İçeriğe geç

Cumhuriyet – Türk Mucizesi İkinci Kitap Kitap Alıntıları – Turgut Özakman

Turgut Özakman kitaplarından Cumhuriyet – Türk Mucizesi İkinci Kitap kitap alıntıları sizlerle…

Cumhuriyet – Türk Mucizesi İkinci Kitap Kitap Alıntıları

Bütçe çoktandır açık vermiyor, gelir fazlası veriyordu. Dış ticaret açığı da söz konusu değildi. Merkez Bankası’nda 36 milyon dolar döviz, 26 ton altın vardı. Artık şeker, çimento, kereste ve deri ürünlerinde milli ihtiyacın tümü, yünlü dokumada %83’ü, pamuklu dokumada %43’ü, kağıtta %32’si, camda ve cam eşyada %63’ü milli üretimle karşılanmaktaydı. Demir-çelik sanayii kurulmuştu. Demiryollarımız 7.132 km.ye çıkmıştı. Güçlü Ankara radyosu ile yurtdışına yayın yapacak olan kısa dalga Ankara radyosu Cumhuriyet Bayramına yetişmişlerdi, 28 Ekimde hizmete gireceklerdi. Madenler ve şirketler millileştiriliyor, her şey vatanın sahibi millete mal ediliyordu. Sanayileşme hızı ortalama %20’ye yakındı. Devletin Osmanlı borcundan başka borcu yoktu. Boğazlar ve Hatay sorunları çözülmüştü. Yeni Dört Yıllık Planda madenlere, metal ürünlere, kimya, toprak ve gıda sanayilerine, elektrik enerjisi ile ulaştırmaya öncelik verilecekti. Bu plan için sarf edilecek para 85-90 milyon lira olarak tahmin edilmekteydi. İngiltere ile 16 milyon İngiliz liralık kredi sözleşmesi imzalanmış, Almanya ile 150 milyon marklık bir kredi konusunda anlaşma yapılmıştı.
Devletimizin banisi ve milletimizin fedakâr, sadık hadimi,
İnsanlık idealinin âşık ve mümtaz siması
Eşsiz kahraman Atatürk!
Vatan sana minnettardır.
Bütün ömrünü hizmetine verdiğin Türk milleti ile beraber senin huzurunda tazim ile eğiliyoruz. Bütün hayatında bize ruhundaki ateşten canlılık verdin. Emin ol aziz hatıran sönmez meşale olarak ruhlarımızı daima ateşli ve uyanık tutacaktır.
Zaferleri ve mazisi insanlık tarihi ile başlayan, her zaman zaferle medeniyet nurları taşıyan kahraman Türk ordusu!
Memleketini en buhranlı ve müşkil anlarda zulümden, felaket ve musibetlerden ve düşman istilasından nasıl korumuş ve kurtarmış isen, Cumhuriyetin bugünkü feyizli devrinde de askerlik tekniğinin bütün modern silah ve vasıtaları ile mücehhez olduğun halde vazifeni aynı bağlılıkla yapacağına hiç şüphem yoktur.
Bugün Cumhuriyetin on beşinci yılını mütemadiyen artan büyük bir refah ve kudret içinde idrak eden büyük Türk milletinin huzurunda, kahraman ordu, sana kalbi şükranlarımı beyan ederken, büyük ulusumuzun iftihar hislerine de tercüman oluyorum.
Türk vatanının ve Türk camiasının şan ve şerefini, dahili ve harici tehlikelere karşı korumaktan ibaret olan vazifeni her an ifaya hazır ve amade olduğuna benim ve büyük ulusumuzun tam bir inanç ve itimadımız vardır. Büyük ulusumuzun orduya bahşettiği en son sistem fabrikalar ve silahlar ile bir kat daha kuvvetlenerek büyük bir feragat-i nefs ve iatihkâr-i hayat ile her türlü vazifeyi ifaya müheyya olduğunuza eminim. Bu kanaatle kara, deniz ve hava ordularımızın kahraman ve tecrübeli komutanları ile subay ve eratını selamlar ve takdirlerimi bütün ulus muvacehesinde beyan ederim.
Cumhuriyet bayramının on beşinci yıldönümü hakkınızda kutlu olsun!
Cumhuriyet külfette olduğu kadar nimette, nimette olduğu kadar külfette eşit muameleye tâbi insanlardan oluşur.
Ben onları affederim, çünkü benim kalbim vardır.. dedi, içini çekerek devam etti: ..Ama onlar beni affetmezler. Çünkü onların kalpleri yoktur.
Batının iyi bildiği, ustaca uyguladığı ana oyunlardan biri de buydu: Bölmek, bölemezse düşmanlık yaymak, bir arada yaşamayı zorlaştırarak birliği zayıflatmak.
Halkı kolayca yönetmeyi, gütmeyi düşünenler için halkın uyanması, aklını özgürce kullanmaya başlaması tehlikeli, çok tehlikeli bir gelişmeydi. Gelenekçilerin ve tutucuların, din tüccarlarının, aktörlerinin büyük güvencesi halkın bilgisizliği, uyanamamış olmasıydı.
Dimdik, başı yukarıda, bacakları gergin, kolları biraz açık, kıpırdamadan duruyordu. Orkestradan Sarı Zeybek’in heyecan verici ezgileri yükseldi. Atatürk kollarını kanat gibi açtı, kahraman, vakur, yiğit figürleriyle Sarı Zeybek’i oynamaya başladı. Dizlerini yere vururken bina sarsılıyordu. Sanki ölüme meydan okuyordu. Kalabalık, bir veda törenine tanık olduğunun farkında mıydı, yoksa böyle emsalsiz bir insanla aynı zamanda yaşamanın verdiği gurur yüzünden mi, gözler yaşlarla doldu.
Ben toprak büyütme dileklisi değilim. Barış bozma alışkanlığım yoktur. Ancak anlaşmaya dayanan hakkımızın istekçisiyim. Onu almazsam edemem. Büyük Millet Meclisi’nin kürsüsünden milletime söz verdim. Hatay’ı alacağım. Milletim benim dediğime inanır. Sözümü yerine getiremezsem onun huzuruna çıkamam, yerimde kalamam. Ben şimdiye kadar yenilmedim, yenilemem, yenilirsem bir dakika yaşayamam.
Mal-mülk bana ağırlık veriyor. Bunları milletime bağışlamakla mutluluk duyacağım.
Davasında haklı olan Türkiye’dir. Türk’ün sözüne uymamak, onu tanımamak, onu hiçe saymak, buna cesaret gösterenlerin, düşünmedikleri bir akıbetle karşılaşacaklarına asla şüphe yoktur.
La Tribuine des Nation gazetesinden Jean – Pierre Gerard imzasıyla bir yazı yayımlandı. Yazı şöyle bitiyordu:
Mustafa Kemal Türklerinin, İskenderun Türklerini Şamlıların eline bırakacaklarına ihtimal vermek, onları tanımamak demektir.
Hakkı Tarık Us Atatürk’ün kendisi hakkında hüsnüniyetle dolu olduğunu söyleyince Mehmet Akif Bey heyecanlandı, doğrulmaya çalışarak, Tarık Bey.. dedi, ..Ben yemin etmem. Fakat işte yemin ediyorum, ben Milli Mücadele’de yanında bulundum, yakından tanıdım. Vallahilazim eğer Atatürk olmasaydı, bu zafer kazanılmazdı.
20 Temmuz 1936 Pazartesi günü saat 22:00’de Montreux Palas otelinin büyük salonunda Montreux Söleşmesi ve ek protokol törenle imza edildi. Ek protokole göre Türkiye Boğazlardaki askersizleştirlmiş bölgelere birliklerini hemen sokabilecek, yeni geçiş rejimini 15 Ağustosta uygulamaya başlayabilecekti.
Çok önemli bir başraıydı bu. Sözleşmenin imzalandığı telefonla ve yıldırım telgrafla Türkiye’ye duyuruldu.
Atatürk Şimdi sıra Hatay’a geldi. diyecekti.
Türkiye’nin evinin kapıları olan Boğazlardan her isteyen, geçebilmek hakkını elde tutmak yoluna giderse, işte o zaman Boğazlar meselesi tam olarak hallolunmuştur. Şöyle ki: Bu takdirde Türk der ki: ‘Kapılarım kapalıdır. İstediğime, istediğim zaman açarım ve buna muktedirim.’
İttihat ve Terakki Partisi’nin başarısızlığının en önemli nedeni, yönetimi sorumlu görevlilerin yerine sorumsuz particilerin eline bırakmış olmasıdır. Bundan dolayı çok büyük kayıplara uğradık. Partinin devlet yöneticilerine karışması söz konusu olamaz.
Meclis, vatanseverliğin, çalışkanlığın, tedbirde isabetin ideal örneğidir. Meclis yurdun korunması, onun bayındırlığı için en yüksek ulusal ilham ve kudret kaynağıdır.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Fertlerin hususi teşebbüslerini esas tutmak fakat büyük bir milletin ve geniş bir memleketin bütün ihtiyaçlarını ve birçok şeylerin yapılmadığını göz önünde tutarak memleket iktisadiyatını devletin eline alması.
Uçurumun kenarında yıkık bir ülke. Türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar. Yıllarca süren savaş. Ondan sonra içerde ve dışarda saygı ile tanınan yeni vatan, yeni toplum, yeni devlet ve bunları başarmak için arasız devrimler. İşte Türk genel devriminin kısa bir anlatımı
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Türk çocuğu! Her işte olduğu gibi havacılıkta da en yüksek seviyede gökte seni bekleyen yerini az zamanda dolduracaksın. Bundan hakiki dostların sevinecek, Türk milleti mesut olacaktır.
Siyasi ve toplumsal hakların kadınlar tarafından kullanılmasının insanlığın saadeti ve prestiji bakımından elzem olduğuna eminim.
Velakin Osmanlı Devleti, birçok Batılı ülke gibi sömürgecilik yapmadığı, dünyanın zenginliğini talan edip İstanbul’a taşımadığı, sermaye biriktirmediği için yeni Türkiye’ye borç bırakabilmişti.
Orhan, Öğretmenler Birliği lokalinde, Öyle kirli ve kanlı zenginlik kalacağına borç kalması daha iyi demişti. Kimse de bu görüşü yadırgamamıştı. On yıldır az ama namuslu paranın bereketini görmekteydiler. Devlet hiç borç almamış, buna karşılık demiryolu Karadeniz’le Akdeniz’i kavuşturmuştu. Şimdi bir kolu Erzincan’a yol alıyordu, bir kolu Tatvan’a, bir kolu Diyarbakır’a. Büyük fabrikaların temelleri atılıyordu. Medeni Kanun kabul edilmişti. Okuma-yazma altı ayda öğreniliyordu. Kaç-göç bitmişti. Kadınlar milletvekili olmuşlardı. Halkevleri açılmıştı. On yıl önce biri bunları söylese ‘sen delisin’ diye alaya alınırdı. Birçok tutucu Türk de bu büyük gelişimin farkındaydı. Cumhuriyet’in nimetleriyle birlikte gururunu da paylaşıyorlardı artık.
Şimdi dürüst yabancılar bu duruma saygıyla Türk mucizesi diyorlardı.
5 Aralık 1934 günü Türk tarihi bakımından büyük bir gün oldu. Meclis, kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkını tanıyan anayasa değişikliğini gündeme aldı. Öneriyi Başbakan İsmet Paşa ve 191 arkadaşı imzalamıştı. İsmet Paşa özlü bir konuşma yaptı. Konuşmasını şöyle bitirdi:
Gelecek nesiller Dördüncü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, Türk kadınına bütün haklarını vermek için gösterdiği gayreti minnet ve şükranla anacaktır.
Meclis’te 258 milletvekili vardı.Tasarı oybirliği ile kanunlaştı.
Eski düşmanı tanıdıkça hayran olduğu Gazi’yi barış ödülüne aday gösteriyordu. Kurulda olsa herhalde bu ödülün verilmesi için çok mücadele ederdi. Olay, ‘büyük insan, düşmanının bile büyüklüğünü kabul ettiği insandır’ özdeyişi için tam bir örnekti.
Türk milleti! Ebediyete akıp giden her on senede, bu büyük millet bayramını, daha büyük şereflerle, saadetlerle, huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim. Ne mutlu Türküm diyene!
‘Dağ Başını Duman Almış’ marşı ile ’10. Yıl Marşı’nı duyunca yeni devlet ve Mustafa Kemal Paşa karşıtları eskicilerin sinirleri bozulacaktı. Çünkü Milli Mücadele’nin, yeni çağın, özgürlüğün, bağımsızlığın, medeni kanunun, devrimlerin, yeni alfabenin, kısacası Türkiye Cumhuriyeti’nin marşlarıydı bunlar.
Bir coşkuya ihtiyaç olunca herkes bu marşları söyleyecekti.
Kesin olarak bilinmelidir ki Türk milletinin milli dili ve milli benliği bütün hayatında hâkim ve esas kalacaktır.
Gazi töreni sessiz bir heyecanla izliyordu. Gözleri nemlenmişti. Biliyor musun Afet.. dedi, ..pek çok zorluktan geçtik. Askere yetişecek kadar üniforma, postal ve silahımız olmadığı için seferberlik ilan edemedik. Sakarya Savaşı’nın başlayacağı günlerde Süvari Kolordusunun, yani üç tümen süvarinin elinde sadece 118 kılıç vardı. Süvarilerimiz mızrak niyetine uçlarını sivrilttikleri sopalarla dövüşüyorlardı. Sonunda, işte şu parçasını gördüğün milletin sabrı, namusu, cömertliği ve yiğitliği sayesinde, Anadolu’yu parçalamaya hazırlanan zengin ve kudretli galipleri yendik, kovaladık, denize döktük.
Yaşlılar, orta yaşlılar askerlerin üniformasız, sırt çantasız, matarasız, ayaklarında çarıkla savaşa gittiklerini iyi bilirlerdi. İşgal görmüş yerlerde askere gösterilen sevgi başka türlüydü. Kadınlar kurtarıcı süvari subay ve erlerinin çizmelerinin, postallarının tozunu sürme diye gözlerine sürmüşlerdi.
Bu askerlerin ağabeyleri 27 Ağustosta, başlarında subayları, Afyon’un kayalık tepelerini çıplak ayak aşarak Sincanlı ovasına tabanları parça parça, kan içinde ayak basmışlardı. İnsan olan bunu unutabilir miydi?
Bununla beraber asıl uğraşmaya mecbur olduğunuz şey, analarınız ve atalarınız gibi yüksek kültürde ve yüksek fazilette dünya birinciliğini tutmaktır.
Sen bize hakikat yolunu gösterdin. Sen bize milletimizi, benliğimizi tanıttın, sen bize kendimizi öğrettin. Türk milleti sana minnettardır.
Söyleyen aptal, inanan daha aptaldır!
Hafızlar bazı çevrelerin adını dinsize çıkardığı Gazi Paşa’nın din konusunda ne kadar bilgili ve saygılı olduğunu derin bir hayretle anladılar. Ne çok yalancı vardı!
Büyük devletler kuran ecdadımız büyük ve geniş medeniyetlere sahip olmuşlardır. Bunu aramak, incelemek, Türklüğe ve cihana bildirmek bizler için bir borçtur. Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.
Pek çok yurttaşı memnun eden bir gerçek vardı: Ağır dünya krizine rağmen Türkiye gerilemiyor, yerinde saymıyor, küçücük bütçesiyle zorlukla da olsa ilerliyor, gelişiyor, çağa ve dünyaya açılıyordu.
İnandılar, dövüştüler, öldüler
Bıraktıkları emanetin bekçisiyiz
Türkiye’nin izleyeceği genel siyaseti kısa bir cümle ile özetledi:
Yurtta barış, dünyada barış.
Kubilay’ı da, Derviş Mehmetleride unutmayacağız. Kubilay’ı minnetle, Derviş Mehmetleri lânetle anacağız.
Türkiye bir maymun değildir, hiçbir milleti taklit etmeyecektir. Türkiye ne Amerikanlaşacak, ne de Batılılaşacaktır, o sadece özleşecektir.
Milli duygu ve dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması, milli duygunun gelişmesinde başlıca etkendir. Türk dili dillerin en zenginlerindendir. Yeter ki bu dil bilinçle işlensin. Ülkesini, yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır.
..Biz iktisadi olarak mutedil devletçiyiz. Bizi bu yöne sevk eden milletin eğilimidir. Devletçilikten büsbütün vazgeçip her nimeti sermayedarların faaliyetlerinden beklemek bu memleketin anlayacağı bir şey midir?
Hepimiz faniyiz Fethi Bey. Tarihe tek partili idarenin başı olarak geçmek istemiyorum. Ölmeden evvel isterim ki millet özgürlüğe alışsın.
Bir cemiyette en muzır (zararlı) adam, ehliyetsiz olduğu halde selahiyet (yetki) sahibi olandır.
Türkiye Cumhuriyeti eğitiminin milli eğitim ve öğrenimdeki amacı, bilinçli cumhuriyetçi, bilinçli demokrat, bilinçli laik vatandaşlar yetiştirmektir.
Sarkıntılık, laf atma gibi alışkanlıklar azalıyordu. O çekingen, korkak kadınların yerini çantasını, şemsiyesini yılışığın kafasına indiren özgür, kişilikli kadınlar almıştı.
Devletin her kuruşunda yoksul halkımızın hakkı vardır. Bu hakkı korumak her düzeydeki devlet görevlisi için kutsal bir ödevdir.
Lâik olunmadan ne bilimsellik, ne sosyal devrimler, ne kadın erkek eşitliği, ne düşünce özgürlüğü, ne de demokrasi olurdu. Bunların gölgesi, sahtesi bile olmazdı. Giderek açık ya da kapalı sömürge olunurdu.
Gazi Cumhuriyet’in temel özelliğini açıklamıştı: Cumhuriyet fazilet rejimidir.
Efendiler, bu beyanatımla, milli hayatı son bulmuş sanılan büyük bir milletin, bağımsızlığını nasıl kazandığını ve ilim ve fennin en son esaslarına dayanan, milli ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu ifadeye çalıştım. Bugün ulaştığımız sonuç, yüzyıllardan beri çekilen felaketlerin doğurduğu uyanış ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir.
Bu sonucu Türk gençliğine emanet ediyorum.
Bu ifade, bir millet atasının, devlet kurucusunun gelecek kuşaklara vasiyeti niteliğindeydi. Sonra doğrudan gençliğe seslendi:
Ey Türk gençliği!
Birinci vazifen Türk bağımsızlığını, Türk Cumhuriyetini sonsuza kadar korumak ve savunmaktır
Yine mi? Vay alçaklar vay! Ne yaptı Mustafa Kemal Paşa yahu? Vatanı mı sattı? Düşmanla işbirliği mi yaptı? Milletin ırzı, namusu, evi barkı yağmalanırken köşkünde, konağında keyfine mi baktı? Bir yıkıntıdan bağımsız bir devlet, ortaçağda yaşayan zavallı, esir bir yığından başı dik bir millet çıkardı. Hayvanlar bile bu kadar nankör olmaz!
Vatansever olmak vatandaş olmanın gereğidir.
Cumhuriyetimizin ve milletin ruhundan ilham alan prensiplerimizin, bir vücudun ortadan kaldırılması ile yok olacağını sananlar çok boş beyinli zavallılardır. Benim naçiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti sonsuza kadar yaşayacak, Türk milleti uygarlık yolunda duraksamadan yürümeye devam edecektir.
Cumhuriyet’i kuranlar arasında maceracı, kumarcı yoktu. Hiçbir zaman duygularına, kişisel görüşlerine, heveslerine, hırslarına kapılmamış, vatanı bu sayede esenliğe çıkarmışlardı.
Hakimiyet milletindir.
Gazi, Fahrettin Paşa’ya, Ben öğlenleri hiç içmem.. dedi, ..Yalnız akşamları içerim. Keyfim için içerim. Yani alışkanlığım yoktur. Bu nedenle de istediğim zaman bırakırım. Görev sırasında bir damlasını ağzıma koymam, işe içki karıştırmam. İçilmesine izin de vermem.
Paşam bazı yobazlar..
Bırak şunları. Benim gizli saklı işim yok. İkiyüzlülük edip de gizli gizli içmem. Neysem oyum. Günahsa benim boynuma. Onlara ne? Hiç sevabım, hizmetim, memleket, millet hayrına bir işim yok mu? Neden onlardan bahsetmiyor bu dedikoducu küçük adamlar?
Uygar olmayan insanlar uygar olanların ayakları altında kalır.
Din başlıkta değil, baştaydı.
Efendiler ve ey millet, biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru ve en hakiki tarikat uygarlık tarikatıdır.
Bak efendi, gerçek dindar dini hiçbir şeye alet etmez, edemez. Çünkü Allah’tan korkar. Bunlar din tüccarı, şeytan ordusu ya da tam cahil!
Dünyada her şey için, maddiyat için, maneviyat için, hayat için, muvaffakiyetler için en hakiki mürşit ilimdir, fendir.
Gençler!
Cesaretimizi güçlendiren ve devam ettiren sizsiniz. Siz, almakta olduğunuz terbiye ve irfan ile, insanlık meziyetinin, vatan sevgisinin, fikir hürriyetinin en değerli timsali olacaksınız.
Ey yükselen yeni nesil!
İstikbal sizsiniz. Cumhuriyeti biz kurduk, onu siz yükseltecek ve devam ettireceksiniz.
Öğretmenler! Yeni nesli sizler yetiştireceksiniz. Yeni nesil sizin eseriniz olacaktır. Cumhuriyet fikirce, ilimce, fence, bedence kuvvetli ve yüksek seciyeli muhafızlar ister. Yeni nesli bu vasıflarda ve bu kabiliyette yetiştirmek sizin elinizdedir.
Milli ahlakımız, medeni esaslarla ve hür fikirlerle geliştirilmeli ve güçlendirilmelidir. Korkutmaya dayalı ahlak bir fazilet değildir.
Sizin başarınız, Cumhuriyetin başarısı olacaktır. Cumhuriyet sizden ‘fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür’ nesiller ister.
Ümit yolcusu yorulmaz
Şevk içinde koşar gider
Milletler Cemiyeti çocuk hakları hakkında beş maddelik bir bildirge hazırlamış ve ülkelerin imzasına açmıştı.
Bildirge Cenevre Çocuk Hakları Bildirgesi adını taşıyordu. Birinci maddesi şöyleydi:
Çocuk bedenen ve ruhen tabii bir surette büyümeye elverişli şartlar içinde bulundurulmalıdır.
Her maddesi çocuğu esirgeyen, koruyan bildirgeyi Gazi büyük bir şevkle karşıladı. İlk imzalayan Devlet Başkanları arasında yer aldı.
Gazi Mustafa Kemal imzalı bildirge bütün çocuk yuvalarında ve ilkokullarında duvarlara asıldı.
Bazı genç milletvekilleri toprak reformu gibi konular yer almadığı için bu anayasayı devrimci bulmamışlardı. Bu düşüncesini söyleyen bir milletvekiline Gazi Paşa şöyle dedi:
Anayasamız parlamenter demokrasi sistemine uygun bir anayasa. Ama hiçbir devrime, hamleye engel değil. Olmadığını göreceksiniz. Engeller kafalarda. Kadınlara seçme, seçilme hakkını niye çok gördünüz? Kadınlar cahillerse, erkekler cahil değil mi? Kadınsız demokrasi olur mu? Evde annenizin, kardeşinizin, eşinizin yüzüne nasıl bakıyorsunuz?
Tarihimizden bilirsiniz, gericiler, eskiyen devleti yenilemeye çalışan padişahları ya öldürdüler ya tahttan indirdiler. Ama isyanlar, idamlar, hainlikler, entrikalar, devleti yenileme anlayışını yok edemedi. Tersine daha güçlendirdi. Çünkü düşünen kafalar bilirler ki bu bir ölüm-kalım sorunudur. Yarışta geri kalan, eskiyen biter. Fakat yeni ile eskinin kavgası bitmez. Sonuçta hep yeni üstün gelir. Yoksa hiç ilerleme, gelişme olmaz, insanlık ilkçağda kalırdı. Tarih böyle söylüyor.
Halk tarihin dilini anlar.
Devletimizin banisi ve milletimizin fedakâr, sadık hadimi,
İnsanlık idealinin âşık ve mümtaz siması
Eşsiz kahraman Atatürk!
Vatan sana minnettardır.
.. dünyanın daha ona ihtiyacı var.
Dimdik, başı yukarda, bacakları gergin, kolları biraz açık, kıpırdamadan duruyordu. Orkestradan Sarı Zeybek’in ezgileri yükseldi. Atatürk kollarını kanat gibi açtı, kahraman, vakur, yiğit figürleriyle Sarı Zeybek’i oynamaya başladı. Dizlerini yere vururken bina sarsılıyordu. Sanki ölüme meydan okuyordu. Kalabalık, bir veda törenine tanık olduğunun farkında mıydı, yoksa böyle emsalsiz bir insanla aynı zamanda yaşamanın verdiği gurur yüzünden mi, gözler yaşlarla doldu.
Nerede, kime, ne yardım yapıldığı açıklanamaz, bununla övünülemez, bilgi verilemez, yardım yapan yaptığı yardımı hemen unutur. Kimsenin onuru hiçe sayılamaz.
Yardım işi gösteriş, övünme, boşboğazlık ve özür kaldırmaz.
Dinde bilgisizlik öyle verimli bir ortamdır ki ne ekilse yeşerir.
İsmet İnönü harp cephelerinde olduğu kadar bütün cihan diplomatları karşısında da zekâ, irfan ve kabiliyetle muvaffak olmuş, Lozan Andlaşması gibi bir şaheser hediye etmiştir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir