İçeriğe geç

Lizbon Kuşatmasının Tarihi Kitap Alıntıları – José Saramago

José Saramago kitaplarından Lizbon Kuşatmasının Tarihi kitap alıntıları sizlerle…

Lizbon Kuşatmasının Tarihi Kitap Alıntıları

Namuslu olmak ahlaksızlık etmek kadar kolay değildir, ama isteyen mutlaka bir yolunu bulur.
ben senin özünü sevdim.
seni arıyormuşum.
Oraya geldiğimde de beni beklemeye devam etmelisiniz, ben de sizi bekleyeceğim, ama ne zaman varacağımızı henüz ikimiz de bilmiyoruz. Bekleyeceğim.
Yüzümü görmüyorsunuz ama şuanda gülümsüyorum.
Kaçan sizsiniz, kendi kendinizden saklanıyorsunuz, halihazırda bildiğiniz şeyi size söylememi ister misin?
beynim benim her şeyimi bilir, bense onun hiçbir şeyini bilmem.
düşünen insan: yalnızca düşündüğü şeyi bilir, neden düşündüğünü bilmez.
hani bazen olur ya; ortada belli bir sebep olmamasına rağmen bazı insanlardan hoşlanmayız, başkaları ne kadar aramızı yapmaya çalışsa da aldırmayız. Sevmiyorum yahu, sevmiyorum işte, diye kestirip atarız.
Ne yaptım da hak ettim, Tanrım böyle olağanüstü bir şevkati?
kitaplara alışıktı, kitaplarda her şey doğallıkla akıp giderdi.
düşünce denen şey; hızlıdır, arkasında kalırsak çok geçmeden izini kaybederiz, biz daha uçmayı icat etmemişken o yıldızlara ulaşıverir.
İkimiz de birbirimizin ne bildiğini biliyoruz, öyleyse ikimiz de susalım.
bilgimin arttığını fark ettikçe aslında pek bir şey bilmediğimi anlayacağım.
Hava da tıpkı talih gibi değişken.
kendilerine sunulan yaşamı doya doya yaşamayanların hayatın kısalığından yakınmaya hakkı yoktur.
Yine de o gün gelene kadar kitaplar burda, tirreşen bir galaksi gibi, içlerindeki sözcüklerse; boşlukta uçuşan toz zerrecikleri sanki.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Bilmeyen sormlalıdır, sorma tevazusu göstermelidir.
yazamayan, çizer ya da resim yapar; çocuklar gibi yani.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
hayata ait olmayan her şey edebiyata aittir, tarih de öyle.
İnsan bir şey diyip, başka bir şey kastedebilir.
Her geçen gün beraberinde neşe ve üzüntü getirir.
Gün gelir, insanın kendi hatalarını temelden düzeltmesi gerekir.
yaşamın en ilginç yönleri hep farklılıklarda saklıdır.
Hakikate ulaşamadıkça hakikati düzeltemeyeceksin. Düzeltemediğin müddetçe de ona ulaşamayacaksın.
Sırf bir dakikadan uzun diye bir seneye daha fazla şey sığacak değil ya, dakika ayrı sene ayrı, önemli olan bardağın hacmi değil, içine ne koyduğumuz, kaldı ki bazen taşıp ziyan da olabilir.
( ) her sözcüğün bir büyücü çırağı gibi tehlikeli olduğunu günbegün tekrar tekrar gözlemlesek bile hiçbir uyarı fayda etmez.
( ) tecrübeyle sabit olduğu üzere sarayın rahatlığından dışarı adım atmayanlar sanatta da, yaşamda da ileri gidemezler.
Kendilerine sunulan yaşamı doya doya yaşamayanların hayatın kısalığından yakınmaya hakkı yoktur.
Aslında tarih boyunca, diye açıklayalım ki öğrenmeyen kalmasın, müezzinler körler arasından seçilirmiş, insancıl bir iş bulma politikası ya da fizyolojik açıdan uygun olmaları nedeniyle değil, minarelerin tepesinden görünen avluların ve terasların mahremini çiğneyemesinler diye.
Aslında resim zaten edebiyatın fırça ile yapılmış halidir, Umarım insanlığın çizmeye yazmaktan çok daha önce başladığını unutmuyorsundur, Atalarımız ne demiş, köpeğin bulunmadığı yerde ava kediyle çıkılır, diğer bir deyişle, yazamayan çizer, ya da resim yapar, çocuklar gibi yani.
( ) size Apelles ile ayakkabı ustasının şu meşhur hikâyesini anlatacaklardır, hikâyeye göre ressamın bir çizimindeki sandaletin kusurlarına dikkat çeken usta, ressamın hatasını düzelttiğini görünce resimdeki dizin anatomisindeki kusurlara değinmeye yeltenince, Apelles de bu noktada adamın münasebetsizliğine öfkelenip Usta usta, sandaldan yukarı çıkma, çizmeyi aşma diyerek tarihe geçmiş.
Ne kadar uzun yaşarsa yaşasın bir daha asla böyle bir an yaşanmayacak, kadın bu eve ve bu odaya defalarca dönse dahi
Aşk arada hiçbir engel kalmadığında ortaya çıkacak, aşk kuşatmanın sonu.
Kader daha uzun bir kuluçka dönemi bahşetseydi belki bu sözcük diğer sayfalara da yayılacaktı, okuyucuların gözüne görünmeyen, sağlam zannettiğimiz mobilyaları içeriden kemirip içi boş bir kabuğa çeviren tahtakuruları gibi.
Kavgasız ulaşılan barış kanla elde edilenden daha değerlidir.
Yazamayan çizer, ya da resim yapar, çocuklar gibi yani, o halde edebiyat daha doğmadan önce mevcuttur diyorsun.
İsraf eden fakir kalır, demiş sevgili anne ve babalarımız, gerçi bu müthiş bilgi sayesinde zengin olabilmiş de değiller.
Kendilerine sunulan yaşamı doya doya yaşamayanların hayatın kısalığından yakınmaya hakkı yoktur.
Ancak insanın kendini unutmaktan alıkoyanın mı roman olduğu, yoksa unutmanın imkânsız oluşunun mu insanı roman yazmaya ittiği konusunda henüz bir fikir birliği bulunmamaktadır.
Bize öğretilip durulan dersler yüzünden hakikat can çekişir.
Nasıl iyilik amaçlı mucizeler varsa kötülük amaçlı mucizeler de vardır, örneğin Kutsal Kitap’taki uçurumdan atlayan bahtsız domuzları ele alalım, İyi Yürekli İsa içine şeytan girmiş adamdan çıkarttığı şer ruhları onların bedenlerine sokmuştur, bunun sonucunda masum hayvancağızlar, yalnızca onlar, şehit olmuştur.
Zaman böyledir, ruhumuz bile duymadan akar gider.
Düzeltmenlerin günlük yaşamını gözünüzde canlandırın efendim, aynı kitabı bir, iki, üç, ya da dört, hatta beş kez okumak nasıl bir trajedidir, hele de, Kitapların çoğu bir kez okumayı bile hak etmiyorsa.
Vahiy yumurtlamış gibi olacağım ama, yaşamın en ilginç yönleri hep farklılıklarda saklıdır.
Hakikate ulaşmadıkça hakikati düzeltemeyeceksin.
Düzeltmediğin müddetçe de ona ulaşamayacaksın.
Yine de pes etme.
Öğütler Kitabı’ndan
Her roman böyledir, ümitsizlikten, geçmişte kalmış bir şeyi edebiyen yitip gitmesin diye kurtarmaya çalışmaktan ibarettir. Ancak insanın kendini unutmaktan alıkoyanın mı roman olduğu, yoksa unutmanın imkansız oluşunun mu insanı roman yazmaya ittiği konusunda henüz bir fikir birliği bulunmamaktadır
‘Sözcükler, efendim, etrafımızdalar, havadalar, her isteyen öğrenebilir onları.’
‘Duyup da anlayamadığımız sözleri anlamış olsak yaşamlarımız değişir miydi, asla bilemeyeceğiz.’
‘İnsan geçmişte verdiğini gelecekte de verebilmelidir. Bugün gül verirken yarın çöl vermek olmaz.’
‘Kavgasız ulaşılan barış kanla elde edilenden daha değerlidir.’
‘Düşünen insan yalnızca düşündüğü şeyi bilir, neden düşündüğünü bilmez, doğduğumuzdan beri düşünüp dursak da ilk düşünceniz hangisiydi bilemeyiz, oysa diğer bütün düşüncelerimiz onu takip etti ve sonuçta bugüne geldik. Düşünce nehrimizin kaynağına tırmanma sürecimiz aslında nihai yaşamöykümüzdür, belki de bu tırmanışlardan birinde kendimizi bugünde buluruz.’
‘Hep böyledir zaten, ne olsa suçu tanrılara atarız, oysa her şeyi uyduran ve yaratan bizizdir, bu ve başka günahları bağışlayan da.’
‘Neticede, diye düşündü, zamanla her şeyin beyazladığı söylenebilir, ve hayallere daldı. Son demlerini yaşayan dünya canlandı gözlerinde, rüzgar tükenen ömrü Kocaman beyaz bir kafa gibi sürükleyip götürüyor, geriye sadece rüzgar ve beyazlık kalıyordu.’
‘Kitaplara alışıktı, kitaplarda her şey doğallıkla akıp giderdi, olayların başka türlü gerçekleşmesi mümkün olmadığından değil, gayet mümkündü, yazının her türlüsü, iyi kötü fark etmez, er ya da geç, mutlaka kristalleşerek değişmez hale geldiğinden, ancak bunun nasıl, ne zaman ve kim tarafından yapıldığı bilinmez.’
‘Bir devir biter öbürü başlar ve en son kaybedilen şey umuttur. Maalesef biz de umudumuzu kaybetmeye başlayabiliriz, zira evrensel mutluluğun tesis edilmesine kalan süre astronomik boyutlarda, şimdiki neslinse o kadar yaşayası yok, düpedüz hevesi kırılmış.’
‘Yaşamım hakkında ne biliyorsunuz ki, hiçbir şey bilmiyorum, bu eyleminizden başka. Öyleyse yaşadığım diğer her şeyin önemsiz olduğu kanısına varmamalısınız.’
‘Tek yapmaları gereken sözcükleri değiştirmektir, bu yarı-tanrılara şüpheyle bakanlar unutmamalıdır ki dünya da insan da böyle ortaya çıkmıştır, sözcüklerle, bazı sözcükler yerine başkalarını kullanarak, dünyayı diğer türlü değil de böyle yapan budur işte. Ol, demiş Tanrı, ve hemencecik oluvermiş.’
‘O gün gelene kadar kitaplar burada, titreşen bir galaksi gibi, içlerindeki sözcüklerse boşlukta uçuşan kozmik toz zerreleri sanki, kendilerine bir anlam yükleyecek ya da kendilerinde yeni bir anlam arayacak gözleri beklemeyeler, çünkü nasıl evrene dair birçok açıklama mevcutsa herkese edebiyen değişmez görülme bir cümle de aniden başka bir yoruma, kendi hatasının delili olan gizli bir çelişkiye kapı açabilir.’
‘Hata yapmak, demiş âlim, insana mahsustur, yani söyleneni kelimesi kelimesine yorumlamak hata sayılmazsa, hata yapmayan insan, insan değildir.’
‘Çünkü insanlar yazmaya, ya da düzeltmeye başladığından beri tarih karanlık olmaktan çıkmıştır.’
‘Öyle deme, elimden geleni yapıyorum, insan elinden geleni yapıyorsa, yeterlidir. Yazarlar yazdıklarını sürekli düzeltirler, hayatta tatmin olmayız, zaten başka türlüsü de düşünülmez, ne de olsa kusursuzluk yalnızca gökkubbenin hükümdarına mahsustur.’
‘Çok yazık, bunca çaba insanın beklentisini artırıyor, benzerlik yanılgısıyla yetinelim, ama aslını isterseniz efendim, vahiy yumurtlamış gibi olacağım ama, yaşamın en ilginç yönleri hep farklılıklarda saklıdır.’
‘Hakikate ulaşmadıkça hakikati düzeltemeyeceksin. Düzeltemediğin müddetçe de ona ulaşamayacaksın. Yine de pes etme.’
Gönülden her şey beklenir, çelişkilerden ahenk bile bulunur bazen.
Duyup ta anlayamadığımız sözleri anlamış olsak yaşamlarımız değişir miydi, asla bilemeyeceğiz.
Köpeğin havlamayanından, erkeğin konuşmayanından korkacaksın.
Yazılı sözcüklerin tınısı ve sesi yoktur.
Görmüyorum çünkü görmezlikten gelebiliyorum
Kadınlar böyledir işte, hepsi kendini kahin ya da falcı zanneder ama sonunda kendileri de sürekli dalga geçip aptallıklarına göz yumdukları alelade erkekler gibi hatalar yaparlar.
Parmaklar farklı renklere dokununca farklı titreşimler mi hissederler hiç bilemiyoruz.
Dünya dünya olalı zamanın hiç donduğu görülmemiştir.
Herkes kendi söyledi ile yetinse üstüne bir de cevap beklemese, hatta arzulamasa dünya daha güzel bir yer olurdu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir