İçeriğe geç

Benim Öğrettiklerim Kitap Alıntıları – Jacques Lacan

Jacques Lacan kitaplarından Benim Öğrettiklerim kitap alıntıları sizlerle…

Benim Öğrettiklerim Kitap Alıntıları

Dindar kesinlikle nevrotik değildir. Dindardır. Ama nevrotiğe benzer, çünkü o da aslında Başka’nın arzusu olan(şey) etrafında bir şeyleri bir araya getirir. Yalnız, bu var olmayan bir Başka olduğu için kanıt göstermek gerekir.
İnsan dilde ikamet eder#
Hakikatte bir delikten söz ettiğimde, bu doğal olarak, kaba bir metafordur, ceketteki bir delik değildir, cinsel olanda, yani tam da onun ortaya çıkma konusundaki yetersizliğine ilişkin olanda beliren olumsuz yandır.
Hayli insan dilin bir üstyapı olduğuna inanıyor.
Başlangıçta, köken değil, yer vardır.
Düşünmek kendinde bir hastalık değildir ama bazı insanları hasta edebilir.
İnsan dilde ikamet eder. Yani dil insandan önce ordadır.
Psikanaliz bir şans, yeniden yola koyulmak için bir şans!
Mantık, size aptallık olarak yutturulan her şey tarafından tamamen aşındırılmamış bazı zihinsel esneklikler talep eden oldukça kesin bir şeydir.
Artık kültürel olan hiçbir şey sizden kaçıp kurtulamaz.
Bazen kendileriyle delileri arasına o kadar çok edebiyat fakültesi koyuyorlardı ki olguları göremiyorlardı bile!
Doğru her zaman yenidir!
Bir şey söylenmiş veya yeniden söylenmiş olduğu zaman, ortak bilince karışır.
Nerede bu kurulmuş kişilikler? Bilmiyorum. Diyojen gibi bir fenerle arıyorum onları.
Hepsinin ilki, bilincin kendisinin, belki de en tartıya gelmez, ama kuşkusuz en özerk şey olduğunu iddaa eden bu şey olup olmadığı [sorusu] ve bilinçdışının ise, belli bir radical bir eklemlenmenin, -düşünce adı altında söz konusu olan bu bir şeyi doğuranın nihayetinde belki de bu eklemlenmenin etkilerine nazaran durumun ne olduğuyla karşılaştırıldığında sadece bir netice, bir ayrıntı, seraba mühürlü bir ayrıntı olup olmadığı sorusudur.
Freud önce bilinçdışı alanını, görünüşte tıpalar gibi kendilerini usdışı ve kaprisli olarak gösteren fenomenlerde betimler: düş saçma, dil sürçmesi komik ve neden bilinmez, bizi eğlendiren Şakalar gülünçtür.
Hızlı ilerlemek zorundayım.
Freud bizi, tüm bu fenomenleri özellikle ilgilendiren cinsellik alanına yölettiyse de, yine de söz konusu yapı ve malzeme bilinçdışını belirtir, çünkü tüm bunlar şimdiye kadar düşünce diye kabul ettiğimiz bir şeyin, yani kendisini düşünce olarak kavramaya yetenekli bir şeyin en küçük bir yardımı olmadan olup biter. Bu aslında Freud’un çıkış noktası ve gertirdiği alt üst oluştur.
Size verdiğim şey, en geniş formülü içinde, budur.
Düşüncenin en radikal seviyede var olduğunu ve şimdiden en azından insani hayvan olarak bildiğimiz şeyin çok geçmiş bir bölümünü koşulladığını göz önüne almam gerekir.
Bu toplum diğerlerinden ne daha iyi ne daha kötüdür. Bir insan toplumu her zaman bir çılgınlık olmuştur. Bu şekilde daha beter durumda değildir. Hep aynı şekilde devam edecek, hep böyle kalacaktır.Fakat çok sayıda fikrin git gide daha falza omurgasızlaştığını kabul etmek gerekir. Her şey başka her şeyde her birimize bir tür bulantı veriyor.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Diyologtan söz ettiğimiz durumlar hep biraz aile içi münakaşalara benzer.
Öyleyse, bu öznenin bölünmüş olduğunu söylemek için, onun dilin işlevine göre iki konumuna işaret ettim sadece. Olduğu haliyle öznemiz, deyim yerindeyse konuşan özne öncelik talep edebilir, ama onu dosdoğru kendi sözlerinin özgür başlatıcısı olarak görmek asla mümkün olmayacaktır, çünkü bölünmüş olduğundan, bilinçdışı özne olan ve dilsel bir yapıya bağımlı bulunan bu diğer özneye bağlıdır. Bilinçdışının keşfi işte budur.
Bu sonuç ortak dilde ortaklaşcılık adı verilen kurumdan, yani sözüğün dağıtımaya ilişkin anlamında bir adalete dayalı Başka’nın bir arzusundan kaynaklanır. Bundan belki, bir yandan bilimin öznesi ile ve öte yandan hakikatle ilişki düzeyinde bundan doğan şey ile bir bağıntıdan fazlası fark edilebilir. Sonuçta bir rejimin zirvesine Başka’nın arzusunu yerleştirmek ile dikkate değer bir zaman boyunca sayıları hep daha fazla artan basbayağı yalanları inatla savunmanın kural haline gelmesi arasında var olan bağıntıyı görmeye çalışmak tuhaf olmaz mı?
Büyük B’nin şu ünlü küçük a’sını, şu Başka’nın arzusunu, yalnızca psikanalitik pratiğin alanıyla sınırlamak için hiçbir nedenimiz yok. Ortak bilinç olmasaydı, belki Başka’nın arzusunun işlevinin, iş toplumlarımızın örgütlenmesine geldiğinde, özellikle de günümüzde, göz önünde tutulmasının kesinlikle asli önemde olduğunu fark ederdik.
İnsanın arzusunun Başka’nın alanından çıkarılması, benim kendi arzum olması gerektiği zaman, işte, çok gülünç bir şey olur. Şimdi arzulama sırası kendisine gelince, eh, bir bakar ki iğdiş edilmiş.
Hadım edilme karamaşası (complex de castration) budur.
Eğer arzuyu, düzdeğişmece adı verilen kendi temel dilsel tabanına bağlayıp dilin fonksiyonu olarak aarzuya ilişkin doğru bir kurulum elde etmek için zaman ayırdıysanız, psikanalizin alanı olan, keşfedilecek alanda çok daha kesin bir biçimde ilerlersiniz.Hatta psikanalatik teoride öylesine kapalı, küt, tıkanmış kalan bir şeyin hakiki sinirini gayet iyi fark edebilirsiniz.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Sözcenin öznesi olan özne vardır. Onu tespit etmek oldukça kolaydır. Ben, ben dediğim anda fiilen konuşmakta olan kişidir. Ama özne her zaman sözcenin öznesi değildir, zira tüm sözceler ben içermez. Ben olmadığında bile, yağmur yağıyor dediğinizde bile, bir sözceleme öznesi vardır, artık cümlede kavranabilir olmasa bile bir özne vardır.
Tüm bunlar pek çok şeyi temsil etmeye olanak tanır. Bizi ilgilendiren özne, söylemi yaratıyor olarak özne ve fare gibi kapana kısılan, sözcelemin öznesidir.
Bu benim, size en temellerinden biri olarak sunduğum bir formülü ileri sürmeme olanak tanır. Bu, dilde öğe diye adlandırılan şeyin bir tanımıdır. Bu hep öğe diye adlandırılmıştır, Yunanca da bile. Stoacılar ona imleyen (signifiant)* dediler. Onu imden (sign) ayıran şeyin, şu olduğunu sözceliyorum: imleyen özneyi başka bir imleyen için temsil edendir , başka bir özne için değil.
* Bu çeiviride kullanılan im, imleyen, imlenen ; Başka, başka ve başkası karşılıkları Monokl’un Uluslararası Lacan sayısında yapılmış Lacan Sözlüğü’nün ve sürdürülen çeviri politikasının bir devamı niteliğindedir. Kavramlarla ilgili tüm açıklamalara söz konusu sözlükte ayrıntılı yer verilmiştir.
Üniversitede yapılan bir şeyin yankılarının olduğu çok nadirdir, çünkü Üniversite düşüncenin asla yankısının olmaması için yaratılmıştır.
Muhtemelen burada hayli insan dilin bir üstyapı olduğuna inanıyor.
Gerçekten de, benim öğretim’im, basitçe söylersek dildir, kezinlikle başka bir şey değil.
Psikanaliz dergilerini bir açın bakalım, olabilecek en iffetli şeylerdir bunlar. Artık düzüşme hikayeleri anlatılmıyor, bu da günlük gazeteler için iyi bir şey. Ahlak alanında geniş kapsamlı şeylerle ilgileniliyor, yaşam içgüdüsü gibi. Ah, çok yaşam içgüdüsel olalım, aman ölüm içgüdüsünden sakınalım. Bakın, burada büyük temsile, daha üst mitolojiye giriyoruz.
Başlangıçta, köken değil, yer vardır.
Olduğu haliyle öznemiz, deyim yerindeyse konu­şan özne öncelik talep edebilir, ama onu dosdoğru kendi sözlerinin özgür başlatıcısı olarak görmek asla mümkün olmayacaktır, çünkü bölünmüş olduğundan, bilinçdışı özne olan ve dilsel bir yapıya bağımlı bulunan bu diğer özneye bağlıdır. Bilinçdışının keşfi işte budur.
Dindar kesinlikle nevrotik değildir. Dindardır. Ama nevrotiğe benzer, çünkü o da aslında Başkanın arzusu olan [şey] etrafında bir şeyleri bir araya getirir. Yalnız, bu var olmayan bir Başka olduğu için -çünkü Tanrı’dır- ka­nıt göstermek gerekir. O zaman, o bir şey talep ediyor­muş, örneğin kurbanlar istiyormuş gibi yapılır. İşte bu yüzden yavaş yavaş nevrotiğin, özellikle de takıntılı nev­rotiğin tavrıyla karışmaya başlar. Bu tüm kurban törenle­rinde kullanılan tekniklere çok benzer.
çoğu insanın ya­kınının iyiliğini, bunu onun için çok fazla isteyerek sağlayamadığını bilmesi sağlığa yararlı olacaktır.
Düşünmek kendinde bir hastalık değildir, ama bazı insanları hasta edebilir.
Neden Freud’un adı Marx’ınkiyle aynı türden bir saygınlığa sahip, halbuki, görünüşe göre, henüz onun felaketi andıran yankılarına sahip bile değil?
Bilirsiniz, ne güzeldir psikopatlar, der psikiyatrlar, dolup taşarlar, karıncalar gibi, icat eder, hayal eder, harika. Bunu hayal eden sadece onlar.
Goya’nın küçük bir gravürünün kenarına, şöyle yazıldığını görürüz: “Aklın uykusu canavarlar yaratır.”
İşin içinde en çok bulunanlar aynı zamanda bundan en çok mustarip olanlar.
Biz bir bilimin ne olduğunu biliyoruz. Hiçbirimiz bilimin bütününe hakim değil. Kendi hareketleriyle son hızla koşuyor bilimcik, o derece ki elimizden hiçbir şey gelmiyor.
Başaran her zaman başkaları olur.
Nerede bu kurulmuş kişilikler? Bilmiyorum, Diyojen gibi bir fenerle arıyorum onları.
Analizin temel özelliği şu ki insanlar en sonunda yıllar boyunca doludizgin saçmaladıklarını fark ediyorlar.
Düşünme olgusu üstüne neden herhangi bir soyluluk vurgusu konuyor anlamıyorum. Ne düşünürüz?
Dama tahtasındaki taşları iten Tanrı’dır.
O her şeyi takdir-i ilahinin ellerine bırakmıştır. En azından bu açıktı.
Üzerinize yapışır kültür.
Babil’de lağımlar vardı, Roma’da sadece lağım vardı. Şehir bununla başlar, “Cloaca maxima” (en büyük lağım). Dünya imparatorluğu ona yazgılıydı. Demek ki onunla gurur duyulmalıydı.

Gurur duyulmasının sebebi, bu olguya, deyim yerindeyse, temel önemi verilirse, kanalizasyon sistemi ile kültür arasındaki mucizevi benzeşimin fark edilecek olmasıdır.

Büyük bir medeniyet en önce kanalizasyon sistemine sahip bir medeniyettir.
Uzun zaman önce tanıştığım ve daha fazla görmediğim için üzüldüğüm ince zekalı bir adam var, oldukça tanınmış biri: Aldous Huxley.
Zavallı Freud, oradaydı, diyordu, bir arkeolog gibi, delikler, çukurlar açıyor ve nesneleri topluyordu.
Dindar kesinlikle nevrotik değildir. Dindardır. Ama nevrotiğe benzer, çünkü o da aslında Başka’nın arzusu olan [şey] etrafında bir şeyleri bir araya getirir. Yalnız, bu var olmayan bir Başka olduğu için -çünkü Tanrı’dır- kanıt göstermek gerekir.
Kısaca arzu daima Başka’nın arzusudur.
Lacan tarafından gerçeği eklemlemek için kullanılan dört figür vardır.

Tore (halka): talep ve arzu.
Mobius şeridi: bölünmüş özne ve onun söylemesi, imleyen bir söyleme.
Klein’in şişesi: bir imleyen ve başkaları.
Cross-cap: nesneyle ilişkisi içinde özne.

Dili insanın icat ettiğini getirmeyin aklınıza. Bundan emin değilsiniz. Hiçbir kanıtınız yok, hiçbir insani hayvanın önünüzde öylece Homo sapiense dönüştüğünü görmüş değilsiniz, o zaten dile sahiptir.
Ben her şeyi bilmek zorunda değilim. Zaten sizin de bildiğiniz yok.
İnsan dilde ikamet eder.

Bunun anlamı dilin insandan önce orada olduğudur, bu apaçıktır. İnsan, aynı dünyaya doğduğu gibi, dilin içine doğmakla kalmaz, ama dil yoluyla doğar.

Üniversitede yapılan bir şeyin yankılarının olduğu çok nadirdir, çünkü Üniversite düşüncenin asla yankısının olmaması için yaratılmıştır.
İnsan psikiyatr olduğu zaman hep bir şeyler sokar araya.
Birine “seni seviyorum” dediğimiz durumdan bahsetmeyeceğim, çünkü herkes bilir ki bu budalaların ağzına yaraşır.
Cinsellik, muhtelif şeylerdir, gazeteler, kıyafetler, hâl hareket tarzı, güzel bir günde, açık havada, pazar yerinde küçük oğlan ve kız çocuklarının bunu yapış tarzıdır.
Doğru her zaman yenidir.
Çok iyi bilirler ki insanların iyiliğine onu isteyerek ulaşılamaz ve çoğu zaman, tam tersi olur.
Bir eylemin sizi, sağdan ya da soldan, rastgele öylece ittiği yeri işgal edersiniz.
Ölümünüzün üzerinden yeteri kadar zaman geçtikten sonra, el kitaplarında üç satırla özetlenirsiniz.
Fil ve su aygırı ile başlayıp deniz anası ile biten hayvan krallığının her düzeyinde olup bitenlerden farklı olarak, insan doğa içinde -Hay Allah, en basit şekilde nasıl adlandırmalı?- dışkının boşaltılmasının ona verdiği olağanüstü bir sıkıntıyla belli eder kendini. İnsan bu meselenin kendisi için sorun teşkil ettiği tek hayvandır ama bu harika bir sorundur. Siz bunu fark etmiyorsunuz çünkü dışkıyı boşaltan küçük aletleriniz var. Bunun sonra nereye gittiğini hiç düşünmüyorsunuz. Kanalizasyonlar yoluyla bunların hepsi hiçbir fikrinizin olmadığı harikulade yerlerde toplanıyor, burada birikiyor ve sonra bunları alıp dönüştüren, son derece çevrimsel olan insan sanayi aracılığıyla tekrar dolaşıma dönen her nevi şey haline getiren fabrikalar var. Bildiğim kadarıyla bu konuya bir iki saat ayıran politik ekonomi dersleri olmaması çarpıcı. Bu bir bastırma fenomenidir, her bastırma fenomeni gibi adap ve görgü zorunluluğuna bağlıdır. Gelgelelim hangi görgü kuralı olduğunu pek iyi anlayamıyoruz.
Dindar kesinlikle nevrotik değildir. Dindardır. Ama nevrotiğe benzer, çünkü o da aslında Başkanın arzusu olan [şey] etrafında bir şeyleri bir araya getirir. Yalnız, bu var olmayan bir Başka olduğu için -çünkü Tanrı’dır- kanıt göstermek gerekir. O zaman, o bir şey talep ediyormuş, örneğin kurbanlar istiyormuş gibi yapılır. İşte bu yüzden yavaş yavaş nevrotiğin, özellikle de takıntılı nevrotiğin tavrıyla karışmaya başlar. Bu tüm kurban törenlerinde kullanılan tekniklere çok benzer.
Eğer kendimi bilinçdışının bir dil gibi yapılandığını söyleyerek ifade ediyorsam, bu, Freud’un koruyuculuğunda yapılanan her şeye gerçek işlevini yeniden kazandırmayı denemek içindir, ve bu şimdiden ilk adımımızı görmemize olanak tanır. Herkesin akıl edebileceği gibi, dil olduğu için hakikat vardır.
Üniversitede yapılan bir şeyin yankılarının olduğu çok nadirdir, çünkü Üniversite düşüncenin asla yankısının olmaması için yaratılmıştır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir