, sen kendi küçük hücrendesin. İnsanlar seni teselli etmeye çabalasa bile, artık onlarla aranda, başına gelen o dehşet verici şeyin yarattığı, seni onlardan yalıtan bir bariyer olduğunu biliyorsun.
Bebekler nasıl da tertemiz bir sayfadır. Onlar bu dünyaya, ebeveynlerinin edindiği fikirler, dinlerinin sunduğu vaatler ya da insanları hoşlandıkları ve hoşlanmadıkları şeklinde gruplandırma kabiliyetiyle gelmezler. Bu dünyaya geldiklerinde, aslında rahat etme ihtiyacı dışında hiçbir şeyleri yoktur. Ve bıraksanız bu ihtiyacı, kim olduğuna bakmaksızın herkesten karşılarlar.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Yavrum, dedi annem, siyah bir kız için istemek kolay bir şey değil. Onlara siyah bir kız olmadığını, Ruth Brooks olduğunu göstermek zorundasın. Sonra elimi sıkıca kavradı. Payına düşen tüm güzel şeylere erişeceksin: Birilerine el açarak ya da deri renginden dolayı değil. Hak ettiğin için.
“Mağdur olmayanlar da mağdurların öfkesini duymadıkça adalet yerini bulamaz ”
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
“Bir gün, güvenilir diye düşündüğün insanların, aslında yanıltıcı birer suretten ibaret olduklarını görüveriyorsun”
Piyano tuşları siyah beyazdır ama zihnimizde rengârenk yankılar bırakır.
Ama bu gezegendeki ırkçıları tek tek toplayıp bir uzay gemisiyle Mars’a postalasak dahi ırkçılık var olmayı sürdürürdü. Çünkü ırkçılık sırf bir nefret meselesi değildir. Biz öyle düşünmesek de ön yargılar hepimizde mevcut. Çünkü ırkçılık aynı zamanda bir tahakküm meselesidir. Ve o tahakkümden kimin faydalandığı.
Söylemen gereken şeyi söyleyebilmek, sonunda hapsi boylamana yol açacak olsa bile, buna değer mi?
Mağdur olmayanlar da mağdurların öfkesini duymadıkça adalet yerini bulamaz
Benjamin Franklin
Mağdur olmayanlar da mağdurların öfkesini duymadıkça adalet yerini bulamaz.
Benjamin Franklin
Bir gün çocuksuz kalsan da onu sonsuza dek yanında taşımaya devam ediyorsun..
Size adaletin renk körü olduğunu söyleyen bir kamu avukatı, koca bir yalan söylüyordur.
Kamu avukatları iki türlüdür: Dünyayı kurtarabileceklerine inananlar ve bunun mümkün olmadığını bal gibi bilenler. Bir fark yaratabileceklerine inanan romantik hukuk fakültesi mezunları birinci gruptadır. İkinciler ise sistemde çalışma tecrübesi olan ve sorunların bizlerin ya da temsil ettiğimiz müvekkillerin boyunu kat kat aştığını bilenlerimizdir.
bir krizin ortasındaysanız, zaman yapış yapıştır. o bataklıkta öyle yavaş yüzersiniz ki geçen her korkunç an, bir ilk mi yoksa tekrar mı anlayamazsınız.
sorun şu, sen istediğin kadar roma’da romalılar gibi davran, bu, imparatorun seni sarayına kabul edeceği anlamına gelmiyor.
eğer basmakalıp bir örnek olarak görülmek istemiyorsan, basmakalıp bir örnek olmamakla işe başlamalısın.
ama ben bunu şöyle anlıyorum: o marsık o gece araba sürmeye kalkışmasaydı, ağabeyim ölmeyecekti.
şimdilik bebeğim kusursuz. ama dünyaya geldiği andan itibaren lekelenmeye mahkum olacak.
eğer bu adam çok feci bir şey olduğu gerçeğini kabul etmeseydi -ve daha da kötüsü kendini de böyle bir şeyin hiç olmadığına inandırsaydı- içinde bir gedik açılacaktı. başta minicik de olsa bu gedik gitgide büyüyecek, büyüyecekti; ta ki bir gün ansızın içinin bomboş kaldığını farkedene dek.
Ne yorucu değil mi? Aslında onların beklediğinden daha iyi biri olduğunu kanıtlamak için var gücünle çalışmak.
Değer verdiğimiz insanları kaybetmemiz, kalanlar için şükretmemizi sağlıyor.
Mağdur olmayanlar da mağdurların öfkesini duymadıkça adalet yerini bulmaz.
-B. Franklin
İstedikleri şey tam da bu: Senin kendinden şüphe etmen. Sana saygıdeğer olmadığını düşündürebildikleri sürece, boyunduruklarından çıkamıyorsun.
Mağdur olmayanlar da mağdurların öfkesini duymadıkça adalet yerini bulmaz.
-B. Franklin
Piyano tuşları siyah beyazdır ama zihnimizde rengarenk yankılar bırakır
Çünkü yalnızca önünde uzanan patikayı görebildiğinde yolun tehlikelerine kafayı takmazsın
Yeryüzünün en yalnız yaratığı,yirmi yılı aşkın süre kendine eş arayıp duran ama sesi diğer balinalarınkinden çok farklı olduğundan hiçbirinden karşılık alamayan bir balinadır
Mağdur olmayanlar da mağdurların öfkesini duymadıkça adalet yerini bulamaz. (Benjamin Franklin)
Dünyanın bir yapboz olduğunu ve sizin oraya aykırı bir parça olduğunuzu düşünsenize! Hayatta kalmanız için tek çare kendinizi sakatlamak, köşelerinizi törpüleyip zımparalayarak, kendinizi oraya yerleşebilecek şekle sokmak olsaydı?
Bunun yerine yapbozu değiştirmeyi neden başaramadık?
Çirkin haakikati öğrenmeyip o yokmuş gibi davranmak mı daha iyi yoksa
bu bilgi ebediyen size yük olacak olsa bile onunla yüzleşmek mi?
“Hayır, sorun şu, sen istediğin kadar Roma’da Romalılar gibi
davran, bu, imparatorun seni sarayına kabul edeceği anlamına gelmiyor.”
Önemli olan tek ırk, insan ırkı, değil mi?
çünkü yalnızca önünde uzanan patikayı görebildiğinde yolun tehlikelerine kafanı takmazsın.
Piyano tuşları siyah beyazdır ama
zihnimizde rengârenk yankılar bırakır.
Kaideleri sorgulamak için kaç istisna gerekir?
Hedefin savaşı kazanmaksa bir muharebeyi kaybetmekte sakınca yok.
O bebeğe dokunmamam istenmişti. Ama ben, başımı belaya sokabileceğini bilmeme rağmen, bunu yaptım. Ve yine de yetmedi.
Ruth diyor şefkatle. Arkadaşların sana sırt çevirebilir. Ama kız kardeşliğin iyi tarafı nedir biliyor musun? Ebediyen sürmesi.
çünkü biliyordum ki kimi zaman insanlar konuştuklarında, bunu önemli bir sözleri olduğundan yapmıyorlardı. Birinin onları dinlemesine delice ihtiyaç duyduklarından yapıyorlardı.
Hemşireler, hayatın her şeye rağmen yaşanması gerektiğini çoğu insandan iyi bilir. İyi gün de vardır kötü gün de. Sizi hep hatırlayan hasta da vardır, unutmaya can atan da..
Ölümün yasına dair hiç kimsenin söylemediği şey ise, orada ne kadar kimsesiz olduğun. Başka kim matemde olursa olsun, sen kendi küçük hücrendesin. İnsanlar seni teselli etmeye çabalasa bile, artık onlarla aranda, başına gelen o dehşet verici şeyin yarattığı, seni onlardan yalıtan bir bariyer olduğunu biliyorsun.
Bir krizin ortasındaysanız, zaman yapış yapıştır. O bataklıktaöyle yavaş yüzersiniz ki geçen her korkunç an, bir ilk mi yoksa tekrar mı anlayamazsınız.
Bebekler nasıl da tertemiz birer sayfadır. Onlar bu dünyaya, ebeveynlerinin edindiği fikirler, dinlerinin sunduğu vaatler ya da insanları hoşlandıkları ve hoşlanmadıkları şeklinde gruplandırma kabiliyetiyle gelmezler. Bu dünyaya geldiklerinde, aslında rahat etme ihtiyacı dışında hiçbir şeyleri yoktur. Ve bırakırsanız bu ihtiyacı, kim olduğuna bakmaksızın herkesten karşılarlar.
Benim oğlum değil o, dedi. O o şey
Bu dünyada fazla kalmayacak. O yüzden, siz en iyisi hayat boyu ona vermek için biriktirdiğiniz sevgiyi şimdi tümden verin gitsin.
Ölüm, doğum koğuşlarının tahmin ettiğinizden çok daha sıkı bir müdavimidir.
Neredeyse bir ay erken doğduğu halde, oğlanın durumu iyiydi. Tabii ki o zamanlar bunları bilmiyordum. Tek bildiğim, Manhattan’da karlı bir günde bir insanın ilk anlarını görmüş olduğumdu. Şu dünyada henz hiç kimse ya da hiçbir şey onu hayal kırıklığına uğratmamışken ben, o bebeğin yanındaydım.
Bu hikayeyi insanlara anlattığımda, uzun yıllar önceki o fırtına sırasında gerçekleşen mucizenin bir bebeğin doğumu olduğunu zannediyorlar. Doğru, olağanüstü bir şeydi. Ama ben o gün çok daha büyük bir mucizeye tanık oldum. Christina benim elimi, Bayan Mina Mama’nın elini tutarken, öyle bir an geldi ki -tek bir nabız, tek bir nefesle – eğitimdeki, paradaki ve deri rengindeki tüm o farklılıklar, çöldeki seraplar gibi buharlaşıp uçuverdi. Orada herkes eşitti ve yalnızca bir kadın başka bir kadına yardım ediyordu. İşte o mucizeyi tekrar görebilmek için, otuz dokuz yılımı harcadım.
Sevgili kardeşler, kimseden öç almayın, bunu Tanrı’nın gazabına bırakın. Zira Tanrı, kutsal kitapta şöyle buyurur: “Öç hakkı benimdir, cezayı ben veririm.”
Sence ırkçılığın yeryüzünden silindiği günü görecek miyiz?
Gurur meşum bir canavardır; yüreğinizin bir köşesinde uyur ve tam sessizliğe ihtiyacınız olduğu anda kükreyiverir.
“İslam’da bir çocuğun kulağına çalınan ilk sözcüklerin dua olmasını isteriz.
bazı duygular vardır, anlatmak için asla doğru sözcükleri bulamayız.
Her bebek, doğduğunda güzeldir.
Onları çirkin yapan, bizim tasavvurlarımızda.
Güçlükle başımı biraz kaldırdığımda jüri kürsüsünde de birkaç kadının gözyaşlarını kuruladığını görüyorum. Ama benim gözümde akacak yaş kalmadı. Ben başkalarının gözyaşlarında boğuluyorum.
Bilirsiniz, hepimiz yaparız bunu. Zamanın nasıl akıp gittiğini fark etmemek için kafamızı başka şeylere veririz. İşimize gömülürüz. Domates fidelerimizi küften korumakla uğraşırız. Benzin depolarımızı ve metro kartlarımızı doldurup bakkal alışverişimizi yapar, böylelikle her geçen haftayı birbirinden farksız kılarız. Bir gün bir de bakarsınız, bebeğiniz yetişkin olmuş. Aynaya bakıp saçınıza aklar düştüğünü görürsünüz. Geriye, şimdiye dek yaşadığınızdan daha kısa bir ömrünüz kaldığını. Ve içinizden şöyle dersiniz: Nasıl böyle çabuk geçti? İlk içkimi içtiğim gün, onun altını bezlediğim günler, gençlik günlerim daha dün gibi.
Ve bu gerçek kafanıza dank ettiğinde, hesaplamaya başlarsınız. Ne kadar vaktim kalmıştır acaba? O kısacık aralığa daha ne kadar şey sığdırabilirim?
Sanırım bazılarımız bu farkındalıkla yolunu çiziyor. Tibet seyahatine çıkıyor, heykel yontmayı öğreniyor, yamaç paraşütü yapıyor. Sona çok yaklaştığını görmezden gelmeye çalışıyor.
Kimimiz ise sadece benzin depomuzu ve metro kartımızı doldurmak ve market alışverişini yapmakla yetiniyoruz, çünkü yalnızca önünde uzanan patikayı görebildiğinde yolun tehlikelerine kafanı takmazsın.
Kimimiz asla öğrenmez.
Kimimiz erken öğrenir.
S.371
“Demek ki öfke yenilebilir bir enerji kaynağıymış .”
“Bazı şeyler yüzleşmekle değiştirilemeyebilir .
Ama hiçbir şeyi yüzleşmeden değiştiremezsiniz.”
“Piyano tuşları siyah beyazdır ama zihnimizde rengarenk yankılar bırakır.(M.Mena)