İçeriğe geç

Filistin Şiiri Kitap Alıntıları – Kolektif

Kolektif kitaplarından Filistin Şiiri kitap alıntıları sizlerle…

Filistin Şiiri Kitap Alıntıları

zafer bir gün gelecek elbet
bir gün zafer elbet gelecek…
Kolum onun sesidir
Yüreğimse barınağı
Sessiz ve kararlı
Yaşar dallarında tüm ağaçların
Yaşar raflarında kitaplığın…
Filistin çöllerinde açan ak çiçeklerin
Ellerindeki kırmızı gülle, gözlerindeki güneşle
Bizi bırakma sakın…
Sarar dört yanımı gece
Görünce elime kalem kağıt aldığımı
İsterim sana dökmek içimi
Bir yanımda resmin senin
Bir yanımda kederli anamın Kur’anı Kerim’i…
Dünyanın tüm sevdaları için
Gözbebeklerinde bütün türküler
Canlanır Filistin’deki vadilerim için
Kıyılarım için, bulutlarım için…
Gözlerinin türküsünü mü çağırırım, ne dersin?
Elbette türküsünü çağırırım gözlerinin…
Hepimizin tek bir isteği var:
Vatanın bir küçük parçası elinizde
Sıkı durun üstünde, sıkı durun
Tüm vatanı çaldıkları gibi
Çalmasınlar onu da…
Sizlersiniz bağlı olan toprağa
Sizlersiniz dayanan
Acıların bütün yüküne
Sizlersiniz çalışanlar karınca gibi sessiz sedasız
Allah güçlü kollarınızı
Her daim kutsal kıla!
Bedeldir sizin bir konuşmanız
Tam donatımlı orduya…
Avuçlarımızda yeni amaçlar taşıyoruz
Gözbebeklerimizde dualar sunuyoruz
Gül kokusunun umuduyla donanmış istekle:
Işık ver bize, aydınlık ver
Zifiri karanlıkları yarıp geçecek bir ışık ver
Parlak soluğuyla hepimizi
Yücelere fırlatacak bir aydınlık…
İsterim sana dökmek içimi
Sermek düşlerimi önüne.
Ve sen…
Bir şiirdin sen
Kocaman bir şiir;
Yüreğimin derinliklerinde çarpan…
Ölümün hiç mi hiç yenemeyeceği toprak; Filistin…
Güller ve çiçeklerle
Eksiksiz tüm aşkımla bekliyorum
Ben toprak, ben ay ışığı
Ben çeşme, ben lale…
Susamış tarlalarla, yollarla ve bağlarla
Ve yemyeşil binbir şiirle
Taşı yaprağa çeviren şiirlerle
Bekliyorum seni…
Bir gün eğer
yürüdüğüm yollarda gelirsem
kayalarla, dikenlerle burun buruna
belki başım düşer
ama yankım
devam eder senin yoluna…
Ey benim gül fidanım
Bağlı kaldım sana, canımdan çok…
Bağlı kaldım sözümüze
Sözümüz söz…
Biz eritiriz taşları
Yanınca içimiz
Bir şairden başka birşey değildim;
Allah’tan medet uman…
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Kendi öykümü bir yazabilsem
Güvercin ışığıyla, güvercin kanadıyla
Yazabilsem bir…
Rüzgarın bağrında
Yemyeşil dağlar gibi…
Acılara zincirlere boyun eğmeyen
Işık gibi
Sözcük gibi…
Ve insanların yürekleri üstüne
Ve benim yüreğimin üstüne
Çocuklar düşüyordu
Yağmur gibi Filistin’de
İsteriz güçsüzleri
Koruyasınız güllelerden
Koruyasınız
Yara almasın hiçbir canlı…
Ey sağ kalanlar!
Bu çağrı sizedir
Bu çağrı herkese
Uyumayın diyoruz
Toprağın üstünde yaşamak isterseniz eğer, toprağın altında değil,
Gözünüzü dört açın, diyoruz
Güneş burda kurtlarla, balçıklarla sıvalı
Ölümün yaşı kadar yaşımız bizim…
Ey ana,
Ölürüz iki kez:
Bir kez hayatta
Bir kez ölümde
Bilir misin gözlerimi yaşla dolduran ne?
Bir gün hasta düşersem
Yıkılırsa birgün vücudum acılarla
Ne dersin, saklar mı gece
Buralara sığınmış bir insanın anısını…
Ne dersin, anar mı gece…
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Nerden başlamalı
Söylenmiş sözlere, söylenecek sözlere
Ey yanardağ çiçeği
Ey damarımdaki yürek
Gözlerinde görürüm
Doğuşunu geleceğin…
Yürürüm bacaklarım yok
Konuşurum dilim yok
Görürüm gözlerim yok
Ey ana, çocuğuyum acıların…
Ölümün ve doğumun Filistin’i
Taşıdım seni defterlerimde
şiirlerimin ateşi gibi…
Düşlerin Filistin’i ve acıların…
Sözcüklerin ve sessizliğin Filistin’i
ve çığlıkların…
Kurutuyorum;
bir göz yaşı mendiliyle
kardeşlerimin çığlığını
dua et, toprak yeşersin…
Seni yalçın dağlarda gördüm
Buğday başaklarında…
Sen benim bahçemdin…
Ve bütün tuzlarında denizin…
En dondurucu kış kadar soğuk gözler gibiydi dünya
ve hep çöl, ve hep çöl ve hep çöl…
Ötesinde acıların, gecelerin
Derinlere saplandığım
Kandiller yanar ışığınla
Geceler dönüşür sabaha

Sözlerin, güvercin gibi…
bir yitik köyde
adsız yollarda unutulmuş
Tarlalarda ter döker insanları
Taş ocaklarında ter döker
Özlüyor insanlar
İnsan gibi yaşamayı…
Sabırlıyım
Öfkeyle kaynayan topraklara
Salmışım köklerimi…
Çağlardan çok uzaklara bağlı
Bu çocuklar
yoğuracaklar
kendi hamurlarını
bir gün, kendileri…
hamur tahtasında, özgürlüğün…
Ben böyle ölürüm.
Ayakta.
Ağaçlar gibi.
ÖLMEYEN

Ölüyorum umut içinde.
Ölüyorum yangın içinde.
Ölüyorum asılarak.
Boğazım sıkılarak.

Demiyorum ama bir kez
aşkımız öldü.

Aşkımız ölmez.

Benim mezarım, ey ana,
benim mezarım belli değil.
Her yerde yaşayanım ben.
Yürürüm, bacaklarım yok.
Konuşurum, dilim yok.
Görürüm, gözlerim yok.
Ben her yerde yaşayanım.
Bu yüzyılın tanrısıyım ben.
ey ana
çocuğuyum
acıların.
En dondurucu kış kadar soğuk gözler gibiydi dünya,
doluydu portakal kabuklarıyla ellerimiz.
Ve hep çöl, ve hep çöl, ve hep çöldü ardım.
Nerden başlamalı
söylenmiş sözlere, söylenecek sözlere?
Yüreğinin ortasında
bir karanfil buldular
ve ay ışığı.
Sokak ortasında,
taşların üstünde,
köpek gibi bırakılmıştı.
Cebinde bir kibrit kutusu buldular,
bir yolculuk izni,
ve sımsıcak ellerinde
bir iki resim.
Anası geldi öptü.
Sonra ağladı.
Sonra hep ağladı,
hep ağladı,
hep ağladı.
Yaban otları yetişti gözlerinde
Gölgeler çoğaldı.
Ağabeyi,
delikanlıyken gitmişti
iş aramaya
tüm pazarlarında kentin.
Yakaladılar onu.
Yolculuk izni yoktu.
Çürümüş bavullarını taşıyordu
daracık sokaklar arasında.
Böyle battı ay ışığı,
böyle öldü.
Ey köyümün yavruları!
Koşuyorduk annemle ben. Peşimizde ölüm ve kan.
Öleceğim, biliyorum.
Öleceğimi bile bile
savaşacağım bu savaşta.

Öleceğimi bile bile.

Bir habercik alabildin mi onlardan,
gidenlerden bir habercik?
Onlar burda yaşamıştılar,
burda yaşamış, burda düş görmüştüler,
burda gelecek günleri hazırlamıştılar.
O düşler şimdi nerdeler?
Gelecek günler şimdi nerdeler?
Onlar nerdeler?
Onlar nerdeler?
Aşıyoruz cehennemden kıyılarını
kanlı çırağılarla aydınlanan gecenin.
Ardımızdan zaferin erişmesi gerek.
Zafer bir gün gelecek elbet.
Bir gün zafer elbet gelecek.
***

Hey gidi, dili tutulmuş kentim benim!

***

Ta beşikten mezara dek
ışık saçarım.
Dedelerimin beşiğinden
torunlarımın mezarına dek
yalım yalım
yanarım.
Ben karıncalar gibiyim,
gücünü hiç bir vakit yitirmeyen.
Sınırsız, uçsuz bucaksızdır soluğum,
uzar gider
ta sonsuza dek.
Ağır ağır.
Kibrit değilim ben,
tek bir kez ışıldayıp
hemen sönen.
Ben benzerim
büyücülerin uçurttuğu
alevlere.
Bir gün eğer
yürüdüğüm yollarda gelirsem
kayalarla, dikenlerle burun buruna,
belki başım düşer,
ama yankım devam eder yoluna.
Sinirlerimiz buzlar içinde ama
yüreklerimiz cehennemler gibi.
Biz.
eritiriz taşları
yanınca içimiz.
Bu gece hiçbir sözcük yeşermez
hiçbir sözcük çiçek açmaz bu gece.
Hey gidi, dili tutulmuş kentim benim!
Ve yemyeşil bin bir şiirle
taşı yaprağa çeviren şiirlerle
bekliyorum.
Nerdeydiniz, vicdanlar,
kendimi yitirdiğim gün?
İnsanın ne değeri olabilir,
evsiz barksız,
yersiz yurtsuz,
bayraksız,
ne değeri?
Yaramın üstünde yürümeyi öğretti
bana celladın bıçağı.
Haçın gölgesinde çiçekler biter mi baba?
Bülbüller şakır mı haçın gölgesinde?
Yirmi yaşında bir delikanlıyım,
bir düşün, yirmi yaşında,
bütün delikanlılar gibi.
Of anam, of,
hayatı sırtlamışım,
taşırım bütün insanların taşıdığı yükü,
çalışırım bir lokantada,
tabakları yıkarım,
kahve hazırlarım müşterilere.
Kederli yüzümü çıkarır,
takarım güler yüzümü,
kaçmasın diye rahatları.
Kim açtı ateş arklarını içimde,
kim açtı, kim açtı, kim?
Kim götürdü benden barış güvercinini Kızılhaç’ın bayrakları altında?
Haçın gölgesinde çiçekler biter mi, baba?
Bülbüller şakır mı haçın gölgesinde?
Neden dinamitlediler öyleyse ufacık evimizi?
Neden güneşi düşlersin, baba, gün batarken?
Neden gel dersin, el edersin bana,
ne zaman pasta, kuru üzüm çekse içim,
gel dersin, el edersin bana
Kızılhaç dükkânlarında.
Yemedim ekmeğimi, ey ana.
düşmanlar doydu.
Etimi didikleyecekler yarın
kargaları kara ormanların.
Ama ekmek ve Küba
kalacak
özgür Kübalılara.
Sakının hey
kayaları döve döve şarkımı koparan şimşekten!
Benim gençliğin yüreği!
Benim beyaz kanatlı atlı!
Benim yıkan putları!
Kartalları tepeleyen şiirleri benim eken tüm sınırlarına Suriye’nin!
Zalim düşmana bağırdım, ey Filistin, senin adına:
«Ölürsem, ey böcekler, vücudumu didik didik edin!»
Karınca yumurtasından kartal çıkmaz hiç bir vakit, yalnız yılan çıkar zehirli yılanlardan!
Ben barbarların atlarını iyi bilirim.
Bir ben dururum onların karşısında, bir ben, gençliğin yüreğiyim her daim, yüreğiyim beyaz kanatlı atlıların.
En dondurucu kış kadar soğuk gözler gibiydi dünya,
doluydu portakal kabuklarıyla ellerimiz.
Ve hep çöl, ve hep çöl, ve hep çöldü ardım.
Nefret etmem insanlardan
saldırmam hiç kimseye.
Ama aç korlarsa beni,
korlarsa çırılçıplak,
yerim etini beni soyanın,
hem de yerim çiğ çiğ.
Açlığımı kolla benim
ve öfkemi.

Damarıma basma.

Atalarımın üzüm bağlarını sen aldın elimden,
çocuklarımla ektiğim toprağı
sen aldın.
Bıraktın bu taşları
bize, çocuklarımıza.
Alacakmışsınız
elimizden bu taşları da,
doğru mu?
Özlüyor insanlar
insan gibi yaşamayı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir