Buket Uzuner kitaplarından Gelibolu kitap alıntıları sizlerle…
Gelibolu Kitap Alıntıları
Size de bütün ölü asker ailelerine yollanan mektuptan göndermişlerdir herhalde. Oğlunuz William Andrew Taylor’ın vatan, hürriyet ve zafer adına kahramanca öldüğünü bildiren taziye mektubu. Will’in yerine evde saklayacağınız bir standart mektup. O mektuptan binlercesi her gün ailelere yollanıyor. Will artık bir ölü sayı. Will artık birçok Anzak ve İngiliz askeri gibi Gelibolu’da tahtadan yapılmış bir haçın altında uyuyor.
Geçen hafta ölüleri gömmek için karşılıklı ateşkes ilan edildiğinde ilk defa Türkleri yakından ve canlıyken gördük. Bu ateşkes ilanı, tıpkı ragbi maçlarındaki devre arasını aldıran trajik bir şakaya benziyordu. Türkleri o zaman gördük. Türkler bize anlatılan canavarlara benzemiyordu. Onlar da gözlerinde endişe ve keder olan genç insanlardı. Tıpkı bizim gibi yorgun ve bıkkındılar. Onların da arkalarında bekleyen üzüntülü aileleri, yaşlı anne- babaları, karıları belki de sevgilileri vardı. Onlar da yaralanınca acı çekiyor, kanıyor ve onlar da gencecik hayallerini bırakıp ölüyorlardı. Türkler de insandı Daha dikkatli bakınca ateşkes sırasında gördüğümüz Türkler güçlü, sağlam çiftçi görünüşlü askerlerdi. Başlarında adına Enver şapkası denen tuhaf üçgen şapkalar vardı. İçlerinde dilimizi anlayan yoktu, ama bazıları az Fransızca anlıyordu. Bize gülümsüyor ve Johnny diyorlardı. Bana sigara ikram eden iki Türk’e ben de konserve et verdim ama kabul etmediler. Müslümanların domuz eti yemediklerini Mısır’dayken öğrenmiştik. Bu sığır etidir, dediysem de anlamadılar. O zaman ellerimle kafama boynuz yapıp, bir öküz gibi böğürdüm. Güldüler. İngiliz eti, dediler. Ben Yeni Zelandalıyım, İngiliz değilim! diye açıkladım. Yine güldüler. Ben de güldüm. Orada savaş meydanında etrafımız askerlerin cesetleriyle doluydu, biz düşmandık ve birbirimize gülüyorduk. Hayatımda bundan daha saçma, anlamsız ve feci bir şey daha yaşamamıştım ve o anda bir daha da yaşamamaya yemin ettim.
Ben artık sadece bir Anzak askeriyim. Alistair John Taylor dan geriye yalnızca bu kaldı. Ne sevdiğim şarkılar, yemekler, kokular, ne sevdiğim insanlar, ne de hayallerim Ben artık bir sayıyım. Yaşayan bir sayı. Ölürsem, o zaman da bir sayı olacağım. ‘Vatanı uğruna kahramanca’ ölmüş bir sayı. Kahramanca ve vatan uğruna! Kahramanlık mı? Haydi ya Kahramanlık zorla olmaz. Vatana gelince Burası Türklerin vatanı ve bu savaş bizim savaşımız değil.
O halde yeni dünya düzeninde ancak aynı memleket hudutları içinde ikamet eden halkına eşit hürriyet ve refah vaat edebilen milletler, din ve ırk ülküsünden daha kuvvetli olan kardeşlik bağını kurabileceklerdir.
Bu Türkler Doğu’nun bütün gizemini kendilerinde mi topladılar? Hayalet mi bunlar yoksa? Gerçek şu ki, Gelibolu’nun dağları Türk doğuruyor! Ayrıca bu Türklerin işin ucunu bırakmaya hiç niyetli görünmeyen zorlu savaşçılar olduklarını düşünmeye başladık. Onlar şimdi bizde olmayan bir güce sahipler. Çünkü, Türkler memleketlerini savunuyorlar.
Bu savaştı. İşte savaş buydu! Oyun veya şaka değildi, savaş: Ölmek ya da öldürmekti. Çirkindi, mantıksızdı, ilkeldi. Bu güzel havada, bu güzel Ege Denizi’nde, bu güzel yaşımızda, tanımadığımız birilerinin memleketinde ölmek akıllıca bir şey değildi. Hiç değildi.
Bu cehalet ne hain bir düşmandır ki, cahil beşeri ileri yaşlarda bir çocuk kadar naif, bir arızalı gibi eksik ve bir yoksul kadar muhtaç bırakmakta, zavallı duruma sokmaktadır. Cahillikle yan yana yaşayan beşerin köle olmaktan başka kaderi yoktur.
“İnsan çok eskiden ölmüş birinin imajını ve ona ait hayalleri nasıl kaybederse, ben de öyle kaybettim onu. Onu. Kendimi.
Birbirini gerçekten seven, gözeten, önemseyen insanların birbirleri üzerinde manevi bir hakkı oluşuyordu ve bu yalnızca sevgi hakkıydı.
Şimdi siz bu kanaatime iştirak edecek misiniz bilmiyorum ama, artık bir Türk zabiti olan mahdumunuz Ali Osman, geçen sene bu vakitler Hukuk Fakültesi talebesi olan mazideki kendi suretine, sanki acemi ve saf başka bir çocuğa bakar gibi şefkatle gülümsemektedir. Bir sene içinde bu kadar büyümek doğru mudur? Bunun cevabını ben bilmiyorum; ama hayat verecektir. Fakat edindiğim kanaate göre, beşer(insan) denen varlık, zannettiğimden de zayıf, çaresiz ve yalnızmış meğer Valideciğim.
Sanırım buradaki aşırı sıcak hava, yabancı bir kültür ve aslında en çok da ne zaman ve nereye gönderileceğimize dair o berbat belirsizlik duygusu hepimizin huyunu suyunu değiştirdi. Yeni Zelanda’dan yola çıkan saf ve idealist çocuklar değişti. Daha savaşı görmeden vahşileştik, hoyratlaştık sanki Yoksa içimizde saklanan şiddet mi uyandı? Bir de şunu merak ediyorum: Acaba İngilizlerin ortalığı yatıştırmak için açtığı ateşte yanlışlıkla ölen Yeni Zelandalı ve Avustralyalı askerlerin ailelerine, çocuklarının savaşırken öldüğü mü söylenecek? Yoksa İngilizler kendi yavru vatan evlatlarını öldürdüklerini açıklasalar buna inanan bir tek Yeni Zelandalı olur mu?
Fakat bu kadar çirkin bir ticaretin serbest olduğu ve polisin buna hiç ses çıkartmadığı bu memlekette, aynı polis hoşuna gitmeyen birini sokak ortasında kırbaçlayabiliyor. Buna kimse engel olmuyor. Yani Arap polisi istediğini dövebiliyor. Düşünebiliyor musunuz, 1915 yılında geldik ve dünyada neler olabiliyor!
İnsanı başkalarından daha fazla kendi yüzleşmeleri dehşete düşürür. Bu öyle derin bir dehşettir ki,en büyük düşmanınız bile üzerinizde bu kadar derin dehşet izleri bırakmayı başaramaz.Çünkü ortada ne suçlayacak bir başkası,ne de kaçacak bir gölge vardır. Gölgeyi yaratan tek şey insanın kendi bedeni ve bedeninin içinde taşıdıklarıdır.
Birbirini gerçekten seven, gözeten birbirini önemseyen insanların birbirleri üzerinde manevi bir hakkı oluşuyordu ve bu yalnızca sevgi hakkıydı. Doğal olarak ve kendiliğinden.
Gerçek hepimize akıl ve cesaret kapasitemizin alacağı kadar kendini gösterir. Çünkü gerçek hak edilmelidir.
Sistemler kendi vatandaşlarını kendilerine benzemeyenlere karşı düşman veya kibirli yetiştirebilmek için milliyetçilik ve dincilik gibi göz boyaması ya da körleşme yöntemleri uygularlar. Çünkü kör vatandaşları kullanmak daha kolaydır.
Kanıksamak (alışmak) tehlikeli bir histir. Çünkü insanın yüreği kabuk bağlamaya, derisi kalınlaşmaya başlayınca artık insan olmaktan vazgeçmiş sayılır ve başına her türlü musibet gelebilir.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
“Gerçeğe giden yol hep zordur. Çünkü işin içinde daima insan faktörü denen yanıltıcı bir öğe vardır. ”
Erkekler kadınların onları ne zaman kıskandıklarını anlamakta beceriksizdirler.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
“Ahh siz kadınlar! diye güldü Ali Osman. “Ayrıntıları asla ama asla kaçırmazsınız değil mi?
aşık olmaktan, bağlanmaktan, aşkın ve beraberliğin, birini sevmenin getireceği sorumluluktan korktum, çok korktum ve kaçtım.
Acı bir gün geçecek, biliyorum ama yaramı kapatmak için atılan dikişin izini hayatım boyunca taşıyacağım.
“Bu gerçekler insanı öldürür zaten,”
“Gerçek hepimize akıl ve cesaret kapasitemizin alacağı kadar kendini gösterir. Çünkü gerçek hak edilmelidir,”
Kadınlar süslenme ihtiyacı duymaya bir kere başlamaya görsünler. Artık dünya yıkılsa, savaş çıksa hiç fark etmez. Çünkü bir kadın bakımlı ve güzel olma dürtüsünü bir kere duydu mu, artık kafasındaki asıl mesele budur.
Yoksa yakışıklı erkeklerin bir çoğu gibi o da mı derinliksiz biriydi?
“Böyük, gözel insanları tanımak lâzımdır kızım. İnsan ancak böyük, gözel insanları tanırsa dünyanın neden hâlâ tamamen namussuzlara teslim olmadığını annar. Amma onları bulmak zordur. Böyük ve gözel insanlar ööle ortalarda gezinmezler. Onlar kıyıda, kenarlarda bekler, zamanı gelince işlerini yapar, soona gene ortadan çekilirler. Bu insanları tanımak, bilmek için bazen taa dünyanın dibinden kalkıp buralara gelivermek, emek vermek ister kızım.”
Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller
“Bülbül, güle o kadar aşıkmış ki, onun solup çürüyeceğini bildiğinden feryat figan eder, acı acı öter, en gözel şarkılarını ona söylermiş. Gül goncası da bu sabahlara kadar uyumadan, aşkı için niyaz eden, yalvaran bülbül nağmelerini duyduğu için tan yeri ağarırken açıp, gül oluverirmiş. Amma her aşkın çilesi vardır. Mutlaka vardır. Gül pek güzeldir, velâkin diken doludur. Dikenler de bülbülün kalbine batar, onu kanatır durur. Bu hep bööle bööledir kızım, iyi bilesin.”
Takıntıları ve önyargıları onun gönül gözünü köreltmiş olabilir miydi?
”Bizim bu Türk kaavesi serttir, benzemez senin sulu kaavene, çarpar adamı çok içersen bak soona,”
“Bilinç ki; farkına vardırır, bilinç ki; anımsatır, bilinç ki; acıtır!”
“Ben acıktım. Sevda mevda karın doyurmaz. Haydeee Sevdaymış! Hah! Yemeğimi verin siz benim önce!”
“N’aaparsın Bey-azh Ha-la, her şey sentetik, her şey yapay ”
“Allah’ın insanlığa en büyük lütfu akıldır Bu memleketin akla ihtiyacı vardır akıl
“Haa bak ne diycem sana Sen daha toysun, bilmezsin. Sen sen ol, erkeklerin askerden, hele harp meydanlarından yazdığı mektuplardaki her şeye sakın inanma emi! Aman ha, Viki Hanım! ”
”Bizler, İngilizler’in artık hiç çekinmeden yüzümüze karşı mağrurca söyledikleri gibi sadece ‘hevesli oğlan çocukları’yız. Asıl kahraman olan Türkler. Çünkü Mısır’dayken Araplar’a taktığımız Abdül adıyla önceleri kendileriyle dalga geçtiğimiz ama şimdi artık kendilerine ‘Johnny Türk’ dediğimiz Türkler vatanlarını savunmak için çok ağır şartlar altında bize karşı direniyorlar. Ve vatanlarını korumak için kahramanca ölen asıl onlar. ”
Bilmek bazen can acıtıcı olabiliyormuş, demek
Ah cehalet kadar büyük bir düşman yoktur!
Bir sene evvelinde kolalı beyaz örtüsüz, gümüş çatal-bıçaksız, Bohemiya porselensiz bir masaya oturmayı kendine yakıştırmayan oğlunuz, vatan müdafaası gibi mukaddes bir görev mevzu bahis olunca birçok i’tiyâd (alışkanlık) ve keyfinden gözünü kırpmadan vazgeçmiş bulunmaktadır.
Benim arzum, bu milletin çektiği çilelerin, Çanakkale’de pek çetin şartlar altında geçen bu muharebelerin gelecekteki Türk gençliğine ibret olmasıdır. Yoksa yazık olur! Çok yazık olur.
Cepheye gelince; cephede zaman, hayatta kalabilmek, sürat, hayat kurtarabilmektir.
“Hakikatleri değiştirmek imkansızdır Viki Hanım. Amma hakikatleri öğrenmek mutlaka şarttır, biliyon mu?
”Türk kaavesi aceleylen yapılmaz. Hafif ateşte, sabırlan, yavaaş yavaş olcek. Yak şu ateşi bakeyim.”
Hem zaten yaşlı kadınlar üzerine kim düşünürdü ki?
”Bunlar memleketlerinde feci steril yaşıyor, bizse burada her şeye karşı felaket bağışığız. Ne oluyor tabiii, bizim yiyecekler bunları takk vuruyor hemen.
”Bizim rahmetli Gazi Alican Çavuş’un soyadı Taylar’dı. Bununkisi Taylor’muş be marı. Hayydii gelin, çaylar benden ”
Mustafa Kemal Paşa, bir elini Gazi Alican Çavuş’un omzuna koymuş ve, Üç çocuğun olacak, adlarını sırayla Uzun, Beyaz ve Bulut koyacaksın. Tıpkı Gelibolu’nun bulutları gibi,” demişti.
Meryem son nefesini verene kadar Gazi Alican Çavuş’a aynı ihtiraslı aşk ve düşkünlükle bağlı kaldı. Onunkisi karasevdaydı.
‘Evlenirse iyileşir,’ dediler. ‘Evlilik her derde devadır!’ diye gülüşüp kıkırdaştılar. Genç köylü kadınlar kendi aralarında evlilikten konuşunca mutlaka güler Yaşlılarsa yaka silker, suratlarını asar, ağızlarını bıçak açmaz. Türkiye’nin bütün köylerinde, bütün yüzyıllarda, kadınlar kendi aralarında
Gelibolu’nun ayazı serttir. Ege’den hiç beklenmeyecek kadar hırçındır, insafsızdır. Uğultulu seslerle ürkütücü bir hikâye anlatarak dolaşan rüzgâr insanı döver, hırpalar.
Gelibolu’nun ayazı yamandır. Hiç acımaz, çarpar insanı.
İnsan zor ve tehlikeli durumlarda kendisini daha iyi tanıyormuş desem, beğenir misiniz ?
Ah insan sahip olduğu güzellikleri neden kaybettiğinde fark ediyor Valideciğim
Bir kıyıda vatanın müdafaası için verilmeye hazır taze can, öbür kıyıda gençlik, yaşanacak bir ömür, hayaller ve ümitler
Başkalarıyla uğraşmak, kendinle uğraşmaktan daha kolaydır.
“Vatan, uğrunda savaşmak ve üzerinde yaşamak isteyeceğimiz topraktır.”
Biz Türk Milleti’nin dahili ve harici kabuslardan ancak kendi iradesiyle, şaşaalı hayallere kapılmak yerine kesin hedefler tesbit etmekle kurtulacağına kanaat etmekteyiz. Bunun için mümtaz şeflere, bu şeflere yardım edecek münevver, ihtilalci kadrolara ihtiyaç bulunmaktadır.
Bu dünyayı yönetenler zalim işgalciler, sahtekar siyasetçiler,kalpazan zenginlerdir. Zenginin ve siyasetçinin iyisi pek azdır. Çünkü iyi olanları aralarında yaşatmazlar.Asla ve kat’a yaşatmazlar,bu bir.Çünkü zenginlik de, siyaset de hırs ve güç üzerine kurulmuştur. Hırs ve güç insanı değiştirir. bu iki.
Gerçek, kötülerin işine yarayacak ve başkalarını ezmekte kullanılacaksa,gerçek onu hak etmeyenleri teslim edilemeyecek kadar hak edilmiş,acılardan süzülmüş ve kanla sulanmışsa hala açıklanmalı mıdır?
İnsanı başkalarından daha fazla kendi yüzleşmeleri dehşete düsürür.Bu öyle derin bir dehşettir ki,en büyük düşmanınız bile üzerinizde bu kadar derin dehşet izleri bırakmayı başaramaz.Çünkü ortada ne suçlayacak bir başkası,ne de kaçacak bir gölge vardır.Gölgeyi yaratan tek şey insanın kendi bedeni ve bedenin içinde taşıdıklarıdır.
Bana bu fevkalade kötü şartlarda mücadele azmi veren,haksızlığa karşı ruhumun direnişidir.Haklı oluşumuzun ümididir.
Zaman zaman parlayan bir ümit ışığı,bir tek o ümit ışığı beni hayata bağlıyor.Bu ümit ışığı bir nur gibi doğup,beşeri ıstıraplar,yokluklar,hasretler ve kahırlar arasında içimi ısıtıyor Valideciğim.Bu nur,kurtuluşun,hürriyet ve istiklalin ümidine dair bir ışıktır ve burada vatan için ölmeye hazır bütün Türklerin güneşten daha fazla hissettiği bir aydınlıktır.Eğer Zaferi Nihayi ümidimiz olmasa topu ve tüfeği,aleti ve edavatı,ilacı ve yemeği bizden çok üstün olan birleşik bir dünya ordusuna karşı bir saat dayanamaz,yenilirdik.
İnsan denen aklı yüce mahlukat, maalesef şeytandan hain, akbabadan beter, cellattan acımasızdır.
Biz Doğu Akdenizliyiz. Aklımızla değil, yüreğimizle karar veririz. Çabuk heyecanlanır, çabuk bağlanırız. Biz birbirimize hemen inanır ya da hemen kızarız. Sonra küçük öfkeleri büyük nefretlere, küçük umutları büyük heyecanlara dönüştürmekte üstümüze yoktur.. ✍
Vatan, uğrunda savaşmak ve üzerinde yaşamak isteyeceğimiz topraktır.
#30Ağustos
#30Ağustos
Biz bunun artık bir tatbikat,bir prova olmadığını kavramıştık.Bu savaştı.İşte savaş buydu!Oyun veya şaka değildi,savaş:Ölmek ya da öldürmekti.Çirkindi,mantıksızdı,ilkeldi.Bu güzel havada,bu güzel Ege Denizi’nde,bu güzel yaşımızda,tanımadığımız birilerinin memleketinde ölmek akıllıca bir şey değildi.
Böyük, gözel insanlar tanımak lazımdır kızım. İnsan ancak, gözel insanları tanırsa dünyanın neden hâlâ tamamen namussuzlara teslim olmadığını annar.
Gerçekliğinden şüphe duyulmayacak şeyler vardır. Onlar hiç sorgulanmadan olduğu gibi alınır, öylece korunur, onlara dokunulmaz. Hayatta yaşanan en büyük düşkırıklıkları ve depresyonlar da bu sorgulamadan kabul edilen, ‘doğuştan gerçek’lerin yıkılmasıyla oluşur.
,
düşünceler ruhuma acı veriyor..
~
düşünceler ruhuma acı veriyor..
~
Zor zamanlarda hem kendini hem de dostlarını hakiki karakterleriyle tanıyor..
~
~
,
Kalpten s e v m e y i öğrendim.
~
Kalpten s e v m e y i öğrendim.
~
Çanakkale’de pek çetin şartlar altında geçen bu Muharebelerin gelecekteki Türk gençliğine ibret olmasıdır.
~
~
Tarihçilere gelince ; gelecekte tarihçiler bu harp hakkında ne yazacakkarını bilemem, ama Çanakkale Muharebeleri’nin Türklerin bir nefs-i müdafaa mücadelesi olduğu kadar, kardeşlerini artık körü körüne sadece Müslümanlık bağlarına dayanarak seçmemeleri gerektiğinin de (kanlı) bir hikayesi olduğu kesindir.