İçeriğe geç

Kraliçe Pedaque Kebapçısı Kitap Alıntıları – Anatole France

Anatole France kitaplarından Kraliçe Pedaque Kebapçısı kitap alıntıları sizlerle…

Kraliçe Pedaque Kebapçısı Kitap Alıntıları

Ayrılığa dayanan aşk yoktur. Önceleri yakıcı olan Yahel’in anısı git gide yumuşadı ve bende belli belirsiz bir kızgınlık kaldı ki, bunun tek nedeni de o değildi.
Benim gibi iyilik ve kötülük üstüne ince eleyip sık dokuyanları hiç dinleme. Onların söylevlerindeki inceliğin ve güzelliğin etkisi altında kalma. Çünkü Tanrı’nın krallığı sözlerden değil, ancak erdemden ibarettir.
Tanrı küçük insanlara, bilginlerin ulaşamayacakları kadar parlak bir zekâ verir. Bütün bilgileri veren odur.
İnsana gevşeklik ve gurur verdikleri için kadınlardan ve kitaplardan kork
her şey sona bağlıdır ve sepetin dibinde ne kalacağı bilinmez. Tanrı’nın iradesi ve isteği odur ki, biz bir an’ın içinde kurtuluşa kavuşalım; bu anın da son olması gerekir, öyle ki her şey bir tek dakikaya bağlıdır ve o bir dakikanın yanında yaşamın geri kalanı bir hiçtir. İşte meleklerle şeytanların, elde etmek uğruna büyük bir öfkeyle tartıştıkları şu hasta için beni korkudan tir tir tireten de budur. Ama Tanrısal bağışlamadan hiç umut kesmemek gerekir.
– Papaz efendi, dedi, bağınızda kızlara takıldığınız söyleniyor. Yazıklar olsun! Siz içki şişelerine ve kendini beğenmiş gülünç kadınlara başka türlü davranıyorsunuz, papaz efendi. Ama ayinlerde, parası ödenmiş duaları okumamak ve kilisenin mallarından kazanç sağlamakla daha büyük kötülük ediyorsunuz. Siz iki evli ve din sömürücüsüsünüz.
– Benim içimi yakan, dostumun felaketidir, diye yanıt verdi. Çünkü geri kalanı düşünmeye değmez
Niçin, diyordu, bir filozofun görüşleriyle kendinizi aydınlatmıyorsunuz? Benim bilgeliğim karşısına siz hangi bilgeliği çıkarıyorsunuz, oğlum? Dikkat edin ki öz bakımından farklı olmamakla birlikte, nicelik bakımından sizinki daha azdır. Demek oluyor ki doğa size de benim gibi, bir dizi hiyeroglif oluşturan ve tanıyıp düzene konması gereken sonsuz şekiller olarak görünür. Siz bir anlam yüklediğiniz bu işaretlerin çoğunu kolayca ayırt ediyorsunuz, fakat bayağı ve sözcüğü sözcüğüne olandan memnun kalmaya pek eğilimlisiniz; düşünsel ve simgesel olanı yeterince aramıyorsunuz. Ama dünya ancak simge olarak kavranabilir ve evrende görülen her şey, bayağı insanların anlamadan heceledikleri imgelerle dolu bir yazıdan başka bir şey değildir. Oğlum bu evrensel dili, akademileri dolduran bilginler gibi kekelemekten ve anırmaktan çekininiz.
Şu halde bilin ki oğlum, bu çabuk öfkelenen topluluğun öç almasına engel olmak filozoflar için olanaksızdır.
– Kendisi rahiptir Tanrıbilim doktoru ve söz sanatı profesörü.
İtirafta bulunan hastaları dinlemek gerekir; ömründe hiç iyi söz etmemiş bir Hıristiyan bile son anda kendisine cenneti açacak sözler söyleyebilir.
– Hiçbir zaman hastaların lafları dinlenmemeli. Bunlar sadece sayıklama.
-Felaketlere yol açmaksızın güzel kız olmanın öyle kolay olduğuna da mı inanıyorsunuz?
en önemli dileğim de Tanrı’nın beni bu dünyadan çekip alma anını, düşünüşüm yerinde olarak beklemektir.
-Hem zengin olmaya aşırı isteğim vardı; genç ve güzel olunca insanın büyük varlıklar arzu etmesi çok doğal, değil mi? Bir yaşamımız var, o da kısa. Bana öyle ruhun ölümsüzlüğü üzerine güzel yalanlar öğretilmedi.
– Dostum, sizin ruhunuz da cildiniz gibi bembeyaz. Her şeye şaşıyorsunuz. Sizi sevimli yapan da bu saflığınız. Biraz yanıltılmanız üzüntü verir.
şunu da söyleyeyim ki, ölümlülerin yaşamında iki kutup vardır; açlık ve aşk. İşte kulağı ve ruhu da burada açmak gerekir!
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Fakat onlara kitle halinde dikkatle bakınca, insanları yaşam vermekten çok, yaşamlarını korumanın ilgilendirdiğini görürüz. Onları yöneten açlıktır
Üzerinde kararsız kalınabilecek tek nokta, bu insanların beslenmeye üremekten daha düşkün olup olmadıklarını bilmektir. Bunda da kuşku pek geçerli değil: Bir filozof, bu mutsuzlar için karın doyurmanın aşktan daha zorlu bir gereksinim olduğuna sağduyuyla karar verebilir. Ben ilk gençliğimde, insan hayvanın özellikle cinsel birleşmeye hevesli olduğunu sanırdım. Kendimden varırdım bu yargıya. Fakat onlara kitle halinde dikkatle bakınca, insanları yaşam vermekten çok, yaşamlarını korumanın ilgilendirdiğini görürüz. Onları yöneten açlıktır; zaten tartışılması gereksiz olduğu üzere isterseniz şunu da söyleyeyim ki, ölümlülerin yaşamında iki kutup vardır; açlık ve aşk. İşte kulağı ve ruhu da burada açmak gerekir! Sadece birbirlerini yemek ya da birbirleriyle öpüşmek için gerilmiş olan bu yırtıcı yaratıklar, bu çifte doyum ve temel ten istekleri içinde, kendilerini rahatsız eden yasalara boyun eğerek, birlikte yaşarlar. Dayanılmaz bir baskı olan bu zorunluluk, onların, başkasının malını zorla ya da hileyle almasını ve bütün kadınlardan yararlanmasını yasaklar. Buna karşın kadınlar, hele erkeklerle henüz ilişkiye girmemiş olanlar doğal bir arzuyla kendilerini hissetmek isterler; çünkü merak, arzuyu, cinsel zevk anısından daha fazla uyarır. O halde şehirlerde toplanan insanların, içgüdülerine aykırı yasalara katlanması nereden gelmektedir? Böylesi yasaların nasıl olup da kendini benimsettiği kestirilemiyor. Deniyor ki, ilk insanlar bunları, karılarını ve mallarını elinde tutma konusunda kaygıya düşmemek için kabul etmişlerdir. Fakat hiç kuşkusuz, başkasının karısını ve malını daha çekici buluyorlar ve onları zorla alma düşüncesinden de korkmuyorlardı; düşünceleri yok, cesaretleri vardı. Yabanilerin adil yasalar yapması düşünülemez. Dolayısıyla bunların kaynağını insanda değil, insanın dışında arıyorum; öyle sanıyorum ki bu yasalar gizemli elleriyle yalnız toprağı ve suyu, yalnız bitkiyi ve hayvanı değil, aynı zamanda halkları ve toplumları da meydana getirmiş olan Tanrı’dan çıkmıştır. İnsanlar bunları değiştirip bozmaktan başka bir şey yapmamışlardır. Şunu kabul etmekten korkmayalım: Site, Tanrısal kurumdur. Bundan, bütün hükümetin teokratik olması gerektiği sonucu çıkmaktadır. İnsan yasalarını başlangıçtaki saflıklarıyla yeniden kurmak zorunludur.

1682 bildirgesindeki payı dolayısıyla ünlü bir piskopos, Bay Bossuet, politikanın kurallarını kutsal kitapların özdeyişlerine göre çizmek istemekle hata etmemişti; eğer bunda acınacak biçimde başarısızlığa uğramışsa, yalnızca, bu dünya üzerinde çalıştığında zaman ve uzam arasında bir orantı gözeten ve Fransızlar’la Yahudiler’i birbirlerinden farklı yaratmasını bilen Tanrı’yı görmeksizin, Yargıçlar ve Krallar’dan çıkardığı örneklere bayağı bir şekilde bağlanmış yetersiz dehasını suçlamak gerekir. Gerçek iktidarı altında yeniden kurulacak biricik meşru site Yeşu’nun, Şaul’un ve Davud’un sitesi olmayacak, İncil’in sitesi, yoksulun sitesi olacak; artık orada ne zanaatçı, ne fahişe erdemli geçinenler tarafından aşağılanacak. Ah beyler! Kutsal kitaplardan o çakıllı, çorak Bay Bossuet’nin güçlükle çıkardığından daha güzel ve daha yetkin bir politika elde etmek ne kadar yerinde olurdu! İsa’nın papazlarının kendilerini imparatorlara ve krallara satmayarak, halkın gerçek prensleri gibi ortaya çıktıkları gün, onun özdeyişleri üstüne kurulacak olan site, Amphion’un* lirinin ezgileriyle yükselttiği şehirden daha ne uyumlu bir site olurdu!

*Grek mitolojisinde Zeus’un oğlu. Çok iyi lir çalar. Yukarı Mısır’daki Teb şehri onun ezgileriyle harekete geçip yerlerini bulan taşlarla kurulur.

Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
burada yaşayan insanların, bizim benzerlerimizin bencil, korkak, hain, obur ve şehvet düşkünü olduklarını ileri sürmekten çekinmem; başka türlü bunlar insan olamazlar
Onun vefasızlığını ve ihanetini kâh yumuşak, kâh sert yakınmalarla yüzüne vurarak üzüntümü hafiletiyordum.
Sızlanma ve sitemlerimi çok fazla uzatınca da diyordu ki:
– Sizi üzdüğümü anlıyorum. Fakat bu, beni gereksiz iniltilerinizle günde yirmi kere öldürmeniz için bir neden olamaz.
Bir kadın herkesle aynı kadın değildir.
Çoğu zaman en basit rastlantılarda sınadığınız önemli kırılganlıklarınıza dikkatle bakın; bunlar ya da benzeri başka şeyler yine de sizin esenliğiniz için başınıza gelmektedir. Çok defa acılar çekiyor olsanız ve adamakıllı baştan çıksanız ve hatta kötülük eğilimine yenik bile düşseniz, yine de sizin için her şey mahvolmuş demek değildir. Siz insansınız ve Tanrı değilsiniz; etten ve kemiktensiniz, melek değilsiniz. Gökte melekler ve cennette ilk insan bile o bağlılığı beceremediğine göre, nasıl olur da siz hep aynı erdemlilik hali içinde kalabilirsiniz?’
Bana yaklaştı, bulunduğum sınır taşının üzerine oturdu ve bana tatlılıkla hiç üzülmememi, o kadar büyüttüğüm şeyin gerçekte önemsiz olduğunu, değiştirilemeyen şeye boyun eğmek gerektiğini, çok zeki bir adam olduğum için bir kadını kendi tekelimde istemeyeceğimi, aksi halde akılsız ve çirkin bir ev kadını almak gerektiğini ve bunun bile büyük bir şans işi olduğunu söyledi.
Zaten yaşam acılar ve uğraşmalarla doludur. Bize adil bir ahret mutluluğu umudunu tasarlatan da budur.
sadece tutkularınızın arkasından gittiğiniz halde, ahlak savunucusu oldum sanıyorsunuz. İşte oğlum, biz en kötü içgüdülerimizi böyle yaldızlarız. Ahlakın başka kökeni yoktur.
Kibir bütün günahların kaynağıdır.
şu üzerinde oturduğum taşlar bile benden daha mutludur.
siz burada her çeşit şeytanla birlikte oturuyorsunuz
Bilgisizlik ve korku, ürkek imgeleme yetilerinde onları biçimsizleştirmiştir. Ama gerçekte onlar güzel ve erdemlidirler sizi, gök ovalarında oturan ve insanlara iyilik ister ve o denli sevgi dolu bir düşünüş biçimiyle seve seve yaklaştıkları için yardımcı cinler adı verilen silflerle ilişkiye sokmama hiçbir şey engel olamaz. Bunları şeytan yapan Tanrıbilimcilerin inandığının tersine, onlar bizi yıkıma itmekten uzaktırlar; yersel dostlarını her türlü tehlikeden esirgeyip korumaktadırlar. Size bunların insanlara sunduğu yardımlara ilişkin sayısız örnek verebilirim.
kutsal kitaplar bizi şeytanlara karşı koymaya çağırırken, aşırı tutkularımızla heveslerimize karşı koymamız gerektiğini anlatmak istemiştir.
– Size hiç güçlük çekmeden yanıt vereyim, dedi; kutsal kitaplarda şeytanlara ilişkin ne yazılıysa hepsine inanırım
Gün olur ruhum daha ağırdır ve yatakla masaya daha bağlıyımdır.
Gözlerimiz ve öteki duyu organlarımız yanılgı ulaklarından ve yalan postacılarından başka bir şey değildirler Gerçeklik onlardan kaçar, ilksiz ve sonsuz İlke’sine katıldığı için, onun gibi göze görünmez olur.
Bilge olan şöyle der: Ben, yaratılmış olan bu hiçin içinde bir hiçim. Kadın yüreğinde anı bırakmayı ummak, bir halkanın izini bir akarsu yüzeyine yerleştirmeyi istemektir. Onun için, geçip giden şeyde yerleşmeye bakmayalım da, ölmeyen şeye bağlanalım.
Bir kadına sahip olmak, onun ruhunda derin ve sürekli bir iz bırakmaya yetmez. Ruhlar birbirlerine nerdeyse kapalıdırlar; aşkın zalim yokluğunu gösteren de budur.
Kitapta yazılıdır: ‘İnsanların yargısından asla korkmayacaksınız.’

Havari Aziz Paulus da şöyle der: ‘Ben insanların mahkemesinde yargılanmaktan hiç kaygılanmam.’

‘Gözlerinizi kendi üstünüze çevirin ve başkasının davranışlarını yargılamaktan sakının. Başkalarını yargılamakla boşa çalışılır; çok kez aldanılır ve kolaylıkla günah işlenir.
-Oğlum, diye devam etti, insani zayıflıklara karşı doğal bir hoşgörürlük, gönül alıcı bir tatlılık, aşırı derecede uzlaşıcı bir yüreğin sakınımsız iyiliği insanları çok kez düşüncesiz tutumlara götürür ve toplumun temelsiz yargılarındaki sertlikle karşı karşıya bırakır.
Şu yeryüzünde davranışlarımın hiçbirinin tatlı meyvesinin olmaması yazgıymış ve Ecclesiaste’ta şu söz benim için yazılmış: Quid amplius homo de iniverso labore suo, quo laborat sub sole?*

*İnsanoğlu güneşin altında kendini yorarak yaptığı işlerden ne kazandı? (Latince)

Onu kararından döndürmeye çalıştım. Israr ettim, yalvar yakar oldum, hatta öğüt verdim. Hepsi boşa gitti ve böylece, iyi bir papazlık bölgesi kürsüsünde bana para ve şeref kazandıracak bir söylevi boş yere harcadım. Yazık!
yerime bir yontulmamışı koyan yazgıya lanet ediyordum.
Bilgenin sağlam ve sakınımlı adımlarla yürüdüğü yumuşaklık ve hakseverlik yolundan çıkıldı mı, zorbalığı zorbalıkla, gaddarlığı gaddarlıkla devam ettirmek zorunlu görünür; öyle ki ilk yanlışlığın sonucu yenilerine neden olur. İşte Bay Crevier’nin doğrulukla aktardığı Roma imparatorlarının yaşamlarını anlamak için bunu akıldan çıkarmamak gerekir. O hükümdarlar başkalarından daha kötü olarak doğmamışlardı. Kendisine Caligula lakabı takılan Gaius doğuştan ne zekâ, ne de düşünme yetisi yoksunuydu. Dostluk duygusuna da sahipti. Neron’un erdeme karşı yaratılıştan özel eğilimi vardı ve huyu onu büyük ve yüce olan her şeye doğru yöneltiyordu. Bir ilk yanlışlık onları sefil sonlarına kadar izledikleri canilik yoluna attı.
zamanın biricik ölçüsü bizim eylemlerimizdir, uykumuzda zaman âdeta durur
hayran olunası kitabının şurasından burasından var olan duruma uygulanamayacak özdeyişler derledim.
Siz cahilliğin sakatlığıyla düşünce yürütüyorsunuz; nedenlerinizin zayıflığı beni üzüyor.
Fakat onu kitaplarından çekip ayırmamak gerekir. Felsefesi yoktur.
Ola ki astrolog Copernic, dünyanın matematiksel olarak asla yaratılışın merkezi olmadığını öğretirken bütünüyle hayale kapılmamıştı. Galileo isminde, yoksulluk içinde ölen bir İtalyan’ın bu Copernic gibi düşündüğünü okumuştum; bugün de küçük Bay de Fontenelle’in bu uslamlamalara katıldığını görmekteyiz. Fakat bu ancak zayıf zekâlıları şaşırtabilecek nitelikte boş bir resim ticeretidir. Ne çıkar, fiziksel dünya ister daha büyük ister daha küçük, ister ya da bu şekilde olsun? Onun Tanrı’yı belli etmesi için sadece akıl ve zekâ nitelikleri altında incelenebilmesi yeter.
yorgunluktan bitkin olsam da, odama girince Boesius’un kitabında halime uygun bir parça aramadan dinlenmenin tadını çıkarmak istemedim. Fakat kitapta halime tam olarak uyan bir parça bulamadım.
Gerçeklik, sözcüğün tam anlamıyla bir haylazın, örneğin bir Bay Bayle’in kafasında bile daha korkunç ve daha zararlı hasımlara rastlar.
Onun kafasında ne yüksek bilgiler var, ne de derin meraklar. Fakat gençlik ateşliliği onda hoş bir şekilde parlıyor ve kanının deliliği eğlenceli sıçramalar biçiminde kendini gösteriyor. Dünyayı, kadınları tanıdığı gibi tanıyor; çünkü o üstedir, hiçbir felsefesi de yoktur
Ağır bir suçla çember içine alınıp zavallıca ölmek için kankurutan otuna basmak yeterlidir.
– Taşların özelliklerini bilmek yararlıdır, dedi. Yakut hınç duygusunu yatıştırır
Yine de her seferinde kendime kibirden daha az erdem üfürdüm. Onun için, dünyanın ulu yaratıcısına şöyle yakarmayı alışkanlık edinmişimdir: Tanrım, eğer beni azizlikten uzaklaştıracaksa erdemden koru!
çocukluğumdan beri dinin ve felsefenin çetin özdeyişleri üzerine düşündüğüm halde, acının ve yaşlılığın yapımda açmış olduğu gedikler arasından, kendime usul usul biraz erdem aşılayabildim.
Fazilet karga gibi, yıkıntılarda yuva yapar. Bedenlerin çukurlarında ve kırışıklıklarında oturur.
-İnsan denen hayvan, yapısından dolayı, biçimini biraz değiştirmeksizin erdemli olamazdı. Örneğin, bizimle akşam yemeği yiyen şu güzel kıza bakın: Küçük başına, güzel gerdanına, şaşırtıcı yuvarlaklıktaki karnına ve geri kalan herşeyine. Bedeninin neresine bir erdem tohumu yerleştirilebilirdi? O kadar sert, özsuyu dolu, katı ve dolgun ki ona hiç yer yok. Fazilet karga gibi, yıkıntılarda yuva yapar. Bedenlerin çukurlarında ve kırışıklıklarında oturur. Ben bile, beyefendi, çocukluğumdan beri dinin ve felsefenin çetin özdeyişleri üzerine düşündüğüm halde, acının ve yaşlılığın yapımda açmış olduğu gedikler arasından, kendime usul usul biraz erdem aşılayabildim. Yine de her seferinde kendime kibirden daha az erdem üfürdüm. Onun için, dünyanın ulu yaratıcısına şöyle yakarmayı alışkanlık edinmişimdir: Tanrım, eğer beni azizlikten uzaklaştıracaksa erdemden koru!’ Ah! Azizlik; işte gerçekleşebilir olan ve erişilmesi gereken budur! İşte bize yakışan son budur. Bir gün buna erişebilirz!
kıskançlık gotik bir duygu, doğuştan iyi ve ince bir ruhta asla var olmaması gereken vahşi geleneklerin hazin bir kalıntısıdır.
bu dünyanın geçici iyiliklerine fazla inatla bağlanmamak gerekir; bizi bırakanı bırakmak zorundayız.
böyle ilerlemiş yaşım ve çalkantılı bir yaşamın yorgunluğuyla ben artık genç bakirelerin sevgilisi olma iddiasında bulunamam. Ne yazık ki piskopos olmadıkça bu yemek tabağından asla tadamayacağım!
İnsan, zeki kimselerle görüşmekten her zaman kârlı çıkar.
Aşkta bencil olmamak gerekir. Gençlerin yeterince bilmediği, bu. Ama onlar yetiştirilir.
Düş kırıklığına uğradım; çünkü doğa dışına çıkmak umudunun ruhlarımıza süzülmesi öyle ustaca ve öyle çabuk olur ki Hiçbir şey yok! Hatta belli belirsiz ve karışık bir yanılsama, herhangi bir hayal bile!
Düşünceler zorla kendini kabul ettirdiği zaman çabucak saygısızlaşırlar. Bunların içinde pek azı hoş eğlencelerden başka bir şey sağlayabilir.
Hiçbir şeye inanmamak, her şeye inanmaktır. Zekâyı özgür ve çok boş bırakmamak gerekir. Çünkü bu zekânın içinde, abartılı biçimde ve ağırlıkta gelişigüzel görüntüler yığılabilir. Böyle zekâlar, inançlarla çatışmalı zekâlar ile, sıradan bir biçimde döşenmiş olan zekâlar arasında kendilerine yer bulamazlar.
Saf değilim; tersine, kuşku beni olağanüstü bir biçimde çeker. Bu eğilimim beni, insanların çoğundaki düşünme yeteneğinden ve hatta geri kalan birçok şeyle birlikte açık davranıştan bile kuşkulanmaya sürükler. Bana ne kadar tuhaf şey anlatsalar da, kendi kendime ‘Niçin olmasın?’ derim. İşte bu ‘niçin olmasın’ benim katıksız zekâmı değerden düşürür. Bu ‘niçin olmasın’ beni saflığa yöneltir.
Cinslerin her birleşmesi, âşıklara ölmezliği sağlamak şöyle dursun, tersine, bir ölüm işaretidir. Biz eğer sürekli yaşamak zorunda kalsaydık aşkı öğrenemezdik.
eğer beni iyi dinledinizse, her kesin anladığı şekilde namuslu adam olmak için kendinizi kaygı içinde zavallıca tüketmez, yalnız ve yalnız Tanrısal adaleti hoşnut etmeyi öğrenmeye çalışırsınız.
Dikkate değer ki oğlum, en büyük azizler tövbe edenlerdir ve pişmanlık yanlışlıkla orantılı olduğu için, en büyük azizlerin cevheri en büyük günahlılarda bulunur. Bu kavrayışı hayran olunacak kusursuz pek çok örnekle açıklayabilirim. Fakat size azizliğin başlıca maddesinin ten istekleri, kendini tutamamazlık, etin ve zihnin bütün pislikleri olduğunu hissettirmek için yeterince anlattım. Yalnız bu maddeyi topladıktan sonra bunu Tanrıbilimsel yönteme göre işlemek ve âdeta tövbe çehresiyle biçimlendirmek önem taşımaktadır. Bu da birkaç yılın, birkaç günün ve bazen de tam pişmanlık durumunda görüldüğü gibi, yalnız bir an’ın işidir. Jacques Tournbroche, eğer beni iyi dinledinizse, her kesin anladığı şekilde namuslu adam olmak için kendinizi kaygı içinde zavallıca tüketmez, yalnız ve yalnız Tanrısal adaleti hoşnut etmeyi öğrenmeye çalışırsınız.
Ceza tehdidiyle tutunan insani yasalar hile ve ikiyüzlülükle baştan savılabilir; düşünme yeteneği olan her insan onların üstündedir. Tam anlamıyla enayi tuzağıdır onlar.

İlâhi yasalar böyle değildir, oğlum. Bunlar zamanaşımına uğramazlar, önlenemez ve süreklidirler. Saçmalıkları sadece görünürdedir ve akıl almaz bir bilgelik saklamaktadırlar.

İşte Havva’nın o sözünün anlamı şudur: ‘Cennetin ortasındaki ağacın meyvesine gelince, Tanrı bize, ölüm tehlikesine uğramamız korkusuyla, bunu asla yememeyi ve asla dokunmamayı buyurmuştu.’ Havva’yı imrendiren elma hiç de bir elma ağacının meyvesi değil, sadece bir alegoriydi Elmanın benim söylediğim gibi olmasının kanıtı da, Havva’nın kendi suçuna uygun bir cezaya çarptırılmasıdır. Ona hiç de ‘Zahmetle sindireceksin’ denilmedi, ama ‘Ağrı ile çocuk doğuracaksın’ denildi. Oysa, rica ederim, bir elma ile güç bir doğurma arasında ne ilişki kurulabilir? Tam tersine, eğer suç size bildirdiğim gibiyse, ceza tamı tamına uygulanmış demektir. İşte oğlum, ilk günahın gerçek açıklaması.

Bu size kadınlardan uzaklaşmanıza ilişkin görevinizi göstermektedir. Sizi kadına sürükleyen eğilim, uğursuzdur. Bu yolla doğan çocuklar aptal ve zavallıdırlar.

Kadına eğri çizgilerin uyumuyla, iki kulplu, ince boyunlu, geniş karınlı bir testi biçimi vermişti ki, bu onu geometricilerin prensi kabul etmek için yeterdi. Hatların görkemiyle maddenin kabalığını kapamayı başarmıştı. Âdem’i daha az okşayıcı, ama daha güçlü bir elle yontmuş; vücudunu öylesine düzenli ve o kadar kusursuz orantılara göre biçimlendirmişti ki, tapınakların bütün güzelliğini sonradan Grekler’in mimarlığa uyguladığı bu düzen ve ölçüler meydana getirmişti.
Gelelim, demiurgosun kendi eliyle yaptığı iki vazoyu, Adem’le Havva’yı yerleştirdiği cennete. Onlar orada, hayvanlar ve bitkiler arasında hiç de yalnız yaşamıyorlardı. Demiurgosun ateşten yaratmış olduğu hava perileri üstlerinde yüzüyor, kan kaynaşması ve acımayla karışık bir merakla onlara bakıyorlardı
Yehova Tevrat onun çok kez neşesizliğe ve bazen öfkeye kadar varan hoşnutsuzluk anlatımlarıyla doludur. Hiçbir zanaatçı, hünerinin ürünlerine karşı bundan daha fazla bıkkınlık ve tiksintiyle davranmamıştı. Onları yok etmeyi düşündü ve büyük bir bölümünü suda boğdu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir