İçeriğe geç

Sen Kitap Alıntıları – Mehmed Uzun

Mehmed Uzun kitaplarından Sen kitap alıntıları sizlerle…

Sen Kitap Alıntıları

Hêvî û xweziya dilê merivan pirr caran merivan dixapîne
Zindan bi xwendevan, mamoste, goşkar, terzî, berber, karker, awûkat, rojnamevan û gundîyan ve tijî bûbû.
Tenêtiya te di dilde hembêz dikim
Böcekcik, yalnızlık, yalnız kalmak güç iştir. Ne hissettiğini bilmiyorum; ama bu küçük delikte arkadaşsız, dostsuz, kimsesiz olmak güç iş gerçekten. Alıştım gerçi, ama yine de çok güç.
Min xwest bigihêm
Cîhê kû qencîxwaz gihîştibûn
Û gihiştim jî xwedêyo
Lê piştre
Li ser erdê
Çirayek û lihêfek.
Ama hiçbir anı zamanın, hiçbir acı da ölümün karşısında duramaz, onu yenemez. Zaman en önemli anıyı, ölüm de en büyük acıyı unutturur.
İnsanın dileklerinin bazen aldatıcı olabileceğinin farkında değildin daha
Xanîyê xerîb mezin û sar e
Hêsîrên mêrxas tê de nalenal e
Gelo halê girtî û şervanan çi hewal e ?
Evet, her kürt gibi bende Meme Alan’ı severdim. Yaa böcek, Meme Alan
Meme Alan bir şelaledir. Pamuk gibi bembeyaz bir sudan, kar gibi temiz, aslan kükremesi gibi heybetli bir şelale. Altına gir ve yıkan, bedeninin bütün kirlerini önüne kattıgı gibi alıp götürürsün. Suyundan iç, yanına sokulup dinle onu, kulaklarını duru müziği ve ezgisiyle doldur, sesinin uğultusundan korkma, insanın canını yakmaz.
Meme Alan destanını cok severdim. Benim için her şeydi. Meme Alan’ı ninemden cok babamdan dinlemek isterdim. Çünkü onun kavalı vardı ve stran da okurdu. Bir masalmış gibi anlatmazdı o, bir stranmış gibi söylerdi.
Ey cocuklar, güzel, boylu boslu cocuklar!
Bilgi ve marifet yigitlerin kalesidir. Turnalar bize ihanet ettiler bu sene. Sırtlarını dağlara, buzluğanlara, yagmurlara, tipilere erken döndüler bu kış. Yüzlerini ovalara, sıcak yerlere cevirdiler. Neden peki cocuklar?
Çünkü korktular çocuklar, turnalar korktular. Bu, hayra alamet değil Çocuklar, tutkun ve atik çocuklar!
Neyin sesidir bu? Göklerdeki bu ugultu, bu gürültü de nedir?
Öfkenin, gök gürültüsünün sesidir bu. Kıyamet de degil bu, ahir zaman da değil, ama gözlerini kan bürümüş yabancıların öfkesıdir. Uyanık olun çocuklar. Allah sizinle olsun.
Uzun kış gecelerinde gençleri ve cocukları etrafınlarında toplarlar, ellerini kulaklarına götürüp stran okurlardı. Heybetlerinde Meme Alan’dan Delale Beriye’ye kadar her türden stran olurdu
Rûmet ji me re, mirin ji wan re!
Wan zimanê we qedexe kiribû û xwendegeh çêdikirin ku hûn hînî zimanekî din bibin. Çeyiya wan ev bû!
Zanîn û huner kelehê mêran in, zarokno.
Qulingan îsal xayintî li me kirin.
Di vê zivistanê de wan zû pişta xwe dan çiya û baranan, bamişt û sîpanan.
Zû berî dan deşt û berîyan. Çıma zarokno?
Quling tirsîn zarokno, qüling tirsîn.
Ev ne elameta xêrê ye zarokno, dilgirt û çelengino!.. ev çi denge? ev çi heydedane çi gure gure li ezmanan? Dengê nefîr û zirna ezmane.
Ne qiyamet û ne jî axirzemane.
Lê xereza xerîban çavsore.
Serwext bin zarokno,
Bila xwedê bi were be.
Kurd tunene.
Weke ku bibêje ro tuneye, heyv, stêrk tunene.
Çawan gelek dihate înkarkirin?..
Em hemû tirk in, bira ne. Ma ne wisan e?
Ji te dipirsî. Eger tu netirsiya, tu dê li wê derê bikeniyayî. Ne hewce bû ku tu biçûya dûr, dêya te, belengazê, tu peyvên tirkî nizanîbû û camêr digot kurd tune ne.
Birano
Heval û hogirno
Şevên bê azadî, bê jîn, bêê kulîlk, bê wexarin
Dijwar in.
Benim kalbimin zindanı kara gözlerindir senin
Varlığımın yuvası kirpiklerinin gölgesinde saklı
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Uzağa gitmene gerek yoktu, zavallı annen bir kelime Türkçe bilmiyordu.
Ve bu bay Kürt yok diyordu. Kürt yok!
Güneş yok dermiş gibi, ay yok, yıldız yok dermiş gibi.
Bir halk nasıl inkâr ediliyordu?..
Dermanê nezanîyê pirs û xebat e.
Pê zerer jî bigîhê te, rastîyê bibêje.
Paqijîya dil û laş nîva bawerîyê ye.
Ve bu bay(an); Kürt yok diyordu. Kürt yok! Güneş yok dermiş gibi, ay yok, yıldız yok dermiş gibi Bir halk nasıl inkar ediliyordu!
Tenêbûn, tu jî bi xêr hatî
“Karanlık bir gece, gece yarılanmadı daha
Ova uykuda, dağlar dağlar, ay doğmadı daha”
Ziman îskeletê hebûna me ye, xorto. Ji dijminan; ferqa me ya esasî di warê zimên de dixuye.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Xorto, we xebat divê. Hûn divê deqîqeke jiyana xwe jî, bê xebat derbas nekin.
tu serpêhatî li hember wext û tu jan li hember mirinê nikare li ber xwe bide, nikare bi ser keve. Wext serpêhatîyên herî girîng, mirin jî jana herî mezîn dide ji bîr ve kirin.
Nezanî û jihevketîbûnê pişta me şikand, xorto. Em tar û mar kirin.
Me dixwest em jî wek her kesî li ser axa xwe azad bijîn.
Di vê rewşê de mumkin e meriv bê derd û keder be, xorto?
Kesekî ku hinek şeref û heysiyet hebe, nikare di vê rewşa hanê de bêderd û kul be. Hema hinekî raweste û li doralîyê xwe, li welatê xwe binêre
Ez divê xwendin û nivîsandina zimanê xwe zû pir zû, hîn bibim.
Kürt yok diyordu. Kürt yok! Güneş yok dermiş gibi, ay yok, yıldız yok dermiş gibi. Bir halk nasıl inkar ediliyordu?…
Benim kalbimin zindanı kara gözlerindir senin, Varlığımın yuvası kirpiklerinin gölgesinde saklı..
Ve bu bay Kürt yok diyordu. Kürt yok! Güneş yok dermiş gibi, ay yok, yıldız yok dermiş gibi.
Umut yaşamalı, kızgın güneşin altındaki süsenler gibi solmamalıydı. Her koşulda, her yerde ve her durumda aslolan umutlu olmaktı.
Hoş geldin keder
Hoş geldin dayak
Yalnızlık, sen de hoş geldin
Gökyüzü berrak, sokaklar temiz, insanlar güleryüzlüydü ve gelecek günlere dair çok büyük bir umut vardı.
Üç yıldır bir kadına dokunmadım. Ama bir kadının nasıl sevileceğini çok iyi bilirim …
Bu Diyarbakır var ya bu Diyarbakır, yurdumuzun güzelliğidir, yürek ağrımızdır. Hem yaşama umudumuz hem beynimizdeki sancıdır. Acayip bir şehirdir. Kadim ve hünerlidir. Sestir, renktir, aydınlıktır, acıdır, güzelliktir. Karışıktır. Her şeyi birbirine karışmıştır. Onu anlamak güçtür.
Arkadaşlıkta tedbirli ol; dostun bir gün düşmanın olabilir, düşmanlığında yumuşak ol; düşmanın bir gün dostun olabilir …
Gecenin sessizliğini yırttılar.
İnsanlar yıllarca dağlarda, vadi diplerinde , mağaralarda boşuna şeytanları arayıp durdular . Şeytanlar burada . Aramızdalar, burnumuzun dibindeler .
İnsan neden böyle ? Neden çabuk alışır bir şeylere ?
Bu hikayeyi ben yaşamadım, ama zamanın çilekeşleri yaşamış.
Her şeyin en kötüsünü düşünmek,olabilecek kötülüklere karşı en iyi tedbirdir.
Yitirdik yolu, ah bilmem ne yana gitsem
Allahım! Irmakta susuzluktanmı ölsem
Benim kalbimin zindanı kara gözlerindir senin
Varlığımın yuvası kirpiklerinin gölgesinde saklı
Benim kalbimin zindanı kara gözlerindir senin
Varlığımın yuvası kirpiklerinin gölgesinde saklı
Kitap. Eşsiz sevgili. Dilsiz dost. Bilginin yol arkadaşı.
Ve bu bay Kürt yok diyordu. Kürt yok! Güneş yok dermiş gibi, ay yok, yıldız yok dermiş gibi. Bir halk nasıl inkar ediliyordu?..
Cennet!.. asıl büyük tuhaflık bu sözcükteydi. Cennet!.. Ne cenneti! Baylar, ağzına kadar adilik, şerefsizlik, çılgınlık ve eziyetle dolu olan işkencehanenin adını cennet koymuşlardı. Belki de “Dayak cennetten çıkmadır” atasözünü düşünerek bu adı vermişlerdi.
Rahmetli dedem bana hep, “Öğüt verenler öğütlerine göre işler yaparlarsa öğütlerini dinletebilirler,” derdi; ben söylediklerime inanıyorum. Gerçi birilerine göre en ucuz şeyler öğütlerdir ya. Ama öğütler de deneyimlerin ürünleridir, dinlense iyi olur.
Bak delikanlı, bak Ataların dediği gibi, “Yollarımız yolcusuz, yolcularımız yolsuz kalmış”. Bacalarımız tütmez, köylerimiz viran olmuş İnsanın yüreği nasıl yanmasın delikanlı, nasıl yanmasın?
Ve fakat bugünden sonra daha güçlü olmalıyım. Bunun için de hep BİLGİ’mi artırmalı, UMUT’u örmeli, canlandırmalıyım.
Biliyorsun cezaevleri toplumsal üniversitelerdir. İnsan isterse cezaevinde kendini geliştirebilir. Bizleri üniversitelerden aldılar, getirip cezaevine koydular. Neden? Dünyayla, aynı şekilde üniversiteyle ilişkimizin kesilmesini istediler tabii. Bizi cezaevinin yalıtılmışlığı içinde dondurmak istediler. Ama zorbalar cezaevlerinin de üniversite oldugunu anlayamazlar.
Yaralıların yaralıdır yaraları, soğuğa, ayaza tutmayın.
Benim kalbimin zindanı kara gözlerindir senin
Varlığımın yuvası kirpiklerinin gölgesinde saklı
Yaralıların yaralıdır yaraları, soğuğa, ayaza tutmayın.
Yollarımız yolcusuz, yolcularımız yolsuz kalmış .
İçeride bir tarafınla yapayalnız kalabilirsin, kuyunun dibindeki taş gibi..

Sen ürpermelisin, dışarıda kırk günlü yerde yaprak bile kıpırdasa, öbür tarafınla öyle bir karışmalı ki dünyanın kalabalığına .

Benim kalbimin zindanı kara gözlerindir senin,
Varlığımın yuvası kirpiklerinin gölgesinde saklı..
İnsanların güzelliği, dillerinin güzelliğiyle ölçülür.
Hay lo dılo!..

Gurbet ele gitti güzel insanlarım bu sabah
Evlerde kimse yok ki avunayım onlarla,
Gönlümün dertleri çoğalır, uzundur aralık geceleri
Kalkıp oğlanı beşiğe yatıracak, gönlümün dertleri için ninni okuyacağım, ninni okuyacağım, ninni okuyacağım

Buralara nasıl düştün bilmiyorum ama buradan çıkmak ne benim elimden gelir, ne senin, ne de Rüstem-i Zal’ın.
Ellerim şehrimizin kalesinin duvarları, burçları değil ki dört bir yanını sarabilsin.
‘Batı’ ya elektirik, yol
Doğu’ya jandarma, karakol ‘
Sağlam kaleniz yaralıydı sizin.
Sessizlikleri, yabancıların saldığı korkudandı.
Bilgilerin öğütleri sebepsiz değildi. Ne de olsa saçlarını Mirza Muhammed’in döneminde ağırtmış değillerdi. Yas, inleme, medet ve kıyımlar içinde bilgi olmuşlardı.
Kendilerini çaresiz, gamlı hissettiklerinde strandan çok ayet ve hadis okurlar, ağır ağır, bir ninni gibi.
İnsan neden böyle? Neden çabuk alışıyor bir şeylere?
Etiketler:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir