İçeriğe geç

Bergson Kitap Alıntıları – Nurettin Topçu

Nurettin Topçu kitaplarından Bergson kitap alıntıları sizlerle…

Bergson Kitap Alıntıları

İlimler realiteyi tahlil ederler. Tahlil, bir şeyi önceden tanınan elemanlar, yani o şeyle başka eşya arasında müşterek olan elemanlar haline koyma ameliysidir (uygulamasıdır).
Ruh ile madde, şuur haliyle dimağ (beyin) arasındaki münasebete gelince, inkar edilmez bir realitedir.
anatkarın kendi iç hayatındaki ritim, sanat eserinde karşılaştığımız sürükleyici unsuru, müzikal melodiyi meydana getirmektedir. Segond, saf sürenin bu melodiyi doğurduğunu söylüyor.
Faaliyetlerimizin bizi mütemadiyen ileriye itmesi kendi arkasında boşluk bırakıyor, bu boşluğa hatıralar hücûm ediyor ve böylelikle hâfıza, bilgi sahasında bir nev’i kendi üzerine kırılma olayını meydana getiriyor.
Bergsona göre iki türlü bilgi vardır. Biri statik bilgidir ki onda bilenle bilinen birbirinden ayrı bulunuyor. Öbürü dinamik bilgidir, buna doğrudan doğruya sezgi adı verilir ki onda bilgi hareketi realitenin doğurucu hareketiyle birleşir. İşte bu türlü dinamik bilgi, bize dış dünyanın sezgisini temin ediyor.
Varlığın cansız maddeden ibaret katı kabuğunu kırıp onun sâfî hayat ve sâfî süre olan gerçek yapısını kavramak, ona nüfuz edebilmek için, zekânın dışına çıkmak ve eşyanın oluş halini yaşayabilmek lazımdır.
Sezgiden bahsedildiği zaman Bergson en çok çaba kelimesini kullanıyor.
Biz ekseri zamanlar ruhumuzun kabuğunda yaşıyoruz.
Zihnin en dalgın gözüktüğü anda doğuveren hiç bilinmedik keşifler, her zaman değilse de ekseriya, önceden kullanılmış uzun bir cehdin, aynı fikirleri tekrar tekrar ele almaktan yorulmak bilmez ve arası kesilmez, inatçı bir düşüncenin gayede vardığı en yüksek noktadır.
Sezgi, bizimle diğer canlılar arasında sempatik birleşme kurmak suretiyle şuuru maddeden hayat âlemine geçiriyor.
Gazzaliye göre akıl ile iman arasındaki dramda sığınılacak bir yer kalır ki o da tasavvuftur. Orada imanın hakikî yakîni bulacağına kânidir.
Şehabeddin Sühreverdi’nin felsefesinin hareket noktası mükaşefe( intuition irrationelle) dir. Akıl ve nazar yolu insanı haldkata götürmez. Haldkat bizzat yaşamakla idrak edilir. Keşif yolu insanın derece derece zulmetten nura yükselmesini temin eder. Bütün nurların birleştiği nur olan var, namütenahi varlık yahut Allah’tan başka bir şey değildir.

İnsan nefsini terbiye etmek suretiyle (mutasavvıflarınkine benzer yoldan) bu mertebeleri geçer ve alelade insanların ulaşamayacakları yüksek ruhî kuvvetler kazanır. Kalplerinde son derece şeffaflık hasıl olur; tabiat ve ruh hadiselerine, mana alemine vasıtasız ve nazarsız nüfuz etmek imkanını kazanırlar. Bu suretle yalnız peygamberler değil, ilahi bir kuvvet kazanan her ruh, mana âemi ile temasa gelir; oradan sesler işitir ve hakikatler görür. Bu müstesna insanlar yüksek bir cezbe neticesinde işrak a sahip olurlar. Bu işrak Allah’ın nuru ile hasıl olur

Allah’ın mutlak hikmetini, iştirak (participation) yoluyla, ruh da kazanabiliyor. Ruh da Allah gibi bütün varlıkların sahibi kesiliyor. Bu hususta yine Saint Jean’ın vecdini dinleyelim:

Ey ruhum, bu andan itibaren Allah’ı kalbinde bütün halinde sevemez misin? Gökler benimdir; dünya benimdir; milletler benimdir; melekler benim oldu. Allah’ın anası ve bütün yara-tıklar benim oldular. İsa benim olduğu için Allah’ın kendisi de benim oldu. İsteyip arayacak başka ne kaldı? Ey ruhum, bütün bunlar sana ait ve senin için var olmadılar mı?

Saint Jean’a göre derin mistik sezgi içerisinde Allah bilgisi ile nefs bilgisi birbirinden ayrılmazlar, sımsıkı bağlıdırlar. Bu çift ve biricik bilgi içerisinde bütün diğer bilgileri buluyoruz.
Saint de la Croix: Allah’ın iddiası bizi Allahlaştırmak ve mahiyeti itibariyle kendisi ne ise, iştirak (participation) yoluyla bize de onu vermektir. Allah her şeyi ateş haline koyam ateşi andırıyor.
Hıristiyan mistikliğin takip ettiği yol (procede’) şöyle oluyor: Zahit ruh, Allah’la konuşmak, onu işitmek ve onu kendine çağırmak için, ona sahip olmanın şuurunu duymak için, Allah’la münasebete girişiyor; bu iki aşkın karşılıklı konuşması, karşılıklı bir hediyeye kavuşacaktır. Zira Allah birdenbire kalbe dolmuyor, azar azar ve bir sürü feragatle iç’in ölmelerine cevap olarak kalbi istila ediyor.

İlk hareket şüphesiz Allah’tan geliyor; Allah açılan yola muti kaldığı takdirde kendisini bekleyen zevkleri ruha önceden hissettirerek tanıyış ( conscience) sevincini tattırıyor . Bu hale ulaşmak isteyen ruh günahlardan temizleniyor, kendinden geçiyor, dünya cemiyetlerini ve fena libasını terk ediyor. Bütün bunlara temizlenme (purification) deniliyor. Böylece kalp, benliğinden boşaldıktan sonra Allah’a ait bir şey oluyor ve iki aşk o zaman birleşiyorlar .

Varlık her düşünceden, alelade her heyecandan boşalıyor; alıştığı varlığı devam ettiremez oluyor. Fakat bir şuursuzluk içerisinde kendini kaybetmiyor. Başka heyecanlar, başka düşünceler meydana çıkarıyor, yalnız mistik olanları artık kendine ait şeyler gibi hissetmiyor, onlar artık kendisine yabancı görünüyorlar, onları pasif bir şekilde elde ediyor.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
René Avord Bergson için, Sezgici bir filozof olmaktan ziyade, aklın kifayetsizliğini ve sezginin cazibesini duymuş bir filozoftur. der.
İlim hareketlerimizi hazırlayıcı birer vasıtadır.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Her tahlil bir tercümedir. Semboller halinde inkişaf etmektedir.
Duyumlar dağınıktırlar, toplu bilgi veremezler. Şuurda ise birlik vardır.
Hakikî süreye sahip yegâne varlık benliğimizdir.
Maddenin hareketsiz olduğu zannedilmesin. Onun katılığı duyulannuza nazaran ve zahiridir. Eğer onda zekanın eseri olan bütün semboller süpürülüp atılarak, onun benliği, ezici olan katı kabuğu kırıldıktan sonra maddi dünyanın derin realitesine hareket halinde yerleşirse, onun basit bir akış (flux), saf bir oluş (devenirpur), yaşayan süre akıntıları birbirinden ayrılmayan ırmaklar halinde eridiği göıiilür.
Bergson artık felsefenin artım cevher araştırmaya veda etmesi lazım geldiğini söylüyor. Ona göre dünyada en açık şey süredir.
Emile Boutroux: Eşyanın değişmez ve sınırlanmış realiteler halinde gözüktüğü dışa ait nokta-i nazarı bir tarafa bırakarak kendi varlığımızın en derinlerine girer ve varlığımızı, eğer mümkünse bizzat kaynağında yakalarsak, orada hürriyetin sonsuz bir iktidar olduğunu buluruz. Ne zaman gerçek şekilde hareket etsek bu iktidarın duygusunu elde ediyoruz.
İnsan zihni için her metafizik araştırma âkibetsiz kalmaya mahkumdu.
Sezgi ile elde edilen bilgiden şüphe edilmez.
Hakikatin tanınması için yeğane vasıtanın zeka olduğu fikri
Filhakika bir şey tahlil edilebilir, fakat bir evrim tahlil edilmez. Onda her an değişime mevzubahistir.
Şuurun süresinin dışında, hiçbir şey kendiliğinden mevcut değildir.
Süre ise hürriyettir.
Hür olan ancak bizim karekterimizin yaratılmasıdır.
Bir kartona resim yapıştırıp sonra kesiyorum, kesilen parçaları birleştirmek suretiyle tekrar kartona yapıştırdım resim meydana geliyor.
Her tarafımızdan zaman ve mekan sonsuzluğu ile bizi çepeçevre kuşatmış olan ve etrafımızda kımıldanan bu muhteşem dünya, birbirine girmiş olayların gürültüsü ile dolu bir kaotalik bir dünyadır.
Zihnimizin sürekli bir oluş halinde bulunduğu fikri Kant’a tamamen yabancı idi. O, sürenin mutlak varlığını tanımıyordu.
Sezginin en göze çarpan tarafı, onun esas itibariyle aktif, adeta şiddetli oluş karakteridir. Sezgi önceden, hemen hemen sönük bir lamba ışığı gibi, hafifçe canlanan ve hemen sönüveren kaçıcı eksik bir aydınlıktır. Fakat sonra bizi ansızın aydınlıkla doldurur.
Bergson’a göre felsefe yapmak, hareket halinde olan realitenin ortasında çaba kullanarak yer almak, eşyanın basit ve anlatılmaz, tercüme edilmez, en içerik tarafıyla birleşmek, beraber olmaktır .
Zaman felsefesl
Bir yerden kalkıp bir yere giderken faraza üç saat geçti deriz. Hakikatta eşyada hiçbir şey geçmemiştir. Bizim şuurumuzda geçen olaylar arasında bir yaşanma, olgunlaşma ve yığılma, zamanın geçmesi tasavvurunu bizde yaratmaktadır. Eşyada ancak zaman beraberliği ruhta da ancak süre bulunmaktadır.
Bergson’a göre sanat, hayatın menfaat perdesinden sıyrılarak olduğu gibi görünmesidir. Sanatta sezgi budur.
Ancak din korku değildir, korkuya karşı yapılan tepkidir.
Aklın öte tarafında bir meleke daha vardır ki orada başka bir göz açılarak zahirî gözle görülmeyen gaybî hakikatleri ve ilerde olacak şeyleri görür.
Sürenin realitesini olduğu gibi tanıyabilmek için, ona kendimizi uydurmak ve bu suretle sürenin hayatını onunla birlikte her an yaşamak lazımdır.
Bergson’a göre sanat, hayatın menfaat perdesinden sıyrılarak olduğu gibi görünmesidir. Sanatta sezgi budur.
Rideau’nın dilinden dinleyelim: Bergson’un eserinde, çağırış elemlidir, cevap sakindir: Bu, içsel merak ve sıkıntıdan fazla bir şey, sanki konuşan bir düşüncedir; derinliklerin sezgisi fikrin ışığında aydınlanmaktadır: Kuvvetle disiplinli bir düşünce, çok kere heyecana hakim olan, lirizmi dizginleyen aydınlık. Bergson bir Pascal’ın bir Spinoza’nın veya bir Biran’ın mistik hayatını ve o hayatın dramını şiddetle yaşamış değildir; o gözetlemesini bilen bir bilgindir, lâkin laboratuvarı bütün hayat ve bütün dünyadır.
Mistiklik ruhun karanlıkta ve esrar içerisinde kalması demek değildir. Bilakis mistik hal, tam aydınlığa ulaşma halidir.
İnsan zihni için her metafizik araştırma akıbetsiz kalmaya mahkûmdu. Kant böylece felsefeyi bir karanlık geceye sürüklemişti.
Prensip olarak Bergson insanın, herşeyin ölçüsü olduğunu, her türlü realitenin insan tipine uygun olarak meydana geldiğini ortaya koyuyor. İnsan varlığın kanunudur: Bütün kâinatın özetidir.
Comte, Kant’ın açık bıraktığı ümit kapısını da kapatmakla insan düşüncesine yeni ve evvelkisinden başka bir istikamet vermek istemişti. Fakat insan şuuru deneylerin ötesinde mutlak hakikati bulmak için araştırmalar yapmaktan vazgeçmedi.
Şuur sahibi olan insan maddeyi bertaraf etmek, onun tesirinden kurtulmak için tarih boyunca çalışıp durmaktadır. İnsan eşyanın sesidir, kâinatın kelâmıdır.
Şu halde zekâ bir hareket noktası, oluş âlemine sıçramak için kullanılan bir cambaz tahtasıdır.
Kainat, aşkın, sevmek ihtiyacının gözle görülen ve elle tutulan yanıdır, kâinatta bulunan bütün varlıklar da bu yaratıcı heyecanın neticeleridir.
Aklın öte tarafında bir meleke daha vardır ki orada başka bir göz açılarak zahirî gözle görülmeyen gaybî hakikatleri ve ilerde olacak şeyleri görür.
Bergson’a göre sanat, hayatın menfaat perdesinden sıyrılarak olduğu gibi görünmesidir. Sanatta sezgi budur.
var olan ve olmakta bulunan şeylerin özü ne olursa olsun, biz de ondan yapıldık. O halde kendi içimize inelim
Kahramanlar ve veliler yanımızda bulunuyorlar. Bizim yapacağımız iş, onları tetkik etmek ve iyi hallerini benimsemektir.
Hareket, temaşanın zayıflamış halidir.
Ancak din korku değildir, korkuya karşı yapılan tepkidir.
Mistikliğin gayesi, aşk içinde kainatta birlik yaratmaktır. Ancak mistik temas sayesinde Allah’la birleşen insan iradesi, insanlar arasında evrensel aşkı yaratmaya kabiliyetlidir.
Sevenle sevilen arasında ayrılık kalmıyor: Allah oradadır ve sevinç sonsuzdur.
Yapayalnız yaptığı sessiz sedasız sohbetlerde , bütün ruhunun eridiğini hissettiği heyecan içinde, ilahi tevazu denebilecek şeyi gördükten sonra nasıl mütevazı olmasın?
Sanat eseri hür bir yaratılış halinde, terkiplerin mütemadi oluşu mahsulü olarak, ağaçtan kopup düşen olgun bir meyve halinde gözlerimizin önüne sayılır.
Çünkü hakiki sanat eseri yaşanmış olan eserdir. Ve sanatkar her an eserini yaşamaktadır.
Bergson, insanda normal idrakin yanında bir de estetik melekenin bulunduğunu söylüyor. Estetik sezgi denilen bu meleke dışın idrakidir ve dışımızda ferdi olanı (individuel) araştırır.
Haz, ferdin hayatını muhafaza ve onu etrafa yayması için, tabiatın kullandığı bir alettir. O, hayatın atıldığı istikamet hakkında bize bilgi vermiyor. Gerçek sevinç ise bilakis her zaman hayatın zafer alametidir.
Şu halde zekâ bir hareket noktası, oluş âlemine sıçramak için kullanılan bir cambaz tahtasıdır.
Sanatta, ilimde, teknikte çok defa görülen bu sezgi, düşünmeden, muhakemeler yapmadan bilmek, bir nevi keşfetmektir. Archimede’in evreka’sı, Newton’un elmanın ağaçtan yere düştüğünü gördüğü anda evrensel çekim kanununu keşfetmesi bu nevi sezginin eseridir.
Prensip olarak Bergson insanın, herşeyin ölçüsü olduğunu, her türlü realitenin insan tipine uygun olarak meydana geldiğini ortaya koyuyor. İnsan varlığın kanunudur: Bütün kâinatın özetidir.
Hayat, aslında ruhi nizama ait bir şeydir ve çıkma hareketinin zirvesinde saklı bulunan ruhun realitesini meydana çıkarmıştır.
Mistiklik ruhun karanlıkta ve esrar içerisinde kalması demek değildir. Bilakis mistik hal, tam aydınlığa ulaşma halidir.
İnsan zekasıyla korkudan kurtulmaya çalışıyor, lâkin bu kâfi değil, korkudan kurtulmakla iş bitmez, Ümitler de lazımdır.
Sokrat da İsa ayarında bir adamdı.
Bergson’a göre sanat, hayatın menfaat perdesinden sıyrılarak olduğu gibi görünmesidir. Sanatta sezgi budur.
Ancak mekanik bir kâinat görüşüne sahip olan ve realiteyi tanımak için zekâdan başka bir vasıtaya sahip olmayan bu sistemin de gerçek bilgisine ulaşamayacağı aşikârdır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir