İçeriğe geç

Harfler ve Notalar Kitap Alıntıları – Hasan Ali Toptaş

Hasan Ali Toptaş kitaplarından Harfler ve Notalar kitap alıntıları sizlerle…

Harfler ve Notalar Kitap Alıntıları

Ey hayat, bana kör noktamı aydınlatacak bol ışıklı dostlar ver, dedim.
Çok seviyorum hâkim bey..
Gerçek hayatta kayıtsız kaldığımız şeyleri sahnede görmek etkiler bizi..
Kusur bulmak oldukça kolaydır..
Gerçek hayatta kayıtsız kaldığımız şeyleri sahnede görmek etkiler bizi.
Oysa, bazı şeyleri saklamak, anlatma sanatının en eski özelliklerinden biridir.
“Çocukları küçük kurşunla öldürürler değil mi anne?”
“Kız öyle güzel ki, ben dönüp bakmasam bile gövdemin içinden iskeletim dönüp bakıyor,”
Hayatı boyunca hiç hikâye okumamıştır ama tam bir hikâye anlatıcısıdır annem.
İnsan gördüğü şeylerin toplamı kadar uyanık, görmediği şeylerin sonsuzluğu kadar uykudadır
..İz bırakmadan kayıp gittin; senin
rüyan neydi peki?”
ve
insanların dinlenmek için değil unutmak için
uyuduklarını düşünen
“Çocukları küçük kurşunla öldürürler değil mi anne?”
“Nerede değilsem orada iyi
olacakmışım gibi geliyor.”
(El Greko’ya Mektuplar)
“insan gördüğü şeylerin toplamı kadar uyanık, göremediği şeylerin sonsuzluğu
kadar uykuda”dır .
Hayat bir şekilde gurbetle anlam kazanırdı bir bakıma;
aşklar, dostluklar ve insanlar bir şekilde gurbetle sınanır, gurbetle olgunlaşırdı
“Okumak her zaman
azınlık içindi, her zaman da öyle olacak. Herkesten okuma arzusunda olmasını isteyemeyiz (J. Saramago)
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Her zaman için sezmek, bilmekten daha iyidir.
Sana yazmaktan değil, senin için yazmaktan korkarım. Başka bir ifadeyle, senin için yazmakla sana ve edebiyata en büyük kötülüğü edeceğimden korkarım.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Biliyoruz ki bazı sesler, bazı sahneler, bazı renkler ya da bazı cümleler insanın aklına mıh gibi çakılıp kalıyor.
İnsan gördüğü şeylerin toplamı kadar uyanık, görmediği şeylerin sonsuzluğu kadar uykudadır.
“Ne anlatıyorsun?” sorusu
Doğrusu, hiçbir şey anlatmamış olmayı çok isterdim.
Her şeyi ancak o zaman anlatmış olurdum çünkü.
Benim gözümde aklın bakışlarına esrarengiz
kapılar açan, bir suretinde bir çokluktur aynı zamanda
nar.
Hayatımızı hayal edilemeyecek kadar kolaylaştıran tuşların, butonların ve düğmelerin sayısı arttıkça, metrekareye düşen insan sıcaklığı da giderek azalıyor tabii,
Bir insan yüzünde birçok insan yüzü vardır.
Sana yazmaktan değil, senin için yazmaktan korkarım.
“Bizim evimizi bir eşeğe yüklesen götürür ama keyfimizi tren katarları götüremez”
“Ahmak aldatırmış dünyanın malı, çoğunu isteyen delidir deli”
“Bizim evimizi bir eşeğe yüklesen götürür
ama keyfimizi tren katarları götüremez”
“Hesaplanmış kusurda aklın izi, kusursuzluktakinden daha derindir.”
Rüzgârlar dediğim
rüzgârlar da rüzgârdı hani, estiler mi, hem dedemin
tütün kesesini havaya uçurur hem süt bakraçlarını
cambul cumbul devirir
“Hesaplanmış kusurda aklın izi,
kusursuzluktakinden daha derindir.”
“Ah Hasan’ım
ah, beşik ardı gurbet”
Artık kimse gurbete çıkmıyor, onun yerine A şehrinden kalkıp B şehrine gidiyor.
Zaten, seni olsa olsa sezerim ben, istesem de bilemem
Bir kitap ne başlar, ne biter; olsa olsa öyle görünür.
Hiç kuşkusuz zamanı ne kadar hesaplı kullanırsam kullanayım, birçok kitap kalacak öylece; asla okunamayacak. İşin kötüsü, okumam gerektiği halde okuyamadığım bazı kitapların adlarını ve yazarlarını bile öğrenemeyeceğim. Kör noktada kalacaklar çünkü, art arda yayımlanan binlerce kitabın arasında bir şekilde kaybolup gidecekler
Bir virgül için ölünen bir dünya düşlüyorum.
Sana yazmaktan değil, senin için yazmaktan korkarım.
Sana mektup yazmak bugüne kadar aklımın ucundan bile geçmemişti. Geçseydi ve daha önce oturup yazabilseydim, herhalde her iki satırdan birini senin için boş bırakırdım.
hikâye dediğimiz şey kelime kusarak değil, kelime yutarak yazılır
hikâye dediğimiz şey kelime kusarak değil, kelime yutarak yazılır
İnsanoğlunun damarlarında, fark edilsin ya da edilmesin, kan yerine hız dolaşıyor sanki. Her şey soluk soluğa, her şey harıl harıl, her şey vızır vızır Evler, ağaçlar, sokaklar, caddeler ve meydanlar sürekli hareket halinde; her şey yer değiştiriyor, biçim değiştiriyor ruh değiştiriyor. Kendini kendi rüzgarı ile körükleyen bir hız, hızla ele geçiriyor hayatı; ayrıntılarını silip hızla flulaştırıyor. Onu yavanlaştırıyor hatta, alıp uzaklaştırıyor ve günden güne insanın ruhuna ağırlık verecek kadar hafifletiyor.
Okumak her zaman azınlık içindi, her zaman da öyle olacak. Herkesten okuma arzusunda olmasını isteyemeyiz,”
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, Halit Ziya’nın, Oğuz Atay’ın, Bilge Karasu’nun ya da Yusuf Atılgan’ın metinlerine kulağımızı dayayıp dinlediğimizde, alttan alta akıp giden ya da tıkır tıkır işleyen bu tür müziği her daim işitiriz. En azından ben işitirim ve bana göre, adlarını andığım yazarların metinlerindeki müzik tesadüfün değil, böyle bir anlayışın ve hassasiyetin eseridir.
Zaten, bir cümle yazmak aynı zamanda beste yapmak değil midir?
Çocukları küçük kurşunla öldürürler değil mi anne ? sorusu da unutamadığım ve asla unutamayacağım cümlelerden biri.
Yalan, gerçeğin bizi ezebileceği korkusunun dile gelmesidir çoğu kez.
Kendi kendime, kim bilir, belki okur olmanın da yazar olmak kadar emek ve zaman gerektiren çileli bir şey olduğunu vurgulamak istemiştir, dedim.
Bizim evimizi bir eşeğe yüklesen götürür ama keyfimizi tren katarları götüremez..
Hiç kuşkusuz, zamanı ne kadar hesaplı kullanırsam kullanayım, birçok kitap kalacak öylece; asla okunamayacak ..
İnsan gördüğü şeylerin toplamı kadar uyanık, görmediği şeylerin sonsuzluğu kadar uykudadır.
Hayatımızı hayal edilemeyecek kadar kolaylaştıran tuşların, butonların ve düğmelerin sayısı arttıkça, metrekareye düşen insan sıcaklığı da giderek azalıyor
Aklımdaki geçmişin gölgesine oturup yüzümü geleceğe doğru dönerek onu değişik şekillere sokmayı, bu şekillerin arasından birini seçmeyi, seçtiğim şeklin üstünü öteki şekillerin tadından oluşan yumuşak bir sisle örtmeyi ve kelimeleri bu sisin altından çıkarıp tek tek güneşe tutmayı da arzu ediyorum aslında.
Bunları yaparken her şeyi, ama her şeyi unutup sadece yaptığım şeyin kendisine dönüşmeyi de arzu ediyorum hatta; dünya dediğimiz şu daracık genişliğe oradan, ruhunda bütün harflerin ruhunu taşıyan zamansız bir harf gibi bakmayı da arzu ediyorum.
Michel Cioran’ “Nasıl bir uçurum
kusursuzluğuna ulaşmışım ki düşecek yerim bile
kalmamış.”
Hayatımızı hayal edilemeyecek kadar kolaylaştıran tuşların, butonların ve düğmelerin sayısı arttıkça, metrekareye düşen insan sıcaklığı da giderek azalıyor
“Nerede değil­sem orada iyi olacakmışım gibi geliyor.”
İnsan gördüğü şeylerin toplamı kadar uyanık, görmediği şeylerin sonsuzluğu kadar uykudadır.
yazarken zaman zaman tuhaf bir suçluluk duygusuna kapılıyorsun. Senin, senden yaşlı olan yalnızlığına yalnızlıklar ekliyor bu suçluluk duygusu, çaresizliğine çaresizlikler, ıssızlığına ıssızlıklar ekliyor.
Acaba hiçbir şey anlatmamış olmak mümkün müdür? Doğrusu, hiçbir şey anlatmamış olmayı çok isterdim. Ancak her şeyi o zaman anlatmış olurdum çünkü.
Senin senden yaşlı olan yalnızlığına yalnızlıklar ekliyor bu suçluluk duygusu, çaresizliğine çaresizlikler, ıssızlığına ıssızlıklar ekliyor.
İçinde, dünya malını elinin tersiyle bir kenara iterek varlığını insan sevgisinin üzerine inşa eden uçsuz bucaksız bir aşiretin allı yeşilli renkleri ve sesleri vardı sanki.
Biri kalkıp, bunlar benim hikayelerim diyorsa, orada zınk diye durmak gerekir zaten; ötesine gitmemek, ayrıntılarını bilmemek, nedenini sormamak gerekir.
Ben yine de insanlardan fellik fellik kaçan, kırık kalpli bir gölge halinde yaşıyordum.
.. bütün soylu hikâyeler,
görünen içerikle gizli içeriğin toplamından oluşur.
Hesaplanmış kusurda aklın izi,
kusursuzluktakinden daha derindir.
Ne de olsa, hatıralar iki çay bardağı uzakta kalmıştı.
Hiç kuşkusuz, zamanı ne kadar hesaplı kullanırsam kullanayım, birçok kitap kalacak öylece; asla okunamayacak. İşin kötüsü, okumam gerektiği halde okuyamadığım kitapların adlarını ve yazarlarını bile öğrenemeyeceğim.
Çünkü, her zaman için sezmek, bilmekten daha iyidir.
Kader dediğimiz şey her defasında beni yaka paça tutar,ortalarda bir yere atardı.
Sana yazmaktan değil senin için yazmaktan korkarım.
Ben gene insanlardan fellik fellik kaçan kırık kalpli bir gölge halinde yaşıyordum.
Hikâye dediğimiz şey kelime kusarak değil, kelime yutarak yazılır.
Anlatıcı dediğimiz kimse, tâ kalubeladan beri, anlatacaklarının büyük bölümünü gizleyebildiği (dilaltı edebildiği) sürece kendini dinletebilmiştir.
Oysa, bazı şeyleri saklamak, anlatma sanatının en eski özelliklerinden biridir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir