İçeriğe geç

Ben De Bir İnsanım Kitap Alıntıları – Çetin Yetkin

Çetin Yetkin kitaplarından Ben De Bir İnsanım kitap alıntıları sizlerle…

Ben De Bir İnsanım Kitap Alıntıları

İşte bu koşullar altında kıvranan halkının sıkıntılarını doğrudan ondan dinlemek için yurt gezisine çıkacaktı Gazi. Yol boyunca dura dura, halkı dinleye dinleye 6 Mart 1930 günü Antalya’ya ulaşacak ve akşam üstü kaldığı evin bir odasına Hasan Rıza Soyak’la birlikte çekilecek, kapıyı kapatacak ve bir koltuğa yığılırcasına oturacak. Çok yorgun ve sinirli. Elleri titreyerek yakıyor sigarasını:

Bunalıyorum çocuk, büyük bir ıstırap içinde bunalıyorum! Görüyorsun ya, gittiğimiz her yerde mütemadiyen dert, şikayet dinliyoruz Her taraf derin bir yokluk, maddi, manevi bir perişanlık içinde Ferahlatıcı pek az şeye rastlıyoruz; memleketin hakiki durumu bu işte!.. Bunda bizim bir günahımız yoktur; uzun yıllar hatta asırlarca dünyanın gidişinden gafil, birtakım şuursuz idarecilerin elinde kalan bu cennet memleket; düşe düşe şu acınacak hâle düşmüş. Memurlarımız henüz istenilen seviyede ve kalitede değil; çoğu görgüsüz, kifayetsiz ve şaşkın Büyük istidatlara mâlik olan zavallı halkımız ise, kendisine mukaddes âkideler şeklinde telkin edilen bir sürü batıl görüş ve inanışların tesiri altında uyuşmuş, kalmış Bu arada beni en çok üzen şey nedir bilir misin? Halkımızın zihninde kökleştirilmiş olan, her şeyi başta bulunandan beklemek itiyadı İşte bu zihniyetle; herkes büyük bir tevekkül ve rehavet içinde, bütün iyilikleri bir şahıstan, yani şimdi benden istiyor, benden bekliyor; fakat nihayet ben de bir insanım be birader, kutsi bir kuvvetim yoktur ki Münasebet düştükçe daima tekrar ediyorum; bütün bu dertlerin, bütün bu ihtiyaçların giderilmesi, her şeyden evvel, pek başka şartlar altında yetişmiş; bilgili, geniş düşünceli, azim, feragat ve ihtisas sahibi adam meselesidir, sonra da zaman ve imkân meselesi Bu itibarla evvela kafaları ve vicdanları köhne, geri, uyuşturucu fikir ve inançlardan temizleyeceksin; işlerinin ehli, idealist ve enerjik insanlardan mürekkep, muntazam, her parçası yerli yerinde, modern bir devlet makinesi kuracaksın; sonra bu makine halkın başında ve halkla beraber durmadan çalışacak, maddi ve manevi her türlü istidat ve kaynaklarımızı faaliyete getirecek, işletecek, böylece memleket ileriye, refaha doğru yol alacak Başka çaremiz yoktur, ileri milletler seviyesine erişmek işini; bir yılda, beş yılda, hatta bir nesilde tamamlamak da imkânsızdır. Biz şimdi o yol üzerindeyiz; kafileyi hedefe doğru yürütmek için, beşer takatinin üstünde gayret sarf ediyoruz; başka ne yapabiliriz ki?..

Gazi, sözlerinin burasında duracaktı, gözleri dolmuştu, elleri titriyordu.Hasan Rıza’ya, – Kalk, bana bir kahve getirmelerini söyle de, gel diyecekti.

Hasan Rıza anlamıştı Gazi’nin gözlerinden yaşlar boşandığını kendisinin görmesini istemediğini.

Bunalıyorum çocuk, büyük bir ıstırap içinde bunalıyorum! Görüyorsun ya, gittiğimiz her yerde mütemadiyen dert, şikayet dinliyoruz Her taraf derin bir yokluk, maddi, manevi bir perişanlık içinde Ferahlatıcı pek az şeye rastlıyoruz; memleketin hakiki durumu bu işte!.. Bunda bizim bir günahımız yoktur; uzun yıllar hatta asırlarca dünyanın gidişinden gafil, birtakım şuursuz idarecilerin elinde kalan bu cennet memleket; düşe düşe şu acınacak hâle düşmüş. Memurlarımız henüz istenilen seviyede ve kalitede değil; çoğu görgüsüz, kifayetsiz ve şaşkın Büyük istidatlara mâlik olan zavallı halkımız ise, kendisine mukaddes âkideler şeklinde telkin edilen bir sürü batıl görüş ve inanışların tesiri altında uyuşmuş, kalmış Bu arada beni en çok üzen şey nedir bilir misin? Halkımızın zihninde kökleştirilmiş olan, her şeyi başta bulunandan beklemek itiyadı İşte bu zihniyetle; herkes büyük bir tevekkül ve rehavet içinde, bütün iyilikleri bir şahıstan, yani şimdi benden istiyor, benden bekliyor; fakat nihayet ben de bir insanım be birader, kutsi bir kuvvetim yoktur ki Münasebet düştükçe daima tekrar ediyorum; bütün bu dertlerin, bütün bu ihtiyaçların giderilmesi, her şeyden evvel, pek başka şartlar altında yetişmiş; bilgili, geniş düşünceli, azim, feragat ve ihtisas sahibi adam meselesidir, sonra da zaman ve imkân meselesi Bu itibarla evvela kafaları ve vicdanları köhne, geri, uyuşturucu fikir ve inançlardan temizleyeceksin; işlerinin ehli, idealist ve enerjik insanlardan mürekkep, muntazam, her parçası yerli yerinde, modern bir devlet makinesi kuracaksın; sonra bu makine halkın başında ve halkla beraber durmadan çalışacak, maddi ve manevi her türlü istidat ve kaynaklarımızı faaliyete getirecek, işletecek, böylece memleket ileriye, refaha doğru yol alacak Başka çaremiz yoktur, ileri milletler seviyesine erişmek işini; bir yılda, beş yılda, hatta bir nesilde tamamlamak da imkânsızdır. Biz şimdi o yol üzerindeyiz; kafileyi hedefe doğru yürütmek için, beşer takatinin üstünde gayret sarf ediyoruz; başka ne yapabiliriz ki?..
Bunalıyorum çocuk, büyük bir ıstırap içinde bunalıyorum!
Aklımızı yitirecek gibi olduğumuz günler Bir Abasıyanık öyküsünde geçer: Ölümden daha korkunç felaket olur mu diyeceksiniz. Olur. Felaketlerin en büyüğü akıldır. Onu yarım yamalak bile olsa, bulduktan sonra kaybetmek, ölümlerin içinde en dehşetlisidir.
Bunalıyorum çocuk, büyük bir ıstırap içinde bunalıyorum! Görüyorsun ya, gittiğimiz her yerde mütemadiyen dert, şikayet dinliyoruz Her taraf derin bir yokluk, maddi, manevi bir perişanlık içinde Ferahlatıcı pek az şeye rastlıyoruz; memleketin hakiki durumu bu işte!..Bunda bizim bir günahımız yoktur; uzun yıllar hatta asırlarca dünyanın gidişinden gafil, birtakım şuursuz idarecilerin elinde kalan bu cennet memleket; düşe düşe şu acınacak hale düşmüş. Memurlarımız henüz istenilen seviyede ve kalitede değil; çoğu görgüsüz, kifayetsiz ve şaşkın Büyük istidatlara malik olan zavallı halkımız ise kendisine mukaddes akideler halinde telkin edilen bir sürü batıl görüş ve inanışların tesiri altında uyuşmuş kalmış.
“Ne yapayım ki içmeğe mecburum; kafam çok ama beni mustarip edecek kadar çok ve hızlı çalışıyor; vakit vakit onu uyuşturup biraz dinlenmek ihtiyacını duyuyorum
“Ne yapayım ki içmeğe mecburum; kafam çok ama beni mustarip edecek kadar çok ve hızlı çalışıyor; vakit vakit onu uyuşturup biraz dinlenmek ihtiyacını duyuyorum
“Atatürk bizden biridir.”
“Sen belki ömründe sevmişsindir. Fakat hiç sevildin mi? Bundaki zevk hiçbir şeyde yok. Hele âşıkın Türk milleti olursa! ”

Bu yalnız adam, yalnızlığını halkı ile birlikteyken unutuyor, mutlu oluyordu.

“Ne yapayım ki içmeğe mecburum; kafam çok ama beni mustarip edecek kadar çok ve hızlı çalışıyor; vakit vakit onu uyuşturup biraz dinlenmek ihtiyacını duyuyorum
Ölüm de savaşın bir başka türlüsü! Beklenmedik bir anda, bir şarapnel parçası gibi en sevdiğini alıp götürüyor insanın Böyle olduğu halde, hayat çok kısa olduğu halde niçin birbirimizi sevmeyiz yeterince? Niçin birbirimizin aleyhinde bulunur, birbirimizi yemeğe çalışırız?

*S.Gökçen: s.64.

Osmanlı Paşalarından biri, Atatürk’le olan eski tanışıklığına dayanarak ona bir mektup göndermiş ve San Remo’da eski padişahı* gördüğünü, onun Atatürk’ten saygı ve övgüyle söz ettiğini, durumundan parasal yardıma gereksinmesi olduğunu sezdiğini yazmıştı. Atatürk mektubu genel sekreteri Hasan Rıza’ya okutturacaktı. Şimdi, Hasan Rıza Soyak’ın anılarından okuyoruz:
Mektubun okunması bitip de başını bana doğru çevirdiği zaman gözleri yaşarmış bulunuyordu . Pek müteessir olduğu her halinden belliydi

*Vahdettin

Ben onları af ederim,
Çünkü kalbim vardır.
Onlar beni af etmezler,
Çünkü kalbsizdirler!

*Falih Rıfkı Atay:Çankaya; s.532

Çocukluğumdan beri bir tabiatım vardır, oturduğum evde ne ana, ne kız kardeş, ne ahbapla bulunmaktan hoşlanmam. Ben, yalnız ve bağımsız olmayı, çocukluktan kurtulduğum günlerden başlayarak daima tercih etmiş ve sürekli olarak öyle yaşamışımdır.*

*10 Nisan 1926’da Hakimiyet-i Milliye gazetesinde yayınlan anılar’ından.

Bayrak bağımsızlık simgesidir. Düşmanın da olsa saygı göstermek gerek. Bayrağı yerden kaldırıp topun üzerine koyun!
Çankaya’da kâtip olarak görev yapan Haldun Derin’in, Atatürk’ün vasiyeti gereğince artık Cumhuriyet Halk Partisi’nin malı oldukları için kitapları kitaplıklarından indirilip sandıklara yerleştirirken içlerinden biri dikkatini çekecekti. Bu, kırmızı maroken ciltli ve Çanakkale Savaşı üzerine bir kitap. 1932 yılında Gazi’ye armağan edilmiş. Haldun Derin, kitabın kapağını açtığında İngilizce yazılmış bir ithafla karşılaşacak:
Büyük bir kahraman, asil bir düşman ve alicenap bir dost onuruna,Türkiye
Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Hazretlerine Haşmetli İngiltere Kıralı’nın
Hükümetince sunulmuştur. (183)
Düşmanın asil olarak anılması, ancak onun gerçek bir insan olması ile olanaklı değil midir?
Can düşmanı, ona ihanet emiş ve birkaç kez suikast düzenlemeye kalkışmış Çerkez Ethem’in gönderdiği şu telgraf başlı başına bir anlam taşıyor:
Her şeye rağmen üfulü azim zayidir. (184/185)
O, düşmanlarının bile övgüsünü kazanan bir insan dır.
Gökçen, ben bu toprakları seviyorum, yurdumun topraklarını, dağlarını, taşlarını Göğünü, havasını seviyorum İnsanlarını seviyorum memleketimin Köylüsünü, çiftçisini, ırgatını, işçisini, balıkçısını, çobanını, sanatçısını, askerlerini, gencini, ihtiyarını tüm insanlarını seviyorum memleketimin Kadınlarını, erkeklerini. Bazı şarkılar bana bu insanlardan bir gün kopacağımı hatırlatıyor. Onlardan uzak düşeceğimi Bir gün onlarla olamayacağımı İşte o zaman, şarkının sözleri ne olursa olsun içime bir ateş düşüyor Ve sonradan gözyaşı olarak akıp gidiyor Unutma Mustafa Kemal’ler de insandır ve onlar da zaman zaman şu ya da bu nedenlerle ağlamak isterler
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Hatay’ın üzüntüsüne, Conker’in ölümü acısı karıştı; bu acının açtığı yaranın derinliğini tahmin edemezsin.
Bunalıyorum çocuk, büyük bir ıstırap içinde bunalıyorum! Görüyorsun ya, gittiğimiz heryerde mütemadiyen dert, şikâyet dinliyoruz Her taraf derin bir yokluk,maddî, manevî bir perişanlık içinde Ferahlatıcı pek az şeye rastlıyoruz; Memleketin hakikî durumu bu işte! Bunda bizim bir günahımız yoktur; uzun yıllar hatta asırlarca dünyanın gidişinden gafil, birtakım şuursuz idarecilerin elinde kalan bu cennet memleket; düşe düşe şu acınacak hale düşmüş. Memurlarımız henüz istenilen seviyede ve kalitede değil; çoğu görgüsüz, kifayetsiz ve şaşkın Büyük istidatlara mâlik olan zavallı halkımız ise, kendisine mukaddes âkideler şeklinde telkin edilen bir sürü batıl görüş ve inanışların tesiri altında uyuşmuş, kalmış Bu arada beni en çok üzen şey nedir bilir misin? Halkımızın zihninde kökleştirilmiş olan, her şeyi başta bulunandan beklemek itiyadı İşte bu zihniyetle; herkes büyük bir tevekkül ve rehavet içinde, bütün iyilikleri bir şahıstan, yani şimdi benden istiyor, benden bekliyor; fakat nihayet ben de bir insanım be birader, kutsî bir kuvvetim yoktur ki Münasebet düştükçe daima tekrar ediyorum; bütün bu dertlerin, bütün bu ihtiyaçların giderilmesi, her şeyden evvel, pek başka şartlar altında yetişmiş; bilgili, geniş düşünceli, azim, feragat ve ihtisas sahibi adam meselesidir, sonra da zaman ve imkân meselesi Bu itibarla evvelâ kafaları ve vicdanları köhne, geri, uyuşturucu fikir ve inançlardan temizleyeceksin; işlerinin ehli, idealist ve enerjik insanlardan mürekkep, muntazam, her parçası yerli yerinde, modern bir devlet makinesi kuracaksın; sonra bu makine halkın başında ve halkla beraber durmadan çalışacak, maddî ve manevî her türlü istidat ve kaynaklarımızı faaliyete getirecek, işletecek, böylece memleket ileriye, refaha doğru yol alacak Başka çaremiz yoktur, ileri milletler seviyesine erişmek işini; bir yılda, beş yılda, hatta bir nesilde tamamlamak da imkânsızdır. Biz şimdi o yol üzerindeyiz; kafileyi hedefe doğru yürütmek için, beşer takatinin üstünde, gayret sarf ediyoruz; başka ne yapabiliriz ki?
Ne var ki, son olarak 10 yıl süren bir savaş sonucunda yıkıntıya dönmüş, halkı ve doğalkaynakları sömürülmüş, insanları cahil bıraktırılmış, bitkin ve yorgun bir ülkede savaşı kazanmış olmak yetmeyecekti elbette. Ülkeyi kalkındırmak, bayındırlaştırmak gerekiyordu. Bu, düşmanı savaş alanlarında yenmekten de önemliydi. Üstelik, Osmanlı’nın borçları da ödeniyordu bu arada, yatırım yapacak para yokken. Bu da yetmezmiş gibi, Dünya Ekonomik Bunalımı! Bunalım, bir şeyler üreterek satmaya çabalayanları da yiyip bitirecekti. İşte bu koşullar altında kıvranan halkının sıkıntılarını doğrudan ondan dinlemek için yurt gezisine çıkacaktı Gazi. Yol boyunca dura dura, halkı dinleye dinleye 6 Mart 1930 günü Antalya’ya ulaşacak ve akşam üstü kaldığı evin bir odasına Hasan Rıza Soyak’la birlikte çekilecek, kapıyı kapatacak ve bir koltuğa yığılırcasına oturacak. Çok yorgun ve sinirli. Elleri titreyerek yakıyor sigarasını:
Ben onları af ederim,
Çünkü kalbim vardır.
Onlar beni af etmezler,
Çünkü kalbsizdirler!

*Falih Rıfkı Atay:Çankaya; s.532

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir