İçeriğe geç

Büyük Grev Kitap Alıntıları – Aziz Nesin

Aziz Nesin kitaplarından Büyük Grev kitap alıntıları sizlerle…

Büyük Grev Kitap Alıntıları

“Bana göre en büyük alçaklık, karşısındakilerin doğruluğuna ve yiğitliğine güvenerek kötülük yapmaktır.”
Yaşamayı hak etmeye çalıştığım gibi, ölümü de hak etmek istiyorum. Bu hakkı bana tanı! Çünkü, bu sonsuz güzellikler açan güzelim dünyaya, ben de gücümce güzellikler katmaya çalıştım. Bir güzel ada, atlasta görünmeyecek denli küçük diye, yok sayabilir mi? Benim katkım da atlasta görünmeyecek denli küçücük olsa da, var.
Ne mi yaptım? Ortaçağ simyacıları, taşı altına çeviremedi. Ama ben bir simyacıyım, gözyaşlarımı gülmeceye çevirerek dünyaya sundum.
Saygıyla gel ölüm, bekliyorum.
Yaşamlarından ençok yakınanlar, onu hiç değiştirmek istemeyenlerdir…

(Hızır Aleyhisselam Görevinden Neden İstifa Etti)

Her insan bir başkasının yerinde olmak istiyor ve bunun için de Tanrıya yalvarıp yakarıyordu.

(Hızır Aleyhisselam Görevinden Neden İstifa Etti)

Kahramanlar ilk savaşlarında ölmeyen, son savaşlarından da sağ çıkamayanlardır.

(Son Konuğuma Mektup)

Bunca yıl durmaksızın karşı karşıya savaşmış iki savaşçıyız.
Üstelik benim savaşım, seninkinden çok daha yüceydi.
Çünkü sen, sonunda nasıl olsa utkunun senden yana olacağını biliyordun.
Oysa ben sonunda nasıl olsa yenik düşeceğimi biliyordum.
Yenileceğimi bile bile, ama hiç yenilmeyecekmişim gibi, beni yenecek olanın üstüne üstüne varmadım mı?
Bir an olsun korktum mu, ya da kaçmayı düşündüm mü?
Birazcık daha yaşayabilmek için, birazcık daha iyi yaşayabilmek için, bunca güzel yeryüzü uğruna bile sana bir kıpı ödün verdim mi?
Yaşamayı hakketmeye çalıştığım gibi ölümü de hakketmek istiyorum.
bu hakkı bana tanı!
Çünkü, bu sonsuz güzellikler açan güzelim dünyaya, ben de gücümce güzellikler katmaya çalıştım.
Bir güzel ada, atlasa görünmeyecek denli küçük diye, yok sayılabilir mi?
Benim katkım da atlasta görünmeyecek denli küçücük olsa da, var.
Ne mi yaptım?
Ortaçağ simyacıları, taşı altına çeviremedi.
Ama ben bir simyacıyım, gözyaşlarımı gülmeceye çevirerek dünyaya sundum.
Saygıyla gel ölüm, bekliyorum
Söyleyin pliiz, ne bok yiyeceğiiiz?
Çok pahalı ödedim inanmanın bedelini.
-İşçi sınıfına hizmet eder misiniz ?
İşte yanıtları:
-Maaş kaç ?..
Nedir işçimizin çilesi ! Bir yandan sermaye sömürüsü ,bir yandan kurtarıcı diye sarıldıkları bu asalaklar..
yağma düzenini ayakta tutmaya çalışan ,yolsuzlukların ,cinayetlerin ,bilim ve özgürlük düşmanlarının yeri belli : Para babalarının yanı onların kiralık katili veya kalemşörü olmak olmak fark etmez.
Çok pahalı ödedim inanmanın bedelini.
Tanrı,
Biz onlar kendileri olarak yarattık . Yaşamlarından en çok yakınanlar ,onu hiç değiştirmek istemeyenlerdir
-Seni üstlerin cennete sokmayacak !
“Tarihten ders almayı bırakınız , coğrafyadan bile ders almıyoruz .”
Şimdi, dilersen en beklemediğim zaman gel. Beni hiç şaşırtmayacaksın; çünkü hep aklımdasın, beynimde bir kıymık gibi
Tarih eğer, çıkarılan sonuçlarla bugüne ışık tutmuyorsa, tarih olmaz. Tıpkı, gece karanlığını aydınlatan projektör gibi tarih de önümüzü aydınlatmalıdır.
Ambarlar mambarlar, depolar mepolar, ardiyeler mardiyeler, bodrumlar modrumlar, malla dolup dolup taşıyordu. Ulusal değer yok oluyor, insanın vicdanı sızlıyordu.
Uzmanlar bulmuşlardı bu mal yığılmasının adını:
O Marks denilen sakallı bela,
Artı üretim diyordu buna.
Artı üretim mi? Aman o sakallı belanın bir sözü daha vardı, neydi o buna benzer? Hah, artı değer Aman artı değer sözü etmeyin de, olsun artı üretim, razıyım ona ben.
Kral Midas gibi tuttuğu altın oluyordu büyük iş adamının. Ve korkuyordu çiş etmeye bu yüzden. Her tuttuğu altın olan Kral Midas nasıl altınlar içinde sıkışıp kalır ölürse, büyük iş adamı artı üretim içinde boğulup kalacaktı.
Başkası olarak yaşamaktansa ,insanın kendisi olarak ölmesi yeğdir
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Arif oldur ki, leb demeden leblebiyi anlar.Hödük ise oldur ki ,sen,bayram haftası desen ,O, mangal tahtası,anlar . Biz söyleriz . Gerisi sizin izanınıza kalmıştır
Her neyse
Bu toprak neleri örtmez ki.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Tanrı,
Biz onları kendileri olarak yarattık. Yaşamlarından ençok yakınanlar, onu hiç değiştirmek istemeyenlerdir. Buyurdu.
Bu işçinin ağır sövgülerini okur okumaz, bir şaşılası duygusallığa kapılıp, birden, üç kez linç edilerek öldürülmekten kılpayı kurtuluşumu anımsadım: Beyaz Saray’da, Eminönü Halkevi’nde, Adana’da Hele o Adana’daki beşbin kişinin iki günde üç kez saatlerce bağırdıktan sonra üstüme saldırışları, en öndeki saldırganların,
– Kelime-i şahadet getir! diye bağırmaları.
Niçindi bütün bunlar? Yine işçilerin kendi çıkarlarını daha iyi hesaplamaları, daha da bilinçlenmeleri için; “Büyük Grev adlı bir öykü yazdım diye, iki işçinin bana “Kaça satıldın? Kaç para aldın da bu öyküyü yazdın?” diye sormaları için miydi?
Zamandan korkmayan yazarım. Çünkü, bugüne dek zaman, yüzümü hiç kara çıkarmadı. Zaman, benim en büyük yandaşım, işbirlikçim oldu ve zaman beni hiç utandırmadı.
Ortaçağ simyacıları, taşı altına çeviremedi. Ama ben bir simyacıyım, gözyaşlarımı gülmeceye çevirerek dünyaya sundum. Saygıyla gel ölüm, bekliyorum.
Ölümde bir tatlılık var mıdır? Niye olmasın? Ölümsüz bir yaşam ne denli sıkıcı olurdu, bir de bunu düşünün. Ölüm olmasa, doğum da olmazdı ki! İnsanlar sonsuza dek hep aynı çevrede, hep aynı kişilerin içinde, hep aynı belirli bir çizgide yaşar giderlerdi. Ne uygarlık ortaya çıkardı, ne sanat, ne edebiyat, ne bilim. Bütün bunları ölüme, ölüm denen gerçeğin varlığına borçluyuz!
Tarih eğer, çıkarılan sonuçlarla bugüne ışık tutmuyorsa, tarih olmaz. Tıpkı, gece karanlığını aydınlatan projektör gibi tarih de önümüzü aydınlatmalıdır.
Kentleri, en bitkel yerlerde kurup da doğayı köreltmeyeceksiniz. Yoksaaa, yollarınızdan geçilmez, sularınız içilmez, tozdan dumandan akla kara seçilmez, tarlalardan ürün biçilmez, pislikten kaçılmaz, hastalıktan gözleriniz açılmaz olur.
Evliliğimle yazımakinem, ikisi de aynı yaştadır. Birlikte satın aldığımız yazımakinemi her onartmaya götürüşümde karım bana,
-Bak, der, makine bile sana dayanamadı, ikidebir bozuluyor.
Makinenin bile dayanamadığı bir yazara bu kadın dayanmıştır. Karım haklıdır, çünkü karımdır
“Arif odur ki , leb demeden leblebiyi anlar . Hödük ise odur ki ,sen bayram haftası desen ,o mangal tahtası anlar . Biz söyleriz . Gerisi sizin izanınıza kalmıştır sayın bayanlar , baylar !!”
“Tarih eğer , çıkarılan sonuçlarla bugüne ışık tutmuyorsa ,tarih olmaz. Tıpkı ,gece karanlığını aydınlatan projektör gibi tarih de önümüzü aydınlatmalıdır .”
“Kahramanlar ilk savaşlarında ölmeyen,son savaşlarından da sağ çıkamayanlardır .”
“Bir öykü yazılıp yayınlandıktan sonra , ayrıca o öykünün açıklanması , öyküde ne denilmek istendiğinin anlatılması gerekmez ; gerekirse o öykü eksik ve kötü yazılmış demektir.”
“Dünyada her borç ödenir ancak bu gönül borcu denen borç hiçbir zaman ödenmez .”
“Her neyse
Bu toprak neleri örtmez ki .”
“Yaşamayı hak etmeye çalıştığım gibi , ölümü de hak etmek istiyorum .
Bu hakkı bana tanı ! Çünkü bu sonsuz güzellikler açan güzelim dünyaya , ben de gücümce güzellikler katmaya çalıştım .”
“Ne mi yaptım?
Ortaçağ simyacıları taşı altına çeviremedi . Ama ben bir simyacıyım , gözyaşlarımı gülmeceye çevirerek dünyaya sundum .”
“Bir güzel ada , atlasta görünmeyecek denli küçük diye , yok sayılabilir mi ? Benim katkım da atlasta görünmeyecek denli küçücük olsa da var .”
Başkası olarak yaşamaktansa,
insanın kendisi olarak ölmesi yeğdir.”
( ) sizi zamana havale ediyorum. Çünkü kılı kırk yararcasına yargılayan en büyük, en adaletli yargıç zamandır.
Söyleyin pliiiz, ne bok yiyeceğiiiz? .
Başkası olarak yaşamaktansa ,insanın kendisi olarak ölmesi yeğdir.
Düşün ki ben seni ,varlığımından beri beklemekteyim . Bunca zamandır beklenen bir konuğu yaraşır bir saygınlıkla gel !Sana olan saygım yitirme bana .
Başkası olarak yaşamaktansa ,insanın kendisi olarak ölmesi yeğdir.
Her neyse
Bu toprak neleri örtmez ki.
.
Söyleyin pliiiz, ne bok yiyeceğiiiz?
Ambarlar mambarlar, depolar mepolar, ardiyeler mardiyeler, bodrumlar modrumlar, malla dolup dolup taşıyordu. Ulusal değer yokoluyor, insanın vicdanı sızlıyordu.
Uzmanlar bulmuşlardı bu mal yığılmasının adını:
O Marks denilen sakallı bela,
Artı üretim diyordu buna.
Artı üretim mi? Aman o sakallı belanın bir sözü daha vardı, neydi o buna benzer? Hah, artı değer Aman artı değer sözü etmeyin de, olsun artı üretim, razıyım ona ben.
Kral Midas gibi tuttuğu altın oluyordu büyük işadamının. Ve korkuyordu çiş etmeye buyüzden. Her tuttuğu altın olan Kral Midas nasıl altınlar içinde sıkışıp kalır ölürse, büyük işadamı artı üretim içinde boğulup kalacaktı.
Hani bir zamanlar
fabrikalarda çok iş vardı ya,
o zaman işçiler canla başla
çalışıyorlardı günde üç vardiya
İşçiler çalışıyor ha çalışıyor,
fabrikalar mal üretiyordu
ve halkımız
bu malları hapurhupur
bu malları paldırküldür
bu malları takırtukur
hiç durmadan tüketiyordu.
Bu böylece yıllar yılı sürdü. Ama gel gör ki Nasıl rakı denilen meret, içilince, şişe içinde durduğu gibi durmazsa içenin içinde, bu sanayi denilen ve bu ticaret denilen iş de, bikez işleyip gelişmeye başlayınca, durmaz öyle olduğu gibi yerinde. Çünkü durunca ölür. Çünkü, boyuna büyüyecek, şişecek ki yaşayabilsin.
O çok zengin işadamının yüz üreten fabrikaları bin üretir oldu. Bin üretenler yüzbin üretti. Sanmayın ki yetti. Yüzbinken üretim, milyon üretti. Halk da, tüketti ha tüketti. İşadamının fabrika malları arttı da arttı. Ama sanmayın yetti. Milyon üreten fabrikalar yüzmilyon üretti. İşadamının malları arttı da arttı. Ama halk? Halka yetti. Halk tüketemedi, yetti. Halkın tüketimi, fabrikaların üretimine yetişemedi.
Eğer sen de insansan
bütün insanları seveceksin
kiii
kaniçici insan kardeşlerin,
kanını daha iyi emsin
Bir insan sevmesini bilirse, herşeyi sever.
Söyleyin pliiiz, ne bok yiyeceğiiiz? .

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir