İçeriğe geç

Türk Modernleşmesi Kitap Alıntıları – Şerif Mardin

Şerif Mardin kitaplarından Türk Modernleşmesi kitap alıntıları sizlerle…

Türk Modernleşmesi Kitap Alıntıları

Sevdiği sarışın kadına esmer birini öven bir dörtlük yollayarak yaptığı gülünç yanlıştır.
Osmanlı Kanun-i Esası’si, Jön Türk devrimiyle 1908’de yeniden yürürlüğe kondu. Komitacı bir cemiyet olarak harekete gecen Jön Türkler, Osmanlı Meclis-i Mebusan’ı ikinci kez yıldıktan hemen sonra örgütlerini siyasî bir partiye dönüştürdüler. Bu fırka, diktatoryal eğilimler sergilemeye başlayınca. Türkiye’de ilk muhalif partinin (Fedakâran-ı Millet Fırkası) meydan okumasına maruz kaldı. İttihat ve Terakki
Fırkası’nın tenkisi bir hoşgörüsüzlük örneğiydi. Muhalif fırka, devlete ihanetle suçlanmıştı. Sonraları, sanıklar temize çıkarıldıkları zaman, bunun, sucu muhalefete yüklemek için
İttihat ve Terakki’nin giriştiği bir komplo olduğu açığa çıkmıştı.Bu görüntü, diğer muhalefet partilerine karşı da tekrarlanmıştı. İttihat ve Terakki sonunda sıkıyönetim ilanıyla ve seçimleri yenilemeyi reddetmekle, kendi diktatörlüğünü kurmuş oldu.
1876’da Abdülaziz’in tahttan indirilmesiyle Osmanlı İm- paratorluğunda ilk defa bir anayasanın yazılması ve bir par- lamentolu rejimin kurulması için çalışmalara başlandı. Ana- yasanın hazırlamşında Namık Kemal versiyonu ve Midhat Paşa versiyonu gibi iki ayrı akım olduğu sanılmaktadır. Parlamento 19 Mart 1877’de açıldı ve 13 Şubat 1878’de II. Abdülhamid tarafından dağıtıldı. Birçok yazar bundan son- raki yıllan istibdat sözcüğü ile nitelendirmekle yetinmiştir. Aksine, II. Abdülhamid devri, 1839’dan beri yapılan değişik- liklerin bir odak noktasında toplandığı bir devirdir. Çağdaş Türk edebiyatının temelleri o devirde atılmıştır ve Jön Türk- ler her ne kadar Abdülhamid’e karşı başkaldırmışlarsa da Batı hakkındaki fikirlerini Tanzimat’ın devamı olan Osmanlı topluluğunda kazanmışlardır. Padişah, Süleyman Paşa’nın askerî okullar konusundaki çalışmalarını devam ettirmiş ve 1880’den itibaren bu konuda Alman askerî müşavirlerini kullanmıştır. Zamanında askerî rüştiyeler (ortaokullar) yatı- lı hale getirilmiş, buna askerî idadiler (liseler) ilave edilmiş, Harb Okulu’nun programı geliştirilmiştir.
Batılılaşmış züppeler serimizde birinci olan Felâtun
Bey’in yaratıcısının Ahmed Midhat Efendi olması muhtemel
bir rastlantı değildir.
Türk kültürünü konu alan tarihçilerin belirttiği gibi, bu
yazarlar en çok iki sorunun üzerinde durdular; kadının toplumdaki yeri ve üst sınıf erkeklerin Batılılaşması. Bu iki çıkış noktasının seçilmiş olması yukarıda adı geçen sosyal bilimciler evet üzerinde durulacak özel bir davranış olarak nitelendirilmiştir. Oysa, şüphesiz, bu iki alan, Osmanlı kültürüne göre en yüce , gizil değer yapısına göre ise en duyarlı
olanlarıdır ve bundan dolayı XIX. yüzyıl yazarlarımızca bilinçli veya bilinçsiz- tercih edilmiştir.
Toplumların eğitim, teknoloji, siyaset, hukuk, iktisat, sa-
nat veya dine ilişkin sorunlarını çözdükleri kendilerine özgü
yola, o toplumun kültürü denir.
Osmanlı İmparatorluğunda başlayıp Cumhuriyet Türki-
yesizde yeni boyutlar kazanan, Batı Avrupa’nın toplumsal
ve fikirsel bileşimini erişilmesi gereken bir hedef olarak gören yaklaşım. Bu görüş bazen ılımlı bir biçimde ortaya çıkmışbazen çok köktenci -geleneksel kültür öğelerimizi eleşti-renvearşısına çıkan- boyutlar kazanmıştır. Ancak, sözcüğün kendisi daha çok Batı’yı her hususta örnek almak isteyenlerin yaklaşımını adlandırmak için kullanılmıştır.
Türkiye’de ise eğitim bu niteliksel ekseni hiç işlenmemiştir. Eğitim kurumu yaratmak, Bilgi aktarmaya yarayacak metrekareyi en yüksek düzeye çıkarmak la bir sayılmaktadır. Böylece eğitim kurumları, dökülen beton hacmi bakımından çok başarılı, yetişme yi yaratan olanakları açısından son derece başarısız sayılmalıdır.
İzdiham kelimesi artık her gün karşılaştığımız ve normal telakki ettiğimiz bir vaziyeti tasvir etmektedir. Sokakta, plajda, lokantalarda ve sinemalarda dirsek dirseğe oturmaya, eğlenmeye ve yemek yemeye kendimizi alıştırmak mecburiyetindeyiz. Sınai merkezler, insanın yaşadığı muhiti ve insanlara verilen imkanları daha da daraltmıştır. Sardalya kutusu misali odalarda yaşayan, ancak büyük müesseselerinin gayri şahsi emirlerine tabi olan insan bu gibi bir vaziyette yavaş yavaş ferdiyetini kaybedip kendini kütlenin bir cüzü hissetmeye başlamaktadır.
Osmanlı kavramından Türk’e doğru olan bu değişme sadece Vefik paşa ile sınırlı değildir. İmparatorluktaki bütün milliyetlere hitap edebilecek birOsmanlıcılık yaratmadaki başarısızlık yavaş yavaş hissedilmeye başlıyordu. Rüzgarın esmekte olduğu yönün bir göstergesi,1875’te yayınlanan Cevdet paşa gramerinin gözden geçirilmiş yeni baskısının artık Kavaid-i Osmaniye diye değil de Kavaid-i Türkiye diye adlandırılması gerçeği idi.
Klasik Osmanlı siyasi teorisinde din ve devletin birbirinin ikizleri olarak tasvir edildiği, şüphesiz bunlardan devletin daha fazla eşit olduğu görülebilir.
Millenarisizm: Tüm insanların mutlu olacağı bir tarihsel dönemin geleceğine olan inanç
Yasaklara rağmen milliyetçilik adını verdiğimiz akımın başlangıçları da II. Abdülhamit devrinde ortaya çıkmıştır. Padişahın her türlü milliyetçiliğin aleyhtarı olduğu şeklindeki fikir doğru değildir.
(Osmanlı’da)Zenginleşme olanakları en çok olan memurların hiçbir zaman fazla malları birikemezdi. Çünkü bunlar -prensip itibariyle- mücevherleri ile birlikte sahipleri öldüğü zaman devlete kalırdı.
Osmanlı tipi zenginlik, koruma için kalabalık bir mahiyetin toplanmasına, fakat kişisel fazlalık konusunda belirli sınırları dayanırdı.
İdeoloji varolan bir sosyal yapıyı devam ettirmeye veya yenisini yaratmaya yarayan bir fikir yapısıdır.
Osmanlı devleti, krallık mülkleri, eyaletler, imtiyazlı şehirler ve topluluklar, üniversiteler ve yüksek rütbeli memur grupları gibi Batıda var olan hükmi grupların gelişmesine katiyen izin vermedi. Bu yüzden, Batı Avrupa sosyal yapısının bir bölümü Osmanlı devletinde bulunmamaktaydı.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Ortadoğu ülkelerinden daha fazla kurumsallaşma gösteren ve bu ülkenin bir dizi kendi kendisini sınamadan başarıyla çıkmasına imkan veren Türk tarihinde halkçı, eşitlikçi, demokratik bir nesil sürekli var olmuştur.
Şeyhlerin ve dervişlerin kazandığı itibar, birçoklarına çıkar yolu olmuştur. Kendilerine şeyh ve derviş süsü veren bir takım açıkgözler, özellikle saf kadınların inançlarını sömürürler .
Osmanlı devleti, krallık mülkleri, eyaletler, imtiyazlı şehirler ve topluluklar, üniversiteler ve yüksek rütbeli memur grupları gibi Batıda var olan hükmi grupların gelişmesine katiyen izin vermedi. Bu yüzden, Batı Avrupa sosyal yapısının bir bölümü Osmanlı devletinde bulunmamaktaydı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir